KATEGORİLER

29 Kasım 2019 Cuma

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 16


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***

İşte böyle evlât, böyle yaşanmalı hayat. Yeni gelenlerle kamp nüfusu artarken sosyal yaşantı da hareketlenecek. Aileler seni kendilerinden biriymiş gibi bağırlarına basacaklar. Arkadaş çevren genişleyecek. Akşamları, aile lojmanlarının bulunduğu yerdeki spor salonunda voleybol ve masa tenisi maçları yapacaksınız. Hafta sonları kendine güvenen üç dört arkadaşınla birlikte Hindibaba köyünü geçip ta Çüngüş'e kadar otuz kilometreden fazla koşacak, orada sizi karşılayacak şoförle birlikte kampa geri döneceksiniz. Aklıma gelmişken bir de sana İtalyan kampındaki marketten söz edeyim. Ne ararsan bulacaksın orada, taze sebze ve meyveler, et ve süt ürünleri, dondurulmuş deniz mahsulleri, fırından yeni çıkmış türlü ekmek çeşitleri, aklına ne gelirse. Araba kullanmayı bilen arkadaşlarından birine takılıp en az haftada bir ziyaret edip ihtiyaçlarını karşılayacaksın oradan. DSİ'nin kamp sahasında bir marketi de var ancak o mahalle bakkalından farksız. 

Yılbaşı yaklaşırken yabancılar evlerini süsleyecekler. Çam ağaçları, yanıp sönen renkli ışıklar, camlardaki karı andıran sprey boyaların kullanıldığı "Merry Christmas" yazıları, insanların güzel bir yıl geçirebilme umutlarını yansıtacak. Tam o günlerde yeni yıl için personele iş sözleşmelerini imzalatmak ve çalışanların yeni yılını kutlamak amacıyla Ankara'dan patronlar gelecek, çalışanlara bizzat kendisi yeni sözleşmeleri imzalatacak. Sıra sana gelince içini bir heyecan kaplayacak. Gözü kapalı imzayı basacaksın. Odana dönüp sözleşme sayfalarında net maaşın yazılı olduğu bölümü arayacaksın hemen. Gözlerin parlayacak. Maaşın yüzde yüzün biraz üzerinde zamlanmış! Düşün ki evlât, yeni mezun bir mühendissin ve alacağın aylık milletvekili maaşından % 23 daha fazla!

Şirkette samimi görüştüğün Gaziantepli bir arkadaşın olacak, Tayfun. Evli, dört beş yaşlarında Gamze isminde şirin mi şirin  bir kızları var. Karısı Perran da çok iyi biri. Senin onları sevdiğin kadar her ikisi de seni seviyor. Gel gelelim bu iki iyi insan aralarında bir türlü anlaşamıyorlar. Perran sık sık evi terk edip çocuğu ile birlikte memleketinde alıyor soluğu. Tayfun'un geniş bir plâk kolleksiyonu var. Işte onun yalnız kaldığı öyle zamanlarda seni evine davet edecek, harika müzikler dinleyecek, hoşça vakit geçireceksiniz. Bir süre sonra Perran eve dönecek, bir kez daha mutluluk tablosu çizecekler birlikte, ta ki yeni bir ayrılığa kadar. 

Karakaya'da ilk yılbaşını geçirmek üzere Tayfun'ların evine davet edileceksin. Davetliler arasında üç beş evli arkadaşının yanı sıra bir de Shneider ve güzel eşi Maha var. Maha, aslen Iraklı, şirketin sekreteri aynı zamanda. Pürüzsüz bir İngilizcesi var ama onu esas unutulmaz kılan kokusu. Her sabah merdivenleri çıktığında katın tamamına yayılan muhteşem parfüm kokusu! Kocası Shneider ile Irak'taki bir başka baraj şantiyesinde tanışmışlar ve birbirlerine aşık olmuşlar. Devamlı şakalaşıyor, birbirlerine espri yapıp gülüşüyorlar. Perran güzel yemek yapar, o gece masayı donatacak yine. Çiftler bol bol fotoğraf çektirecekler birbirleriyle. Senin davetliler arasında tek bekâr olarak köşede buruk bir gülümsemeyle onları izlemen Perran'ın dikkatinden kaçmayacak. Hemen Gamze'nin bebeklerinden birini eline tutuşturup "Bu da senin eşin olsun" deyip fotoğrafını çekecek. Hep birlikte neşe içinde kahkahalara boğulacaksınız. 

Şirkette aynı odayı paylaştığın İzmirli arkadaşın Ahmet'le aranız iyi. Zaten üniversite yurtlarından başlayan, birlikte çalıştığınız Ankara'daki proje firmasında süregelen uzun bir geçmişiniz var. Okumayı çok seviyor, anlattıklarını can kulağıyla dinliyor edebiyat ve diğer sanat dallarından iç ve dış siyasete, din ve tasavvuftan ülkenin sosyal meselelerine kadar her konuda tartışıyor, daha ziyade düşüncelerinde onu haklı buluyorsun. Sen halâ açıp bir kitap okumamışsın o zamana dek. Bilgiye olan açlığını bu arkadaş sohbetleri doyuruyorsun. Senin gibi genç arkadaşların birer birer evlenip lojmana geçiyorlar. Çok geçmeden Ahmet de Manisalı diğer bir sınıf arkadaşımızla bacanak olma kararı alacak ve yeni evlenenler kervanına katılacak.

O kadar çiftin arasında bekârlık zor be evlât. Annene telefon edip sana uygun biri bulması için bakalak olmasını isteyeceksin. Cevap gecikmeyecek. "Bak, komşumuz Bedriye teyzenin bir akrabasının kızları varmış, tıp fakültesini yeni bitirmiş, akça pakça, siyah saçlı, güzel, iyi bir ailenin kızı. Hani sen de görmek istersen fotoğrafını gönderelim." Senin için hiçbirinin önemi yok. Tek takıntın isminin ne olduğu. Kendine güvenin tam o sıralar, kimi istersen eş olarak hayır deme şansı yok havalarındasın. Biraz müşkülpesent tavırla soracaksın annene, "Adı neymiş?" Bu huyunu bilen annen tepkini tahmin ederek zoraki de olsa söyleyecek kızın adını. "Zülfiye!" Bırak kalsın anne diyeceksin. "Oğlum ama kız çok güzel, uzun boylu... Hem ne olacak değiştiriverir adını, atla deve değil ki!" "Yok anne, olmaz. Bunu nasıl teklif ederim. Sen bakmaya devam et" Zavallı kadın çaresiz kapatacak telefonu.

Çok geçmeden Ahmet evlenip lojmana geçecek. Bir hafta sonra onu alıp alışveriş yapmak üzere İtalyanların marketine gideceksiniz. Henüz ehliyetin yok ama ufak ufak araba kullanmayı öğrenmiş, Diyarbakır'a gidemesen de şirketin arabalarından birini alıp İtalyanların kampına gidip gelmeye başlamışsın. Poşetler dolusu erzak alıp arabaya yerleştirirken taşeron şirketlerin birinde şantiye şefi olarak görev yapan sınıf arkadaşlarınızdan biriyle, İsmail'le karşılaşacaksınız. Onun da altında arabası var ve alışverişini yeni bitirmiş. Biraz sohbet ettikten sonra peşpeşe kampa dönüş başlayacak. İsmail'in de ehliyeti yok ama araba sürmeyi iyice öğrenmiş. O önde, Ahmet'le sen arkada tozu dumana katarak stabilize yolda ilerleyeceksiniz. Sık virajlı yol boyunca savrulurken Ahmet elindeki yumurta kolisinin kırılmasını önlemek için büyük çaba sarfedecek. İsmail gaza bastıkça sen altta kalmayacaksın. Tozdan önünüzü göremeyecek hale gelmenize aldırmadan bol adrenalin salgılayıp tampon tampona yarışa gireceksiniz. Arabanın içi toza boğulunca Ahmet hayatının hatasını yapacak. "Ulan geçeceksen geç şunu, dünyanın tozunu yedirdin bize!" diye çemkirecek. Ondan aldığın gaz doğrudan pedalı köklemenle sonuçlanacak. Evet, onu geçeceksin ama hemen önünde tozdan göremediğin keskin bir viraj var. Sol tarafın dağin yamacı, sağ tarafta metrelerce derinlikte uçurum. Biraz ileride size doğru gelen kamyon durmuş, sizi izleyecek. Kontrolden çıkan araba kendi ekseni etrafında dönerken kâh uçurum tarafına kâh dağın yamacına savrulacak, korku içinde sonunuzu hayal edeceksin. Direksiyonu çaresizlik içinde bir sağa bir sola çevirirken araç büyük bir süratle yanlamasına dağ tarafına yapışacak, diğer yanı iyice havalandıktan sonra lâp diye tekerleklerinin üzerine oturacak. 

MİM DE "HAYAT YAZIYOR 2020"

Sevgili "Hayat Yazıyor" blog yazarının sahibi beni de mimlemiş. Kendisine sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. 2020 yılına hızla yaklaşırken içinde bulunduğumuz yıldan herkes nasibine düşeni aldı neredeyse. Neredeyse diyorum, çünkü saniyelerin insanın kaderini belirlediği dünya düzeninde yılbaşına kadar bir ay gibi uzun bir zamanımız var. Bazılarımız yıl boyunca ulaşamadıkları hedeflerine bu süre içinde ulaşabilecekleri gibi bazılarımız iyi bir yıl geçirdik demeye kalmadan bir anda hoş olmayan sürprizlerle karşılaşabilir.

Mimin konusu; 2020 yılına dair beklentileriniz nelerdir? sorusuna cevap aramak.

Her zamanki tarzımla soruyu derinlemesine irdeleyerek başlamak istiyorum. Hayata pozitif bakan insanların çoğu hem kişisel hem de toplum bazında hep iyi ve güzel şeyler bekler yeni yılda. Oysa bunların büyük bir kısmı beklentiden ziyade birer dilek, ya da Arapça'dan dilimize geçen şekliyle birer temennidir. Konumuz bu olsa eş, dost, arkadaş, akraba ve ülkemiz için sayfalar dolusu iyi, güzel dileklerde bulunabilirim. Kötü bir yeni yıl beklentisi içine girip karamsarlığın kör kuyularında debelenmek doğru olmadığı gibi gerçekleri göz ardı edip hayâller dünyasına dalmanın da bize bir faydası olmayacaktır. Yazdıklarımızı bu çerçeve içinde tutup onları bir sonraki senenin başında okuduğumuz zaman daha gerçekçi bir değerlendirme yapma imkânına sahip olabiliriz. 2020 yılı için kişisel ve ülke çapında beklentilerim şunlar:

En büyük şahsi beklentim yeni evlenen oğlumun baba olması, dolayısıyla benim de sağlıklı bir torun sahibi olmam. Oğlan ya da kız fark etmez ama kız olursa biraz daha çok sevinirim. Diğer bir beklentim de kızımın karşısına onu kendine aşık edecek birinin çıkması. Zira başka türlü hiçbir kuvvet onu evlenmeye razı edemez. 

Genel hatları ile hayatımdan memnunum. Ekonomik kriz her kesimi etkilediği gibi bizi de etkiliyor. Çok çalışınca kendi istek ve arzularınızı gerçekleştirmek için paranız oluyor ama zamanınız olmuyor. Rahat bir çalışma ortamında ise tam tersine zamanınız bollaşıyor ama geliriniz istek ve arzularınızı karşılayamıyor. Benim beklentim, yeni yılda bu dengeyi daha iyi sağlayabilmek.

Daha fazla kitap okumak ve yazmak istiyorum yeni yılda. Eğlenceye, sanatsal faaliyetlere biraz daha fazla zaman ayırmak. Yazdıklarımı yıl içinde kitaba dönüştüremesem bile sene sonuna doğru buna kendimi hazırlayabileceğimi sanıyorum ve o günleri sabırsızlıkla bekliyorum.

Ülkem için fazla bir beklentim yok. Bu yıldan daha kötü bir yıl olmasın yeter. Devletimizin siyaset anlayışı, sevk ve idaresi, adalet, özgürlük, kadına bakış açısı, israf, rüşvet, adam kayırmacılık, medya üzerindeki tahakküm, eğitim stratejisi, tarım ve hayvancılık politikaları, ekonomi vs. konu başlıklarında ileri doğru bir adım atılmasını mevcut siyasetçilerimizden beklemiyorum. Yeni yılda yeni bir umut doğar mı diye sorarsanız zannetmiyorum. Ülkemiz için çizdiğim karamsar tabloyu iyi ve güzel dileklerimle ne kadar örtebilirim bilmiyorum ama ben yine de;

Yeni yılın blogger ailesine sağlık ve mutluluk getirmesini dilerken ülkemiz için huzurlu, savaşsız, felâketsiz, bereketli bir yıl temenni ediyorum.

Bu mimi yapmasından mutluluk duyacağım aşağıdaki blogdaşlarla birlikte arzu eden bütün dostlar davetlimdir.

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 15


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***

Üç aydan kısa  bir süre içinde Tunçbilek şantiyesinin defterini kapatacak, yolun uzaklara, Diyarbakır'ın karlı dağlarına düşecek. Ankara'da bir mühendislik-müşavirlik firmasıyla görüşüp anlaşacaksın. Bir sonbahar günü hayatında ilk kez bindiğin uçak gökyüzüne yükselirken nelerle karşılacağın hakkında hiçbir fikrin olmayacak. Diyarbakır havaalanında adın yazılı levha taşıyan şoför Kenan seni karşılayıp elindeki valizi alacak. Birlikte aracın olduğu otopark yerine yürüyeceksiniz. İki saatlik suskun yolculuk boyunca üç ilçeden geçecek, Güneydoğu Anadolu'nun ağaç bitmeyen arazileri, taşlı çorak toprakları arasında ilerleyerek dağların arasındaki şirket yönetiminin bulunduğu binaya varacaksınız. Onca yoldan sadece senin gibi genç bir mühendisi karşılamak için şoförlü araç tahsis edilmiş olması ruhunu okşayacak.

Diğer taraftan ilk kez tecrübe edeceğin yabancı dil pratiğinde ne derece başarılı olacağını tam olarak kestiremediğin için heyecan kaplayacak içini. Önce proje müdür yardımcısı ile tanışacaksın, güler yüz ve sıcak tavırlarıyla karşılayacak Mehmet Bey seni, odanı gösterecek. Binanın cephesine bakan genişçe bir oda bu. Daha sonra teker teker odalarına gidip İsviçre'li mühendislerle tanıştırılacaksın. İlk olarak proje müdürü Mösyö Bovet, yetmiş beş yaşlarında, kalın camlı gözlükleri ve sevecen tavırlarıyla karşılayacak seni. Daha sonra şefin olacak Alain Jaccard, ondan sonra sırasıyla Rus asıllı Nicolas Vidinoff, Beat Künzi, Roberto, Le Coint, Shneider, Yugoslav asıllı Vladimir Raqiç ve Borislav Mirkoviç takdim edilecek. Hepsi dallarında uzman, oldukça tecrübeli mühendisler.

Muhasebeden bir yemek fişi koçanı verecekler eline. Müşavir olmanın avantajı işte, ister DSİ lokalindeki lokantadan, ister İtalyanların restaurant'ından aynı fişi kullanarak yemek yiyebileceksin. Bir ara Kenan seni yürüyüş mesafesi uzaklığındaki lojman bölgesine, mühendisler için tahsis edilmiş beķâr lojmanına götürüp kalacağın yerin anahtarını teslim edecek. Geniş bir salon içinde karyola, oturma grubu, masa, birkaç sandalye ve tv'nin yanı sıra içinde banyo ve tuvaleti bulunan lüks bir otel odası görünümündeki  yeni yaşam alanın fazlasıyla hoşnut edecek seni.

Mühendis sayısı az ve DSI bünyesinde çalışan mühendislerin hiçbiri İngilizce bilmiyor. Bir anda ilgi odağı olacaksın. Şefin Jaccard, İsviçre'nin Fransaya yakın bölgesinden olduğu için ana dili Fransızca. Benzer şekilde Alman asıllı olup ana dili Almanca ve İtalya orijinli olup ana dili İtalyanca olan İsviçre vatandaşları var. İngilizce hepsinin ikinci dili olduğu için anlaşman kolay olacak. Özellikle şefin Fransız aksanı ile konuşurken çok sevimli gelecek sana, aklına aradığı kelime gelmediğinde ya da kolaycılığa kaçarsa hemen arada Fransızca kelimeler kullanacak. Bu sorun değil senin için evlât, iki dil arasında o kadar ortak kelime var ki. Tek fark, İngilizcedeki "eyşın" lar Fransızcada "asyon" oluyor, o kadar.

İlk kez göreceğin baraj inşaatı büyüleyecek seni. Dağların yamaçlarından geçen geniş toprak yolların kenarından derin vadiye doğru eğilip baktığında ilk çocuğuna adını veren Fırat nehrini göreceksin. Yukarıdayken birer küçük kibrit kutusu gibi görünen dev kaya kamyonlarının yanına indiğinde aslında onların her bir tekerlek çapının senin boyunu geçtiğine hayret edeceksin. Henüz projenin başlangıç aşamasında bulunması ve beton baraj gövde temelinin senden sonra atılacak olması büyük şans. Karakaya gibi büyük bir barajın bütün safhalarını görmek, bir mühendis için gerçekten de büyük şans.

Müşavirde çalışmak çok keyifli evlât. Cumartesi ve pazar günleri tatil, mesai saatleri memurlarla aynı. Eğer işin olur da canın çalışmak isterse, kaç saat mesai yaptığını bildirip yıllık tatil gün sayına eklenecek. Yabancı ve Türk mühendislerden evli olanlara dayalı döşeli lojman veriliyor. Kısa süre içinde yabancı mühendisler seni evlerinde konuk etmeye başlayacaklar, onların yaşam ve yemek kültürlerini öğreneceksin.

Karakaya'ya geldikten bir ay sonra Ankara'dan patronların gelecek. Kısa süre içinde işe uyum sağladığını belirterek seninle çalışmaktan memnuniyet duyduklarını iafde edecekler. Yanlarında getirdikleri sözleşmeyi imzalarken gözlerine inanamayacak, sevinçten havalara uçacaksın. Senin için uygun görülen maaş son çalıştığın yerde aldığının neredeyse 3,5 katı! Üstelik orada on beş günde bir yaptığın tatil bundan böyle haftada iki gün. Böylelikle mühendis olmanın keyfini çıkaracaksın artık.

Hem rahat, hem eğlenceli yeni işin. Ah bir de ehliyetin olsa. Şirketin cedid yeni arabaları binanın önünde seni bekliyor. Kontrol ettiğin uygulama projeleriyle ilgili olarak, ya da canın şantiyede işlerin ilerlemesini görmek istediğinde şoförlerden Kenan ya da Halil seni barajın yapıldığı inşaat sahasına götürecek. Bazen işin ana yüklenicisi konumunda olan İtalyan şirketinin idare binasına uğrayacak İtalyan mühendislerle proje üzerinde tartışacaksın. Seni kapıdan uğurlarlarken yanındaki şoförün İtalyanlarla, onların kendi dilinde akıcı bir şekilde konuşmasına hayret edeceksin. Şaşırıp soracaksın Kenan'a, "Nasıl öğrendin İtalyancayı?" Bizim Zazacaya çok benziyor, bir hafada öğrendim İtalyanca konuşmasını diyecek. Şaşkınlığın bir kat daha artacak, doğru dürüst okumayı yazmayı bilmeyen Kenan çatır, çatır İtalyanca konuşuyor!

Cuma günleri DSİ ve İtalyan mühendislerle birlikte yapacağınız iş ilerleme toplantılarında konuşulanları DSİ mühendislerine tercüme edeceksin. Yavaş yavaş hem DSİ'de hem de çalıştığın şirkette çalışan sayısı artacak. Ankara'daki proje firmasında birlikte çalıştığın İzmir'li arkadaşını bir kez daha yanına çağıracaksın. Arada şirketin moral yemeklerine katılacak hoşça vakit geçireceksin. Hele ara sıra öğlen yemeği için gittiğin İtalyan kampına bayılacaksın. Adamlar klasik bir İtalyan Restaurant'ını Roma'dan söküp kampa getirmişler adeta. Açık büfe olarak hizmet veren restaurant'da yok yok. Kalıp kalıp peynir çeşitleri, birinci sınıf et yemekleri, türlü sebzeler, salatalar, deniz ürünleri ne ararsan var. Henüz ülkede adı duyulmayan lazanya, risotto ve envai çeşit pizzalardan gözünü alamayacaksın. İstersen tiramisu ve diğer tatlı çeşitlerini deneyecek, yemeğin eşliğinde İtalyan şaraplarının tadına bakacaksın. Üstelik DSİ de yediğin yemeğe verdiğin aynı biletle kavuşacaksın bütün bunlara. İşte böyle başlayacak İtalyan mutfağına olan ilgin evlat. Yaklaşık yarım saat uzağındaki bu cennet köşesine istediğin zaman gidebilmen için artık sürücü ehliyeti alman boynunun borcu.

İtayan Restaurant'ının üst katında çok maksatlı geniş bir salon var. Girişte iki adet Amerikan bilardo masası, biraz ilerleyince sol köşede uzunca bir bar, onun ötesinde ses düzeni, anfiler ve ortada dairesel dans pisti, çok sayıda masa ve sandalyeler, tavanın muhtelif kısımlarına monte edilmiş renkli projektörler, aynalı disko küreleri... Evet yanlış okumadın evlat, bütün bunlar ne rüya ne de hayal. Burası, Diyarbakır dağlarında İtalyanların baraj şantiyesi. Her cumartesi gecesi disko haline getirilen salonda bangır bangır İtalyan müziği eşliğinde İtalyanlar kızlı erkekli yoruluncaya kadar dans edecek, içkiler su gibi akacak ve gecenin sonunda ise sürpriz pasta gelecek önünüze. Senin dans edeceğin bir partnerin yok henüz, bir kenarda oturup olan biteni izleyeceksin. Gözüne kestirdiğin ana okulu öğretmeni, güzel mi güzel bir İtalyan dilberi var ama sende o girişkenlik ne gezer. Zeynep'i hatırla. Gece bittikten sonra temizlik görevlileri hummalı bir çalışmayla ortalığı temizleyecek, derleyip toplayacak ve ertesi sabaha salon bambaşka bir hüviyet kazanacak. Şaşıracaksın ama her pazar sabahı aynı mekanda İtalyanlar, şantiyede devamlı bulunan papazları eşliğinde ibadetlerini yapacaklar.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                

28 Kasım 2019 Perşembe

BİZİMKİLER

Azerbaycan'ın "Bizimkiler" adında bir müzik grubu var. Aklıma geldiğinde parçalarını dinler, keyif alırım. Pink Floyd'un "Another Brick in the Wall" isimli parçasının şark sazları eşliğinde yorumlamışlar. Bana göre orijinal'inden de güzel olmuş. Paylaşmak istedim. 


YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 14

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 14 ***

Çalışma mahalline gelince ekip işe koyulacak hemen. Yol boyunca backhoe tarafindan açılan derin hendeklerin tabanına kum ve çakıllı malzeme serilmiş. Traktör kepçe 600mm çapındaki beton boruları bir halat yardımıyla hendeğin içine indirirken işçilerden biri ipin ucunu çekiştirip boruya yön verecek. Bu beton kanalizasyon borularına o zamana kadar künk denildiğini biliyorsun. Demek teknik olarak bu işe "büz döşemek" deniyormuş diyeceksin. Büzler arasının yerinde karıştırılan harçla kapatılarak bağlanması işine işçilerin bilezik yaptık demeleri şaşırtacak seni.

İlk hafta şantiyenin bir ucundan diğerine koşarken biraz hayâl kırıklığı yaşayacaksın. Üniversitede öğrendiğin onca bilgilerle gördüklerin arasında en ufak bir alâka olmayacak çünkü. Yine de evlât, kısa zamanda ortama ayak uyduracak, çevrendekilere sevdireceksin kendini. Topograf ekibi ile proje üzerinde tartışmaya başlayacak, işlerin plân ve programını yapacak, hatta iki gün önce ustalardan öğrendiklerinle onlara ayar çekeceksin. Boş vakitlerinde sahayı gezip kaba inşaatı yapılan binaları inceleyeceksin. Yine öyle bir günde gördüklerin aklını başından alacak. Kalıpları henüz sökülmüş üç katlı bir konutu incelerken, kuvvetlerin aktarıldığı kolon ve kiriş bağlantılarının birinde gördüğün çimento torbasının ucundan çekeceksin. Koca kağıt parçasını kolayca yerinden çıkardıktan sonra gözlerine inanamayacaksın. İki kirişin birleşip yükü kolona aktardıkları köşede kocaman bir boşlukta üzerine beton değmemiş demirler görünüyor. O an düşüneceksin, ya sana öğretilenler yanlış, ya da o kolon orada gereksiz yere projelendirilmiş. Kapı kasalarında düşeyde on beş yirmi santime varan sapmalar göreceksin. İncesi bitmiş inşaatlarda ise göz alıcı bir güzellik olacak. Bütün kusurlar sıva ile örtülmüş, kat kat alçı perdah çekilmiş, en çekici renklerle usta eller tarafından boyanmış olacak. Yani içi seni yakacak, dışı gören herkesi.

Bir akşam mesai bitiminden sonra şantiye şefi seni odasına çağıracak. Otuz beş, kırk yaşlarında, esmer, gözlüklü, kahverengi takım elbisesi içinde kırmızı kravatını özensiz bir şekilde gevşetmiş, bıyıklı biri. Karşısındaki koltukta kırklı yaşlarda, kır saçlı, beyaz tenli ve sonradan kontrol amiri olduğunu öğreneceğin bir adam oturuyor. Şef elini uzatıp hoş geldiniz dedikten sonra kontrol amiriyle tanıştıracak seni. Önlerinde birer çerez tabağı ve içki bardağı var. "Kanyak içer misin?" diye soracak. Ayıp olmasın diye geri çevirmeyeceksin. Biraz sohbet ettikten sonra kontrol amiri müsaade edip ayrılacak. Şef nasıl, alışabildin mi? diye soracak. Biraz sıkılarak evet diyeceksin. Merak edip durduğun maaşını öğrenmek isteyeceksin. Çalışmana bağlı diyecek. Bu lâfın üzerine kendini göstermek için daha fazla çalışman gerektiğine inandıracaksın kendini.

Her on beş günde bir pazar günleri tatil. Cumartesi akşamları ise Tavşanlı'ya eğlenmeye gideceksiniz arkadaşlarınla. Hesabı şirketin ödediği pavyona benzer  ilçenin tek gazinosunda kadın bir şarkıcı damardan şarkılar söyleyecek. Söylediği her parça sanki onun yaşamından süzülen bir yaprakmışçasına hüzünle kaplayacak içini. Yiyip, içip efkâr dağıtacak, geç vakitlerde şantiyeye döneceksiniz.

Ramazan ayının ilk günü işin hızında ciddi bir düşüş fark edince ekibe ilk fırçanı atacaksın. "Abi, oruçluyuz, normaldir" cevabını alacaksın. Gece seni de sahur yemeğine kaldırmaları için  bekçiyi tembihleyeceksin. Şantiyelerde çıkan yemekler genel olarak lezzetli ve bol kepçe olur evlat. İşçi iyi beslenecek ki iyi çalışsın. Sahur yemeği de oldukça zengin, tıka basa doyurabiliyorsun karnını, istediğini istediğin kadar ye. Ertesi sabah ekibi sıkıştırdığında itiraz gelirse cevabın hazır. "Siz oruçluysanız ben de oruçluyum, hadi asılın küreklere" O ramazan Allah rızası için değil de sadece sana orucu bahane etmesinler diye sonuna kadar tutacaksın orucunu ve bu tuttuğun son oruçların olacak.

Ay sonu gelip geçtiği halde maaştan haber yok. Ta ki bir sonraki ayın yirmisine kadar öğrenemeyeceksin şefin sana biçtiği değeri. O gün gelip çattığında, yeni bir hayâl kırıklığina uğrayacaksın. Senin kendini kanıtlamak için gösterdiğin gayretin karşılığı komik gelecek sana. Ankara'da diploman henüz elinde değilken part time çalıştığın, dahası müdürlerinin sınav zamanların yaklaştığında bir baba şevkatiyle bu hafta gelme, derslerine çalış dedikleri proje şirketinin sana ödediği maaşın altında bir parayı eline tutuşturacaklar. Muhasebeden çıktığın gibi soluğu şantiye şefinin yanında alacaksın. Sana nutuk çekecek, yok daha yaşın çok gençmiş, yok burası senin okulun sayılırmış türünden sözleri seni yatıştırmak şöyle dursun daha da sinirlendirecek. Birden işten de mesleğinden de soğuyacaksın. Üzülme evlât, dünya o kadar küçük ki! Aradan tam yirmi yıl geçtikten sonra Ankara'da yöneticisi olduğun büyük bir şirkette bu kez o şantiye şefi gelip kapını çalacak. Karşına geçip oturduğunda maziyi hatırlayıp acı acı güleceksin. Onun, yönettiğin bir şantiyede proje müdürü olarak çalışmasına rıza göstermeyecek, o günün buruk acısını fazlasıyla çıkartacaksın.

Moralinin bozulduğu, suratının düştüğünden anlaşılacak. Artık bu şantiye bitmiş senin için. Yeni arayışlar peşindesin. Demirci taşeronu ile dertleşirken sana verilen maaşın % 50 fazlasını vereyim, gel benim demir hesaplarımı yap diye teklif getirecek. Daha çok yerin dibine gireceksin utancından. Birkaç gün sonra şantiye şefine bu şartlar altında çalışamayacağını söylerken seni güzel günlerin beklediğini bilmeyeceksin.

 (Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                

27 Kasım 2019 Çarşamba

444 0 333

Pes mi yuh mu diyeyim bilemedim artık. Son haftanın her günü en az üç sefer aranıyorum. 444'lü numaralardan nefret ettiğim için ekranda gördüğümde telefonu açmaktan alıkoyuyordum kendimi her seferinde. Fakat yine de rahatsız edici. Elindeki işi bırak, cebinden telefonu çıkar ya da şarja koymuşsun zil sesini duyunca koştur git yanına ekranda aynı numara.

Merak ettiğimden değil de belki bir kez cevap verirsem keserler aramayı deyip bastım telefonun aç tuşuna. "İyi günler, Garanti Bankasından ben Yağmur. Sayın ... ile mi görüşüyorum?" Evet dedim, gayri ihtiyari. Karşı tarafta ses yok. Alo, alo deyişlerim karşılıksız kalınca kapatmak zorunda kaldım.

Yarım saat sonra aynı numara aradı tekrar. Açtım. "İyi günler, Garanti Bankasından ariyorum, ben Yağmur. Sayın ... ile mi görüşüyorum?" Evet dedim, demin de aramıştınız, siz aynı Yağmur Hanım olmalısınız. Hayır dedi, bir dakika müsaade ederseniz arama kayıtlarına bakayım. Az sonra dönüp, evet bugün aranmışsınız. "Bana neden inanmıyorsunuz?" diye sordum. "Siz başka bir Yağmur'la görüşmüş olabilirsiniz" diye cevap verdi. "Tamam da bunun ne önemi var, sizin beni ısrarla aramanızın nedenini öğrenmek istiyorum." dedim.

"Bonus kart hakkında bilgi vermek istiyordum, müsaitse.." Sözünü keserek "Bakın Yağmur Hanım, konuyla ilgilenmiyorum, bir haftadır sürekli aramanızdan da rahatsız oluyorum. Lütfen notunuzu alın ve bir daha beni bilgi vermek için bu numaradan aramayın." Yağmur hanım, "Peki o zaman, yasal prosedür gereği sizin şubemize gelip ya da ATM 'lerden iletişim özelliklerinizi değiştirmeniz lâzım" deyince sinirler tepeme çıktı. "Şimdi siz beni rahatsız etmemeniz için bankanıza müracaat etmemi bekliyorsunuz? Üstelik bunun yasal olduğunu söylüyorsunuz öyle mi?" dedim. Karşımdaki "Aynen öyle, yasal mevzuat efendim." deyince kendime mi yanayım, bu saçma görevi üstlenen Yağmur'a mı yoksa bunu yasal hale getiren ya da bu saçmalığa dur demeyen yöneticilere mi küfür etmem gerekiyor bilemedim. Sadece bir "pes yani" nin arkasından gür sesle bir "yuh" çekmekle yetindim.

26 Kasım 2019 Salı

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 13

Yeni Bir Hayat serisinin ikinci kısmında çocukluğuma yazdığım mektup biyografik bir yaşam öyküsü halinde devam edecek. Özellikle meslek hayatımın otuz yıldan fazla bir zaman dilimini kapsayan süre içinde yaşadığım anılara, olaylara ve duygulara yer vereceğim. Tipik bir yaşam öyküsünden farklı olarak sadece iyi yaptığım şeyleri, başarılarımı değil, hatalarım ve başarısızlıklarımla da yüzleşeceğim bu kişiye özel mektubumda.


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 13 ***

Daha önce söylediğim gibi istediğin mesleğin sahibi olacaksın ufaklık. Şimdi bir türlü çözüm bulamadığın döşemeleri, çatıları, camilerin kubbelerini yıkılmadan ayakta tutacak bilgilerle donatılacaksın. En yakın mahalle arkadaşın Mustafaların küçük bakkalında kurduğunuz hayâllerin dışında bambaşka bir dünya bekliyor olacak seni. Şu an senin nasıl vakit geçirdiğini hatırlıyorum. Her yağmurdan sonra sokağın kenarından akan suların önüne küçük ellerinle toprak setler oluşturuyorsun. Setin önünde su seviyesi yükseldikçe daha fazla toprak taşımak ve daha çabuk hareket etmek zorundasın. Öyle bir zaman geliyor ki artık suyu yenmen mümkün değil. O zaman küçük barajının yapım işini bırakıp sadece suyun yükselmesini, inşa ettiğin o ilk barajın yıkılmasını izliyorsun, yenilmenin verdiği hüzün ve çaresizlik içinde. Canını sıkma evlât, belki senin ilk yenilgilerinden biri bu ama böylelikle öğreneceksin yenmenin bazen kontrolü ele geçirmek olduğunu. Edineceğin bilgi ve tecrübelerle öfkeli, azgın suları dize getirip onları uysal bir kediye dönüştüreceğin günler seni bekliyor.

Bu mektubu yazarken senin halen yaşamakta olduğun o günlere dönüyorum. Mustafaların küçük bakkal dükkânında namaz vakitleri kapıyı kapatıp yan taraftaki silindirik gaz tankerinin olduğu ardiyede seccadelerinizi seriyor, namazınızı kılıp duanızı ettikten sonra dere sokağındaki geniş alana cami kurma hayâlleri kuruyorsunuz.  Bir sürü taş var orada, irili ufaklı. Büyük olanları taşımak, duvar yükseldikçe koca kayaları birbirinin üzerine yığmak gözünde büyüyor.  Caminin kubbesini kapatmak büyük sorun. Tepedeki o taşları yer çekimine karşı tutacak ne olabilir? Bu konuyu çözersen oldu bu iş! Ne de olsa sevabı büyük. Yine de içini bir kurt kemiriyor, biliyorum. Ya onca güçlükle ördüğün taş duvarlar cemaatin üzerine yıkılır da namaz kılan insanlar altında kalırsa...

İşte evlât bu saf çocukluk hayâllerinin üzerinden yıllar su gibi akacak. Diploman elinde, çağrıldığın yere, yurt dışına gitmek için pasaportunu çıkartmış haber beklerken hayâl kırıklığı yaşayacaksın.  Libya'da çıkan kriz sebebiyle oradaki çalışma plânın suya düşecek. Bu nedenle Ankara'da çalıştığın proje firmasından ayrılacaksın. Hem de ne ayrılık!

Kucak açmışlardı, diplomanı almadan, üstelik part time çalışarak mühendis maaşı ödemişlerdi sana. Mesleğinle ilgili ilk pratik bilgileri onlardan almıştın. Bir nevi okuldu orası senin için. Sıfır tecrübeyle verebileceğin bir şey yoktu. Oysa sen onlar sayesinde işi öğreniyordun. Bu iş için bir bedel ödenmesi gerekiyorsa o bedeli ödeyecek taraf sendin. Olması gerekenin tam aksine bir de ay başı gelince dünya kadar para koyuyorlardı cebine. Ayrılmak istediğini nasıl söyleyebilecektin böyle bir şirkete? Libya'dan ısrarla çağrılacağın o günlerde bugün konuşacağım diye karar verdiğin ve her seferinde ezilerek ertesi güne ertelediğin zor günlerin olacak. Müdüre çıkıp ayrılacağını söylediğinde  "Tam işe yaramaya başladın, bu yaptığın iş mi şimdi senin?" diye sormayacaklar mıydı? Nihayet o gün gelip çattığında müdürün tavrı karşısında anlayacaksın ezilmenin ne olduğunu evlât! Müdür, içinde bulunduğun durumu fark edip bir de şu sözlerle teselli edecek seni. "Senin burada öğrendiklerinin ülkemize faydası olacak, önemli olan da bu. Verdiğın karara saygı duyuyoruz, senin için hayırlısı neyse o olsun" Fırça yemeyi beklerken karşılaştığın bu sahne gözlerini yaşartacak.

Yurtdışı hayallerin suya düşünce kendini boşlukta hissedeceksin kısa bir süre. İzmir'e baba evine döneceksin. Tanıdığın birçok Ankara firması var, onların birinin şantiyesinde illâ ki bir iş bulacağını düşünürken Hürriyet gazetesinde bir ilân ilişecek gözüne. Barajlar Kralı diye nam yapmış bir firmayla iş görüşmesi yapmak üzere şirketin merkezinin bulunduğu İstanbul'a doğru düşeceksin yollara. Kısa bir görüşmeden sonra Kütahya Tunçbilek TEK sosyal tesisleri inşaatı şantiyesinde işe başlayacağın söylenecek. Çekingen tavırlarla maaşını öğrenmek isteyeceksin. Şantiye Şefin karar verecek buna diyecek görüştüğün yetkili.

Otobüse binip ilk şantiyene varacaksın vakit kaybetmeden. Ucu bucağı görünmeyen geniş alana yayılmış bir konut şantiyesi bu. Yapımı devam eden çok sayıda konutun yanı sıra lokal, sinema salonu gibi sosyal tesisleri, yol ve tretuvar inşaatı ile altyapı imalatları devam etmekte. Beton taşıyan transmikserler, kamyonlar, bir sürü iş makinası oradan oraya koşturuyorlar. Konutlardan birini önceden tamamlayarak şantiyenin idari binası haline getirmişler. Bir diğerinde bekâr mühendisler ve idari elemanlar kalıyor. Şantiye Şefi odasında kabul edecek seni. Bir kaç mimar ve mühendisle tanıştıracak.

Ertesi sabah ekiplerin dağıtıldığı meydanda buluşacaksınız. Büyük bir insan kalabalığı içinden görevi belirlenenler depodan malzemelerini alıp işlerinin başına geçecekler. Senin payına da on civarında kalfa, usta ve işçilerden oluşan bir ekip düşecek. Ne yapılacağı konusunda henüz hiçbir fikrin yok! Tecrübeli bir mühendis falanca kısmın rögarları yapılıp araya büz döşenecek diyecek. Genç yaşta olmana aldırmayıp koca koca adamların sana abi demesi garip gelse de bunun saygıdan kaynaklandığını anlayacaksın zamanla.

Sanacaksın ki ustalara bu işin nasıl yapılacağını sen öğreteceksin. Oysa okulda ne büzden bahsedecekler sana ne de  nasıl döşeneceğinden. Panikle karışık bir korku saracak bedenini. Ayakların titremeye başlayacak, "Bir de mühendis koymuşlar seni başımıza" diyecekler diye ödün patlayacak ustalardan.  Ekiple birlikte iş mahalline yürürken içlerinde sana diğerlerine göre daha samimi bulduğun ustalardan birinin kulağına eğilip soracaksın. "Büz nasıl döşenir biliyorsunuz değil mi?" Bu garip soru karşısında usta, kaldırıp başını şöyle bir süzecek seni. Sonra bilgiç tavrıyla "Beyim otuz yıldır yapıyoruz biz bu işi, bilmez miyiz hiç." diyecek. Cevabı alınca için rahatlayacak, huzur içinde ilk şantiyenin ilk işine doğru başını öne eğmeden ilerleyeceksin ekibinin başında.

 (Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 13

Ağaç Ev Sohbetlerinin 13. haftasına girerken benim açımdan konular gittikçe zorlaşıyor. Genç arkadaşların heyecanla sarıldığı popüler konulara ne kadar yabancı kaldığımı anlamış oluyorum bu vesileyle. Sevgili İrem Can tarafından seçilen bu haftanın sohbet konusu buna örnek. Hem ara verip sohbetten uzak kalmamak hem de sevgili arkadaşımızı kırmamak adına bir şeyler yazmaya çalışacağım. Haftanın konusu şöyle:


En beğendiğiniz ya da size yakın gelen süper kahraman var mı? Peki süper kahramanınızın en sevdiğiniz özelliği nedir? DC mi Marvel mı daha iyi? 





Çizgi film ya da çizgi roman okumayalı yıllar oldu. Son olarak Süperman'de kaldım diyebilirim. Ayrıca Süperman'in sinema filmini izlemiştim sanırım. Fakat benim için sıradan bir çizgi karakterdi o da sadece. Çocukluğumu yaşadığım zaman içinde  babamdan gizli olarak birçok çizgi roman okumuştum. O zaman ebeveynler öğretmenler ders kitapları dışında o tür çizgi romanları okumamızı istemezlerdi. Ders kitaplarının arasında çalışırmış gibi yaparak çaktırmadan çizgi roman okurduk. Tommiks, Tombraks, Redkit, Zagor, Ten Ten, Killing, Zembla, Kaptan Swing onlardan ilk aklıma gelenler. Zevkle okur, keyf alırdım ama hiç birinin yerine geçmeyi hayâl etmek aklımın ucundan bile  geçmezdi. Hepsinin ayrı karakterleri vardı, maceradan maceraya koşarlar okumaya başladığımızda elimizden bırakmazdik. Süper güçleri olmayan bu kahramanlar sıradan kişilerdi ve haksızlığa, adaletsizliğe karşı dururlardı. Takındıkları tavırlar ve söyledikleri sözlerle bizi güldürür, bazen de düşündürürlerdi. Her zaman haklının yanında yer aldıklarından dolayı belki onlardan bir şeyler kapmışımdır.

Son soruya gelince; Size garip gelecek belki ama DC ve Marvel'i ilk kez duydum ve bu vesileyle internet üzerinden kısa bir araştırma yaptım. Genel olarak birbirlerinden benzer çizgi karakterler üretmiş iki ayrı yapımcı firma. Daha ziyade Marvel seviliyormuş sanırım. Öyle kâinatı yıkan yeni dünyalar kuran güçlü karakterler bana tuhaf geliyor. Açıkçası pek ilgimi çekmiyor diyebilirim.

25 Kasım 2019 Pazartesi

GÜZEL BİR FİLM: 7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE

Ayna Hikayesi'nin yazarı sevgili Aytül Hanımın sayfasında rastladığım film tanıtımında, Aras Bulut İynemli'yi görür görmez ilgimi çekti. Daha önce "Öyle Geçer Zaman Ki" TV dizisindeki performansıyla aklımda yer eden sanatçı "7. Koğuştaki Mucize" adlı  filmin baş rolünde bu kez. Ertesi günün pazar olması sebebiyle eşim ve kızımla birlikte kendimizi Balçova'daki Agora Sinemalarında bulduk. 

Mental rahatsızlığı olan Memo adındaki genç bir adamı canlandırıyor İynemli bu filmde. Kızı Ova rolündeki Nisa Sofiya Aksongor, babaanne rolündeki Celile Tolon, İlker Aksum hayli başarılılar. Küçük kız Ova'nın annesi, o henüz bebekken ölmüştür. Ege Denizinin kıyısında küçük bir evde annesi ve kızı Ova ile birlikte yaşayan Memo, kah her birine ayrı insan isimleri verdiği koyun sürüsünü güderek, kah annesinin yaptığı elma şekerlerini satarak günlerini geçirmektedir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki baskı ve zulümlerin yaşandığı bir devrin izlerini taşıyan filmde Memo, haksız yere dönemin sıkıyönetim komutanı bir yarbayın kızını öldürmekle suçlanır. Bunun üzerine yakalanıp türlü işkencelere maruz kalır. Memo'nun birbirlerine saf bir sevgi ile bağlandığı kızı ile olan duygusal ilişkileri filme damgasını vurmakta. Darbe döneminin asker baskısı her fırsatta gözler önüne serilirken Memo, idam cezasıyla yargılandığı süre içinde ceza evinin 7. Koğuşunda geçirir zamanını. Koğuş sakinlerinin önce öldürmeye niyetlendikleri Memo'nun zaman içinde masum olduğu anlaşılır ve tavırlar değişir. Dedemin İnsanları'ndan sonra beni en çok etkileyen film oldu 7. Koğuştaki Mucize. Film arasına kadar kendimi tuttum ancak ara vermeden önceki son sahnede Ova'nın cezaevi koğuşunun duvar dibine koşarak babasına sesini duyurmak istemesi, bir şarkının aralarında şifre haline dökülmüş sözlerini kullanarak haberleşmeye başlamalarından sonra koyverdim kendimi. İkinci yarısı da aynı atmosfer içinde devam etti filmin. Neyse ki sonu beklediğim gibi olmadı da moralleri düzeltti bir nebze. Kanaatimce seyredilesi bir film. Duygu yüklü, karakter oyuncuları başarılı, kurgu ve olaylar akıcı... 

23 Kasım 2019 Cumartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 12

Kahramanımız üniversitenin son günlerini yine fırtınalı bir şekilde geçiriyor. Bu bölümün sonunda bir dönüm noktası olacak. Artık 24 yaşında genç bir mühendis o. Sessiz Umman'ın başlattığı ve Deeptone-Sade ve Derin'in beni mimlediği "Çocukluğuma Mektup" konusunda yazımı yazdıktan sonra  Manxcat-Kuyruksuz Kedi'nin bloguna yaptığım bir yorum bu seriye başlamamda ilham kaynağım oldu. 10 yaşından bu yana 14 yılını tamamladığım "YENİ BİR HAYAT" adındaki öykümü tamamlamak için 36 yıllık bir birikimim daha var. Geçmişi düşündüğümde, hafızamda iz bırakan olayların bir sahnesini bir bölüme sığdıramazken bazen, bazı yıllar hiç iz bırakmadan geçip gitmiş gibi geliyor. Özellikle belli bir yaşa gelmiş okurlar, yirmili yaşların başlarına kadar yaşadıkları dönemi çocukluğun bir parçası olarak görürler. Bu dönemde yaptığım hataları ben de çocukluğuma veriyorum. Bir nefeslik aradan sonra eğer bir mani çıkmazsa "Bir Mühendisin Hatıra Defteri" şeklinde akacak mektuplar. Bu bölüme kadar yazdıklarımı okuyan ve eşsiz yorumlarıyla değer katan arkadaşlara teşekkür ederim. Olayların geçtiği dönemin popüler parçası "The winner takes it all" hem sözleri hem de müziğiyle eşlik etsin o günlerimin hatrına. 


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 12 ***

Bir keresinde "Annem her zaman der, sen sevdiğinle değil, seni sevenle mutlu olursun" deyince Gülen, aklın başına gelecek. Sevilmek, birinin seninle özel olarak ilgilenmesi güzel bir duygu. Ancak, aklından atamadığın başka biri varsa neye yarar. Hem sen ona ümit verecek bir davranışta bulunmuyorsun ki. Tam aksine bir Zeynep'tir tutturmuşsun gidiyor. Varsa yoksa o. Hayır evlât bu iş mümkün değil, olmaz, ondan hoşlanmayacaksın. Bir dost, bir arkadaş olarak evet, ama daha ilerisi için hiçbir şansı yok.

İlk defa gelip senden bir şey isteyecek günün birinde. Adana'da yaşayan erkek kardeşlerinden biri gelecekmiş daha önce hiç görmediği. İki yaş daha küçükmüş ondan. Heyecan içinde, ne olur beni yalnız bırakma diyecek. "Kardeşimi gördüğüm anda ne tepki vereceğimi bilemiyorum, ne olur destek ver." Peki, diyeceksin. Sonra ekleyecek, "Bizimkilerin değişiktir adetleri, gider birlikte bir yemek yeriz ama sakın elini cebine atma, gurur meselesi yapar, çok alınırlar." Tamam, diyeceksin sessizce ama şaşıracaksın biraz söylediklerine.

Aralık ayının soğuk bir kış günü Gülen'le birlikte üniversitenin nizamiye kapısında misafirinizi beklemeye başlayacaksınız. Gülen, heyecan içinde bacakları titrerken sokuldukça sokulacak sana. Onu sakinleştirecek söz bulamayacaksın. Derken karşıdan kara yağız bir delikanlı ürkek adımlarla yanınıza doğru gelecek. Sana bir bakış attıktan sonra "Gülen, sen misin?" diye soracak. Birbirini ilk kez gören iki kardeşin birbirine sarılıp mutluluk gözyaşlarına boğulmasını bir film seyredermişçesine izleyeceksin sessizce. Onların heyecanı seni de saracak. Dakikalarca kucaklaşacaklar, yüzlerini avuçlarının arasına alıp buz kesmiş yanaklarını okşarken yılların verdiği özlemle tanımaya çalışacaklar birbirlerini.

Gözlerinde biriken yaşları sildikten sonra Gülen dönüp seni kardeşiyle tanıştıracak. Şehirdeki lokantalardan birine gideceksiniz birlikte. Kulağına fısıldadığın "Sizi istersen başbaşa bırakayım" teklifini "Olur mu hiç" dermişçesine takındığı bir yüz ifadesiyle geri çevirecek. Giyimi, tavırları, ağır hareketleriyle bir aşiret reisinin oğluna benzeyen genç adam, sessizliğe bürünecek. Aralarında konuşacak konuları olmadığı belli. Yemekten sonra hesabı ödemek isteyeceksin tembihlenmene rağmen, e ne de olsa gelen misafiriniz. Delikanlı sana bir bakış atacak ki sanki anasına küfrettin. Korkacaksın o bakıştan, ısrar etmeyeceksin. Hesap gelecek, seninki cüzdanını ağır ağır çıkaracak cebinden. Kurum kurum kasılarak, sağ elinin baş parmağını tükürükleyip büyük bir gururla sayacak paraları, hesabı ödedikten sonra keyfi yerine gelecek.

Yine yağmurlu bir gün çalıştığın proje firmasına bir elinde bir demet mor menekşe, diğer elinde bir şemsiye olduğu halde gelecek seni almaya Gülen. Artık cebinde para bol. Cinnah Caddesinde müzikli bir restaurant'a gideceksiniz. Giriş katında güzel bir yemek yedikten sonra hemen alt katta canlı müzik çalınan yere ineceksiniz. Alkolün etkisiyle her şeyi unutup geç vakitlere kadar dans edecek, daha sonra bir taksi çevirip yurda döneceksiniz. Hoşuna giden keyifli bir gün olacak bu senin. Bir yandan da nereye gidiyor bu iş diye kendi kendine sormaya başlayacaksın. Tam olur mu diye bir esinti geçtiğinde kafandan Zeynep düşecek aklına. Hep kaçan sen olmaya devam edeceksin.

Ankara'da üniversiteye ilk başlayacağın günleri, geçireceğin ilk yılbaşını hatırla evlât. Küçük bir otel odasında, yalnız başınaydın hani. Erkenden yatıp uyumuştun. Üniversiteyi bitireceğine yakın günlerde Ankara'da geçireceğin son yılbaşı  ise muhteşem olacak. İstanbullunun kız arkadaşı tanıdığı bir yere davet edilecek. Tek başına gitmek istemediği için yanında senin ve Gülen'in de gelmeni isteyecek. Ev sahibi, evdekileri sepetlemiş. Kızlı erkekli yaklaşık on kişi olacaksınız. Gün boyu yapılacak hazırlıklarla büyük salonun bir kenarında yer alan geniş masanın üstü türlü meze, meyve, çerez, içkilerle donatılacak. Salonu hep birlikte düzenleyecek, süsleyecek, teypte çalmak üzere sevdiğiniz kasetleri getireceksiniz. Ev sahibinin bir kız arkadaşı yok. Eğlence başlayacak. Müzik eşliğinde çiftler dans edip eğlenecekler. İstanbullu'nun kız arkadaşının kâbusu olacak o gece. Hoşlanmadığı ev sahibinin ısrarlı dans tekliflerinden kurtulmak için sürekli seninle dans etmek isteyecek.

Gülen'in ortadan kaybolduğunu fark etmeyeceksin bile. Gülen rahatsızlandı, diyecekler, yan odada. Gideceksin yanına. Odadaki karyolanın üzerinde, sırt üstü uzanmış yatıyor bulacaksın onu, gözleri kapalı. "Ne oldu, neyin var?" diye soracaksın. Midesinin bulandığını, başının döndüğünü söyleyecek sana. Gözlerini açacak, ama şimdi daha iyiyim diyecek. Birlikte salona dönüp eğlenceye katılacaksınız. İçkiler su gibi akacak, gece yarısını geçtikten sonra herkes sarhoş olup boş buldukları odalara çekilecekler birer, ikişer. Sen de salonda bir köşede ayaklarını uzatıp televizyon izlemeye koyulacaksın. Gülen gelip yanına sokulacak. Kolunu omzuna atacak içkinin tesiriyle. Salonda sadece ikiniz kalacaksınız. Nefesleriniz karışacak birbirine, bilinmez bir güç birleştirecek dudaklarınızı.

Sabahın ilk ışıklarında gözleriniz açılacak, "Ne yaptık biz?" diyecek sessizce. Suskun kalacaksın bu soruya. Biraz toparlandıktan sonra "Her ne olduysa, sevdiğimden bir şeyimi sakınmam ben." diyecek duyabileceğin bir sesle. İçerideki odalardan sesler yükselirken millet yavaş yavaş ayaklanacak. Gecenin misafirleri hep birlikte ortağı topladıktan sonra ev sahibine teşekkür edip ayrılacaksınız. O gece hiç yaşanmamış gibi devam edecek bu ilişki ta ki, okuldan mezun olup veda edene kadar. 

Son yılındaki fırtınalı hayatını geride bırakmış, yeni mezun genç bir mühendis olarak yeni bir hayata adım atmaya hazırsın evlat. Uzun zamandır bir arkadaşının İnşaat Mühendisi ağabeyi seni Libya'da yanına çağıracak. Eskiden Barajlar Kralı diye nam yapmış bir inşaat şirketinin Kütahya şantiyesine gitme ihtimalin var. Ya da KPSS'na girip DSİ veya TCK da memurluğa başlayacaksın. İşte sana bir dönüm noktası. Biliyorum ki, Libya'da şirketlerin işleri bozulacak, hükümet ödemeleri aksatacak. Gidenler geri dönmeye başlayacak. Ama memur olabilirsin bak. Seni tanıyorum evlat, senin doğrudan ayrılmayan bir karakterin var. Memurluğu küçümseyeceksin belki. Ancak memurluktan köşeyi dönenler var. Bir daha sana ulaşma imkanım olsa ne takdikler verirdim sana. Memurluğu düşünürsen yorulmadan, krallar gibi el üstünde tutulur, ihya olursun. Ama bazı huylarının değişmesi gerek. Dik kafalılık etmemelisin en başta, amirlerine eyvallah demesini bilmelisin. Hiç hoşuna gitmese de üstlerine yalakalık edersen hızlı yükselirsin. Yükselince daha çok kazanırsın. Alacağın hediyeler hiç rahatsız etmemeli seni. İşi düşenlerin işini kolaylaştırmalı ama bunun bedelini de ödemeliler değil mi? Elindeki yetkiyi sonuna kadar kullanmalı, çürük tahtaya basmamalısın. Şöyle etrafına bakabilsen görürsün devletin nasıl yağmalandığını. Senin yapacakların devede kulak bile sayılmaz. Hem saygı görür, hem de köşe olursun. Dediklerimi dinlemez, bildiğim bildik, dediğim dedik dersen basit bir memur olarak kalırsın. Kapının arkasında basit bir masada ömrünü tüketirsin. İşte sana teklifim, değiştir bu huylarını, memurluğu seç, hayatını yaşa. Şimdi karar senin evlat, tamam diyorsan gir KPSS'ye nasıl olsa kazanırsın, okumayı bırak mektubumda geri kalan sayfaları. Eğer yok, bu işler bana göre değil dersen, yolum yolun olacak, emekli olana kadar özel sektör bünyesinde çalışacak ama hep devletin işlerini yapacaksın.   

 (Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 11


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 11 ***

Sadece iki dersinin kaldığı son güz dönemi için yeniden okula döneceksin. Şantiyeden döndükten sonra yaşadıklarının yanı sıra iş hayatına atılmandan olsa gerek tuhaf bir yabancılık hissedeceksin.  Sanki yurt yaşamı, bölüme gidip gelişlerin, kafeteryada yediğin yemeklerin tadı bile bir başka gelecek sana, artık bulunduğun yere ait olmadığını düşünmeye başlayacaksın. Kalan derslerinin senin için kolay olması büyük şans. Ders çalışmak artık senin için külfet gelecek. Adeta sudan çıkmış balık gibisin. İki ders nedir ki, haftanın önemli bir bölümünde boşluk, yalnızlık hissedeceksın. Yurttaki odanda sohbet edip iyi vakit geçirebileceğin İstanbullu da yok artık. 

Bu durum fazla sürmeyecek. Çok geçmeden birkaç ay önce mezuniyet yıllığına reklâm almak üzere görüşmeye gittiğin büyük proje firmalarından birinin Çevre Sokak'taki bürosuna uğrayacak part time çalışmak istediğini söyleyeceksin. Şirketin genel müdürü güler yüzle karşılayacak seni. "İstediğin zaman başlayabilirsin" diyecek. Ertesi sabah büroya gelir gelmez ihtiyacın olacak kırtasiye malzemelerinin listesini çıkarmanı isteyecekler. Geniş bir salona yerleştirilmiş altı masadan birini gösterecekler oturman için. Haftanın iki günü tam diğer günler bazen öğlene kadar bazen de öğleden sonraları çalışmaya başlayacaksın ders programina göre. Ay sonu geldiğinde bir zarf içinde maaşını alacaksın. Zarfı açar açmaz gözlerin ışıldayacak. Henüz diplomanı bile almamışken, üstelik haftanın yarısı işe gelemediğin halde sana verilen maaş diğer mühendisleri rahatsız edecek, dedikodusunu yapacaklar. Sevdiğin İzmirli bir arkadaşına haber verip onun da şirkete part time girmesine ön ayak olacaksın. Ona da salonda, karşındaki son boş masayı verecekler.

Yurtta kalmaya devam edeceksin. Sabah servis otobüsleri ile şehre inip Tunalı Hilmi Caddesindeki Flamingo pastanesinde kahvaltını ettikten sonra Cinnah Caddesi yokuşunu tırmanıp Çevre sokağa yürüyecek, tam mesai saatinde varacaksın şirkete. Tecrübeli bir mühendis şefin olacak. Masanın üzerine yığınla proje paftaları serilecek. Şefinden aldığın talimatlara göre istenenleri yapacak, hesap işlerine gireceksin. Sana üzerinde çalışman için Birecik Barajının alternatif eksenlerinden biri olan Belkıs ekseni, İzmirli arkadaşına ise C ekseni verilecek. Her ikiniz de kesit ve metraj hsaplarının içinde bulacaksınız kendinizi.

Öğleden önce iki, öğleden sonra iki kez olmak üzere çay servisi yapılacak. Şirketin bir sürü odası, odalarında çok sayıda mühendisi olacak. Şirkette çalışan arkadaşlarının sürdüregeldiği güzel bir adet ziyadesiyle memnun edecek seni. Şirket mensupları, doğum, nişan, evlilik gibi mutlu günlerinde personele tatlı ya da pasta ikrâm edecekler. Her pazartesi sabahı öğlene kadar pazar günü oynanan lig maçlarının kritiği yapılacak, fenerlilerle galatasaraylılar arasındaki ağız dalaşı salonu neşelendirecek. 

Ders günlerinde bölüme her gidişin bir işkenceye dönüşecek. Zeynep'in master'a başladığı haberi çalınacak kulağına. Aylarca aramadığın ve onu yüzüstü bırakmanın ezikliği ile bir gün, bir yerde karşılaşmak korkusu saracak içini. İçin yanarken, bir adım ötendeki sevdiğin insandan kaçmak ne demek! Bunun izahı yok evlât. Nasıl bir duygudur bu? Aşk böyle bir şey mi? Anlayamayacaksın. O günlerden birinde bir hayâl kuracaksın, bir gün gelip biri sana böylesine aşık olabilecek mi? Çok beklemeyeceksin evlât, emin ol çok beklemeyeceksin bunu sen.

İstanbullu'nun kız arkadaşı belki de seni anlayacak tek insan. Hani seni Gülen isminde bir oda arkadaşıyla tanıştırmıştı. Arada telefon edip üçünüz birlikte sinemaya falan gideceksiniz. İstanbullu'nun Libya'da keyfinin yerinde olduğunu öğreneceksin. Bazen çıkıp akşamları, kampustaki öğrenci kantinine çay içmeye gideceksiniz. Sohbet koyulaşınca söz dönüp dolaşıp Zeynep'e gelecek. Unut diyecekler, artık unut. Oldu, geçti ve bitti. Kendini suçlama bu kadar. Onların demesi kolay, söküp atamayacaksın yüreğinden.

Bir müddet sonra Gülen daha sık gelmeye başlayacak yurduna. Senden ders programını öğrendikten sonra yağmurlu günlerde elinde şemsiyesi, seni bölümden almaya gelmeler başlayacak. Zeynep'e yakalanırım korkusu seni tedirgin etse de hoşuna gidecek bu ilgi. Artık neredeyse her gün seni alıp kantine çay içmeye ya da havanın güzel olduğu zamanlar yürüyüşlere başlayacaksınız. Birlikte olduğunuz saatlerde kendini, ailesini anlatacak Gülen sana. Ama senin için bu  uzun sohbetlerin tek konusu olacak, Zeynep!

Günlerce, yaşadığın bunalımlı günleri, içine düşüp bir türlü çıkmasını beceremediğin kayya kuyusunu, bir an kolay gibi gelip düşününce imkânsızlığa dönüşüveren ruh hallerini anlatırken sabırla dinleyecek seni Gülen. Onun sözlerinde teselliyi arayacak, bulamayacaksın hiçbir zaman. "İnatçıyım ben" diyecek, kafama koyduğumu yaparım er ya da geç. Neyin inadı bu anlamayacaksın. Ne iyi kız, ilâç gibi geldi tam zamanında diye geçireceksin aklından. İlginç bir geçmişi var Gülen'in. Sana her şeyini anlatacak. Adanalı kalabalık bir ailenin çocuğu. Ailesi o kadar çocukla başa çıkamayınca İstanbul'daki teyzesine vermişler henüz bebekken. İstanbul'da geçmiş çocukluğu, gençliği. Teyzesi daha sonra nüfusuna almış onu, hiç görmemiş bir daha gerçek anne, baba ve kardeşlerinin yüzünü. Başka hiç çocuğu olmayan teyzesi annesi olmuş, el bebek gül bebek büyütmüşler Gülen'i.

(Devam edecek)

22 Kasım 2019 Cuma

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 10


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 10 ***

Mezuniyet balosundandan birkaç gün sonra YHK üyelerinin veda yemeği için İstanbullu, RV Restaurant'da sekiz kişilik bir rezervasyon yaptıracak. Bunları sana ne kadar anlatsam eksik kalır be evlât. Şunu bil ki o günlerde senin yerinde olmak istemezdim. O insanın içini kemiren duygu yok mu, doğduğuna pişman eder adamı. Sahip olduğun her şeyi feda edebileceğin fakat dönüp baktığında hiçbir şeyin sahibi olmadığını fark edeceğin bir duygu bu. Cebinde meteliğin yok sen ne demeye ona açılmayı aklından geçirirsin. O kadar kolay mı vageçmek, kalbin seni dinlemeyecek, kulak asmayacak bu sözlerine evlat. Artık son şansın bu senin, gerisi Allah kerim. Derken, yemek günü gelip çatacak.

Yuvarlak kocaman bir masa, kar beyazı bir masa örtüsü, masanın tam ortasında muhteşem bir çiçek aranjmanı, altın rengi çizgili tabaklar, kristal kadehler. Zeynep'in oturduğu koltuğun yanına sokulacaksın. Heyecanın doruğa çıkacak, yemeği düşünen kim. Kararlısın, artık dananın kuyruğunu koparmaya. Başka günün yok ki. İlk önce onunla özel bir konuda konuşmak istediğini söylemeyi düşüneceksin. Bunu düşünürken bile yüzünü ateşler basacak. Çorba servisi yapılırken herkes kendi havasında, masada konuşulanları duymayacaksın bile. Tek amacın bir fırsatını bulup onunla bir an olsun yalnız kalmak. 

Masanın üzerindeki her tabağın sağında ve solunda özenle yerleştirilmiş çatallar, bıçaklar ve kaşıklar dizili. Her yemeğin özelliğine göre uygun olanın seçilmesi gerektiğini düşünürken arkadaşlarının arasından görgüsü yüksek birisi, acemileri fark edince söyleyecek doğru olanı. "Dışarıdan içeri doğru." 

Pırıl pırıl güneşli bir günde, RV Restaurant'ın bahçesinde geçen her dakika aleyhine işlerken treni kaçırmak üzere olduğunun farkına varacaksın. Yemekten kalkarken nihayet bir fırsatını bulup onunla konuşmak istediğini söyleyeceksin. Hafiften gülümseyerek "olur" diyecek. Onun da heyecanlandığı kaçmayacak gözlerinden. Artık bu işin dönüşü yok evlât, çıktın artık bir yola. İstanbullu hesabı ödedikten sonra iki taksi çevirip Atatürk Orman Çiftliğindeki Marmara Oteline doğru yola koyulacaksınız. Zeynep'le ayrı arabalara binmek durumunda kalacaksınız. Yurtta aynı odayı paylaştığın İstanbullunun dışında, diğer arkadaşların senin içindeki yangını görmeyecekler. Onunla birlikte üç kişi daha binecekler ilk taksiye. Sen de mecburen İstanbullu ve diğer iki arkadaşınla arkadaki taksiye bineceksin. 

Evlât, hani konuşalım dedin de o sana olur dedi ya. Ne zaman olacak bu konuşma diye için içini yiyecek. Kahveler içildikten sonra, sohbet koyulaşmışken bir ara onu diğerlerinin yanından alıp bir köşeye çekmek fikrini uzaklaştırmaya çalışacaksın kafandan. Dönüş yolunda, bu iş bitti, her şey bitti, konuşmak istediğini söyledin, bunu da beceremedin deyip kızacaksın kendine. Belki de böylesi daha iyi. Evet seninle çıkmayı kabul ediyorum dese ne yapacaksın? Her hamle daha zorlu bir hamleyi mecbur kılacak, aklın yetmeyecek bunları çözmeye. İşler sarpa saracak. Hayır derse ki bunu hiç beklemiyorsun rahatlatacak mı seni? İki ucu pis değnek. Neyse diyeceksin, iş olacağına varır. Birlikte aynı arabada olacaksınız şehre dönüşte. Akşam olmuş ancak günler uzamaya başladığından dolayı hava henüz kararmamış olacak. Atatürk Bulvarının bir köşesinde birlikte ineceksiniz taksiden. Evini biliyorsun. Tam aradığın fırsat işte. Yalnızsınız, diğer bütün arkadaşların kendi evlerinin yolunu tutmuş çoktan. Evine doğru ağır adımlarla yürümeye başlayacaksınız birlikte, yan yana.

Bekleyeceksin ki, "Hadi konuş, söyle artık ne diyeceksen de" desin. Sessiz yürüyüşünüz uzun süre devam edecek. Evine yaklaştıkça adımlarınız, panikleyeceksin. En sonunda cesaretini toplayıp ondan hoşlandığını söyleyecek, arkadaşlık teklif edeceksin. İlk kez başına gelen bir şey bu. Sanacaksın ki, hemen cevap verecek. Hemen karar vermesini bekleyeceksin. Evet mi, hayır mı? Bu durum karşısında o da şaşıracak, ne evet diyecek sana ne de hayır. Sen üzerine düşeni yaptın zannedeceksin a benim saf çocuğum. Nerede görülmüş böyle teklif. Evine iyice yaklaştığında, sanki adı çıkacakmış gibi seninle, "Hadi artık ben buradan ayrılayım" diyeceksin. Şaşıracak. Sessizce gidişini izleyeceksin ardından. Bu onunla son konuşman (ya da konuşamaman), onu son görüşün olacak. Bir daha ne sen onu, ne de o seni arayacak. Yokluğunun ilk günleri, ilk haftaları, hatta ilk ayları yanacaksın ateşler içinde. Evine telefon edecek, ama konuşmaya cesaretin olmayacak, sesini duyup kapatacaksın telefonu. Geceler boyu, bu işin olur tarafını düşünmeye çalışırken kıramayacaksın zincirlerini. Sen kendini ona lâyık görmeyeceksin. Her şeyiyle fazla gelecek sana. Seven kıskanır derler. Sevgiden farklıdır aşk evlât, deliliktir açıkça. Sen kıskanmayacaksın onu. O kiminle olacaksa olsun, yeter ki mutlu olsun diyeceksin. Bu yetecek sana.

İstanbullu mezun olup Libya'ya gidecek. Onun kız arkadaşının mezun olması için ise bir yıl daha gerekecek. Boykotlar nedeniyle yazları eğitimle geçtiğinden dolayı, yapmak zorunda olduğun staj sayısı ikiden bire indirilecek. Yıllık hazırlama işinde inşaat şirketlerinde reklam görüşmeleri yaparken edindiğin çevre çok işine yarayacak. O şirketlerden biri, stajını şantiyelerinde yapmanı bile teklif edecek. Özel sektörde çalışmaktan korktuğun bir dönemde okulda kalıp akademik kariyer yapmayı da düşünmüştün ama öğretmenlik, hocalık senin yapabileceğin bir iş değil. Yıllık işinden sonra bir çok şirketin üst düzey yetkilisi ya da patronuyla tanışıp onlarla sohbet ettikten sonra özel sektörle ilgili tedirginliğin dağılacak kafanda. Aldığın teklifi değerlendirip, Çumra şantiyesine doğru düşeceksin yollara. Bu sayede Ankara'dan biraz uzaklaşıp unutmaya çalışacaksın kalbinin ağrısını. Kolay olmayacak elbette. Yine de yeni bir iş, yeni bir çevre acılarına melhem olacak, ne kadar olacaksa.

Patronların gönderdiği bir kişi olunca havan süper olacak evlat. Konya'da lojman olarak kullandıkları, arada patronların gelip kaldığı bir dairede kalacaksın. Deli fişek bir şantiye şefi, tecrübeli iki mühendis, teknikerlerden oluşan küçük bir yönetici kadrosu olacak şantiyenin. Sabahları gelip seni lojmanın önünden alacaklar, şantiye suyu içilmediği için yol üstündeki bir çeşmeden bidonları doldurulup şantiyeye varılacak. Kısa sürede sevdireceksin kendini. Mesleğinin en keyifli zamanları olacak o günler. Zira uygulamaya dair her şeyi öğreneceksin orada. Daha mezun olmadığın için işle ilgili aklına geleni sorman garip gelmeyecek kimseye. Ustadan hatta işçiden bile öğreneceğin çok şey olacak. Diğer bir sıkıntı da eğitim dilinden kaynaklanacak. Birçok şeyin Türkçesini bilemeyecek, hatta konuşulanları anlamakta bile zorluk çekeceksin. "Dowel" olarak öğrendiğine filiz dediklerine, dönüp Filiz'i arayacak gözlerin. Marangoz atölyesine gidip Ordu'lu kalıpçı ustalarının projeyi okuma bilgisine hayret edeceksin. Çorumlu işçilerden beton dökülmesini, Sivaslı ustalardan demir bükülmesini öğreneceksin. Hafta sonları ekip toplanıp Meram Bağlarına gideceksiniz. Orada içkinizi içip eğleneceksiniz. Ay sonu gelecek, sana mezun bir mühendise verdikleri maaşı verdiklerinde hem şaşıracak, hem sevineceksin. Bazı geceler beton dökümü geç vakitlere dek uzayacak. Kuvvetli projektör ışığının altında toplanan azman sivrisinekler delik deşik edecekler seni. Eğitim başlayana dek çalışmaya devam edeceksin şantiyede, fakat aklın hep Ankara'da kalacak. 

(Devam edecek)

21 Kasım 2019 Perşembe

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 9



YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 9 ***

Kafandaki plana göre şartlı olarak bankalardaki bütün para İstanbullu'nun üzerine geçirilecek. Şartların şöyle: Öncelikle yıllıkları teslim alır almaz matbaanın kalan parası ödenecek. Daha sonra lüks bir otelin balo salonunda yapılacak yemekli mezuniyet balosunun davetiyelerinin bastırılması dahil bütün masrafları karşılanacak. Son olarak bütün YHK üyelerine emeklerinin karşılığı olarak Ankara'daki en kaliteli yerlerinden biri olan RV Restaurant'ta yemek verilecek ve yemekten sonra Marmara Otelinde birer kahve içilecek. Geriye kalan para, olduğu gibi düşündüğün vakfın hesabına aktarılacak. Ayrıca yıllık satın almak isteyen öğrenciler bunun bedelini aynı vakfın hesabına yatıracak. Mezuniyet balosu davetiyeleri öğretim üyelerine ücretsiz, öğrencilere adı geçen vakfa aktarılmak üzere belli bir bedel karşılığında satılacak. Böylelikle iki yıl öncesinde bir dönemliğine aldığın karşılıksız burs için vakfa olan vefa borcunu fazlasıyla ödemiş olacaksın.

Akşam İstanbullu'ya açacaksın konuyu. İstanbullu havada kapacak elbette. Kim kapmaz ki! Ertesi gün Zeynep'le buluşup düşündüklerini paylaşacaksın. Güveniyor musun ona? diye soracak. Başka şansın yok ki. "Evet, güveniyorum" diyeceksin. Aynı gün hesaplar İstanbullu'nun hesabına geçecek. Komite üyeleri olarak hep birlikte yıllık sayfalarını düzenleyecek, yıllıkta yer almasını düşündüğünüz konuları, anıları, şakaları derleyeceksiniz. Matbaa işleri ile sen uğraşacaksın. İlk baskı çıkıp kontrol için verildiğinde yüzlerce dizgi hatası yapıldığını göreceksiniz. Bir daha düzeltip verecekler, bir daha, bir daha. Belki beş altı kez baştan sona bütün yıllık sayfalarını kontrol edeceksiniz. Nihayet son şeklini alacak. Son sayfaların birinde öğrencilerin adres ve telefon bilgileri olacak. Hangi akla hizmet bilmiyorum ama kalkıp Zeynep'in telefon numarasını listeden çıkaracaksın, belki kızı kimse elinden kapmasın diye. Yıllığı zenginleştiren epey doküman geçecek elinize arkadaşlarınızdan. Bir karikatür sayfası olacak. Başlık "Hocaların Kapıları". Dindar bir hocanızın kapısında bir çift takunya görünecek. Yeni evli genç asistanlarınızın oda kapısına iliştirilmiş levhada "busy" yazacak. Sözlü sınav yapmasıyla ünlü bir su profesörünün kapısında ölüm tehlikesini çağrıştıran bir iskelet kafası bulunacak. Dinamik profesörü diğer bir hocanın gövdesini fıçıya benzetip kapısında bir fıçı resmi göstereceksiniz. Siyasetin girmediği yıllık sayfalarında hocalar arasında en çok ses getiren bu karikatür sayfası olacak ve daha sonra yapacağınız mezuniyet balosunda hafif yollu sitem edecekler size. Su profesörü kuru kafayım ben ha diyecek sizlere kızmış görünerek. Dinamik profesörü ben ağzıma şarap koymamışım bugüne kadar derken kapısına şarap fıçısı koymanıza bozulacak. 

Bu arada İstanbullu'nun yurtta kalan kız arkadaşı seni Gülen adında bir oda arkadaşı ile tanıştıracak. Birkaç kez hep birlikte pikniğe, gezmeye gideceksiniz. Bazen yurtların kantininde buluşup sohbet edeceksiniz.

Haziran ayının sonuna doğru yıllığı zamanında yetiştirmeyi başaracaksınız. Mezuniyet balosuna ilişkin tüm hazırlıkları tamamlanacak ve davetiyelerin satışı başlayacak. Ne var ki içinde her geçen gün büyüyen bir sıkıntı var. Kara kara düşünmeye başlayacaksın. Çünkü Zeynep mezun olup gidecek, sen ise iki ders bıraktığın bir sömestre daha okuyacaksın. Onu bir daha görememek korkusu uykularını kaçıracak. Bir şeyler yapmak lazım ama ne? Bir onun aile yapısına bakacaksın, anne baba profesör. Dönüp geldiğin yere bakacaksın bir de. Yok canım, olmaz, imkanı yok bunun diyeceksin. Davul dengi dengine. Ama bir türlü unutamayacaksın sana olan ilgisini, tavırlarını, konuşmasını. En küçük detaylar gözünde canlanacak. Sonra bir ses fısıldayacak kulağına, aradığın kız işte bu, sakın kaçırma. Ne olacak ki, kabul etmezse etmez, sen hiç olmazsa üzerine düşeni yapmış olursun. Sonra tekrar evini, aileni düşünüp vazgeçeceksin. Bu gelgitlerin arasında bocalarken balo tarihi tam gaz yaklaşacak.

İstanbullu bir teklif getirecek sana. Ailende kaç kişi var diye soracak önce. Anne, baba ve kardeşlerim, ha bir de anneannem. Tamam hepsine uçak bileti alıyoruz, baloya gelecek, aynı otelde gece konaklayıp dönecekler, sen hiçbir masrafa karışmayacaksın. "Yok, hayır böyle bir şey kabul edemem." diyeceksin. Zaten benim ailemin baloda ne işi olur? "O zaman ben ailemi ve kız arkadaşımın ailesini çağıracağım" diyecek. Olur mu öyle şey diyeceksin. Bunun gayet normal olduğunu söyleyecek. Susacaksın. Sadece kız kardeşim gelsin  o zaman diyeceksin, ancak uçakla değil otobüsle gelir o. Balo günü kız kardeşini Zeynep ve diğer arkadaşlarınla tanıştıracaksın. İçlerinde sadece Zeynep, kardeşini evlerinde misafir etmek istediğini söyleyecek. Ondan başka birinin evinde kalmasını istemezdin zaten. Bu sayede biraz daha yakınlaşmış olacağınız düşüncesiyle seve seve kabul edeceksin. İçin kıpır kıpır. Yeniden ümitlenip hayaller kurmaya başlayacaksın. Ancak ne zaman ki bir sonraki adım, yani ailelerin tanışması sahnesi aklına geldiğinde dünyan kararacak, başına ağrılar girecek. 

Samimi olduğun Bayındırlı bir arkadaşın var Ali. Ona duygularını açacaksın. Baloya kız arkadaşıyla birlikte onu da davet edeceksin. Nasıl olsa bütün davetiyeler elinde! Hayatında unutamadığın bir hata daha yapacaksın o gece. Salonun kapısında düğün sahibi gibi davetlileri karşılayacaksınız. Ali de erkenden, kız arkadaşıyla salona girecek. Onları karşıladıktan sonra boş masalardan birine geçebilirsiniz diyeceksin. Ve sonra unutacaksın gecenin heyecanı ve telaşı içinde, unutacaksın resmen. Hiç tanımadıkları bir çevrede yalnız başlarına terk edeceksin insanları. Düşünebiliyor musun evlat, bunun farkına tam bir hafta sonra varacaksın. O olaydan sonra Ali seninle arkadaşlığı kesecek. Evet hata sende, ama ne yapabilirsin. O gece aklında ne kalır ki. Neyse biz yine balo gecesine dönelim.

Düşün ki ışıl ışıl kocaman bir salon, özenle süslenmiş. Bütün arkadaşların en güzel kıyafetlerini giymişler. Senin üzerinde ne var haberin bile yok. Bölümün bütün öğretim üyeleri teker teker girecekler salona. Sen, Zeynep ve diğer YHK üyeleri kapıda karşıladığınız hocalarınızla ve diğer davetlilerle teker teker ilgileneceksiniz. Koca profesörler hocalıklarını unutmuş, sizinle eski birer arkadaşlarmış gibi sohbet edecekler. Şakalar yapılacak, anılar paylaşılacak. Bir de gecenin sürprizleri olacak. Assolist Semra Türel sahne aldıktan sonra Nurhan Damcıoğlu kantolarıyla geceye renk katacak. Bir sürü gül almışsınız, her sanatçıya, öğretim üyelerine birer gül armağan edeceksiniz. Nurhan Damcıoğlu'na gül verme görevi sana düşecek. Programını bitiren sanatçıya teşekkür edip gülünü verirken salonda büyük tezahürat başlayacak. "Öp, öp, öp" diye. Mecburen denileni yapmaya kalkacaksın. Damcıoğlu elini uzatacak sana "Ben senin ablanım elimi öp" derken salon kahkahaya boğulacak. Danışmanın Tülay Hocayla sık sık göz göze geleceksiniz. Kaş göz işaretleriyle bir şeyler ima edecek. Sonunda dayanamayıp gelecek yanına, muzipçe gülümserken kulağına eğilip "Artık kaldırsana şu kızı dansa" diyecek. 

Hayatında ilk kez birini dansa kaldıracaksın dans etmeyi bilmeden. Zeynep ürkek hareketlerle davetini geri çevirmeyecek doğal olarak. Ama sen sınıf farkıyla bir kez daha yüzleşeceksin. Pistin ortasında sol elini beline dolamaya çalışırken, "Öyle değil böyle deyip, doğrusunu gösterecek." Utanacaksın, bu ilk dansında. Yıllar boyu yalnız bırakmayan şansın işte tam o anda terkedecek seni. Tam elleriniz birleştiğinde müzik kesilecek, herkesle birlikte siz de pisti terk edeceksiniz. 

Sonradan fark edeceksin ki o gece oturacak bir yerin olmamış. Devamlı oradan oraya koşturmuş bir aksaklık olmaması için çırpımışsın. Ne yemek ne içki içmişsin, her şeyin kusursuz olması için. Baloda geçen saatler sana toplam bir saniye gibi gelmiş. Ne zaman başladı, ne zaman bitti anlayamayacaksın. O gece seni üzen tek şey başlamadan biten dansın olacak. Henüz bilmeyeceksin bunun aynı zamanda son dansınız olduğunu. İçmeden sarhoş bir şekilde geceyi tamamlayacaksın. 

(Devam edecek)


20 Kasım 2019 Çarşamba

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 8


Kara göründü, on yaşındaki çocuk artık üniversiteden mezun olma yolunda ama başından büyük işlere kalkışacak. Onu tatlı olduğu kadar kederli, kederli olduğu kadar tatlı günler bekliyor. Sağ-sol çatışmaları sona erdikten sonra askerin korkusu sosyal hayatı etkilediği günler... Mektubun bu bölümleri arasında bir yere ikinci bir dönüm noktası koyabilirdim. Fakat bunu yapmak istemedim. Bir süre daha böyle gitsin istedim. Bakalım neler yapmış bizimki o günlerde.

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 8 ***

12 Eylüĺ 1980 darbesinden sonra okulun tadı kalmayacak be evlât. Yeni yeni tipler türeyecek, bazıları da korkularından sakladıkları yüzlerini hoyratça açığa vuracaklar. Hele sonradan odana gelen biri var ki iyice ifrit olacaksın ondan. Babası imammış, Orta Anadolu'nun bir yerinde. Ne olduğunu bilmediğin bir cemaatin mensubu. Sana "kardeş" diye hitap edecek devamlı. A be kardeşim abi de, hocam de de, ben senin nereden kardeşin oluyorum. Sık sık arkadaşlarını odaya toplayıp her yanı sigara dumanına boğarken hep bir ağızdan abuk subuk sohbetler edecekler. Bir gün ipler kopacak, "Git kantinde topla arkadaşlarını" deyip bağıracaksın. Sen son sınıfa gelmişsin artık, o ise henüz hazırlıkta. Pis pis suratına bakıp çıkacak odadan. Bir daha odanı cemaat meclisine çeviremeyecekler ama senin de huzurun kaçacak.

Artık mezun oluyorum derken bölümün en ağır derslerinden biri olan CE 384'ten çakman canını sıkacak. Sadece iki ders yüzünden bir sömestr daha okuyacaksın ama sakın kafana takma. Zira part time bulacağın iş sayesinde ailene yük olmayacaksın.

Eğitim yılı sona ererken nizamiyeden telefona çağrılacaksın bir akşam üzeri. Hemen koşup indiğinde öğreneceksin İstanbullu'nun ne işler çevirdiğini. Telefondaki ses, bölümün ilan tahtasına mezuniyet yıllığında kullanılmak üzere kapak yarışması duyurusunun asıldığını, müracaatlar için senin adının, yurt ve oda numaranın verildiğini söyleyecek. Böyle bir duyurudan haberinin olmadığını söyleyeceksin. Yine biri seni işletiyor diye düşünürken bunun İstanbullu arkadaşının başının altından çıktığını tahmin etmen zor olmayacak. Akşam odaya gelir gelmez sorduğunda "Evet, fena fikir mi?" diye soruyla cevap verecek sana. İyi, güzel de niye kendi adını yazmadın madem dediğinde "Ne fark eder?" cevabını alacaksın. Çaresiz kabulleneceksin durumu.

Günler geçecek, senin ilana tek başvuru yapılmayacak. Oturup hayatının ilk ve son kapak dizaynını yapacaksın. Bölümün anlam ve önemine binaen bir asma köprü gelecek ilk aklına. Masanın başına oturup amatörce bir grafik çalışması yapacaksın. E, madem yola çıktınız bir kere, kapak öksüz kalmasın diye yıllık hazırlama işine de soyunacaksınız İstanbullu ile birlikte. Birlikte dediğime bakma ilk zamanlar adı olacak ama kendi olmayacak İstanbullu'nun. Önce kendi grup arkadaşları dışında hiç kimseyi muhatap almayan kolej bebeleri arasında sana sıcak tavırlarıyla yakınlık gösteren Zeynep'in yanına gideceksin. Bir mucize gerçekleşecek ve Zeynep senin yıllık hazırlama komitesine katılma teklifini düşünmeksizin kabul edecek. Bu işi o kadar basite alma evlat, darbeden sonra millet etliye sütlüye karışmıyor. Düşün bir kere yıllık için topladığın paraların hesabını nerede, nasıl tutacaksın, hani biri şikayet etse, örgüte para topluyor diye, atarlar adamı içeri. İşte böyle bir ortam düşün, asker korkusu almış başını gidiyor. En ufak bir dedikodudan incinmeye müsait, aristokrasinin bağrından kopup hasbelkader aranıza karışmış bir kızın böyle bir teklifi kabul etmesine inanamayacaksın. Bir müddet sonra anlayacaksın, senin dışında kimden gelirse gelsin böyle bir teklifi onun asla kabul etmeyeceğini. 

Senin için tatlı olduğu kadar kederli günlerin böyle başlayacak evlat. Komite adını komitacılık olarak algılayıp kaçacak delik arayanlar, Zeynep teklifini kabul ettikten sonra ondan aldıkları cesaretle gruba tereddütsüz katılacak ve bu sayede sekiz kişilik Yıllık Hazırlama Komitesi (YHK) tamamlanmış olacak. O andan itibaren hemen hergün yapılan YHK toplantılarında bir araya geleceksiniz Zeynep'le. Bu toplantılarda kaçamak bakışlarda birbirinize yakalanacaksınız. Onu her gördüğünde gittikçe artan bir heyecan duyacaksın. Bu yakınlaşmayı fark eden danışman hocan Tülay Hanım bile seni teşvik edecek bu gittiğin yolda. "Birbirinize çok yakışıyorsunuz." diyecek günün birinde. Başınıza bir şey gelmesinden korkan Tülay Hoca aranıza danışman bir öğretim üyesi alın diyecek. Bunun için daha önceden konuşup ikna ettiği Semra Hoca'yı önerecek. Kendinizi biraz daha güvende hissedeceksiniz ama sen bunu fazla umursanayacaksın o günlerde. Şimdiye kadar bir sürü olaydan şansın sayesinde kurtulmanın verdiği rahatlığın bunun sebebi.

Bir taraftan duyurular yapılıp yıllıkta yer alacak son sınıf öğrencilerinin yakın arkadaşları tarafından yazılması istenen tanıtım metinleri toplanırken diğer taraftan bölüm hocalarının yönlendirdiği şirket yetkilileriyle şehre inip görüşmeler başlayacak, yıllığın baskı masrafları için firmalardan reklam alınacak. İlk kriz, fotoğraf çekimlerinde çıkacak. İşler uzayıp zaman daraldığında, öğrencilerin hepsini toplayıp cübbeli fotoğraf çektirmeleri riske girecek. Yıllıktaki fotoğrafların yarısı cübbeli, yarısı cübbesiz olmasın diye cübbeli fotoğraf çekiminden vazgeçeceksiniz. Sınıf karışacak, dedikodular ayyuka çıkacak. Bunlar bu işi yapamaz, zaten bölümde 8 yıldır yıllık çıkmıyor, ne tecrübesi var ki bunların diyenler işi yokuşa sürerken fotoğrafların cübbeli olmasında diretecekler. Bölüm karpuz gibi ikiye ayrılacak cübbeliler, cübbesizler diye. Tartışmalar büyüdükçe Zeynep yanına gelip, böyle bir tartışmanın içinde olmak istemediğini ve komiteden ayrılmayı düşündüğünü söyleyecek. Canın çok sıkılacak. Zeynep olmazsa yıllık olmaz, o olmazsa hiçbir şey olmaz. Tamam diyeceksin, serbest bırakalım o zaman. İsteyen cübbeli, isteyen cübbesiz fotoğrafını getirsin. Dedikodular bitmeyecek ancak ilk krizi kolay atlatacaksınız.

Parasal sorununuz olmayacak hiç. Hatta o kadar reklam geliriniz birikecek ki başınıza dert açacak. O esnada fesat çıkaran cübbeliler cephesi bir an boş durmayacak. Adamlar kampus içindeki İş Bankasına açtığınız hesabı bile kontrol edecek, ne kadar para toplandığının dedikodusunu yapacaklar. Hemen gidip şehirde başka bir bankada yeni bir hesap açacaksınız. Sayfa başı reklam bedeli 60 lira, yaklaşık yirmi sayfa reklam geliri 1.200 lira. Matbaa masrafları ise sadece 300 lira. YHK toplantılarında "Şehre, şirket görüşmelerine gitmek için taksi tutmak yorucu oluyor, bir Murat 124'mü alsak" diye kendi aranızda espri yapacaksınız. Cübbeliler, elinizde kalan parayla bölüme güzel bir fotokopi makinesi almayı önerecekler, sanki bir söz hakları varmış gibi. Sen ise kesin kararını vermişsin çoktan; Elde kalan para ve yıllık satışlarından elde edilecek gelir daha önce bir dönem karşılıksız burs aldığın bir vakfa bağışlanacak.

YHK'daki arkadaşlarından biriyle İş Bankası Kavaklıdere şubesine gideceksiniz, reklam görüşmesi için. İlk kez bir gökdelenin 18. katına çıkacaksın, asansörün hızı seni büyüleyecek. Yetkili karşılayacak sizi. "Bizim banka olarak okullara verdiğimiz reklam bütçemiz azami 15 lira" diyerek hiçbir okula fazlasını vermediklerini söyleyecek. Ama biz ODTÜ'yüz, deyip ukalalık yapacak, sayfa ücretinizin bunun dört katı olduğunu söyleyecek, o zaman sizin reklamınız ancak çeyrek sayfa olur diyeceksiniz ve dediğinizi yapacaksınız.

İşin içine para girince ve dedikodular arşa çıkınca önce danışman hocanız Semra Hanım, başına bir şey gelecek korkusuyla bu işe bulaştığına pişman olduğunu dile getirecek. Fakat bu konuyu esas kafaya takan Zeynep. Toplantılardan birinde yanına gelip artık milletin diline düşmekten sıkıldığını söyleyecek ve bir öneri getirecek. "Para işlerine biz karışmayalım." Bir an aklından hızlı bir film şeridi geçecek. Karışmayalım, yani, ne sen karış ne de ben demek istedi. Ben gidiyorum, ne halin varsa gör demedi bu kez. Aman ne iyi! derken bu sıkıntılı durum bile senin ayaklarını yerden kesecek.

Duyguların peşini bırakmazken mantığın bu durumu bir an önce çözmek için çözmek peşinde. Bankalarda hatırı sayılır miktarda para var, kime güvenip de gidip kendi elinle teslim edeceksin. Üstelik başka plânların da var kafanda. Şöyle anlı şanlı bir mezuniyet balosu ne güzel olur. YHK toplantılarında kuruşu kuruşuna hesap veriyorsun. Geriye kalan paraları zaten düşündüğün vakfa bağışlayacaksın, senin durumundaki ihtiyacı olan öğrenciler biraz olsun rahatlaması için. Lâkin bunların hiçbirinin önemi yok artık. Onu üzen bir konuyu çözmek için her şeyi yapacak durumdasın, yeter ki istesin. Aklına komitede pasif bir durumda olan İstanbullu geliyor. O bulaştırmadı mı seni bu işlere zaten.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 6 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 7 ***