277. Gün: Yeni bir mahkûm getirip karşımdaki hücreye koydular. Águila'nın hayatına son verdikleri günden bu yana onun yeri boş kalmıştı. Birinin Çavuş McKenzie’ye hakaret ettiği kulağıma gelmişti. Bu, o mahkûm olmalıydı. McKenzie'nin aptal, sadist biri olduğunu bildiğim için, hakkında önceden hiçbir fikrim olmadığı halde, yeni gelen komşumdan hoşlanmıştım.
İncil'den alıntılar yapıyor, Tieresse'le birlikte William F. Buckley ve Gore Vidal'in tartıştığı, altmışlı yılların eski YouTube kliplerini izlediğimden bu yana hiç duymadığım kelimeleri kullanıyordu. Yeni mahkum McKenzie'ye, "kripto-Nazi" dediğinde McKenzie, kendisine denilenden bir şey anlamayan insanların yaptığı gibi ona gülümsemekle yetinirdi. Servis pencere kapağının üzerindeki yarıktan bakarken, yeni mahkûmun bileklerinde kelepçe olduğunu ve ellerine kan gitmediğinden beyazlaştığını görebiliyordum. Tıraşlı kafası ve ince, neredeyse yarı saydam siyah derisinin altında seğiren kasları vardı.
Hücre kapısı açıldığında, McKenzie bir karate
hareketiyle yeni mahkûmun sol dizinin arkasına bir tekme attı. Mahkûm zarif bir hareketle tekmeyi savuştururken hafifçe eğildi,
“Şişman, ilkokuldaki kızlar gibi tekmeliyorsun fakat bacağını yerden kaldırabilmen bile etkiledi beni doğrusu.” dedi.
McKenzie'nin "Sen bana birinci sınıfı kaç defa çift dikiş yapmak zorunda kaldığını söyle, aptal
herif” dediğini duydum.
Kapı arkasından kapandı, yeni mahkûm,
“İşte yine saçmalamaya başladın, şişman adam.
Öfkesiyle şişen aptal. Git sen 29. Ayeti oku.”
McKenzie'nin yanındaki gardiyanlardan biri, mahkûmun
kelepçesini çıkardı ve onu hücresinde bırakıp ayrıldılar.
Gecenin ilerleyen saatlerinde kapımın altından
bir uçurtma süzüldü. Açıp okudum. “Adım, Sargent,” diye başlıyordu.
“Bu bir isim ya da rütbe değil. Yanında, sana komşu olan hücrede kalanın Nazi dazlağı bir o. çocuğu olduğunu biliyorsun, değil mi?
Sanırım seninle avukatlarımız aynı, başlarında koca göğüslü bir Küba civcivi var. İçlerinde en zeki ve en mücadeleci olanı. Şansını döndürebilir. Selametle.”
Notun altı imzalanmamıştı. Cevabı
yazdım hemen,
“Adım, Zhettah. Taylor'u biliyorum. Avukatımı seviyorum ama lanet olası bu işler çok zaman alıyor.”
Kapısının altına fırlattım. Bana cevabı gecikmedi.
“Kim olduğunu biliyorum. Benim için
uzun bir gündü. Buenas noches, compadre!*” yazıp gönderdi.
Beş dakika sonra horlama sesleri duydum ancak saat üç
civarında tuvalet için uyandığımda, hücresinden zikir sesleri geliyordu.
Taylor bir yandan ona söyleniyordu,
“Kapat çeneni artık, kapat, gece yarısı.” fakat Sargent duymuyordu ya da onu umursamıyordu. Kulak tıkacımı taktım ve yeniden uykuya daldım.
290. Gün: Sonunda burada
günlerimin Sargent'la sohbet ederek geçeceğini anlamıştım, nasılsa hücrelerimiz karşı karşıyaydı. Bana kendisiyle idman yapmak isteyip
istemediğimi sordu. Bu işin nasıl olacağına dair hiçbir fikrim olmasa da, elbette,
dedim.
"O zaman, yere uzan ve biraz şınav çek" dedi.
O da kendi hücresinin içinde koşmaya başladı. Dört tur
attı, durdu ve dedi ki,
"Hadi, sıra sende." Ben de dört tur attım. Bu şekilde kırk beş
dakika boyunca dönüşümlü olarak koştuk ve şınav çektik. Ben şınav çekerken, o
koşmuştu, sonra ara verdik. Benim turlarım onunkiler göre iki kat uzun
sürmüştü, bu yüzden benden altı şınav daha fazla çekmiş oldu ama beş dakikada bir
bana,
“Aferin, Zhettah, iyi gidiyor.” demeye devam etti.
İsmimi doğru telaffuz
ediyordu. Águila hakkında konuştuk. Sargent ile Águila, uzun
süreden beri birbirlerini tanıyorlarmış. Sargent ona Molina diyormuş. Bu onun
gerçek adı olmalı. Bana onu anlatmaya devam etti,
“Hombre**
iki polisi öldürünce alıp buraya getirilmişti, evet, vakit kaybetmeden, hemen buraya getirilmişti, çünkü
o, o.çocuklarını öldürmüştü. Bebek katillerini yirmi yıl hapis yattıktan sonra serbest
bırakırlarken, dünyayı pislikten kurtaran bir adamı idam ettiler. Ne
kadar berbat bir durum değil mi, Inocente?”
dedi.
“Águila da bana Inocente derdi.” dedim. “Molina, yani.”
Sargent, “Aman be Zhettah, bunu tabii ki biliyorum.
Molina tanıdıkları arasında buraya ait olmayan tek kişinin sen olduğunu söylerdi devamlı bana. Ben de, en iyi şekilde sana bakacağıma dair ona söz vermiştim.” dedi.
“ Taylor’ın Aryan Biraderleri sanırım bu yüzden
Molina'yı sevmezdi.” dedim.
Sargent, “Inocente,
senin şu dazlak komşun gibi cahil insanlar var ya, hayatta hiç kimseyi sevmezler, sevenleri
de olmaz.” dedi.
Birkaç gün sonra Sargent’ın hücre kapısı
çalındı. Teğmen ona suçüstü yapıp seviye 3'e çıkarmak düşüncesindeydi. Sargent,
arama esnasında gülüyordu, çünkü Teğmen’in niyetini biliyordu. Eşyaları
McKenzie'den almıştı. Hepimiz ondan alıyorduk. Buraya geldiğimin üçüncü ayından
beri ben de ihtiyaçlarımı ondan karşılıyordum. McKenzie, Sargent'tan nefret
ediyordu ve Sargent de ondan hiç hoşlanmıyordu, ancak içerideki uyuşturucu
ticaretinde bu tür duygulara yer yoktu. Bir mahkûm olarak bazı şeylere katlanmayı veya
bazen de görmezden gelmeyi öğreniyorsunuz. Bir şey istiyorsanız ve onu sizin için satın
alabilecek tek kişi nefret ettiğiniz bir kişiyse ve o şeyi satın almanız nefret
ettiğiniz kişiye para kazandırıyorsa, ne yapabilirsiniz? Bu soruya net bir
cevap verecek kimseyi burada bulamazsınız.
Giderken, Sargent arkasına dönüp bana seslendi: “Otuz gün sonra görüşürüz, Inocente.”
Sargent yanılmıştı! Dönüşü bir değil tam iki ay sürdü.
Müslümanların Ramazan ayında tıraş olmadıkları gerekçesiyle subaylardan birinin tıraş
olma emrini reddedince yirmi dokuz gün hapis cezasına çarptırılnıştı. Oysa muhafız Sargent'a, onun Müslüman olmadığını söylemişti. Sargent ona, "Ben neysem oyum, İncil benim rehberim." cevabını vermişti.
Tutuklandığımın
354. günü, Sargent'ı geri getirdiklerinde ona bir uçurtma gönderdim. Kâğıda,
"Yuvaya hoş geldin. Söylentileri duydum (bir gülen yüz ikonu koydum) Bana gerçeği söyle, deli misin yoksa bu yaptığın bir eylem mi?" yazıp postaladım.
Bana bir göz kırpan gülen yüz gönderdi.
Sargent, “Molina ve ben, senin duruşman sırasında
komşu hücrelerdeydik. Her gece Radyo Pacifica'daki davaya ilişkin güncel
haberleri dinlerdik. Aramızda bahse girmiştik. Ben kazanmıştım. Molina senin beraat edeceğini
söylemişti. Lanet olsun, seni aramızda göreceğimi nereden bilebilirdim ki.”
dedi.
“Sen bana karşı nasıl bahse girersin?” diye sordum.
“ Meksikalı bir göçmen, zengin, beyaz bir kadını öldürdü deniyorsa, başka bir şey sormama gerek yok.” dedi.
“ Evet, ama onu gerçekten ben öldürmedim.” dedim.
Sargent güldü. “Geri zekâlı herif, sanki bunun
bir önemi var.” dedi.
Günler ve geceler boşu boşuna geçiyordu. Yaprakların
renginin ne zaman değiştiğini dahi bilmiyordum. Mevsimi, güneş ışıklarının açısına
bakarak anlayabilirsiniz, fakat bunu ancak güneşi görebiliyorsanız yapabilirsiniz.
Uzun zamandan beri ölüm hücrelerinin bulunduğu blok çok sıcaktı ve ince yatağım nemden küflenmeye başladı. Bir süre sonra bir hafta boyunca nefesinizden çıkan buharı görebileceğiniz
kadar soğuklar olur. Sonra yine bir ay boyunca rahata kavuşursunuz. Ve sonra yeniden
sıcak basardı. İşte böyle, Doğu Teksas'ın mevsimleri kendine hastır.
** Hombre : İspanyolca, adam
(Devam edecek)