Her hafta benim Dallas'taki bir bankada açtığım tasarruf hesabıma üç beş peso yatırırdı. On dört yaşındayken, bana “Yo pienso
que tú debes ir a la Universidad de Utah. Son amables con los mexicanos allí.”* demişti. Ona
Utah'ta Meksikalılara karşı nazik olduklarını nereden bildiğini sorduğumda bana cevabı “Hijo, sé un montón de cosas.” ** oldu.
Tieresse’ye, "Babam bazı şeyler biliyordu." dedim. Ancak Mormonların fakir bir Meksikalıya nasıl davranacakları konusunda bir şeyler bilip bilmediğine dair fikrim yoktu. Bense ileride Michael Corleone gibi olmamdan korktuğu için beni terk eden o ilk kız arkadaşımı hala
seviyordum.
Tieresse, "Bu benim şansım!" dedi.
Tieresse Mormonların İspanyol aksanımı ayırt edip etmediğini sordu. Ona hiç aksanlı konuşmadığımı söyledim. Annem İngilizce
öğretmeniydi, babam dışarıdayken evde İngilizce konuşuyordu benimle. Bir geziden sonra okula dönerken, annem ve öğrencilerini taşıyan otobüsün, çamurlu
bir yolda balçığa saplanması ve babamın uçağını araziye indirerek onları
kurtarması sayesinde tanışmışlar. Annem “Hijo***, henüz adını bile
öğrenmemişken, o adamla evlenmek istediğimi anlamıştım.” demişti.
Okullar kapandıktan sonra annem, benim çocukluğumun geçtiği köye taşınmış. Babamla iki hafta çıktıktan sonra evlenmişler. Evlilik hayatları boyunca annemin beni doğurmak için Teksas’ta bulunduğu süre dışında hiç ayrılmamışlardı.
Okullar kapandıktan sonra annem, benim çocukluğumun geçtiği köye taşınmış. Babamla iki hafta çıktıktan sonra evlenmişler. Evlilik hayatları boyunca annemin beni doğurmak için Teksas’ta bulunduğu süre dışında hiç ayrılmamışlardı.
Tieresse, Aşçılık Okuluna nasıl gittiğimi sordu. "Çünkü ücretsizdi." dedim. Bunun nasıl olduğunu Tieresse'ye anlattım:
"Akşamları şehir merkezinde bir restoranda
çalışıyordum. Çöpe ne kadar çok yiyecek attığımıza akıl erdiremiyordum.
Atılanların çoğu çürük ya da bozuk şeyler değildi. Bunları atmamak ve değerlendirmek için hiçbir şey yapılmıyordu. Patronumla konuştum
ve benden diğer şef ve gıda tedarikçileriyle görüşmemi ve konuyla ilgilenmemi
istedi. Bir kooperatif kurup atılacak yiyeceklerin şehrin en büyük aş evine
verilmesini sağlayacaktık. Emekliye ayrılmış meşhur bir basketbol oyuncusu, her
gece yiyeceklerin toplanıp aş evinin mutfağına teslim edilmesi için kamyonetleri temin etti,
yerel bir otomobil galerisi sahibi toplanan yiyecekleri saklayabilmek için
mutfağa buzdolabı ve derin dondurucular bağışladı. Benim projeye katkım;
kurumlardan toplanabilecek yiyecek çeşitlerini ve kaç kişiye hizmet
verilebileceğini saptamak üzere bir uygulama programı hazırlamaktan ibaretti. Daha sonra mevcut malzemelerle hazırlanabilecek yemek çeşitlerini belirleme
işini de üzerime aldım. Bütün yemek tarifleri son derece basitti. Hiç mutfak
eğitimi almamış bir kişi bile bu işin altından kalkabilirdi."
"Bana haber vermeden patronum projemi
bir burslu yarışmaya göndermiş ve projem birincilik ödülü kazandı. Böylelikle
Aşçılık Okulunda eğitim, barınma ve beslenmenin bana hiçbir maliyeti
olmadı." dedim.
Daha sonra
Tieresse'in ertesi sabah avukatını aradığını ve yirmi büyük şehir belediye
başkanına şehirdeki muhtaç insanları doyurmak için buna benzer bir projeye katılmayı kabul etmeleri
halinde gerekli tüm araçları ve buzdolaplarını satın alabileceğini söylediğini
öğrenecektim. Ancak o akşam, onun finanse etmeyi geri çevirdiği hiçbir sosyal
program programı bulunmadığını henüz bilmiyordum.
"İşte," dedim, "Hikâyemi dinlediniz, şimdi sıra sizde."
"Babam beni de okula göndermişti." dedi, Tieresse. Anlatmaya başladı:
"İsviçre’de bir yatılı okula kaydoldum. O ve babaannem Noel’de beni ziyaret
ederlerdi. Kolejin üçüncü sınıfında babaannem ölünce babam ziyaretleri kesip sadece telefon etmeye başladı. Her hafta banka hesabıma para yatırırdı. Bunun
adına ödenek diyordu, oysa ev işleri yapmak ve hiçbir şey satın almak mecburiyetinde
değildim. Babası Suudi Kraliyet ailesinde iki ya da üç numaralı bir kişi olan kız
arkadaşıma, hesabıma yatan paralardan bahsettiğimde, -nedenini asla bilemeyeceğim bir
şekilde- bu paraların haram olduğunu söylemişti. Ne hakkında konuştuğuna dair
hiçbir fikrim yoktu, fakat söyledikleri bana biraz mantıklı gelmişti, bu yüzden ona bu konuda başka bir soru sormadım. Babam, her kış bana yeni kazaklar ve doğum
günlerimde annemin mücevherlerinden gönderirdi. Buna çok gülüyordum. Lise öğrencilerinin elmas broş takması, Le Rosey’de bile olsan saçmaydı. İki günde bir paket
gelirdi bana. İhtiyacımdan çok fazla olduğu için gelenleri dağıtmak zorunda
kalıyordum. Babamın bana vermediği tek şey sevgiydi. Geriye dönüp baktığımda,
Roland ile evlenmemin nedeni zengin olmasının dışında her bakımdan babamın tersi
olmasıydı. Kolejden atılmıştı, kendini çok fazla içkiye kaptırmıştı, küfürlü
konuşurdu, işte böyle biriydi. Babam onunla ilk kez tanıştığında beni bir kenara
çekip, “Ciddi olamazsın.” demişti."
"Bütün bunlardan ne öğrendiğimi biliyor musun?" diye sordu.
Bu tip adamların pisliğin teki olduğunu mu?
"Güldü, evet öyle denebilir." dedi. Sonra,
"Hayır, aslında öyle değil" dedi.
"Öğrendiğim
şu ki, her başarılı insanın şu ya da bu şekilde aşırı bir yönü vardır.
Bazıları çok fazla içer. Bazıları hep kadın peşinde koşar. Bazıları
kendini işe kaptırır. Eğer bir kadın, orta seviyede başarılı bir erkekle birlikte olmakla mutluluğu bulabileceğine inanıyorsa, kendine birçok harika potansiyel eş
bulabilir. Fakat aşırılıktan yanaysa, aşırılığın iyi yönde olmasından emin
olmalıdır, yoksa her gün acı çekmek zorunda kalacaktır."
Gülümsedim ve ona “Yani, çekici
kadınlar benim gibi sıradan insanlarla birlikte olmalı diyorsun” dedim.
Elini elimin üstüne koydu ve "Senin aşırı olan tek yanın, Rafael, alçak gönüllü olman, bu da benim açımdan oldukça tehlikesiz bir
özellik." dedi.
Ne demek istediğinden tam olarak anlamamıştım ama bir şeyden emindim ki, onu tekrar görmek
istiyordum.
İki ay sonra restoranım kapalıyken birlikte bir akşam
yemeği yedik. Tieresse'ye kot pantolon giymesini söylemiştim ve onu müşterilerin yan yana uzun tahta masalara oturup bütün kızarmış kırmızı levrekleri, dev körfez
karideslerini ve ızgara ahtapotları çatal kullanmadan elleriyle yedikleri şehrin
doğu tarafındaki Meksika deniz ürünleri restoranına götürdüm. Burada neredeyse hiç kimse
İngilizce bilmiyordu. Alkollü içki satış ruhsatına sahip olmadığı için herkes yanına biralarını alıp gelmişti. Sağımızda ve solumuzda oturan insanlarla
paylaşmak üzere yanımda bir şişe yıllanmış rom getirmiştim. Sonra, Montrose'da bir bara
gittik ve banjo, viyola ve mandolinle yöresel halk müziği çalan bir üçlüyü
dinledik. Arabaya yürürken kolumu omzuna attım. İşaret parmağını ağzıma
geçirdi ve yüzümü kendine doğru çekti ve ben az önce yudumladığı nane ile
karışık konyağın tadına vardım.
Daha sonra evinde onunla ilk kez seks yaptık. Başım
omzundayken uykuya dalmıştım ve yedi saat sonra uyandığımda başım hala oradaydı. Bahçesindeki ağaçlardan greyfurt topladı ve taze suyunu sıktı. Arka taraftaki bahçesi yokuş aşağı
derenin denize döküldüğü yere doğru iniyordu. Dışarıda bir tekneye oturduk,
bacaklarımız birbirine dokunuyordu, bu şekilde çamurlu suların güneydeki Meksika Körfezi'ne doğru akışını izlemeye koyulduk. Yüzüne yansıyan ifade bende endişe ya da pişmanlık hissini uyandırıyordu fakat bunu ona sormak istemedim, ta ki sessizlik, öğrenme isteğimden daha acı verici hale gelene kadar. Ve sonunda "Sanırım bir şeyler yolunda
gitmiyor." dedim.
* “Yo pienso que tú debes ir a la Universidad de Utah. Son amables con los mexicanos allí.” İspanyolca "Bence Utah Üniversitesi'ne gitmelisin, Orada Meksikalılara karşı nazik davranırlar."
** “Hijo, sé un montón de cosas.” İspanyolca "Oğlum, çok şey biliyorum."
*** “Hijo” İspanyolca "Oğlum"
Michael Corleone: Al Pacino'nun yönettiği Godfather filmlerinde kurgusal mafya lideri
Le Rosey: İsviçre'nin Rolle kentinde zenginlerin gittiği dünyanın en pahalı lisesi
(Devam edecek)
Ama oldu mu ya şimdi? Şevkle okuyordum ki bitiverdi :( Mr. Kaplan sayenizde uzun zaman sonra ilk kez merakla kitap okuyorum sanırım :)
YanıtlaSilBitti mi? O da nereden çıktı şimdi???
SilBu bölüm bitti ya, onu demek istedim :D
SilHay Allah, kusura bakmayın:)))))
SilMichael Corleone; Al Pacino'nun oynadığı ama Francis Ford Coppola'nın yönettiği Godfather'da mafya lideri Vito Corleone'nin en küçük oğludur :) En sevdiklerimden biri olunca dokunmadan edemedim.
YanıtlaSilBir de şu cümle düşündürdü:
Öğrendiğim şu ki, her başarılı insanın şu ya da bu şekilde aşırı bir yönü vardır.
Aksini kanıtlayamıyorum.
Film konusunda sizin kadar bilgi sahibi değilim ancak sanırım Godfather 3'te Michael Corleone işin başına geçiyor.
SilKesinlikle:) Normal bir insan asla sıra dışı bir başarı gösteremez. Sevgili C:)
hani kızıl levrek idi, kırmızı demişsin. bu bölüm eğlenceli idi. utah'ta meksikalı nasıl oluyor yaa bak bu komik, mormonların yaşadığı yer, orayı da iyi biliyom, meksikalı hiç rastlamadım ama olabiler tabii. ilk paragraflar eğlenceliydi, bu yazarın tarzı raymond carver'a benziyor şimdilik. amerikan gündelik yaşamını yansıtan büyük yazara. ama sonra herhalde yani hukuk davası olcak ya bakalım yani. başarılı insanlar takıntılı olduğu için başarılı oluyor. bütün başarılılar tarihte, en iyiler, ne bileyim işte mozart balzak filan yani tümü takıntılı ve yaptığı işten başka hiçbişi düşünmeyen insanlar. bu yüzden çok iyiler. takıntı normal değil tabii ama bilim sanat için faydalı :) michael corleone, baba 3 te evin bahçesinde yalnız ölüyor, tek başına, bununla coppola, mafya olsan da güçlü olsan da sonunda böyle ölürsün demek istiyor. baba filminde kahramanların giydiği bütün takım elbiseler istanbulda diktirilmiş yaaa :) tam otursun diye bizim terzilere :)
YanıtlaSilİlk sen kırmızı levrek demiştin, ben de senin dediğin olsun dedim:)
SilArtık Meksikalılar asimile olmuştur oralarda. Amerikan yaşantısı bizimkinden hayli farklı. Bu açıdan farklı şeyler öğreniyoruz. Bir de bol miktarda ayıp laf ya da küfürler çıkıyor, ben onların üzerine Türk tipi terbiye yapıyorum yumurtayla:))
Evet normal insan olmak istemiyorum ben de. O yüzden sıradan olmadığımı söylemiştim zaten. Hani keşke mühim şeyler yapabilsem de arkamdan deli deseler:) Deli Petro bile tarihin sayfalarında yerini almış, biz ot gibi yaşayıp gideceğiz şu alemden.
Babaların elbiseleri İstanbul'dan diyorsun yani! İyiymiş:)
Sansürü soracaktım, biraz varmış:) yukarıdaki cevabınızıdan anladığım kadarıyla:)
YanıtlaSilEvet, özellikle erkekler arasında ağızlarından küfür eksik olmuyor:)
Sil