Restaurant faslını bitirip uzun bir aradan sonra şehirdeki evimizin geniş yatağına hasretle attık kendimizi. Sabah erken kalkma derdi yoktu nasıl olsa... O da ne? Rahat batmış olmalı. Sabah sırt ağrıları içinde uyuşmuş bir şekilde kalkıyorum yataktan. Eşim benden daha kötü durumda. Bel ağrısı tutmuş kıpırdayamıyor. Hiç beklemediğimiz bu durum karşısında şaşkınız. "Taş Ev'deki uyduruk çek yatı mı getirsek?" Uzun zamandır bel ağrısından şikayet etmiyordu eşim. İnsanoğlunun rahata alışması da zaman alıyor demek.
İki gündür sürekli yağmur yağıyor. Fırıncı Hatice Hanım'ın bozuk para olmadığı için bir dahaki sefer verirsin dediği bir lira borcum geliyor aklıma. Salı pazarını unutup arabamla Derekahve üzerinden pazara açılan sokağa dalıyorum. Yoğun yağışa rağmen brandalarla korunan pazarcı tezgahları arasından geçmem mümkün değil. Park edip fırına kadar sağanak altında yürümek de işime gelmiyor. Yarın veririm artık. Toptancıdan ilk kez "Acelem var, bulaşık deterjanının parasını sonra veririm." diyerek almıştım. Gidip borcumu ödüyorum. Yağmur şiddetini arttırıyor. Cadde ve sokaklar dereye dönmüş. Yollarda biriken sulardan oluşan kocaman gölcüklerin arasından kendimi şehrin tek kapalı otoparkına atıyorum.
Muhasebeciye uğrayıp kapatma işlerine başlamasını istiyorum. Cuma günü vergi dairesine gideriz birlikte diyor. Gelecek mayıs ayına kadar ufak tefek borçlar çıkacakmış. Hatır için aldığım bir sürü banka kartını kapattıracağım. Sadece bir paramatik ve bir adet kredi kartı neyime yetmez ki? Arabanın elektrik arızası için servise bırakmaya zaman bulamıyordum. Şimdi tam sırası. Yanına uğradığım Aziz Usta "Perşembe günü sabah getir bakalım." diyor.
Tavuklara ve köpeklere bakmak için her gün gitmek zorunda olduğum yayladan eve mütemadiyen eşya taşıyorum. Salondan yağmuru, sis çökmüş şehri seyrediyorum. Neyimiz varsa yukarı taşımışız. Sanırım her şeyin yerine oturması bir ayı bulacak.
Her gün rezervasyon telefonları gelmeye devam ediyor. Özür dileyerek durumu anlatırken önce içime hüzün çöküyor, ardından eşimin cumartesi sabahki hali gözümün önüne gelince rahatlıyorum. Sağlığımızı kaybetmeden verdiğimiz kararın ne kadar doğru olduğunu düşünüyorum.
Evde hummalı bir temizlik başlıyor. Aylarca uzak kaldığımız evimize yeniden alışmaya çalışıyoruz. Ankara'dan gelip bundan sonraki hayatımızı geçirmeyi hayal ettiğimiz bu şehir şimdi daha farklı görünüyor gözüme. Gölet manzarasını seyrederken yaptığımız keyifli sabah kahvaltıları eski güzelliğini çoktan kaybetmiş. Karşımızdaki yeşil alana yan taraftaki inşaattan çıkan hafriyat toprağı dökülmüş. Hemen yanındaki okul binasının önüne yeni bir bina inşa ediliyor. Son derece kaba ve çirkin bir yapı. Üç sene önce aynı alanda oynayan çocukların cıvıl cıvıl seslerini duyar, caddenin karşı tarafında otlayan atları seyrederdik eşimle birlikte.
Çarşamba günü temizlikçi kadın geliyor. Kapıdan içeri girer girmez eşime, "Senin herif uyuyor mu?" diye soruyor. Eşimin ağzı açık kalıyor. Gözünü seveyim Ankara. Neler duyacağız, neler yaşayacağız daha burada? Önüne hazırlanan kahvaltıya nazlanarak oturuyor. "Ben kahvaltımı yapıp giderim işe." diyor. Çayını içerken limon istemeyi ihmal etmiyor bir yandan. Ev zaten üç dört gündür temizlenmiş eşim tarafından. Kadın salonda temizliğe başlıyor. Biz de eşimle birlikte mutfak dolaplarını boşaltıp dip temel temizliğe girişiyoruz. Dolaplardan çıkan pastacılık malzemeleri bir kez daha şaşırtıyor beni. "Bu kadar malzemeyle bir pastacılık malzemeleri dükkanı açabiliriz." diye takılıyorum eşime. "Ne yapayım, bu benim hobim, yine değişik bir şey görsem alırım." diyor. "Kimi ayakkabıya, giyime düşkün, kimi takıya, benim takıntım da bu."
Kullanma süresini doldurmuş ürünlerle atılacak bir sürü eşya çıkıyor. Bazılarında kararsız eşim hani belki lazım olur diye. Temizlikçi kadın araya giriyor, "At kız onları ne yapacaksın?" Canım, hayatım sokma şu kadını bu eve bir daha. Bak ben senin camlarını siler, balkonlarını yıkarım, hatta halılarını bile silerim.
Akşam saatlerinde kadın evden çıkar çıkmaz eşim kontrole başlıyor. Büyük banyodaki çamaşır makinesinin üstü silinmiş, alt yarısına bez değmemiş. Yatak odasının dolaplarına el sürülmemiş. Ankara'da temizliğe gelen kadınlar geliyor aklımıza. Evi temizlerken altı aydır koyduğumuz yeri bulamadığımız 4.500 dolar parayı tesadüfen bulup teslim etmişti biri. Başında durmaya hiç gerek yoktu onların. Anahtarı verip parasını masaya bırakırdık. Döndüğümüzde mis gibi tertemiz bir ev karşılardı bizi.
TV haberlerinde Bali'de bir yanardağın faaliyete geçtiği söyleniyor. Eşimle birlikte canımız sıkılıyor bu habere. Geç vakit olduğu için kızımı arayamam. Bütün uçuşlarını konaklama yerlerini ayarladığını biliyorum. Sabah ilk işim onu aramak.
"Her an, her yerde bir şeyler olabilir." diyor kızım telefonda. Dünya yansa umurunda değil. Air Asia ve Katar Hava Yolları Bali Havaalanının kapatılması nedeniyle uçuşlarını iptal edince tutuşuyor bizimki. Rezervasyon değişiklikleri, yeni rotalar. Bali yerine yeni bir destinasyon buluyor kendine hemen. Kuala Lumpur, Malezya'nın başkenti. Bali'deki bütün konaklamaları iptal edip Kuala Lumpur'da yeni yerler ayarlıyor. Katar Havayollarına (daha yakın mesafe olmasına rağmen) bir fark ödeyip rotayı değiştiriyor. Air Asia'dan hala dönüş yok. Bali-Singapur uçuşu yerine Kuala Lumpur-Singapur olarak değiştirilmesi gerekiyor uçuşun.
Bugün perşembe, ne çabuk geçiyor zaman. Uyanır uyanmaz saate bakıyorum 08.56'yı gösteriyor. "Eyvah, geç kaldım." Aceleyle çıkıyorum evden arabayı saat 09.00'da teslim edecektim servise. Eve yürüyerek dönmenin iyi bir spor olacağını düşünürken servisteki elemanlardan biri arabamla gideceğim yere bırakmayı teklif ediyor. Eve erken dönünce eşim şaşırıyor. Kahvaltımızı yapıyoruz birlikte. Öğleden sonra servisten arayıp arabamın hazır olduğunu söylüyorlar. Sabah yapamadığım yürüyüşü yapmam için iyi bir fırsat. Hava kapalı ama yağmur yok. Servisten arabamı alıyor, yaylaya çıkıyorum. Bahçe kapısından içeri girer girmez Fifi'nin sevinci görülmeye değer. Etrafımda fır dönüyor. Arabanın kapısını açar açmaz üzerime sıçrıyor. Onun başını okşuyor, seviyorum. Venüs çıldırıyor kıskançlıktan. Önce tavukları besleyip yumurtalarını topluyorum. Sıra Fifi ile Venüs'e geliyor. Çok sevdikleri Arnavut ciğeri var bugünkü menülerinde.
Akşam eve döner dönmez TV nin karşısındaki koltuğuma kuruluyorum. Reza Zarrab'ın itiraflarını, kime ne kadar rüşvet verdiğini, Kılıçdaroğlu'nun ifşaatlarını izlemeye koyuluyorum. Tam bir şeyler yazmaya karar vermişken kızım arıyor. Katar Havayollarından gereken değişikliği yaptırmış ama Asia Air'den dönüş olmadığı için panikte. Onun adına havayolu şirketi destek hattından online chat üzerinden konuşmak, durumu anlatmak istiyorum. Bali'deki Agung yanardağının harekete geçmesi yolcuların bütün uçuş planlarını değiştirdiği için havayolu şirketleri olağanüstü yoğunluk yaşıyorlar. Büyük bir kuyruk var. Tam 84 kişi var önümde. Oldukça ağır ilerliyor. Gecenin üçünde sıra geliyor bana. Dağ fare doğuruyor. Yetkili kişi durumu anladığını ve ilgili birimi en kısa zamanda bize dönmesi için uyaracağını söylüyor. Şu en kısa zaman lafını oldum olası sevmem. Soruyorum karşımdaki kişiye. "En kısa zaman" diye bir zaman birimi tanımı yok, nedir bu en kısa zaman. "Sizi ve içinde bulunduğunuz durumu anlıyorum ama elimizden geleni yapıyoruz." diyor. Teşekkür edip konuşmayı kesiyorum.
Cuma sabahı muhasebeye uğrayıp kapanış işlemleri ile ilgili birkaç imza atıyor, kullanılmayan faturaları teslim ediyorum. Pazartesi günü Vergi Dairesinden kontrole geleceklermiş. Stok durumlarına bakacaklar sanırım. Bankalara gidiyorum sırasıyla. Elimde biriken hatır için kabul ettiğim bir sürü kredi kartını iptal ettiriyorum. Oldum olası ne kredi kartını ne de taksitli alışverişi severim. Yaylaya çıkarken telefonum çalıyor. Karşımdaki düzgün bir dille konuşan hanımefendi ne zaman açılacağımızı soruyor. Saate bakıyorum, 11.10'u gösteriyor. Arkadaşlarıyla Ödemiş'ten çıkıp gelmişler öğlen yemeğine. Durumu anlatıyorum. Arkadaşlarının tavsiyesiyle ilk kez geldiklerini ve yeri çok beğendiklerini söylüyor, böyle güzel bir yerin kapanmasına üzüldüğünü söylüyor.
Kaplan Köyünün üzerindeki yola bugün yine greyder sokmuşlar. Kenar hendekleri ve otlar temizlenince yol platformu genişlemiş, çukurlar doldurulmuş. Sanki kapatmamızı beklemişler. Küfür gibi geliyor bu yaptıkları.
Bahçe kapısından içeri giriyorum. Avluyu rüzgar süpürmüş tek bir çöp dahi görünmüyor. Bütün yapraklar tuvaletlerin olduğu bölümde toplanmış. Hayvan dostlarımıza olan görevlerimi yerine getirdikten sonra geri dönüyorum eve. Eşimle uzun uzun sohbet ediyoruz. Ne zamandır hasret kalmıştık bir birimize. O kendi yapacağı, ben kendi yapacağım işlerden başka bir şey düşünmüyorduk. Oysa birbirimize daha çok zaman ayırmak değil miydi niyetimiz? Fikren olağan üstü uyumlu bir çift olmamız huylarımızın aynı olmasını gerektirmiyor. Eşimdeki mükemmeliyetçilik, acelecilik bende yok o kadar. Bana göre pek de güzel özellikler değil bunlar. Mesela edebiyat öğretmeni olması yüzünden yazarlığa cesaret edemiyor. Oysa iyi bir öğretmen ve dil bilgisi son derece kuvvetli.
Rezervasyon telefonları geldikçe "İyi ki bu kararı vermişiz, yoksa bir arada olsak da birlikte olamayacaktık." diyorum. İlerleyen saatlerde bir telefon daha. Arayan gençten biri. "İyi akşamlar, Taş Ev mi?" diye soruyor. "Evet, buyurun." diyorum merakla. Karşımdaki devam ediyor. "Canlı müzik var mı?" Gülüyorum eşime. Cansızını buldu da cansızını arıyor.
Akşam eve döner dönmez TV nin karşısındaki koltuğuma kuruluyorum. Reza Zarrab'ın itiraflarını, kime ne kadar rüşvet verdiğini, Kılıçdaroğlu'nun ifşaatlarını izlemeye koyuluyorum. Tam bir şeyler yazmaya karar vermişken kızım arıyor. Katar Havayollarından gereken değişikliği yaptırmış ama Asia Air'den dönüş olmadığı için panikte. Onun adına havayolu şirketi destek hattından online chat üzerinden konuşmak, durumu anlatmak istiyorum. Bali'deki Agung yanardağının harekete geçmesi yolcuların bütün uçuş planlarını değiştirdiği için havayolu şirketleri olağanüstü yoğunluk yaşıyorlar. Büyük bir kuyruk var. Tam 84 kişi var önümde. Oldukça ağır ilerliyor. Gecenin üçünde sıra geliyor bana. Dağ fare doğuruyor. Yetkili kişi durumu anladığını ve ilgili birimi en kısa zamanda bize dönmesi için uyaracağını söylüyor. Şu en kısa zaman lafını oldum olası sevmem. Soruyorum karşımdaki kişiye. "En kısa zaman" diye bir zaman birimi tanımı yok, nedir bu en kısa zaman. "Sizi ve içinde bulunduğunuz durumu anlıyorum ama elimizden geleni yapıyoruz." diyor. Teşekkür edip konuşmayı kesiyorum.
Cuma sabahı muhasebeye uğrayıp kapanış işlemleri ile ilgili birkaç imza atıyor, kullanılmayan faturaları teslim ediyorum. Pazartesi günü Vergi Dairesinden kontrole geleceklermiş. Stok durumlarına bakacaklar sanırım. Bankalara gidiyorum sırasıyla. Elimde biriken hatır için kabul ettiğim bir sürü kredi kartını iptal ettiriyorum. Oldum olası ne kredi kartını ne de taksitli alışverişi severim. Yaylaya çıkarken telefonum çalıyor. Karşımdaki düzgün bir dille konuşan hanımefendi ne zaman açılacağımızı soruyor. Saate bakıyorum, 11.10'u gösteriyor. Arkadaşlarıyla Ödemiş'ten çıkıp gelmişler öğlen yemeğine. Durumu anlatıyorum. Arkadaşlarının tavsiyesiyle ilk kez geldiklerini ve yeri çok beğendiklerini söylüyor, böyle güzel bir yerin kapanmasına üzüldüğünü söylüyor.
Kaplan Köyünün üzerindeki yola bugün yine greyder sokmuşlar. Kenar hendekleri ve otlar temizlenince yol platformu genişlemiş, çukurlar doldurulmuş. Sanki kapatmamızı beklemişler. Küfür gibi geliyor bu yaptıkları.
Bahçe kapısından içeri giriyorum. Avluyu rüzgar süpürmüş tek bir çöp dahi görünmüyor. Bütün yapraklar tuvaletlerin olduğu bölümde toplanmış. Hayvan dostlarımıza olan görevlerimi yerine getirdikten sonra geri dönüyorum eve. Eşimle uzun uzun sohbet ediyoruz. Ne zamandır hasret kalmıştık bir birimize. O kendi yapacağı, ben kendi yapacağım işlerden başka bir şey düşünmüyorduk. Oysa birbirimize daha çok zaman ayırmak değil miydi niyetimiz? Fikren olağan üstü uyumlu bir çift olmamız huylarımızın aynı olmasını gerektirmiyor. Eşimdeki mükemmeliyetçilik, acelecilik bende yok o kadar. Bana göre pek de güzel özellikler değil bunlar. Mesela edebiyat öğretmeni olması yüzünden yazarlığa cesaret edemiyor. Oysa iyi bir öğretmen ve dil bilgisi son derece kuvvetli.
Rezervasyon telefonları geldikçe "İyi ki bu kararı vermişiz, yoksa bir arada olsak da birlikte olamayacaktık." diyorum. İlerleyen saatlerde bir telefon daha. Arayan gençten biri. "İyi akşamlar, Taş Ev mi?" diye soruyor. "Evet, buyurun." diyorum merakla. Karşımdaki devam ediyor. "Canlı müzik var mı?" Gülüyorum eşime. Cansızını buldu da cansızını arıyor.