"Dar gelirli ailelerin çocukları hayata varlıklı ailelerin çocuklarından daha iyi mi hazırlanırlar?"
Sanmıyorum. Özellikle günümüzde dar gelirli ailelerin çocukları açlığa mahkûm bir haldeyken aksini düşünmek bana son derece trajikomik geliyor. Bir insan hayata nasıl hazırlanır, hayatını daha az acı çekerek nasıl yaşar? Elbette her şeyden önce imkân meselesi bu. Varlıklı aileler, çocukları henüz doğmadan onları gözleri gibi korurlar, gözetirler. En iyi doktorların elinde, her türlü imkâna sahip özel hastanelerde dünyaya gözlerini açan bu çocuklar doğuştan şanslıdırlar. Uzman sağlıkçıların denetiminde en sağlıklı gıdalarla beslenmeleri sağlanır. İyi eğitim almaları için ne gerekiyorsa yapılır, kabiliyetlerine göre sanat ve spor dallarında gerekli destek verilir kendilerine. Varlıklı aileler için bu konularda para hiçbir zaman sorun değildir. Hemen ilâve etmeliyim ki, varlıklı ailelerden bahsederken sonradan görmüş, ne oldum delisi aileleri ayrı tutuyorum. Geçmişten bu yana varlıklı olma durumunu sürdüren bir aile, çocuklarını hayata hazırlama konusunda yeterli eğitim ve donanıma sahiptir muhtemelen.
Dar gelirli ailelerin çocukları ekonomik nedenlerle okullarına dahi gidemiyorlar bu günlerde. Pek çoğu çocuk yaşta çalışmak/çalıştırılmak zorunda bırakılıyor. Bir kısmı erken yaşta iş kazaları ya da meslek hastalıklarıyla karşılaşıyorlar. Yeterli gıdaya ve sağlık hizmetlerine ulaşamadıkları için açlık, hastalık ve yoksulluğun maddi, manevi problemleriyle cebelleşiyorlar. Her ne kadar fırsat eşitliğinden bahsedilse de istedikleri her şeye ulaşabilen varlıklı ailelerin çocuklarının yanında dar gelirli ailelerin çocukları, hayata son derece adaletsiz bir şekilde ve büyük bir dezavantajla başlıyorlar.
Belli bir kariyer yapmış, hatırı sayılır mal varlığına sahip insanlara baktığımızda anne ve babalarının ya da yakınlarından bir çoğunun yine varlıklı insanlar olduğunu görebiliriz. Bu durum varlıklı olmanın genetik bir yönü olduğunu çağrıştırıyor sanki bana. Varlıklı ailelere mensup çocukların hayatta başarılı olmama ihtimali son derece az. Zekâ seviyeleri düşük olsa dahi bazı çocuklar, aileden yana varlıklı iseler ya da aileleri sayesinde bir şekilde varlığa ulaşma şansları varsa gemiciklerini uluslararası sularda yüzdürerek hayata tutunabilirler. Bir an düşünün ki, bu zekâ özürlü çocukların aileleri dar gelirli. Nasıl tutunsun bu zavallıcıklar hayata? Para parayı çeker derler. Hayata karşı ayakta kalmanın yegâne yolu para olduğuna göre varlıklı bir ailenin çocuğu olmak muazzam bir ayrıcalıktır. Varsa böyle bir aileniz keyfini çıkarın, yoksa kaderinize küsün.
Üniversitede biz fakirler onlara gıcık kapardık. Onlar da kendi gruplarına bizleri sokmaz, burunları havada, ayrı bir dünyanın insanları olduklarını her dem belli ederlerdi. Onlar varlıklıydılar. Hepsi TED, Robert College mezunuydular. Biz klasik lisede İngilizce dersinin en parlak öğrencileriydik ama onların en kötüleri yanımızda şakır şakır İngilizce konuşurken biz başımızı öne eğerdik. Dışarıdan göründüğü kadarıyla, evet, hem biz hem onlar İngilizce eğitim veren, ülkemizin güzide okullardan birini bitirmiş ve onlarla denk bir düzeye gelmiştik, öyle mi? Hayır, onlar varlıklı ailelerin çocukları, çok küçük yaşlardan itibaren belki kreşlerden, anaokullardan itibaren İngilizce öğrenmişler, bazıları yaz tatillerinde yurt dışında dil becerilerini geliştirmişlerdi. Biz fakirler her zaman bu bakımdan onlara ulaşamadık, ulaşamazdık. Hayat karşısında önemli bir avantajdı bu onlar için. Sadece bu mu? Bu, en ehemmiyetsiz olanı. Mezun olduktan sonra onların varlıklı aileleri sayesinde pek çoğu yurt dışında ihtisas yaptı. Biz fakirlerin hemen çalışmaları ve ailelerine yük olmaktan kurtulmaları gerekiyordu. Onlar, en güzel işleri varlıklı ailelerinin varlıklı çevrelerinden buldular. Bir kısmı babalarının ya da akrabalarının şirketlerinde kısa sürede yüksek ücretlerle yönetici konumuna geldiler. Biz fakirlerden şanslı olanlar da bir yere kadar yükseldik, iyi paralar da kazandık ama hiçbirimiz onlara ulaşabilmeyi aklımızın ucundan dahi geçirmedik, geçiremezdik. Aramızda şanslı olmayanlar çoğunluktaydı, ya memur olup devlete ya da uzun mesai saatlerine yakışmayan ücretlerle yıllar boyu özel sektöre hizmet ettiler.
Şimdi bana haklı olarak sorabilirsiniz, Süleyman Demirel, Isparta'nın köyünden çıkmış bir çoban, nasıl devletin en şerefli makamının başına oturmuş, hadi söyleyin bakalım. Bakın, bu durumu sadece şansla ve zekâ ile izah etmem mümkün değil. Çağımızın süper gücü ABD, ileride kendi çıkarlarına hizmet etmek üzere ülkemizin başına getireceği adamları seçiyor ve bazen seçilenler, dar gelirli ailelerin çocukları olabiliyor. Nereden mi biliyorum. Nasıl bilmem, bana da teklif ettiler zamanında. Ama ben şartlarını kabul etmediğim için tekliflerini nazikçe geri çevirdim. Ağırdı şartları vatanımı, milletimi satmam konusunda söz vermemi istiyorlardı benden. Bu son derece gizli bir teklifti fakat zaman aşımı nedeniyle şimdi burada ilk kez itiraf ediyorum. Yani demek istediğim dış mihraklarca bu şekilde özenle seçilmiş kişiler yukarıda dile getirdiğim savımı zayıflatmaktan hayli uzak. Bunlar son derece derin konular, karıştırmaya gelmez.