Dünden yanıma aldığım pos cihazını servise bırakıyorum. Yaylaya çıkıp işleri düzene koyduktan sonra güzel bir sofraya oturup yemeğimizi yiyoruz. Tire sıcaktan yanmaya devam ediyor. Terasta güneşlenmeye bıraktığımız vişne reçelleri yüzlerce arının istilasına uğramış. Tepsilerde neredeyse bir şey bırakmamışlar geriye. Servisten arıyorlar, "Hattınız kapanmış (!)" Macera başlıyor. Neden kapanmış belli değil. Ankara'dan getirdiğimiz Vera marka yeni nesil pos cihazı hattının hangi şirkete ait olduğunu bilmediğimiz gibi hat numarasını da bilmiyoruz. Bir bankadan aldığımız bu pos cihazının hat bedelini aynı banka ödüyordu şimdiye kadar. Servise gösterince hattın Vodafon'a kayıtlı olduğunu söylüyor. İki adımda bir karşımıza çıkan Vodafon bayilerinde işten anlayan yok. Birbirlerine havale ediyorlar işi. En sonunda hat numarası bulunuyor. Hattın borcu yok, sahibi bankanın kendisi görünüyor. Biri çıkıyor "Niye siz uğraşıyorsunuz, götürün çalıştığınız bankaya o uğraşsın." diyor. Çalıştığım bankaya gidiyorum, "Bizim işimiz değil bu, servise sorun." diyor. Allah'ın sıcağında oradan oraya koşturuyorum. Sonunda Vodafon kestirmeden bir çözüm sunuyor. Bu hattı kapatın, yeni hat alın. Turkcell'e gidiyorum. O da bir başka şubeye yönlendiriyor. Rezaletin daniskası. Bu sefer de ellerinde M2M dedikleri hat çipi yok. "Ödemiş'ten getirmemiz lazım, ancak yarına." diyor benimle ilgilenen sözüm ona uzman. Nasıl beklerim ben yarını deyip itiraz ediyorum. Bir elemanları tesadüfen Ödemiş otobüs terminalinde imiş. Telefon edip gelirken getirmesini sağlıyorlar. Uzun uzun sözleşmeler hazırlanıyor, imzalıyorum okumadan. Yeter ki şu hat açılsın, misafirlerimize mahcup olmayalım daha fazla. Vergi levhası istiyorlar. "Tamam getiririm." diyorum, "Yeter ki hattı açın hemen."
Yaylaya çıkıp vergi levhasını arıyorum. Elime artık uğraşamam dediğim "Çiftçi Kayıt Sistemi" ne ait belgeler geçiyor. Bu belgeleri doldurup imzalattıktan sonra İlçe Tarım'a vereceğim. Sadece iki günüm kalmış. Zaten kendimden ümit kesmiştim. Evrakı görünce birden hareketleniyorum. Önce mal sahibi eşimle kira sözleşmesi yapıyoruz. Köy muhtarını arıyorum. "Tire'deyim ama burada yanıyorum, az sonra köye çıkacağım." diyor. İki de aza bulmam lazım evrakları imzalatmam için. Aman Tanrım, bu işler hiç bana göre değil. Önce bir azayı buluyorum bahçesinde. Ondan imzayı aldıktan sonra muhtarla köy meydanında buluşuyoruz. Diğer aza da imzalayınca belge işleri tamam. Tarım İlçe beni Ziraat Odasına gönderiyor yeniden çiftçilik belgesi tanzim etmek için. Bu arada oda harcı olarak verecekleri mazot, gübre desteklemesinin % 25'ini peşinen geri alıyorlar. Oradan Tarım İlçe Müdürlüğü'ne gidiyorum. Nefret ediyorum bu işlerden ama başladık bir kere, sonunu getirmek lazım. İşte böyle, sansına arada bu işi çıkarıyorum. Sıra geliyor Turkcell'e vergi levhasını götürmeye.
Bayii, bıraktığım kimliği iade ederken "Tamam, hattınız açıldı, pos cihazınızı kullanabilirsiniz." deyince sevinçten havalara uçuyorum. Ama yine bir aksilik olmasın diye pos cihazını ve yeni aldığım hat çipini servise götürüyorum. Zira Vodafon'un uzmanları (!) yuva yatağındaki sert plastik tırnağı kırmışlar eski çipi çıkarırken. Servis taksın yerine, hem de çalışıp çalışmadığını denesinler istiyorum. Servis "Tamam, problem yok." diyor. Moralle yaylaya çıkıyorum. Bahçede iki araba var. Misafirlere hoş geldiniz diyorum. Artık içim rahat, posumuz çalışıyor ya (!)
Misafirlerimiz yiyor, içiyorlar keyiflerince. İçlerinden biri yanıma gelip kartını uzatıyor. "Aman görmesinler, masaya getirirsen hesabı onlar ödemek ister." Güvenle pos cihazının tuşlarına basıyorum. Hayal kırıklığı. Aynı hatayı veriyor. Canım sıkılıyor. Bir kez daha deniyorum, olmuyor. Kapatıp açıyorum, değişen bir şey yok. Servisi arıyorum. "Hatta problem olabilir, Turkcell merkezi arayın." diyorlar. En sevmediğim işlerden biri daha. "Bireysel başvuru yapacaksanız bire, kurumsal ise ikiye basın." Basıyorum, anamın kızlık soyadının ilk iki harfini soruyor mekanik bir ses. Daha onlarca soru, her sorunun karşılığı bir tuş. Tam sonuna geldim derken başka bir yetkiliye aktarmalar... Yeniden sorunu anlat, o olmadı sil baştan. En sonunda hattımın açık olduğu söyleniyor. Servisi arayıp durumdan haberdar ediyorum. Pos cihazı yanlarında olmadan bir şey yapamayacaklarını söylüyorlar. Hadi bana yine yol görünüyor. Beyefendi üzülüyor halime. "Bir daha ki sefere alırım hesabı." diyorum, "Hayır, olmaz, gidip para çekeyim, ödemeyi yapayım." diyor. Bu kadar iyi insan olur mu? "Ben aşağı ineceğim pos cihazını götürmeye, o kadar ısrar ediyorsanız bir yere bırakırsınız. diyorum. Kartını uzatıyor, "Bu kartı alın, şifrem şu, parayı çekersiniz Halkbank'tan." O, ne kadar ısrarcı ise ben o kadar çaresizim. Kartı alıp yola çıkıyorum. Servise varıp pos cihazını hemen problemi çözerler umuduyla uzatıyorum. İşin içinden çıkamayınca İstanbul'daki merkezlerini arıyorlar. "Bu iş bugün olmaz." diyor teknik eleman. Halkbank ATM sinden çekiyorum misafirin parasını. Hemen yukarı dönüyorum. Adamcağız o kadar iyi ki, mahcubiyetim iki katına çıkıyor. Tatlılarını da yedikten sonra son derece memnum ayrılıyorlar.
Taş Ev aynı zamanda fotoğraf çekimleri için çok güzel bir mekan. Nişan ve nikah çekimleri için süslü gelin arabalarını misafir ediyor.
Geceyi yoğun geçiriyoruz. Yayla havası bırakılıp şehrin bunaltıcı sıcağına gitmek istemiyor misafirlerimiz. Ekibi gönderiyorum. Saat 23.00 ü gösterirken bir araba daha bahçeye girip ağaçların altına park ediyor. Orta yaşlı bir çift iniyor arabadan. "Servisiniz var değil mi?" "Maalesef efendim, servisimiz saat 22.00 de sona eriyor. Ekibimizi de gönderdik zaten. Beyefendi ne hayallerle gelmiş kim bilir? Park yerinden çıkarken yardımcı oluyorum. "Kusura bakmayın, efendim." diyerek, hata bendeymiş gibi. Hiç olmadı bir telefon et değil mi? Aşağıdan ışıkları görünce gelmişler besbelli. Araba lastiklerinden ses çıkartarak gözden kayboluyor. Muhtemelen kabul etmediğim için küfür bile etmiş olmalılar. Gecenin bir yarısında çat kapı bir restorana gidilemeyeceğini öğrenmiş oluyorlar bu tecrübeyle.
Son misafirlerimizi saat 01.00 de uğurluyor, yarına biraz dinlenmeyi umuyoruz. Venüs ciyak ciyak bağırıyor. Ayağına diken batmış olmalı. Sol arka ayağını ısırıyor, yalıyor. Bu vakit kim bakar ki buna. Biraz sakinleşir gibi oluyor. Aklımız onda sabahı bekliyoruz.
Taş Ev aynı zamanda fotoğraf çekimleri için çok güzel bir mekan. Nişan ve nikah çekimleri için süslü gelin arabalarını misafir ediyor.
Geceyi yoğun geçiriyoruz. Yayla havası bırakılıp şehrin bunaltıcı sıcağına gitmek istemiyor misafirlerimiz. Ekibi gönderiyorum. Saat 23.00 ü gösterirken bir araba daha bahçeye girip ağaçların altına park ediyor. Orta yaşlı bir çift iniyor arabadan. "Servisiniz var değil mi?" "Maalesef efendim, servisimiz saat 22.00 de sona eriyor. Ekibimizi de gönderdik zaten. Beyefendi ne hayallerle gelmiş kim bilir? Park yerinden çıkarken yardımcı oluyorum. "Kusura bakmayın, efendim." diyerek, hata bendeymiş gibi. Hiç olmadı bir telefon et değil mi? Aşağıdan ışıkları görünce gelmişler besbelli. Araba lastiklerinden ses çıkartarak gözden kayboluyor. Muhtemelen kabul etmediğim için küfür bile etmiş olmalılar. Gecenin bir yarısında çat kapı bir restorana gidilemeyeceğini öğrenmiş oluyorlar bu tecrübeyle.
Son misafirlerimizi saat 01.00 de uğurluyor, yarına biraz dinlenmeyi umuyoruz. Venüs ciyak ciyak bağırıyor. Ayağına diken batmış olmalı. Sol arka ayağını ısırıyor, yalıyor. Bu vakit kim bakar ki buna. Biraz sakinleşir gibi oluyor. Aklımız onda sabahı bekliyoruz.