Yarın tatil yapacağımıza göre haftamızın son çalışma günü bugün. Başkalarının hafta başı ile bizim hafta sonumuzun aynı gün olması hala garip geliyor bana. Dün gece bilgisayarımın isyan eden klavye tuşlarına bir yenisi eklenince şifreyi girememiş, bu yüzden günlüğümden uzak kalmıştım.
Eşim evi toparlamak istediğini ve bana eşlik edemeyeceğini söylüyor. Belli ki bugün önemli misafirlerimiz olduğunu unutmuş. Çok sevdiği Ayşe Ablası, eşi ve ABD'den gelen dostlarını ağırlayacağız. Bu durumu kendisine hatırlatınca mutlaka yukarıda bulunması gerektiğini söylüyor.
Kasvetli bir hava, gökyüzü karardıkça kararıyor. Çakan şimşekler eşliğinde yağmur yağmaya başlıyor. Eşimi yaylada bırakıp şehre iniyorum. İlk olarak reklamcının yanına uğruyorum. Yön ve bilgilendirme levhasını hazırlamış. Koltukları yatırdığım halde levha arabaya sığmıyor. Yarın, olmazsa en geç çarşamba günü levhayı köy meydanına getireceğine dair yeni bir söz veriyor. Diğer işlerimi tamamlayıp dönüyorum. Yolun üstündeki rüzgar türbinleri Güme Dağının silüetini değiştiriyor. Sisli hava yamaçların matlaşmış yeşilliğini daha fazla koyulaştırıyor. Atıştıran yağmur damlaları altında durup bu anın fotoğrafını çekiyorum.
Selma Hanım mutfakta, kısa süre önce meydana gelen depremin etkisinden kurtulamamış, "Deprem oldu, kötü sallandık." diyor. Eşimin bulunduğu odaya giriyorum. "Evet, geçen seferkinden çok daha şiddetliydi ve daha uzun sürdü." diyor o da. Araba kullandığım için fark etmedim sanırım. Hemen Kandilli Rasathanesinin anlık deprem kayıtlarını gösteren websitesine giriyorum. Evet, depremin büyüklüğünün 6,3, merkez üssünün ise Midilli Adası yakınlarında Ege Denizi olduğu belirtiliyor. Facebook sayfaları deprem haberleriyle dolup taşıyor. "Sallandık." "Allah Korudu." "Geçmiş Olsun."
Çok geçmeden konuklarımız teşrif ediyor. Sıra dışı konuklarımızla özel olarak ilgileniyoruz. Akşam iftar misafirleri rezervasyon yaptırıyorlar. Gündüzün sakinliği misafirlerimize daha fazla zaman ayırmamızı sağlıyor. Birbirinden değerli, hayatlarını dolu dolu yaşamış insanlar. Onlardan biri meslektaşım. İlerlemiş yaşını hiç göstermiyor. ABD'de Beyaz Saray'a komşu bir yerde yaşıyorlarmış yine meslektaşım olan iki kızıyla. Dünyada gezmediği yer oldukça az beyefendinin. Ülke topraklarında da basmadığı yer içmediği su kalmamış neredeyse. Aslen İstanbullu olan eşi hanımefendi ile birlikte gezdikleri onca yerden sonra Tire'yi hiç bir yere değişmeyeceklerini söylüyorlar. Hanımefendi'nin sohbeti beyefendiden aşağı kalmıyor. Mühendis eşi olduğu her halinden belli. Senelerce Rusya'da bulunmuşlar, Beyefendi Van'da DLH kontrol mühendisi olarak başladığı meslek yaşamına İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Aliağa Petkim Tesisleri gibi memleketin güzide projelerinde önemli görevler üstlenerek devam etmiş. Salonun en güzel masasında otururken yağan yağmur ve sisli şehir manzarası eşliğinde içilen çaylar tatlı sohbetimize eşlik ediyor. Uzaklardan gelen konuklarımız Taş Evi ve sunduğumuz yemekleri beğendiklerini söylerken yanlarında getirdikleri şık bir hediye ile bize "Hayırlı Olsun" diyorlar.
Masanın diğer önemli konukları eşimin sevgili Ayşe Ablası ve kıymetli eşleri. Karizmatik bir görünüme sahip olan beyefendi de ülkenin önemli kurumlarından birinde üst düzey yöneticilik yapmış. Çok fazla konuşmuyor ama bakışlarında insanın içini ısıtan bir tavır sergiliyor. Misafirlerimiz en zor günlerinde birbirlerine destek olmuş gerçek dostlar. Kimsenin kimseye güvenemediği bu devirde onların birbirlerine güven veren ilişkileri imrendiriyor insanı.
İftar saatine yakın yolcu ediyoruz saygı değer konuklarımızı. İftar misafirleri aynı anda geliyorlar. Rezervasyon yaptıran iki masa daha var. Top patlar patlamaz çorbalar masada olmalı. Ne erken ne de geç. İftar saati geliyor, çorbalar tam zamanında masalarda yerini alıyor. Rezerve masalar hala boş. Mutlaka ters bir durum olmuştur. Verandada oturan doktorlar grubu eşimin meşhur çorbasıyla bozuyor oruçlarını. Verilen tepki hiç şaşırtıcı değil. "Çorbanız efsane." Soğuklar ve arkasından sıcaklar servis ediliyor. Rezerve edilen masalardan birini kaydettiğim numarasından arıyorum. Telefon çalıyor ama cevap veren yok. Çok geçmeden bir mesaj geliyor. "Şu anda müsait değilim." Gelen grubun Bayındır'da faaliyet gösteren bir şirketin çalışanları olduğunu tahmin ediyoruz, verdikleri kuruluş isminden. Şahıs ismi vermeyen bu dostumuz bana dönüş yapmıyor, ben de bir daha kendilerini aramıyorum. Onlara rezervasyon yaptırdıkları halde gelmeyen, gelemeyeceklerini bildirmeyen kişilere uyguladığım bir mim koyuyorum. Bu durum ikinci kez başımıza geliyor. Bize fazla bir külfet vermiyor açılan servislerin yeniden toplanması ama bu tür insanlar kalitesini ortaya koyuyor bu davranışlarıyla. Neymiş efendim? Misafir her zaman haklıdır.
"Misafir ya da müşteri haklıdır" sözü her zaman geçerli olmayabilir. Çünkü misafir de olsa, müşteri de olsa hakkı çiğnemeye hakları yok. En başta dürüstlük esastır insan olmamız için. Yoksa bu tür insanlar için "mim" niye koyalım!..
YanıtlaSil.....
Taşev'e farklı farklı misafirlerimiz gelebilir doğal olarak. Makamı mevkisi ne olursa olsun; gönül adamı olsun yeter ki. Onların önemi kalben samimi olmalarıyla gönüllerde önemli bir kimlik ve kişilik oluşturuyor. Böylece dostluklar kuruluyor.
.....
Mesela bir öğle vakti Tire'nin karlı karadut şerbetiyle serinlemek ne güzel olurdu!.. .Yada kurutulmuş kavun çekirdeğinin öğütülmesiyle elde edilen nüveyle, kavun aroması tadıyla ve kokusuyla yapılan "Subye" şerbetten misafirlere ikram edilebilir !.. Yazın bir ikindi vakti içilen buz gibi bir "subye" Tire'nin içeçek konusundaki bu zenginliğini de Taşev'e taşıyabilirsiniz.
.....
Yaptığımız işinizle gönül yapıyorsunuz ve
gönüllerde yer ediniyorsunuz.
Taşaev düya çapında
Turizm için de bir karka olma yolunda.
Esas olan sizden sonrakilerin bu tutumu ve itibarı
daha yükseklere taşımasıdır.
Haklısınız. "Misafir/müşteri her zaman haklıdır." cümlesinin yanına bir ünlem işareti yakışırdı aslında. Çoğu zaman hislerimin tercümanı oluyorsunuz o güzel anlatmınızla. Evet, Cambazlı köyünün karadutlarından yapılan o canım şerbetler, kültürümüzün bir parçası olan sübye, koruk şerbeti menümüze eklemeyi düşündüğüm içecekler. Sıcak yaz aylarının vazgeçilmezleri. Her salı pazarda gördüğüm sübye satan amcayla konuşacağım ilk fırsatta. Geçen yıl ilk kez denemiş, kavun çekirdeğinden yapılan geleneksel sübye çok hoşuma gitmişti. Buz gibi karadut ve koruk şerbeti yazın sıcağında ilaç gibi gelir insana. Ben de çocukluğumun Kemeraltı çarşısında bir köşe dükkanda satılan buz gibi hafif buruk tada sahip karadut şerbetini içmeye doyamazdım. Aynı alışkanlığım pazar yerindeki kahvelerin önünde satılan karadut ve koruk şerbetlerini içerek devam ediyor. Taş Ev'de konuklara ikram edeceğimiz bu içecekler sanırım çok tutacak hem de koruduğumuz kültürel dokuya birer taş daha koyacak.
SilGüzel değerlendirmeleriniz şevk veriyor insana. Teşekkürler...