Ağaç Ev Sohbetleri 36. hafta konusu Sevgili Manxcat / Kuyruksuz Kedi'den. Her zaman olduğu gibi güzel bir konu seçmiş yine. Öyle görünüyor ki, Ağaç Ev Sohbetlerinde bu hafta hayaller ve gerçekler arasında dolanıp duracağız. Bu konuda fikirlerini paylaşmak isteyen arkadaşları sohbetimize katılmaya davet ediyoruz. Haftanın soruları şöyle:
"Hayal etmek mi elde etmek mi? Elde edince hayal ettiğimiz, o hayale ulaşmak için çabaladığımız günleri unutuyor muyuz? Elde edilen şeyin değeri zamanla azalıyor mu?
Peki o değer neden zamanla azalıyor?"
Hayal etmek deyince benim aklıma ilk gelen husus olayın psikolojik boyutu oluyor nedense. "Hayal kurmak" sanki düşünmekle taban tabana zıt bir aktivite gelirdi bana. İster istemez hayal kurmaya başladığımda kontrolü kaçırmamak için düşünmeye zorlardım kendimi. Oysa tedavisi olmayan, hayallerde aşırıya kaçma ya da hayaller ile gerçek hayatı birbirine karıştırma durumu olarak tanımlanan "maladaptive daydreaming" bile bilim dünyasında hastalık olarak değerlendirilmiyor.
Hayal etmek ve düşünmek üzerine biraz yoğunlaştığımda, "İnsanın kendi zihninde tasarladığı bir kurgu" cümlesi şimdiye kadar bana göre "hayal" sözcüğünü anlatan en güzel tanım oldu. Düşünmek deyince "herhangi bir soruna aranılan çözüm" geliyordu aklıma. İşte o zaman hayal kurmanın anlamını ve düşünceye olan üstünlüğünü kavradım. Evet, hayal gücü aslında bir düşünceydi ama her düşünce bir hayal değildi. İlahi zekaya erişebilmek için temel yaratıcı güç olan kurguyla analitik düşünceyi birleştirmek gerekliydi.
Bu çerçevede romantizmi çağrıştıran "hayal etmek" ve realizm kapı aralayan "elde etmek" arasındaki tercihimin beni ters köşeye yatırdığını söyleyebilirim. Hayal etmek madem ki bir düşüncenin ürünü, hayal etmek diyorum o zaman elbette. Sadece düşünerek elde etmek şimdi ne kadar da basit geliyor bana. Elde etmek için hayal kurmak zorunda mıyız? Her zaman değil, adına şans mı dersiniz yoksa tesadüf bilemem ama onun sayesinde bazen çaba sarf etmeden arzu ettiğimiz şeyler kendiliğinden gelir bulur bizi. Hayallerimizin peşine takıldığımızda bizi bekleyen iki sonuç vardır. Şans yine baş roldedir burada. Ya hedefimize ulaşır mutlu oluruz, ya da bütün çabalarımız boşa gider, hüsrana uğrarız.
Madem konumuz hayallerimizin gerçekleşmesi, o yoldan ilerleyelim. Evet, kolay değil elbette hayallerimizi gerçekleştirebilmek, bunun için bol dikenli yollardan geçer, çelmeler yeriz. Bu uğurda haksızlığa uğrar, ümidimiz kırılır, yorulur, hırpalanırız. Çektiğimiz onca eziyetin boyutları neyi hayal ettiğimize bağlıdır aynı zamanda. Hayallerimizi yüksek tutar ve sonunda başarıyı yakalarsak keyfimize diyecek yoktur. Ancak hayalimiz ister küçük isterse büyük olsun, bu keyifli halimiz ne yazık ki çok uzun sürmez. Hemen yeni duruma kendimizi adapte eder, o arzuladığımız şeyi elde edebilmek için çektiğimiz onca sıkıntıyı unutuveririz. Örneğin aşk meşk işlerini alalım. Esas oğlan yıllarca kızın peşinden koşar, çalışır, çabalar her türlü zorluğa göğüs gerer ve sonunda sevdiğine kavuşur ve evlenirler. Bütün sıkıntılar unutulmuş, sanki hiç yaşanmamıştır. İşin püf noktası buradadır işte. Elde edilen şeyin değeri mi azalmıştır? Bu soruya evet demek sanırım sanırım mümkün değil. İnancım odur ki bu sorunun tek cevabı hayırdır. Peki o zaman sorun nedir? Sorun, muhtelif nedenlere dayalı hayal kırıklığı ve mutsuzluk. Mesela ele aldığımız örnekteki çifti oluşturan bireylerden her biri zaman içinde karşısındaki kişinin tam da hayal ettiği kişi olmadığını keşfeder. Aslında ortada değişen bir şey yoktur. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğundan hareketle bu cümlemi değiştirip değişimin sonuca fazla etkisi olmadığını söyleyeyim. Yani burada kişinin değerinden bir şey kaybetmesi ihmal edilecek boyutta olup söz konusu olan sadece onu olduğundan farklı hayal etme durumudur. Zaman burada önemli bir faktördür. Ancak yine de elde edilen değeri azaltma sorumluluğunu tamamen zamana yükleyemeyiz. Yine örneğimize dönersek, hayata yeni bir şeyler katamamak, monoton bir yaşam, bıkkınlık, bireysel özgürlük talepleri gibi etkenler de hayallerin çöküşünde etkilidir. Sorun değerlerin azalması değil imkansız hayallerdir.
Nedir peki doğru olan? Hayallerimizi büyük de tutsak bile onlara fazla bağlanmamak gerektiğine inanıyorum. Mutlu olmak için elimizde olanla yetinmek esastır. Kusursuzu aramak, mükemmeliyetçilik insanı huzursuz eden fiillerdir.
Hayal etmek ve düşünmek üzerine biraz yoğunlaştığımda, "İnsanın kendi zihninde tasarladığı bir kurgu" cümlesi şimdiye kadar bana göre "hayal" sözcüğünü anlatan en güzel tanım oldu. Düşünmek deyince "herhangi bir soruna aranılan çözüm" geliyordu aklıma. İşte o zaman hayal kurmanın anlamını ve düşünceye olan üstünlüğünü kavradım. Evet, hayal gücü aslında bir düşünceydi ama her düşünce bir hayal değildi. İlahi zekaya erişebilmek için temel yaratıcı güç olan kurguyla analitik düşünceyi birleştirmek gerekliydi.
Bu çerçevede romantizmi çağrıştıran "hayal etmek" ve realizm kapı aralayan "elde etmek" arasındaki tercihimin beni ters köşeye yatırdığını söyleyebilirim. Hayal etmek madem ki bir düşüncenin ürünü, hayal etmek diyorum o zaman elbette. Sadece düşünerek elde etmek şimdi ne kadar da basit geliyor bana. Elde etmek için hayal kurmak zorunda mıyız? Her zaman değil, adına şans mı dersiniz yoksa tesadüf bilemem ama onun sayesinde bazen çaba sarf etmeden arzu ettiğimiz şeyler kendiliğinden gelir bulur bizi. Hayallerimizin peşine takıldığımızda bizi bekleyen iki sonuç vardır. Şans yine baş roldedir burada. Ya hedefimize ulaşır mutlu oluruz, ya da bütün çabalarımız boşa gider, hüsrana uğrarız.
Madem konumuz hayallerimizin gerçekleşmesi, o yoldan ilerleyelim. Evet, kolay değil elbette hayallerimizi gerçekleştirebilmek, bunun için bol dikenli yollardan geçer, çelmeler yeriz. Bu uğurda haksızlığa uğrar, ümidimiz kırılır, yorulur, hırpalanırız. Çektiğimiz onca eziyetin boyutları neyi hayal ettiğimize bağlıdır aynı zamanda. Hayallerimizi yüksek tutar ve sonunda başarıyı yakalarsak keyfimize diyecek yoktur. Ancak hayalimiz ister küçük isterse büyük olsun, bu keyifli halimiz ne yazık ki çok uzun sürmez. Hemen yeni duruma kendimizi adapte eder, o arzuladığımız şeyi elde edebilmek için çektiğimiz onca sıkıntıyı unutuveririz. Örneğin aşk meşk işlerini alalım. Esas oğlan yıllarca kızın peşinden koşar, çalışır, çabalar her türlü zorluğa göğüs gerer ve sonunda sevdiğine kavuşur ve evlenirler. Bütün sıkıntılar unutulmuş, sanki hiç yaşanmamıştır. İşin püf noktası buradadır işte. Elde edilen şeyin değeri mi azalmıştır? Bu soruya evet demek sanırım sanırım mümkün değil. İnancım odur ki bu sorunun tek cevabı hayırdır. Peki o zaman sorun nedir? Sorun, muhtelif nedenlere dayalı hayal kırıklığı ve mutsuzluk. Mesela ele aldığımız örnekteki çifti oluşturan bireylerden her biri zaman içinde karşısındaki kişinin tam da hayal ettiği kişi olmadığını keşfeder. Aslında ortada değişen bir şey yoktur. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğundan hareketle bu cümlemi değiştirip değişimin sonuca fazla etkisi olmadığını söyleyeyim. Yani burada kişinin değerinden bir şey kaybetmesi ihmal edilecek boyutta olup söz konusu olan sadece onu olduğundan farklı hayal etme durumudur. Zaman burada önemli bir faktördür. Ancak yine de elde edilen değeri azaltma sorumluluğunu tamamen zamana yükleyemeyiz. Yine örneğimize dönersek, hayata yeni bir şeyler katamamak, monoton bir yaşam, bıkkınlık, bireysel özgürlük talepleri gibi etkenler de hayallerin çöküşünde etkilidir. Sorun değerlerin azalması değil imkansız hayallerdir.
Nedir peki doğru olan? Hayallerimizi büyük de tutsak bile onlara fazla bağlanmamak gerektiğine inanıyorum. Mutlu olmak için elimizde olanla yetinmek esastır. Kusursuzu aramak, mükemmeliyetçilik insanı huzursuz eden fiillerdir.