22/09/2016 Perşembe, Tire
Önemli Açıklama: Dostlar, bilirsiniz yaşadığımız yer küçük. Bu yüzden konu başlığı zatın gerçek ismini kullanmadım. Aklıma gerçekte olmayan bir isim geldi. "İnci Hanım" olsun dedim. Şanssızlığa bakın ki oğlu doktor olan bir başka İnci Hanım varmış burada. Eşim ısrarla değiştir dedi. Yok yapmam dedim. Bir yazara bu kadar müdahale örfi idarede olmaz. Sadece bir açıklama getiririm yazımın başına dedim.
Evet bahse konu kişi, oğlu kızımın çok sevdiği mesai arkadaşı olan ve gerçek adı İnci olan hanımefendi değildir.
Sabahları geç kalkmam iyi geliyor. Özellikle gece yarısına kadar misafirimiz olduğunda... Kahvaltıyı birer tostla geçiştirdik bugün. Bir gün önceki fırtına sebebiyle dışarıdaki sandalyeleri verandada toplamıştık. Sabahtan hava güzel gibi göründü gözüme. Sanki dışarıda oturulabilirmiş gibi...
Hazır toplanmışken sandalyeler, verandayı bir güzel yıkayıp sildim önce. Onun arkasından masa ve sandalyelere geldi sıra. Tuvalet girişleri fırtınanın izlerini taşıyor. Lavabolar toz içinde. Hüseyin gelir gelmez temizliğe tuvaletlerden başlamasını istedim. Eşim neyi nasıl yapacağını, hangi bezi, fırçayı kullanacağını gösterdi. Zeytin nerelerden buluyorsa, kemik parçaları, eski eldivenler, plastik şişeler taşımış avluya. Tuvalet girişindeki lavabonun altındaki toz deterjanı aşırıp uzakta bir yere saklamış. Taş Ev'in kapısındaki naylon terliği kaptı gözlerimin içine baka baka. Koştum peşinden, yakalayıp aldım ağzındaki terliği. Aynı haşarı bir çocuk gibi bu aralar.
İnşaattan kalan bir sürü seramik var. Toprağın içinde kirlenmiş. Usulen biraz su tutuyor, kirini akıtıyoruz Hüseyin'le. Çarşıda inşaat malzemelerini aldığımız yerin sahibini arıyor, fazla seramikleri getireceğimi söylüyorum. Ne kadar sağlam seramik varsa arabanın arkasına yüklüyoruz. Bozulmaya başlayan hava yağmura dönüyor. Aniden kuvvetli bir sağanak boşalıyor.
Verandadan yağmurun yağışını seyrederken telefonum çalıyor.
"Beni hatırladınız mı? Ben İnci, doktor Mehmet'in annesi. Hani geçen bir grup gelmiştik size." Hatırlıyorum çok geçmeden.
"Evet, hatırladım." diyorum.
"Sizin Taş Ev'i arkadaşlara bir anlattım, bir anlattım sormayın, şimdi hepsi görmek istiyor."
"Çok teşekkür ederim, efendim."
"Şimdi bakın, biz on yedi kişi minibüs tutup geleceğiz İzmir'den. Yemeği sizin orada yiyelim diyoruz. Haftaya salı gününe yeriniz vardır herhalde..."
"Saat kaç gibi gelirsiniz?"
"Salı pazarını gezmek istiyorlar, bir de Şirince'yi dolaşacaklar sanırım. Saat dört gibi sizin orada oluruz."
"Tamam o zaman, yeriniz hazır bilin."
"Peki, neler verebiliyorsunuz menü olarak?"
"Ne isterseniz, yöresel meze çeşitlerimiz, otlu salatalar, ızgara çeşitleri, tatlılar... İsterseniz şefimize isteklerinizi doğrudan iletebilirsiniz." Aşkın Şefe veriyorum telefonu. Uzun uzun konuşuyorlar. Bir menü ki kral sofrası mübarek. Konuşma bittikten sonra telefonu bana veriyor Aşkın.
"Şimdi bakın, ben Tire şiş köfteyi sevmiyorum. Menü karışık et ızgara ve ızgara köfte olabilir mi?
"Gayet tabi efendim, nasıl isterseniz."
"Yanında ordövr tabağı içinde enginar çanağında zeytinyağlı garnitür, kabak çiçeği dolması, patlıcan ezme, ot kavurma, dört kişiye bir tabak patlıcan balığı, turp otu salatası, mevsim salatası ve köy kızartması. Tatlı olarak da karadutlu lor tatlısı veya karadutlu sakızlı dondurma ya da dondurmalı irmik helvası olsun."
"Nasıl isterseniz."
"Bakın biz on yedi kişi geleceğiz ama onu siz on beş sayın" İlk şoku yiyorum. Yani hanımefendi diyorlar ki, ben o kadar kişi getireceğim benim ve oğlumun yediklerini sen karşıla. Devam ediyor incileri döktürmeye İnci hanım.
"Bu menü kesin olacak, kimse değiştirme yapmayacak. Keşkek veya başka bir şey isteyen ayrıca parasını öder. Mesela ben keşkeği çok severim. Ben mutlaka keşkek alırım. Menüde verilenlerden birisiyle değiştiririm." İkinci şok. Arkadaşlarına men ettiğini kendinde hak görüyor. Devam ediyor İnci Hanım.
"Kişi başı fiyat ne olur böyle bir menüde?"
"Hesap çıkarmamız lazım, ben size dönsem olur mu?" diyorum.
"Tabii, telefonunuzu bekliyorum." diyor.
Herhangi biri gelse böyle bir menünün fiyatı kişi başı 52,5 TL olmasına rağmen şefle birlikte 40 TL olarak fiyat belirliyoruz. Telefon edip rakamı söylüyorum. A, çok pahalı söylediniz ama, biz aşağıda Fatih'in orada böyle bir menüyü 25 TL ye yiyoruz. Hem sizin reklamınızı yapmış olacağız."
"Yok hanımefendi, bizim karışık ızgaramız 25 TL zaten, yanında mezesinden tatlısına kadar bir sürü şey eklediniz."
"Karışık ızgara yerine Tire şiş köfte olsa. İsteyen şiş köfte, isteyen ızgara köfte yesin. Ne olur o zaman fiyat?"
Aşkın şefe danışıyorum sessizce.
"Tamam o zaman yapacağımız son fiyat 35 TL."
"Ama bakın biz o kadar yoldan geleceğiz, minibüs tutacağız, onun parası vs. Gelenler memur aileleri o kadar parayı veremezler. Otuz olsun bari. Bak reklamınız da olacak."
"Hanımefendi reklamımız olacak diye zarar edecek değiliz, bu fiyatın altına inemeyiz."
"Tamam o zaman ben arkadaşlarla bir görüşeyim, size dönerim."
Bu diyalogdan canım sıkılıyor. Esas canımı sıkan da kendini ve oğlunu beleşe getirmesi. Oğlun doktor da olsa kendin profesör de olsa bazı şeyler değişmiyor demek ki. İnsanın kalitesi doğuştan mı geliyor acep? Eşime sordum, böyle bir organizasyon yapacaksın arkadaşlarınla; aklına gelir mi kendini beleşe getirmek? Asla. Kızım da sever organizasyon işlerini. Ama kendinden verir başkası üzerinden fayda sağlamaz kendine. Bu iş ne kadar etik? Ha bu işi profesyonel anlamda yapıyorsundur, örneğin tur rehberisindir. Getirirsin bir otobüs turist, mekan sahibi senden yemek parası almaz. Ama gidip çingene pazarlığı da yapmaz seninle. Hatta tersi olur. Tur operatörünün yediğini fazlasıyla ödetir turistlere.
Eğer İnci hanım dönerse, içimden geçen yanlış hesap yapmışım, menü fiyatı 40 TL nin altına olmaz demek ama eşim, "Ayıp olur ağzından bir kere 35 TL çıktı." diyor. Akşama doğru iki kişi geldi mesela. İnci Hanım'ın iki kişisi beleş toplam on yedi kişisinin ödeyeceği hesabın yarısını ödeyip gittiler.
Yağmur kesildi. Çarşıdan alınacaklar var. Ağır ağır iniyorum Kaplan'ın virajlı yollarından arkamdaki seramikler şangırdarken. Kazasız belasız teslim ediyorum depoya. Alışverişimi yapıyorum. Oğlumu evden alıp dönüyoruz yaylaya. Hava yine bulutlandı. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyor.
Aniden ortalık beyaza dönüyor. Parlak bir ışık. Hemen arkasından büyük bir gök gürlemesi. Yakınlarda bir yere yıldırım düşmüş olmalı. Genç bir çift gelmişti az önce. Facebook'tan öğrenmişler yerimizi. Veranda hoşlarına gitse de yukarıdaki salonu görmelerini öneriyorum. Evdeki Yazar'ın da beğendiği köşedeki masanın yanında çakılıp kalıyorlar ağzı açık. "Tamam, biz burada oturmaya karar verdik." diyorlar. Ne onlar ne de diğer masalar rembetiko ezgilerinden rahatsız olmuyor. Yağmur şiddetleniyor. Taş Ev'in balkon camları açık. İçeri yağmur girmiyor. Yağmuru seyretmek için en güzel yer olmalı burası.