27/12/2016 Salı, Tire
Ne güzel başlamıştım güne oysa. Alışamadığımdan değil, insan olana yakıştıramadığımdan ötürü bu duyduğum rahatsızlık...
Salı Pazarı. Artık rutine bindi işler. Of puf demeden çıkıyorum yola. Yaptığım iş bir bakıma hamallık olsa da bundan rahatsızlık duymuyor, tadını çıkarıyorum. Başkasına yaptırsam yaptırırım aslında. Lakin yük taşırken bile başkaları egoist hesapları olacak akıllarında... Bir tur attım eski camilerin olduğu, pazara açılan sokaklarda. Hangi cami olduğu çok mu önemli? Önümdeki araçlar yolu kilitlemiş. Bırakınız park etmeyi sokaklar araçtan geçilmiyor bile. Minaresinde mavi-yeşil taşları olan caminin önünden geri dönmek zorunda kalıyorum. Gözlerim yol kenarında park edecek yer arıyor durmadan. Caddeye çıkarken pek de tekin olmayan bir yere park edebiliyorum arabayı sonunda.
İlk durağım Pazarcı Ahmet. Akraba gibi olduk bu aileyle. Çalışkan, dürüst, eşiyle birlikte yaşam için çabalayan güzel bir insan o. Nesli tükenmekte olan cinsten yani. Personel yemeği için sebzeleri ondan satın alıyorum bu hafta. Kısa zamanda iki kolum birden doluyor. Kasaba uğruyorum arabaya doğru ilerlerken. "Bunları taşıyacak adamınız yok mu?" diye soruyor çalışanlardan biri. "Var ama bu zevke ortak etmek istemiyorum onları." diyorum. Sakatata zam gelmiş, et de zamlanacakmış yılbaşından sonra. Güven arıyorum bugün, kaybettiğim güveni. Hesabı soruyorum. "Şu kadar." diyorlar. Kaç kilo verdiklerini soruyorum. "İstediğinden fazla biraz." diyor tartan kişi. Uzatıyorum geri "Bir tartın bakalım şunu." 50 gr. eksik çıkıyor. "Hem zam yapıyorsunuz hem de eksik tartıyorsunuz, güvenimi sarsıp arayış içine sokmayın beni." diyorum. Hem gramajı tamamlıyorlar hem de bu seferlik eski fiyattan veriyorlar hatalarını örtmek için.
Arabaya doğru ilerliyorum elimdeki yükten bir an önce kurtulmak için. Yaşlıca bir teyze (varsan baksan benden üç beş yaş büyüktür ama nedense benim hala teyze diyesim geliyor) laf atıyor. "Ne o doldurmuşsun kollarını, kıtlık mı var?" "Kıtlık falan yok." diyorum gülümseyerek "Lokantaya alıyorum." "Hah, tamam oldu, hayırlı işler olsun o zaman." diyor. "Allah razı olsun." diyorum arkama bakmadan. Bu muhabbet başka yerde olmaz işte. Memleketin iyice azalmış güzelliklerinden biri, sokak ortasında yapılan birkaç dakikalık lakırdı. Kötülüğün zerresi yok akıllarda. Dostça...
İlk partiyi arabanın arka koltuklarına yerleştirip çıkıyorum ikinci sefere. Toptancıya uğrayıp birkaç şey sipariş ediyorum. Karı koca çalışıyorlar. Adam yılların esnafı, işini biliyor lakin kadının konuşmasına gıcık kapıyorum. Logo desenli kolonyalı mendil yaptırmak istiyorum. Logomuzda birkaç renk var. Daha fikrimi almadan "Tek renk olsun." diyor. "Ama logodaki renkleri kullansak daha iyi olmaz mı?" diyecek oluyorum, ağzımı kapatıyor."Yok, yok tek renk daha güzel olur." "Bu gösterdiğiniz ebat bana göre büyük, bunun yarısı olsa yeter." diyorum. "Sizin oraya büyük yakışır, küçüğü düşünmeyin." Hiç katlanamam bu ısrarlara. Canım sıkılmaya başlıyor. "Peki 5.000 tanesinin fiyat ne olur?" "Adam hemen arayalım matbaayı." diyor. Fiyatı şu, klişe için de şu kadar ilave edileceğini söylüyor. Kadın durmuyor. "5.000 adet az size 10.000 tane alın en azından, çabuk biter." Kardeşim sana ne. Cebimde ne kadar para var, ihtiyacım ne kadar sen nereden biliyorsun? Tek renkli fiyatı yüksek bulup, matbaacıya telefon etmelerini, hiç olmazsa aynı fiyata logonun renklerini kullanmalarını istiyorum. Kadın sanki üretici. Matbaaya göstermelik de olsa soracağı yerde "O zaman fiyat farkı çıkar, bu fiyat tek renk için." Adam daha esnaf, koluma girip "Tamam sorun değil, sizin dediğiniz gibi olsun." diyor.
Sonraki durağım tamirci Rüştü Usta. Öğlen yemeğine çıkmış, yarım saat sonra dükkanda olacağını söylüyor. "O zaman ben eşyaları yaylaya bırakırım bu arada." deyip yaylaya çeviriyorum yönümü. Hava oldukça mülayim. Güneş ısıtıyor. Hava güneşli olunca daha sık geliyor akla bizim yayla. Sabah erkenden arıyor birileri telefonla. Kahvaltı var mı diye soruyorlar. Belki de kapıya kadar gelmiş, kapalı olduğumuzu görmüşlerdir. Salı günleri çalışmadığımızı gösteren bir yazı asamadım kapıya daha. Onlar da İzmir'den yola çıkmış, hazır Salı Pazarına gelmişken arkadaş tavsiyesi üzerine Kaystros' un meşhur serpme kahvaltısının tadına merak edenlerden olmalı. Bahçe kapısını açıp giriyorum içeri. Zeytin beni görünce neşeyle zıplayıp kuyruğunu sallamaya başlıyor.
Eşyaları yerleştiriyorum dolaplara. Yakınlardan bir ağaç motoru sesi geliyor. Zeytin'e yiyecek bir şeyler bırakıyorum. Bahçeyi çeviren beton çitin öte yanı çam ormanı. Ağaçların arasında kıpırdayan insan siluetlerini görünce o tarafa doğru ilerliyorum. Motor sesi kesiliyor. Geri dönüyorum, motorun sesi yeniden yükseliyor. Kapıları kapatıp çıkıyor, arabamı ormana doğru sürüyorum. Bahçenin köşesine varınca ağaç motorunu kullanan kişinin ormanın karşı tarafındaki komşumuz olduğunu anlıyorum. Çamlığa kimsenin girmediğini söylüyor. Onun orada olması bir parça rahatlatıyor beni. Yukarı yaylaya çıkan yolun girişinde, demir kapının hemen önünde tanıdık bir motosiklet var. Sahibini arıyorum, tahmin ettiğim üzere cevap vermiyor. Onun telefonu her zaman arızalı zaten. Demir kapıya yaklaşıyorum. Kapının kilidi açık. Benim dışımda anahtar verdiğim ve sonuna kadar güvendiğim tek kişi var. Deponun anahtarını da aynı kişide. O kadar güveniyorum ki ona tahmin edemezsiniz (!) Tanıdık motosikletin sahibi ile sonuna kadar güvenip anahtarları teslim ettiğim kişi yakın arkadaşlar. Kapıdan girip motor sesini takip ederek yukarı yaylaya doğru ilerliyorum. Bir de ne göreyim? Sonuna kadar güvendiğim kişi ve motosikletin sahibi baş başa vermişler kendilerine emanet edilen anahtarla kilitli kapıyı açmışlar, yine kendilerine güvenilip emanet edilen başka bir anahtarla kilitli depoyu açıp içinden aldıkları ağaç motorunu kullanarak yayla yolunda kendilerine odunluk ağaç kesiyorlar. Güven denilen olay anlık bir olay. Bir kuş gibi uçar gider. Pişkin pişkin sırıtıyor sonuna kadar güvendiğim kişi. "Dost değil miyiz?" Söyleyecek laf bulamıyorum. En kaliteli yakacak olan meşe odunun kilosu elli kuruş. Elli kilo kadar ya var ya yok kestikleri. Topu topu 25 TL ederi. 25 TL nin lafı mıdır ettiğim? 25 TL için değer mi damgalanmaya? Pişkin pişkin üçe bölüşelim teklifi mi midemi bulandıran? Nedir bu toplumdaki ahlaksızlığın geldiği boyut? Çok mu aç kaldınız? Çok mu üşüdünüz? Değer mi? Neden inancım azaldı benim? Onlar benden inançlı, Allah'tan korkarlar (!) ama kuldan utanmazlar. Ben korkmam, çünkü korkacak bir şey yapmam. Ben kuldan utanırım, kimsenin kapısını, kilidini izinsiz açmam. Hangimiz daha makbul?
Bir yığın laf söyleyip ayrılıyorum. Güven kuşu uçmaya görsün. Aşağı inip Rüştü Ustaya uğruyorum. Bankaya sigorta şirketinin ödediği kasko bedelini ödüyorum. Daha fazla istiyor. Sigorta şirketi daha fazla çıkarmış da yıpranma düşmüş de... Sadece o değil. Dengesi bozulur diye hiç gereği yokken eski lastik yerine yenisini aldık bir de. Güya kasko sigortamız var. Zaten sinir tepemde. Biraz fark ödeyip ayrılıyorum yanından. Hale gidip domates alıyorum. Aklım hala yaylada. Dayanamayıp tekrar çıkıyorum. Kapı kilitlenmiş, açıp içeri giriyor, yukarı yayla yoluna tırmanıyorum. Odunları olduğu gibi bırakıp gitmişler. Ya da bir kısmını alıp bir kısmını bırakmışlar. Güven bir kere kaybolmaya görsün. Hep şüpheyle bakar insan. Kimsenin şüpheyle bakmadığı kullardan olmayı nasip etsin yaradan. Yollar son yağmurdan sonra iyice bozulmuş. Fotoğrafını çekerken sonuna kadar güvendiğim kişinin lafı çınlıyor kulaklarımda "Dost değil miyiz?" Ben yanlış mı biliyorum dostun anlamını. İçime şüphe düşüyor, TDK'ya bakıyorum. Tam beş anlamı varmış dostun. 1. Güvenilen, yakın arkadaş. 2. Evlilik dışı ilişki kurulan kişi. 3. Sahibine sevgi gösteren hayvan. 4. Bir şeye aşırı ilgi duyan, koruyan kimse 5. İyi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan. Sizce sonuna kadar güvendiğim kişi hangi tanıma uyuyor? Yok, yanlış anlaşılmasın Zeytin değil kastettiğim.
Kaliteli blogları okumaktan kitap okuyamaya fırsatım olmuyor. O bloglardan birinde bir anı yazısı okudum. Yazarını tanımadığım için utandım.
"O zamanlar" isimli blogta yayınlanmış
Ayfer Tunç'un ödül kazanmış "
Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız" isimli kitabı. Kitaptan yapılan alıntıda yazar, çocukluk ve gençlik yıllarımızı o kadar güzel anlatmış ki...