"Sizi başkalarından ayıran, sizi "ötekileştiren" bir niteliğiniz var mı ya da bugüne dek kendinizi hiç "ötekileştirilmiş" hissettiniz mi? Sizi "öteki" yapan niteliğinizin aslında sizi "özel" ve "güçlü" kıldığının farkında mısınız?"
İster kabul edelim, ister etmeyelim bütün insanlar yerleşik düzene geçtiği tarihten bu yana yönetenler ve toplum tarafından az ya da çok ötekileştirilmiştir. Bu durumun aksini ihtimal dahilinde görmüyorum. Ötekileştirme, bir başka deyişle ayrımcılık, Hitler dönemi Almanya'sında Yahudi toplumuna, Amerika Birleşik Devletleri'nde zencilere yapılan uygulamalarda doruğa ulaşırken günümüzde düşüncenin özgürce ifade edilememesi, ırksal ve sınıfsal ayrımcılık, "ötekileştirme" nin görece daha hafif sonuçlarla ortaya çıkmakta. Fakat yine de savaş, göç, şiddet ve baskı gündemden düşmüyor, sürekli insanlar ölüyor, yaralanıyor.
Çocukken oturduğumuz sokağın altındaki bölgeye Kürt mahallesi denirdi. Büyüklerimiz o tarafa gitmemizi pek istemezdi ama nedenini bilmezdik, o çocuk halimizle sorup öğrenmek de aklımıza gelmezdi. Demek ki, Kürtler sakınılması gereken insanlardı! Şükürler olsun ki Kürt değildim, ötekileştirilmemiştim!
Çok çalışırsam okuyup büyük adam olacağım söylenmişti. Dediklerini yaptım ülkenin en prestijli üniversitelerinden birini kazandım. Güveneceğim, dost olabileceğim yeni arkadaşlar edinmek istiyordum. Sınıfta ders aralarında cicili bicili kıyafetleriyle bazı öğrencilerin kendi aralarında sohbet edip eğlendiklerini görünce aralarına katılabileceğimi düşünmüştüm. Yüzüme bile bakmadılar. Kendi aralarında ne güzel şakalaşıyor, eğleniyorlardı oysa. Sonra onların TED mezunu olduklarını öğrendim. Benim arkadaş çevrem ise Anadolu'dan gelen gariban insanlardan oluşmuştu. Tuhaftır, bu kendini üstün gören, başkalarını aralarına almayı kendilerine yakıştırmayan öğrencileri kendi çevremizde "kolej bebeleri" diyerek küçümsediğimizi hatırlıyorum. Çünkü üniversite, tamamen sol görüşlü öğrencilerin elindeydi, iktidardaydık! O kolej bebeleri değil, bizim gibi sıradan öğrenciler rağbet görüyordu. Şükürler olsun ki ben "kolej bebesi" değildim ve bu nedenle ötekileştirilmemiştim!
Üniversiteye gittiğim dönemde sağ-sol çatışmaları yaşanıyor, günde on-on beş genç can veriyordu. Şebeke dedikleri öğrenci kimliğimi elime aldığımda kendimle gurur duymuştum. Lakin o gurur duyduğum şebeke genellikle başımıza bela oluyordu. Ankara Bahçelievler semtine giremiyorduk. ODTÜ'lü olmak, bunu ortaya koyan kimliğimizi taşımak sağcı öğrenciler tarafından işkence edilmek ya da öldürülme riski taşıyordu. Bu yüzden çok mecbur olmadıkça Bahçelievler'e gitmedim. Nadiren gitmek zorunda kaldığımda şükürler olsun ki kimse kimliğimi sormadı, Bahçelievler durağında sağcı öğrencilerin silahla taradığı servis otobüsünde de yoktum, ötekileştirilmem şans eseri bana zarar vermemişti!
Yine üniversiteye başladığım ilk zamanlar muhafazakar, dinine bağlı biriydim. Ortam ötekileştirilmem için son derece müsaitti. Herhangi bir siyasal ya da dini örgüte bağlı değildim ama fikirlerimi özgürce söyleyebiliyordum. Fikirlerin çarpıştığı toplantılarda ilk kez inancımı sorgulamaya başladım. Ötekiler haklıydı, akıl kazanmıştı. Sonuçta şükürler olsun hiçbir baskıya uğramaksızın öteki olmuş, ötekileştirilmekten kurtulmuştum!
Hiçbir parti, dernek, tarikat, kulüp üyeliğim olmadı, mecburen kayıt yaptığım meslek odası dışında. Aidiyet ötekileştirmeyi getirir. Bu yüzden yine şükürler olsun, başka topluluklar tarafından ötekileştirildiğimi söyleyemem! Devlette çalışsaydım, kariyer yapabilmek için iktidardaki siyasal partiye ya da bir cemaate, bir tarikata bağlı olmam gerekirdi. Neyse ki hep özel sektörde çalıştım, iktidar değişikliklerinde ötekileştirilmekten kurtuldum.
Ötekileştirilme bazen şansızlığın ve kötü kaderin, bazen de karşıt fikirlere sahip olmanın, karşıt grupların içinde yer almanın sonucunda kendini gösterirken ötekileştirilmeyi göze almak başlı başına cesaret işidir. Gustave Le Bon (1841-1931), "Kişinin bireysel yoldan edindiği özellikler kitle içinde silinir, dolayısıyla bireyin kendine özgü karakteri kaybolur. Bilinçdışı kendini açığa vurup heterojenite homojenite içinde eriyip gider. Diyebiliriz ki, bireyden bireye değişen ruhsal üstyapılar kaldırılıp bir kenara atılır, işlemez duruma getirilir, bireylerin tümünde homojen özellik, bilinçsiz alt yapı ise gün ışığına çıkarılır." diyerek tüm bireylerin toplum içinde farkında olmadan ötekileştirildiğini ortaya koymaktadır.
Her şeye rağmen şanslı olduğumu düşünüyorum. Amerika'da zenci, Avrupa'da göçmen, Türkiye'de Kürt, Ermeni ya da diğer milletlerden birine tabii olabilirdim, bağlı olduğum din Musevilik, Yahudilik ya da başka bir inanç sistemi olabilirdi. Bunlardan dolayı bireysel ötekileştirmeye maruz kalmadım diyebilirim. Fakat toplumun her kesimi gibi ben de toplumsal ötekileştirmelerden nasibimi aldım ve almaya devam ediyorum. Şükürler olsun ki, bir yere kadar ötekileştirilmeyi göze alacak cesareti kendimde bulabiliyorum.
Yıllar önce sağlık raporu almak için Etimesgut Devlet Hastanesine gitmiştik eşimle. Hınca hınç doluydu salon, koridorlar. Başı açık tek kadın eşimdi. Bütün gözler üzerimizde toplanmıştı. Akıllarından geçeni bilmiyordum ama sanki uzaylı görmüş gibiydiler. Utandım! Tersi bir durum da olabilirdi. Başı açık kadınların arasında türbanlı bir kadın aynı duyguları yaşayabilirdi. Yine on yıl kadar önce bir yaz günü Çeşme'de ailecek arabamızla dolaşıyorduk. Güzel bir otel gördük. Otelin havuzuna girip biraz hoşça vakit geçirmek istedik. Duvarlarla çevrilmiş otelin giriş kapısına geldiğimizde görevli yanıma yaklaştı. "Burası tesettür otel, size uygun olmayabilir." dedi. Adama teşekkür ettik, gerçekten de bize uygun bir yer olamazdı. Kırk yıl önce türban yoktu. Türk kültüründe türban yok. Daha sonra dini zorunluluktan ziyade siyasi bir simge oldu. Yalan söylememek, iyilik yapmak, yardımsever olmak, hak yememek gibi yüzlerce özelliği bir tarafa bırakıp İslam'ın tek şartı saç telini göstermemek olmuştu adeta. İnsanlar dindarlar ve dinsizler diye ikiye ayrılmıştı türban yüzünden. Oysa başı açık olup dinine yürekten bağlı birçok insan olduğu gibi başı kapalı olup her türlü dine aykırı işler çeviren insanlar vardı. Bugün tesettür iktidarda, başı açıklar ötekileştirilmekte. Yarın ötekiler iktidara gelecek, çark tersine dönecek. Siyasete alet edilen dinin insanları ötekileştirmedeki rolünü gösteren nice örnek saymak mümkün.
Şimdi sözüm ona tam kapanmaya giriyoruz pandemi nedeniyle. Hükümet karar verdi, on yedi gün boyunca içki satışı yasak! ama camiler namaz kılmak isteyene açık! Ötekileştirmeye yeni bir örnek daha. İktidar değişti diyelim. Benzer bir pandemi geldi. Bu kez içki satışlarının serbest, camilerin kapanacağını şimdiden rahatlıkla söyleyebilirim ki bu son derece normal. Pandemi camide topluca ibadet eden insanlar için tehlike yaratabilir ama alkollü içkinin pandemiyi arttırmayacağını kör cahil bilir. Siyaset ve dinin müşterek ötekileştirme operasyonu. Yarın iktidar değiştiğinde inanç özgürlüğünden bahsedenler bu örnekleri önlerinde bulacaklar. Ülkeyi bu kadar ayrımcılığa uğratan siyaset ve dinden başkası değil.
Evet, toplumsal ötekileştirmelerden rahatsızım. Bu nedenle dini siyasetten ayıran batı toplumlarına gıpta ediyorum. Atatürk cumhuriyetinde laiklik prensibi devlet yönetiminde kilit rol oynuyordu. Laikliği dinsizlikle eşdeğer gören siyaset ülkemize büyük zarar vermekte. Laiklik dinin siyasete alet edilmemesidir. Eğer din siyasete alet edilmezse büyük ölçüde inanç kaynaklı ötekileştirmenin ortadan kalkacağına inanıyorum.