30 Eylül 2016 Cuma

SOBA

29/09/2016 Perşembe, Tire
Geceyi şehirdeki evimizde geçirdik. Oğlumu evde bırakıp eşimle birlikte sabah erkenden yaylaya çıktık. Soba arabanın arkasında hala. Aşkın Şef dün birilerini bulmaya çalışacaktı. Telefon ediyorum. Bulamamış kimseyi. Ünal Usta'yı arıyorum. İzmir'de olduğunu söylüyor. Ekibi Birgi'deymiş. Akşam üzeri dönünce yardımcı olabilecekmiş.

Hüseyin'in telefonu cevap vermiyor. Ondan bir arkadaşını bulmasını isteyecektim. Aşkın Şef arıyor yine. İri yarı birini bulmuş, yola çıkmış, geliyorlarmış. Biraz sonra Hüseyin görünüyor. Tek düşündüğüm 145 kg lık sobanın üst kata nasıl çıkarılacağı...

Çok geçmeden Aşkın Şef geliyor. Yanında bahsettiği kişi var. İlk olarak sobanın sağa sola vurmadan aşağı indirilmesi... Hep birlikte arabanın arkasından yere indiriyoruz önce. Arkasından her birimiz bir köşesinden tutarak Taş Ev'e giriyoruz. Merdivenden çıkarken zorlansak da sobayı kuracağımız yere getiriyoruz.

Borulardan en kısa olanını yedi cm kısaltmak gerekli. Redüksiyon yeniden yapılacak. Baca deliğine girecek olan ucu daraltılacak, diğer ucu ise genişletilecek. Telefon edip sobayı aldığımız yerin sahibi Hasan Beyi arıyorum. Söylediklerimi hemen yaptıracak.

Bize yardıma gelen iri yarı genç adamı yanıma alıp aşağı iniyorum. Onu söylediği kahvenin önünde bıraktıktan sonra pazartesi günü listeye dahil protokolün davetlerini tamamlamak istiyorum. Belediye Başkanının telefonu açılmıyor yine. Belediyeye gidip özel kalem ile görüşüyorum. Pazartesi günü burada olsa da meclis toplantısına katılacağı için gelemezmiş...

Web sitesini hazırlayacak olan Ercan Beye telefon ediyorum. Çalışmalara başlamış. Cumartesi günü fotoğraf çekimlerine gelecekler.

Kaza yapan arabayı onaran Rüştü Ustayı arıyorum. Önümüzdeki hafta arabanın işi bitiyormuş ama lastik seçimi için yanına gitmemi istiyor. Eve uğrayıp oğlumu alıyor, Rüştü Ustaya uğruyoruz. Lastikleri yakındaki lastikçiden seçiyoruz. Üç lastiği sigorta karşılarken dördüncüsü bize aitmiş...

Şu davet işini neticelendiremediğim için moralim bozuluyor. Almanya'da doktorluk yapan bir aile geliyor. Bol bol sohbet ediyoruz. Önce yukarıdaki salonda oturuyorlar sonra kahvelerini verandada yudumluyorlar.

Akşama doğru hareketleniyor. İki üç aile gece yarısına kadar oturuyorlar. Bir ara mutfakta Aşkın Şefe takılıyorum. "Senin yüzün hiç gülmüyor, biraz gül de resmini çekip günlüğüme koyayım." diyorum. İstediğime ulaşınca deklanşöre basıyorum.

Bizim kapı pencereyi kapatıp şehirdeki eve dönüşümüz saat bir buçuğu buluyor.
                                                                                

28 Eylül 2016 Çarşamba

TEKİR KEDİ

28/09/2016 Çarşamba, İzmir

Dün gece Taş Ev'i Zeytin'e emanet edip evimize dönmüştük. Sabah erken saatte yola çıkmamız gerekiyordu. Sobayı alacağımız yerden aramışlar, yüklemeyi ancak sabah yapabileceklerini söylemişlerdi. Oğlum ile birlikte kahvaltı etmeye vakit bulamadan çıktık yola. Biraz da geç kalmıştık aslında. Yoğun bir trafik akışı vardı karşıdan. Her zamankinden daha hızlı gitmem gerekiyordu randevu saatinde orada olabilmemiz için.

Aradıklarında neredeyse gelmiştik. Tam söz verdiğimiz saatte... 145 kg döküm sobayı önce palet üzerinde kaydırarak dükkan dışına çıkardılar. Arabayı yanaştırıp bagajını açtım. Dört kişi kolaylıkla yerleştirdiler sobayı, boruları, maşa takımı ve odunluğu. İlk işimiz tamamlanmış oldu böylece. Sabah saat dokuzda aramamı istemişti camcı dün akşam onu aradığımda. Dokuzu biraz geçe telefon ettiğimde tamperleme işi nedeniyle saat on bir gibi hazır olur demişti karşıma çıkan bayan sesi.

Sobayı ve diğer parçaları yükleyince daha dikkatli kullanmak gerekiyor arabayı. Oğlum yanımda sürekli uyarıyor. "Aniden durursak arkadaki soba öne kayıp bizi ezer, aniden hızlanırsak bagaj kapağında dışarı fırlar." Cam hazırlanana kadar annemlere uğradık. Oğlum Umman'dan hurma getirmiş onlara. Torunlarını görünce pek sevindiler. Habersiz gelişimize biraz sitem ettiler. Çok kalmadan çıktık tekrar yola. Camcıya geldiğimizde saat on biri biraz geçiyordu. "Camınız henüz tamperleme işleminden geçmemiş yarın hazır olur ancak." dedi bankın arkasında oturan adam. Geçen haftadan konuşmuştuk bugün alacağımı halbuki. Tire'den gelip bu camı almak cam parasından daha fazla yakıt harcamak demek. Camı sobanın altına koyacağız. On milimetre kalınlığındaki cam, tamperleme işleminden sonra ısıya dayanıklı hale getiriliyormuş. Söylenmeye başlıyorum. Telefon eden kız geliyor yanıma ve kendisini takip etmemi istiyor. Sıra sıra camların dizildiği bir yere götürüyor. "Camınız burada." diyor. Bazen işlem sırasında ya da istiflenirken patlayabiliyormuş camlar. Beş kuruş büyüklüğünde bir leke var bir kenarında. Öyle verseler nasıl olsa görünmez deyip almayı düşünüyorum. "İsterseniz cuma gününe yenisi çıkana kadar bu camı götürebilirsiniz ancak bu ileride patlayacaktır mutlaka." diyor dürüstlükle.  Şansımıza razı olup çıkıyoruz imalathaneden.

Gaziemir Optimuma uğrayıp alışveriş yapacağız. "Mevcut mikrodalga fırın ağır çalışıyor." diyor Aşkın Şef. Önce modern bir mikrodalga fırın alıyoruz. İstediğimiz tabakları bulamıyoruz burada. Gezinirken telefon çalıyor. Arayan camcıdaki kız yine. "Camınız hazır, fazla uzaklaşmadıysanız dönüp teslim alabilirsiniz." diyor. Şaşkınlığım sevincime karışıyor. Şaşırıyorum, çünkü on dakika önce iki günde ancak çıkar camınız demişlerdi. Seviniyorum, iki gün sonra sadece camı almak için o kadar yol yapmama gerek kalmayacak.

Hiçbirinin birbirinden haberi yok burada. Benim cam hazırmış oysa. Dönüp camı yüklüyoruz. Arabanın arka koltukları yatırılmış olduğu halde bir metreye bir metrelik cam zor sıkışıyor araya. Yeniden yola çıkıyoruz. Metrodan birkaç parça eşyanın yanı sıra eksik kalan tabakları tedarik ediyoruz. Haftaya cuma oldukça kalabalık bir dernek toplantısına ev sahipliği edecek Taş Ev.

Dün gece geç yatıp çok erken saatte kalktığım için dönüş yolunda uyumamak için mücadele veriyorum. Eve gelince yukarı çıkıp ağır sobayı indirmek gücünü kendimde göremiyorum. Aşkın Şefi arayıp yarın için fazladan iki adam bulmasını istiyorum. Arabadan o koca sobayı indirmek ve bir üst kata çıkarmak hayli zor olacak gibi...

Pazartesi günkü davet için listemizdeki bazı kişileri arıyorum. Seha Amca çok istediği halde gelemeyeceğini söylüyor. "Kaşığı ağzıma götürmekte zorlanıyorum artık yaşlılıktan." diyor. Ayakta duramadığını söylüyor. Protokolün kendisini bu halde görmesini istemiyor. Yaşlılık böyle bir şey. Başka bir gün onu misafir edeceğiz Taş Ev'de ve uzun uzun yazacağım o tarihi anı burada.

Belediye Başkanına ulaşamadım. İki gün izne çıkmış. Telefonlarına ulaşılmıyor. Ancak davetimize icabet edeceğini sanıyorum. Yarın listenin tamamına ulaşmam lazım, yoksa geç haber verdiğimi söyleyebilirler. Orhan Aksay Hoca eşimin akrabası, Seha Hoca gibi Tire'nin ayaklı kütüphanelerinden. O da çok yaşlı. Gelmek isterim ama ben çıkamam oralara diyor. "Ne demek ben gelir sizi alır, sonra da geri getiririm." diyorum. Çok seviniyor.

Evde temizlik var sabahtan beri. Eşim kadının başında, evden ayrılamadı o yüzden. İzmir dönüşü biraz dinlendim ama aklım arkası eşya dolu arabada. Yol boyunca sobanın, tabakların gıcırtıları eşliğinde ağır ağır gelebildik kapıya kadar. Şimdi yaylaya çıkıp yükümüzü bir an önce boşaltmak istiyorum. Akşama arkadaşım Ali'lere gitmek istiyoruz. Telefon ediyorum. Kuşadası'ndalarmış. Artık sezon sona erdiği için yazlıkları kapatıyorlar. Onu da davet ediyorum yemeğe, sağ olsun kırmıyor.

Kardeşim Ahmet arıyor akşam üzeri. Yazdığı kitabın tanıtımı için Taş Ev'de bir kokteyl vermeyi düşünüyormuş. Hem kitabın hem de Taş Ev'in tanıtımı olur diyor.

Zeytine bakmamız, yemeğini vermemiz lazım. Sırf bu yüzden oğlumla çıkıyoruz yaylaya. Hava kararmaya başladı bile. Soba dışında boruları, tamperli cam altlığı ve diğer aksesuarlarla, mikro dalga fırını ve tabakları indiriyoruz arabadan. Geriye sadece soba kalıyor. Onu yerinden kımıldatmak imkansız bizim için.

Dönüşte kokoreç yemek istiyor oğlum. Ben durur muyum hiç?  Dönüşte kokoreçlerimizi yiyoruz. Ayağımızın dibinde tekir bir kedi dolanıyor. Biraz da o nasipleniyor orada. Zira karnı şişmiş iyice. Ben gebedir belki diyorum oğluma. Oğlum yok bu şişko bir kedi diyor. Kim bilir hangisi doğru?

27 Eylül 2016 Salı

KIRMIZILARIN KRALI

27/09/2016 Salı, Tire

Uzun zamandır bu saatlerde günlüğüme başlamamıştım. Gündüz saatlerinde gelen olmadı bir misafirimizin dışında. O da eşimin en sevdiği arkadaşı bildiğim kadarıyla. Yakını belediyede çalışıyor. Sağ olsun yardımcı oldu ve bir saat içinde kapımızın önüne iki çöp konteynırı geldi temizlik işlerinden. Ruhsat alacağız, araya bayram girdi, başkanla konuşalım derken bir türlü müracaat edememiştim ve bu kadar kolay halledileceğini hiç düşünmemiştim. Böylelikle her akşam köye çöp taşıma külfetinden kurtulduk.

Bugün yine Salı Pazarı. Ne kadar çabuk geçiyor haftalar. Oğlum evde kalmak istedi. Onunla beraber indik çarşıya. Aşkın Şef ile buluşup pazar alışverişini yaptık. Dün planladığımız açılış daveti için bir dostun yanına uğradım. Kaymakam Beyle arası çok iyi. Telefon edip iletti davetimizi. Eğer olağanüstü bir durum olmaz ise önümüzdeki ayın üçünde pazartesi günü eşiyle birlikte teşrif edecekler verdiğimiz açılış davetine.

Listeyi dünden hazırlamıştık zaten. Ufak tefek değişiklikler olabilir yine de. Yerimiz sınırlı olduğundan seçim yapmak zorundayız.

Arada merak edip gelenler oluyor. Gezmeye çıkmışlar, yol onları bize getirmiş. Genelde karınlarını doyurmuş oluyorlar. Taş Ev'i gezip gidiyorlar. Gelen herkes tanıtım yapın diyor. Ben de ısrarla tanıtımımızı gelip memnun ayrılanlar yapsın diyorum.

Kestane hasadı yaklaştı. Öğlen vakti Aşkın Şefin tanıdıkları geldi. Aşağı, orta ve yukarı yaylayı gezdiler. Kestanelerin durumu hiç iyi değil. Bölgede kanser denilen bir illet var. Asırlık kestaneleri perişan ediyor. Üzerindeki tane sayıları azaldı, önemli bir kısmı kuruyor. Gelenlerle yarıcı olarak anlaştık. Bahar geldiğinde budama ve kuru ağaçları kesme işine de gelecekler. İnşallah bundan sonra daha az yorulacağız bu işlerde.

Bugün cevizli krokan günümüz. Cevizler bizim bahçeden. Aşkın Şef'in bir marifeti daha... Ceviz krokanlar için kavanozlara etiket yaparım fırsatım olursa.  

Kaystros Taş Ev Restaurant için facebook sayfasına bir kaç eklenti yaptım.
"KIRMIZILARIN KRALI"
DLC Cabarnet Sauvignon - Merlot
Meyvemsi ve dengeli yapısıyla vanilya, karabiber, ahududu, dağ çileği ve badem aromalarını çağrıştırıyor.
6 ay boyunca Fransız meşe fıçılarda eskitilmiş ızgara kırmızı etlerle müthiş uyum. Özel günlere özel...

Four Square'e 20 dolar para gönderdim, Kaystros Taş Ev Restaurant'ın tescili için. Şimdi sayfanın yöneticisiyim ama sanırım benden başka gören yok. Kaystros Taş Ev Restaurant diye arayınca çıkıyor. Tire'deki yemek yenecek yerler arasında sıralamaya bile sokmadı henüz. Garip oldu ama kendi sayfamı kendim beğendim. Facebook'a link vermek istedim ama sürekli hata veriyor. Bir şeyler eksik olmalı.

Yarın döküm sobamızı almaya gideceğim. Az önce aradılar.   
  

DONDURMALI İRMİK HELVASI, LEZZET DANSI

26/09/2016 Pazartesi, Tire

Dün geceyi kötü geçirdim. Ben yorulmadım desem de bünyem benimle aynı fikri taşımıyor. Taş Ev'in işleri gece yarısına kadar ancak bitmişti. Her zaman olduğu gibi yine bilgisayarın başına oturmuştum. Bir yerden başlamak istiyordum ama o başlayacağım yere bir türlü karar veremiyordum. Sabah kalktığımda ne yaptım, nasıl geçti günüm. Kafamı bir türlü toparlayamıyor,  göz kapaklarım ağırlaşıyordu. Ne olursa olsun kararlıydım. O gün yaşadıklarımı günceme dökmeden günüm bitmeyecekti. Uyur uyanık halim saatler boyu devam etti. Ne kalkıp yatmaya gittim ne de o halde yazımı bitirebildim. Saat üçü buçuğu geçiyordu sanırım. Midem bulanmaya başladı, kendimi fena hissediyordum. Alışkındım bu durumlara. Böyle olunca kısa sürede tansiyonum düşecek ve bayılacağım. Bu işi kontrollü yapmak tecrübeyle geliştirdiğim bir yöntemdi. Salonun ortasında oturmak ya da yatar pozisyona gelmek bayılma durumunda sağa sola çarpıp kaşı gözü yarmaktan daha iyiydi.

Bir ara eşimin yattığı odaya kadar gidebilir miyim diye aklımdan geçirdim. Derin nefes alarak hemen düşündüğümü yaptım. Eşime seslendim. "İyi değilim, bayılacağım galiba" Gözlerimi kapadım. Böyle durumlarda tuvalete gitme hissi doğar genellikle. Sonucu da bellidir. Gider orada bayılırım. Eşim bu huyumu bildiğinden tuvalete göndermedi ve uyumaya çalışmamı salık verdi. Yarım saat kadar sürdü bu bayılmama mücadelesi. Sonra biraz açıldım ve bilgisayarımı kapatıp yattım.

Sabah kalktığımda vücut yorgunluğum devam ediyordu. Dün stoktaki bütün malzeme tüketildiği için kasaptan et almam gerekiyor acilen. Oğlum hazırladı sabah kahvaltısını. Henüz kahvaltımıza yeni başlamıştık ki bir araba girdi içeri. Sonradan Ödemiş'ten geldiklerini öğrendiğimiz orta yaşlı bir çift indi arabadan. Açık olup olmadığımızı sordular. Saat henüz on bir bile değildi. Saat on ikide açılacağımızı söyledik. Gelmişken bir çay ikram etmeyi önerdik bir de. Verandaya geçtiler. Oradan yukarıdaki salonu görmek istediler. Sonunda verandada oturmaya karar kıldılar. Çaylarını içtikten sonra karınlarının aç olduğunu, bir şeyler yemek istediklerini söylediler. Aşkın Şef saat gelmek üzere ama henüz daha mangal yakılmamış. Olsun dediler, biz bekleriz burada. Telefon ettim şefe. Yoldaymış beş dakika içinde geldi. Misafirler çaylarını verandada içtikten sonra güneş alan avlu bölümüne geçtiler. Epey bir sohbet ettik.

Aşkın Şef gelir gelmez siparişler alındı. Ben müsaade isteyip ayrıldım yanlarından. Çarşıya inip alışverişimi yaptım, muhasebeciyle işimi gördüm. Eve uğrayıp birkaç parça malzeme aldım.

Döndükten sonraki misafirlerimiz uzaklardan gelmiş. Taş Ev'e girince hayranlıklarını gizlemiyorlar. Belli ki yabancı memleketten gelen gelinlerine değişik bir yere götürmek istemişler. Karışık et tabağı yanında meze seçimini bize bırakıyorlar. şefimiz onlara güzel bir sunum hazırlıyor. İşin güzel tarafı ilk kez bir misafir şarap istiyor. Hüseyin'e fikrini sormuşlar. Hüseyin panik içinde merdivenlerden inip benden yardım istiyor. Ben de şarap uzmanı değilim. Heyecanlanarak yukarı çıkıyorum. Bayanlar beyaz şarap içmek istiyorlar. Safir Beyaz'da karar kılıyorlar. Hanımefendi yine de soruyor bana "Tatlı şarap değil bu değil mi?" Ben cehaletimi bastırmak için gayet kendinden emin bir şekilde "Evet hanımefendi bu tatlı şarap değil efendim."

Beyler filtresiz Bomonti istiyorlar. Hüseyin'e şarabı bana bırakmasını biraları halletmesini söylüyorum. İçime bir kuşku düşüyor. Şarap tedarikçisinden aldığım katalog geliyor aklıma. Hemen açıp bakıyorum. Safir Doluca serisinin tek tatlı şarabıymış meğer. Şanssızlığın bu kadarı mı olur. Hemen tatlı olmayan başka bir beyaz şarap bakıyorum. Onların istediği 37cl lik olacak hem de. Antik Beyaz var elimizde. Hemen katalogla çıkıyorum yanlarına. "Hanımefendi çok özür dilerim, seçtiğiniz Safir maalesef Doluca'nın tek tatlı şarabıymış. Size önerebileceğim Antik beyaz." diyorum. Kadının çok hoşuna gidiyor, "Peki madem o zaman Antik olsun." diyor.

Hüseyin hemen tirbuşona sarılıyor. Biraz bekle bakalım diyorum. Soğutucudan yeni çıktı, biraz oda sıcaklığına gelsin. Hem yanlarında aç ve önce hanımefendiye tadım için kadehin şu kadarını doldurup ikram et. Eğer memnun kalırsa kadehlere şu seviyeye kadar doldurur, şişeyi masada bırakırsın.

Hüseyin, dün yediği zılgıttan sonra daha uyumlu. Şarap servisinden sonra muzaffer bir edayla iniyor aşağıya. "Şarabı çok beğendiler, senin dediğin gibi yaptım, çok hoşlarına gitti." diyor. Misafirlerimiz son derece memnun bir şekilde ayrılırken Hüseyin'e yüklü bir bahşiş bırakmayı ihmal etmiyorlar.

Akşama doğru Aşkın Şef bize dondurmalı irmik helvası yapıyor. Sakızlı dondurma, irmik helvası, üzerine ceviz ve sıcak çikolatanın sergilediği harika uyumun tadını çıkarıyoruz. 

Dünkü yoğunluktan sonra bugün bize Allah acıdı. Düne göre sakin geçti günümüz. Haftaya pazartesi günü tanıtım için şehrin ileri gelenlerini restoranımızda ağırlamayı düşünüyoruz.

26 Eylül 2016 Pazartesi

YOĞUN BİR GÜN

25/09/2016 Pazar, Tire

Kara iklimine döndük sanki. Geceleri ve sabaha karşı iyice soğuk oluyor, öğlene doğru hava yavaş yavaş ısınmaya başlıyor. Bugün de erken kalkıyorum. Oğlumun tostunu hazırladıktan sonra Zeytin'e yiyecek bir şeyler götürmeye gidiyorum. Tam o esnada Hüseyin sesleniyor kapıdan. Gidip açıyorum kapının kilidini. Neşesi yerinde görünüyor. Ama benimle çok samimi olmasını istemiyorum. Çünkü birden kendini kaybedip asker arkadaşımmış havasına giriyor.

Bugün bereketli bir gün.. Her gelen bir arkadaşına ya da bir yakınına tavsiye ediyor. Bir kısmı da sadece gezmek amacıyla merak edip geliyor. .Yine de gelenlere Taş Ev'i gezdirip çay ikram ediyoruz.

Hüseyin'i kenara çekip ikaz ediyor, bundan sonra mesai saatlerinde alkol almamasını söylüyorum. Sadece bu kadar mı? Değil tabi... Hata üzerine hata yaptı bu çocuk bugün...

Kahvaltı ile başladık gelen misafirleri ağırlamaya. Birkaç masa olunca sapıtıyor Hüseyin. Dış dünyaya kapanıyor. Açmış çay ocağının musluğunu, gitmiş gelen misafirlerle sohbet etmeye. Demlik dolunca başlıyor taşmaya. Tezgahın üstü göl oluyor birden. Allahtan eşim görmüş de kapatmış musluğu. Gidip haber veriyorum. Kızıyorum hiç utanma alameti yok adamda.

Veranda yerini avluya bıraktı artık. Ya da yukarı salona çıkıyoruz.

Güneşin nazlanarak yüzünü gösterdiği, gelen, giden, çoluk çocuk herkesin mutlu olduğu bir tatil günüydü bugün. Kapının önünde bir hareket oluyor bir an. Başkan geldi diyorlar. Evet Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek eşiyle birlikte bir sürpriz yapmış, Belediye Genel Koordinatörü Orhan Bey ve eşini de yanına alarak Taş Ev'e gelmişler. Oysa önümüzdeki günlerde biz ağırlayacaktık onu ve şehrin ileri gelenlerini. Başkan ilgiyle geziyor Ev'imizi. Salonda ağırlıyoruz kendilerini. O kadar ısrarımıza rağmen hesabı ödüyorlar. 

Akşama doğru Hüseyin "Benim hesabımı çıkarın, ben artık çalışamayacağım." dedi. "Ben de anlamıştım senin çalışamayacağını zaten." dedim. Akşamın erken saatlerinde eşimden izin alıp çıktı gitti. Sonradan çok pişman olacak ama bu kendi sorunu. Ben bu işte yola çıkarken her şeye hazırlıklı olduğum için normal geliyor bana. Taş Ev sadece Hüseyin'in keyfine kalmadığını bilmiyor. Sanıyor ki "Aman kal." diyeceğim. Kalifiye olmayan sıradan biri, o kadar. Muhtemelen gelir yarın süngüsü düşmüş olarak, belki de dersini almış olarak.  

25 Eylül 2016 Pazar

GÜN AĞARIRKEN

24/09/2016 Cumartesi, Tire


Bugünü kısaca özetlemem lazım. Erkenden kalkıyorum. Dışarıda hava yeni aydınlanıyor. Günün ilk resmini hava aydınlanırken çektim. Bu saatlerde sessizlik hakim.  Soğuk hava cırcır böceklerinin kökünü kazımış.

Hüseyin günleri şaşırmış, geç geldi bugün. Hani başına güneş geçti falan diyeceğim ama artık güneş adamı ısıtmıyor bile. Sabah o gelene kadar temizlik ve kahvaltı hazırlığı bitmişti zaten. Artık kendine çeki düzen vermesi lazım. Aksi takdirde onun için hayırlı olmayacak.


Kalabalık bir aile geliyor sabahın erken saatlerinde. Hava bu saatlerde oldukça serin. Hele yaz boyunca zevkle oturduğumuz veranda rüzgar tüneli olmuş. Yine en korunmalı yer salonumuz. Israrla dışarıda oturmayı istediler. Masaları havuzun yanına çektim. Sabah güneşi çok cömert değil artık. Krallara layık bir serpme kahvaltı sunuyoruz. Bayılıyorlar. Üçüncü gelişleriymiş zaten.

Oğlum yaptı alışverişi. Kışlık kavunlarımızı yukarı getirdiler. Akşama doğru güzel bir börek hazırlıyor Aşkın Şef.

Açıldığımızdan bu yana ilk kez dışarıda eşimle birlikte olacağız. Yakın bir ahbabımızın kızı evleniyor. Bu sefer oğlum kaldı Taş Ev'de nöbetçi olarak. Her perşembe yukarıda bir numaralı masadayız diyen çift bu hafta gelmeyince merak etmiştim. Biz yokken gelmişler, perşembe günü yerine. Biz yaylaya döndükten az önce çıkmışlar.  

Keyifli bir gündü kısaca...


24 Eylül 2016 Cumartesi

TIK TIK RESTAURANT

23/09/2016 Cuma, Tire


Eşim her zaman olduğu gibi erken kalkıp hazırladığı özel mezeleri teşhir dolabına dizmiş. Çok beğendim. Özellikle köz biber sarmasının görünüşü çok yaratıcı. Közde kapya biber, kızartılmış yeşil biberi kurutulmuş domatesle harmanlayıp değişik bir meze çıkmış ortaya. Tam bir renk cümbüşü...

Çarşıya iniyorum alışveriş için. Dün listeyi Aşkın Şef ile birlikte yapmıştık. Eşim de üzerine birkaç şey eklemişti. Malum bugün küçük pazar kuruluyor.


Hafta sonuna girerken eksiklerimizi tamamlamak için böyle bir pazarın olması bir şans. Örneğin kabak çiçeği aldım, Aşkın Şef hünerli elleriyle dolmasını yapsın diye. Turp otu buldum, daha turfanda sayılır, oldukça pahalı. Yine de menümüzde ot salatası bulunması lazım.

Acele ediyorum dönmek için. Aşkın yukarı çıkıp yeni mezeler için kolları sıvamış. Getirdiğim kabak çiçeklerinin harcını hazırlamış bile. Oğlumla yeniden çarşıya inip alışveriş yapacağız. Tire'ye geldiğimden bu yana epey kilo verdiğimden onlarca elbise boşa çıktı. Ya yeniden gardırop düzmem lazım ya da yeniden verdiğim kiloları almam. Oğlumun zevkine güveniyorum. Babasını tepeden tırnağa giydiriyor.

Dönüyoruz yaylaya. Yine tavlaya tutuşuyoruz. Mars ile aldığı ilk elden sonra durumu toparlıyor maçı alıyorum. Şeytanın bacağını kırdım nasıl olsa.

Hava soğuk bugün. Verandada oturulacak gibi değil. Yine de ısrarla oturmak isteyenler oluyor. Gelenleri doğrudan üst salona alıyoruz. Soba siparişini tam zamanında vermişiz. 

Verandadaki masalardan birini antreye aldık. Sanırım burası benim kışlık mekanım olacak. Kalın taş duvarlardan olsa gerek içeride telefon bile zorlukla çekerken  internete sorunsuz bağlanıyorum. Kışın bir iki masa atılır gibi. Aslına bakılırsa küçük bir kuzine sobası da güzel gider burada.

Bugün çok hareket yok. O da bizim şansımız. Hüseyin'in yarattığı boşluğu rahatlıkla kapatıyoruz. Saat dokuza doğru kızının rahatsızlığından dolayı Aşkın Şefi göndereyim derken bir biri arkasına iki araba geliyor. Yine de saat on olunca gönderiyorum Aşkın'ı.  İki masa bana kalıyor. İhtiyacınız olursa ayağınızla döşemeye vurun diyorum. Çağırma düğmesi alana kadar idare edeceğiz artık. Bu usul kabul görüyor. Dört numara eşiyle birlikte gelmiş rakı içiyorlar. Ayağıyla ahşap döşemeye hafifçe tık tık diye vuruyor. Hemen çıkıyorum merdivenlerden. Gülümseyerek, "İki çay alabilir miyiz?" diyor. Belki bu haberleşme işini daha da geliştirebilirim. Mesela bir numaralı masa tık diye bir sefer vurabilir ayağını. İki numara tık tık, üç numara tık tık tık. Beş masadan fazla olursa, o zaman bir garson devamlı yukarıda olur zaten. Nasıl olsa aşağıda oturacağım kışın devamlı. Sinyali alır almaz Hüseyin'e "Oğlum üç numaraya bir bakıver." derim artık. Bir de bakmışız bu haberleşme yöntemi Taş Ev'in alametifarikası olmuş. Her şey iyi, güzel de. Herkes Taş Ev demeyi bırakır, Tık Tık Restaurant kalırsa adı...

23 Eylül 2016 Cuma

İNCİ HANIM (*)

22/09/2016 Perşembe, Tire
Önemli Açıklama: Dostlar, bilirsiniz yaşadığımız yer küçük. Bu yüzden konu başlığı zatın gerçek ismini kullanmadım. Aklıma gerçekte olmayan bir isim geldi. "İnci Hanım" olsun dedim. Şanssızlığa bakın ki oğlu doktor olan bir başka İnci Hanım varmış burada. Eşim ısrarla değiştir dedi. Yok yapmam dedim. Bir yazara bu kadar müdahale örfi idarede olmaz. Sadece bir açıklama getiririm yazımın başına dedim. Evet bahse konu kişi, oğlu kızımın çok sevdiği mesai arkadaşı olan ve gerçek adı İnci olan hanımefendi değildir.

Sabahları geç kalkmam iyi geliyor. Özellikle gece yarısına kadar misafirimiz olduğunda... Kahvaltıyı birer tostla geçiştirdik bugün. Bir gün önceki fırtına sebebiyle dışarıdaki sandalyeleri verandada toplamıştık. Sabahtan hava güzel gibi göründü gözüme. Sanki dışarıda oturulabilirmiş gibi...

Hazır toplanmışken sandalyeler, verandayı bir güzel yıkayıp sildim önce. Onun arkasından masa ve sandalyelere geldi sıra. Tuvalet girişleri fırtınanın izlerini taşıyor. Lavabolar toz içinde. Hüseyin gelir gelmez temizliğe tuvaletlerden başlamasını istedim. Eşim neyi nasıl yapacağını, hangi bezi, fırçayı kullanacağını gösterdi. Zeytin nerelerden buluyorsa, kemik parçaları, eski eldivenler, plastik şişeler taşımış avluya. Tuvalet girişindeki lavabonun altındaki toz deterjanı aşırıp uzakta bir yere saklamış. Taş Ev'in kapısındaki naylon terliği kaptı gözlerimin içine baka baka. Koştum peşinden, yakalayıp aldım ağzındaki terliği. Aynı haşarı bir çocuk gibi bu aralar.

İnşaattan kalan bir sürü seramik var. Toprağın içinde kirlenmiş. Usulen biraz su tutuyor, kirini akıtıyoruz Hüseyin'le. Çarşıda inşaat malzemelerini aldığımız yerin sahibini arıyor, fazla seramikleri getireceğimi söylüyorum. Ne kadar sağlam seramik varsa arabanın arkasına yüklüyoruz. Bozulmaya başlayan hava yağmura dönüyor. Aniden kuvvetli bir sağanak boşalıyor.

Verandadan yağmurun yağışını seyrederken telefonum çalıyor.
"Beni hatırladınız mı? Ben İnci, doktor Mehmet'in annesi. Hani geçen bir grup gelmiştik size." Hatırlıyorum çok geçmeden.
"Evet, hatırladım." diyorum.
"Sizin Taş Ev'i arkadaşlara bir anlattım, bir anlattım sormayın, şimdi hepsi görmek istiyor."
"Çok teşekkür ederim, efendim."
"Şimdi bakın, biz on yedi kişi minibüs tutup geleceğiz İzmir'den. Yemeği sizin orada yiyelim diyoruz. Haftaya salı gününe yeriniz vardır herhalde..."
"Saat kaç gibi gelirsiniz?"
"Salı pazarını gezmek istiyorlar, bir de Şirince'yi dolaşacaklar sanırım. Saat dört gibi sizin orada oluruz."
"Tamam o zaman, yeriniz hazır bilin."
"Peki, neler verebiliyorsunuz menü olarak?"
"Ne isterseniz, yöresel meze çeşitlerimiz, otlu salatalar, ızgara çeşitleri, tatlılar... İsterseniz şefimize isteklerinizi doğrudan iletebilirsiniz."  Aşkın Şefe veriyorum telefonu. Uzun uzun konuşuyorlar. Bir menü ki kral sofrası mübarek. Konuşma bittikten sonra telefonu bana veriyor Aşkın.
"Şimdi bakın, ben Tire şiş köfteyi sevmiyorum. Menü karışık et ızgara ve ızgara köfte olabilir mi?
"Gayet tabi efendim, nasıl isterseniz."
"Yanında ordövr tabağı içinde enginar çanağında zeytinyağlı garnitür, kabak çiçeği dolması, patlıcan ezme, ot kavurma, dört kişiye bir tabak patlıcan balığı, turp otu salatası, mevsim salatası ve köy kızartması. Tatlı olarak da karadutlu lor tatlısı veya karadutlu sakızlı dondurma ya da dondurmalı irmik helvası olsun."
"Nasıl isterseniz."
"Bakın biz on yedi kişi geleceğiz ama onu siz on beş sayın" İlk şoku yiyorum. Yani hanımefendi diyorlar ki, ben o kadar kişi getireceğim benim ve oğlumun yediklerini sen karşıla. Devam ediyor incileri döktürmeye İnci hanım.
"Bu menü kesin olacak, kimse değiştirme yapmayacak. Keşkek veya başka bir şey isteyen ayrıca parasını öder. Mesela ben keşkeği çok severim. Ben mutlaka keşkek alırım. Menüde verilenlerden birisiyle değiştiririm." İkinci şok. Arkadaşlarına men ettiğini kendinde hak görüyor. Devam ediyor İnci Hanım.
"Kişi başı fiyat ne olur böyle bir menüde?"
"Hesap çıkarmamız lazım, ben size dönsem olur mu?" diyorum.
"Tabii, telefonunuzu bekliyorum." diyor.
Herhangi biri gelse böyle bir menünün fiyatı kişi başı 52,5 TL olmasına rağmen şefle birlikte 40 TL olarak fiyat belirliyoruz. Telefon edip rakamı söylüyorum. A, çok pahalı söylediniz ama, biz aşağıda Fatih'in orada böyle bir menüyü 25 TL ye yiyoruz. Hem sizin reklamınızı yapmış olacağız."

"Yok hanımefendi, bizim karışık ızgaramız 25 TL zaten, yanında mezesinden tatlısına kadar bir sürü şey eklediniz."
"Karışık ızgara yerine Tire şiş köfte olsa. İsteyen şiş köfte, isteyen ızgara köfte yesin. Ne olur o zaman fiyat?"
Aşkın şefe danışıyorum sessizce.
"Tamam o zaman yapacağımız son fiyat 35 TL."
"Ama bakın biz o kadar yoldan geleceğiz, minibüs tutacağız, onun parası vs. Gelenler memur aileleri o kadar parayı veremezler. Otuz olsun bari. Bak reklamınız da olacak."
"Hanımefendi reklamımız olacak diye zarar edecek değiliz, bu fiyatın altına inemeyiz."
"Tamam o zaman ben arkadaşlarla bir görüşeyim, size dönerim."

Bu diyalogdan canım sıkılıyor. Esas canımı sıkan da kendini ve oğlunu beleşe getirmesi. Oğlun doktor da olsa kendin profesör de olsa bazı şeyler değişmiyor demek ki. İnsanın kalitesi doğuştan mı geliyor acep? Eşime sordum, böyle bir organizasyon yapacaksın arkadaşlarınla; aklına gelir mi kendini beleşe getirmek? Asla. Kızım da sever organizasyon işlerini. Ama kendinden verir başkası üzerinden fayda sağlamaz kendine. Bu iş ne kadar etik? Ha bu işi profesyonel anlamda yapıyorsundur, örneğin tur rehberisindir. Getirirsin bir otobüs turist, mekan sahibi senden yemek parası almaz. Ama gidip çingene pazarlığı da yapmaz seninle. Hatta tersi olur. Tur operatörünün yediğini fazlasıyla ödetir turistlere.

Eğer İnci hanım dönerse, içimden geçen yanlış hesap yapmışım, menü fiyatı 40 TL nin altına olmaz demek ama eşim, "Ayıp olur ağzından bir kere 35 TL çıktı." diyor. Akşama doğru iki kişi geldi mesela. İnci Hanım'ın iki kişisi beleş toplam on yedi kişisinin ödeyeceği hesabın yarısını ödeyip gittiler.

Yağmur kesildi. Çarşıdan alınacaklar var. Ağır ağır iniyorum Kaplan'ın virajlı yollarından arkamdaki seramikler şangırdarken. Kazasız belasız teslim ediyorum depoya. Alışverişimi yapıyorum. Oğlumu evden alıp dönüyoruz yaylaya. Hava yine bulutlandı. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyor.

Aniden ortalık beyaza dönüyor. Parlak bir ışık. Hemen arkasından büyük bir gök gürlemesi. Yakınlarda bir yere yıldırım düşmüş olmalı. Genç bir çift gelmişti az önce. Facebook'tan öğrenmişler yerimizi. Veranda hoşlarına gitse de yukarıdaki salonu görmelerini öneriyorum. Evdeki Yazar'ın da beğendiği köşedeki masanın yanında çakılıp kalıyorlar ağzı açık. "Tamam, biz burada oturmaya karar verdik." diyorlar. Ne onlar ne de diğer masalar rembetiko ezgilerinden rahatsız olmuyor. Yağmur şiddetleniyor. Taş Ev'in balkon camları açık. İçeri yağmur girmiyor. Yağmuru seyretmek için en güzel yer olmalı burası.

22 Eylül 2016 Perşembe

KIŞA HAZIRLIK

21/09/2016 Çarşamba, İzmir

Bugün kapalıyız. Tatil günümüz yani. Tatil günümüz derken tatil yanımızda çalışanlara. Biz yine çalıştık sayılır. Ne mi yaptık? Malum havalar soğudu. Taş Ev'i ısıtmamız lazım. Üst kat döşemesi ahşap olunca şömine yapma imkanımız kalmamıştı. Geçen sene şöminecileri gezerken Polonya yapımı döküm  sobalar dikkatimizi çekmişti. İzmir'e gitme nedenimiz bu.

Telefonumun şarjı çok çabuk boşalıyor. O neyse de yüzde yirmi doluluk oranından aşağı düştüğünde her an kapanma tehlikesi var. Geceden şarja koymayı unuttuğumdan kapanmış yine. Şarja koydum dolması için. Dolduktan sonra kapalı iken arayan numaralar gelmiş telefonuma. İlk arayana geri dönüyorum. Karşımdaki kadın sesi telefon cevap vermeyince kapıya kadar gelip girişteki levhadan bugün kapalı olduğumuzu öğrendiklerini söylüyor.

Bahçeden çıkarken Zeytin peşimizi bırakmıyor. Demir kapıyı kapatıyorum, çit boyu ilerleyip çitin bir aralığını bulup dışarı atıyor kendini. Tam üç kez çıkıyor dışarı, ben gerisin geriye kapıyı açıp içeri koyuyorum. Çünkü çıkmasını biliyor ama aynı yerden geri girmesini beceremiyor.

Polonya döküm sobaları odun yakıyor. Bizde de odundan bol ne var? Önündeki geniş yanmaz cam sayesinde içeride yanan ateşin görünmesi şömine havası veriyor. Pik döküm sobaların görünümü oldukça modern ve bizim salonu ısıtabilecek büyüklükte olanlarının ağırlığı 150 kilodan başlıyor. Isıtma güçleri kW olarak ölçülüyor. Bize gösterilen Polonya sobalarından 10 kW gücündeki birini beğendik ancak yakıt haznesi ufak geldi gözümüze. Daha büyüğü yokmuş. Onu bırakıp geniş hazneli ve aynı ısıtma gücüne sahip şömine kazanı üretiminde dünya birincisi Fransız Invicta yapımı döküm sobayı beğendik. Soba oldukça ağır. Yerinden oynatmayı denedim, kıpırdamadı bile. Ünal Ustayı arayıp haftaya Taş Ev'in salonuna çıkarabilmek için adam göndermesini istedim.

Ahşap döşemenin ateşe karşı korunabilmesi için sobanın altına ya granit ya da kalın cam konulması lazım. Ağacın güzelliğinin kaybolmaması için 10 mm kalınlığında ısıya dayanıklı bir cam altlık aldık. Odunluk ve maşa takımı elbette olmazsa olmazlarıydı sobamızın.

Hava kapandı, akşama doğru yağmura döndü. Gaziemir Optimuma uğradık. Kızımı aradım nöbetteyim deyince hemen kapattım telefonu. Akşam karanlığında döndük yaylaya. Zeytin tahmin ettiğim gibi içeri girememiş kapıda dönüşümüzü bekliyor. Bir sevindi, bir sevindi ki anlatamam.

Eşimin migren ağrıları tutuyor akşama doğru. Arkadaşları ziyaret edecektik, geçenlerde oğullarını evlendirmişlerdi de Taş Ev'i yalnız bırakmamak için ilk kez eşimden ayrı bir düğüne katılmıştım. Telefon edip ziyareti erteliyoruz.  


20 Eylül 2016 Salı

YAĞMURLU BİR GÜN

20/09/2016 Salı, Tire

Sabah geç uyandım yine. Nasıl geç uyanmayayım. Dün tam yatmaya hazırlanıyordum ki gecenin üçünde oğlum geldi yanıma. O vakitten sonra oturduk tavla oynadık. Sonucu söylemeyeyim artık. Sadece tek el oynayalım dedim oyunun sonunda. Onu da kaybettim. Yastığa kafamı koyar koymaz uyumuşum. Eşim ben yattıktan az sonra kalkmış olmalı. Düşünüyorum da bizim eve hırsız girme olasılığı oldukça düşük. Askerdeymiş gibi nöbet tutuyoruz. 22.00-03.00 nöbeti bende 05.00-09.00 nöbeti eşimde. Arada sadece iki saat var. Boşluğu da bizim Zeytin dolduruyor diyeceğim ama değil, onun boşluk falan doldurduğu yok. Tek yaptığı yoldan geçen ya da kapıdan içeri giren yabancı birini fark ettiğinde havlayarak haber vermek. Havlamasının ne manaya geldiğini anladık sonunda. Diyor ki, "Kapıda yabancı biri var beni koruyun."  

Meşhur Salı Pazarı bugün. Aşkın Şef ile pazarda buluşmak üzere dünden anlaşmıştık. Ben gecikince telefon ediyor. Kahvaltı masasını oğluma özel tostunu hazırlamışım. Kendime ise çökeleğin içine zeytinyağında yumurta kırmayı planlıyorum. Bugün mesai 12.00 de başlayacağı için çay ocağını çalıştırmadık henüz. Bu yüzden eşime çay hazırlayamadım. Ekmekler kızardı, masa donandı ama çay yok ortada. "Çaysız kahvaltı mı olurmuş?"

Oğlum yatağından kalkacak, kahvaltı edecek de ben pazarda Aşkın Şef'le buluşacağım. Ölme eşeğim ölme. Sonunda tostu eline alıyor, çıkıyoruz yola. Onu eve bırakıp pazara gidiyorum. Aşkın Şef'le buluşup alışverişimizi yapıyoruz. Dönüşte evine uğrayıp kayınvalidesinin çeyiz sandığını yüklüyoruz arabaya. Neye nasip neye kısmet. Kim derdi ki, kayınvalidenin çeyiz sandığı günün birinde Zeytin'in kulübesi olacak...

Yaylaya dönüyoruz. Hava iyice bozdu. Gökyüzünü gümüş rengi bulutlar kapladı. Sert esen rüzgar yaprakları içeri topluyor. Dışarıdaki tuvalet girişleri kuru yapraklar ve ağaç dallarıyla dolmuş.

Ergün Bey ağabeyi ile geleceklerini söylemişti. Az önce duyduğum motor sesi onların gelişini haber verdi. Rüzgardan dışarıda oturmak mümkün değil. Gece bütün sandalyeleri verandanın altında toplamıştık zaten. Taş Ev'in girişine bir masa atmış gece yazılarımı orada yazmıştım. Ercan Bey'in ilk gelişi Taş Ev'e. Yukarı çıkıp salonu gezdiriyorum. Web sitesini o hazırlayacak. Girişteki masaya oturup çaylarımızı içerken nasıl bir tasarım üzerinde çalışacağız onu tartışıyoruz. Daha önce yaptıkları işleri örnek gösteriyorlar. Web sitemiz sade ama dikkat çekici bir dizayna sahip olmalı. Rezervasyon işlevini barındırmalı mutlaka. Sayfaların İngilizce karşılığı da olmalı. Metin yazarlığı ve İngilizce çeviriyi ben yaparım dedim. Fotoğraf çekimi ve web tasarımını onlar ayarlayacaklar.  Önümüzdeki günlerde fotoğraf çekimleri olacak.

Birden beklenen yağmur bastırıyor. Verandadan ve üst kat balkonundan yağmuru seyretmek, yağmur damlalarının yapraklara vuruşundaki sesi dinlemek ruhumu dinlendiriyor. Tire'yi duman bürümüş. Artık manzaramız beyaz bulutlar. Zeytinlere çok iyi gelecek bu yağmur. Yağmur dinince Ergün ve Ercan kardeşleri yolcu ediyoruz.

Aşkın Şef çalışanlar için bir şeyler hazırlamış. Aslında çoktandır öğlen yemeğini kaldırmıştım ama dayanamayıp yine oturuyorum sofraya. Nefis bir salata eşliğinde verandada atıştırıyoruz.



Hava muhalefeti nedeniyle çok gelen giden olmuyor bugün. Ara sıra yoğun temponun yerini sükunete bırakması rahatlatıyor bizi. Erken gönderelim çalışanları dediğim sırada içeri bir araba giriyor. Bu da çalışanların şanssızlığı. Az önce gönderiyorum onları evlerine. Eşim çoktan odasına çekildi. Bu satırlar yazılırken, aşçı da benim garson da. Sorarım size bundan ala bir hayat var mı?

TİRE'DE SONBAHAR

19/09/2016 Pazartesi, Tire

Bugün kahvaltı servisimiz yok. Saat 12.00'de açacağız kapıları. Dün hazırladığımız listeye göre alacağımız malzemeler var. Muhasebeciye uğrayıp z raporlarını ve biriken faturaları vermem gerek. En önemlisi kaza raporunu alıp Rüştü Ustaya vereceğiz. Oğlum Hüseyin'e kapıyı açmak üzere yaylada kaldı. Eşimle birlikte indik çarşıya bu sefer.

İşlerimiz rayında gitti. Son olarak toplu konut pazarından aldık domatesimizi, biberimizi. Yaylaya döndüğümüzde demir kapıyı açık bulduk. Belli ki Hüseyin gelmiş. Hava kapalı ve sürekli rüzgar var. Kuru yapraklar nedense Taş Ev'in kapılarından girip içeri doluşuyorlar. Artık sonbahar "Ben geldim." diyor yavaş yavaş. Hüseyin'in keyfi kaçık sabahtan beri. İşleri zoraki yapıyor. Hava iyice kararmaya başladı. Gelen bütün misafirleri üst salona aldık bugün. Zeytin'e bakmaya giderken damlalar atıştırmaya başlıyor. Tepemde fazla saç olmadığından yağmurun başladığını herkesten önce anlıyorum.

Hüseyin'den terastaki cevizleri çuvallara doldurmasını istiyorum. İki çuval doldurduktan sonra kesiliyor yağmur tamamen. Hüseyin de çuvalları doldurmayı kesiyor. Öğleden sonra izin istiyor. Kendini iyi hissetmiyormuş, doktora görüneceğini söylüyor.

Daha önce gelen misafirler müdavimi oluyor Taş Ev'in. Facebook sayfamız pek çok kişi tarafından takip ediliyor. Bugün İstanbullular ağırlıktaydı. Genel olarak yazlıklardan dönüyorlar. Oturuşları, kalkışları, sohbetleri hemen dikkat çekiyor bu insanların.

Akşam geç vakit çoluk çocuk kalabalık bir grup geldi. Burada çocukların ellerine çubuk kraker vermek moda olmalı. O krakerler salona dökülüp üzerine basılınca ortalık batıyor. Ya dünkü çocuklu gruba ne demeli. Dışarıda ne kadar kum varsa süs havuzunun içine taşımışlar. Biz çocuklarımızın başkalarına zarar vermemesi için onlara göz kulak olurduk. Burada bu işler hiç önemsenmiyor olmalı.

Aşkın Usta bir ara ailesini almaya gitti. Akşam geç vakte kadar mutfakta eşi ve kızı bize yardımcı oldular. Aybaşından itibaren kadroya katılacaklar bir sürpriz olmazsa. Gelen misafirler Taş Ev'i büyütmem konusunda devamlı telkinde bulunuyorlar. Bense küçük olsun, benim olsun diye düşünenlerdenim. Yine de bakalım günler ne gösterecek...

(Fotoğraf: Hakkı Çılgın)

19 Eylül 2016 Pazartesi

AYNANIN İÇİNDEN

18/09/2016 Pazar, Tire

Dün gece epey geç yattığım için sabah kimse uyandırmadı beni. Saat dokuza doğru oğlum şarjdaki telefonumu kapıp geldiğinde açtım gözlerimi. Arayan Ergün Bey'miş. Günün ilk kelimeleri dökülecek ağzımdan. Boğazımı temizliyorum, sesim uykulu çıkmasın diye. Saat onda kahvaltıya gelmek istiyorlarmış. Dört kişilik yer ayırtıyor. Jet hızıyla ayılıyorum. Hüseyin daha yok ortalarda. Dünden belliydi gecikeceği. Onun geleceğini hiç düşünmeden sıvadım kolları. Önce verandanın masa, sandalyeleri silinecek, arkasından yerler süpürülüp paspas çekilecek.

Yukarıdaki salonun temizliği, hatta eğer gelmezse Hüseyin, tuvaletler sırada bekliyor... Gece boyunca serbest kalan Zeytin'i yerine bağlamak da benim işim. Bir koşturmacadır başlıyor Taş Ev'de pazar sabahı. Gün boyunca öyle de gidiyor zaten. Bugün açılışından bu yana en kalabalık günüydü Taş Ev'in. Ne kahvaltı etmek geldi aklıma ne de yemek. Neydi önemli olan; Misafir memnuniyeti...

Facebook sayfamız misafirlerimizin artmasında en büyük etken. Ayrıca gelip memnun kalanlar, mutlaka çevresine, arkadaşlarına anlatıyor buradaki ortamı. Misafirlere gösterilen ilgi pek hoşnut ediyor insanları. Tatlısından tuzlusuna, kahvaltısından ızgarasına kadar sunulan lezzetlerin geri dönüşlerdeki payı da büyük. En önemlisi, yeni bir mekan konuşuluyor artık  Tire'de, adı Taş Ev...

Facebook önemli bir buluşma yeri. Bizi levhalarımızla birlikte en fazla tanıtan organ şimdilik. Ne var ki, Taş Ev'in konumu yanlış tanımlanmış. Düzeltmeye çalıştım ama beceremedim. Akşama doğru bir beyefendi arıyor beni Tire'den. Taş Ev'in yerini soruyor. "Facebook'ta konum olarak çarşı içini gösterdiği için tam iki saat Taş Ev aradık burada." diyor. Tarif ediyorum. Teşekkür edip kapatırken ekliyor."Geç oldu artık ama yerinizi öğrendim, ilk fırsatta geleceğiz Taş Ev'e."

Çok değişik kesimlerden insanlar Taş Ev'in ziyaretçileri. Ziyaretçi diyorum, çünkü gerçekten müze gezer gibi ilk gelişleri. "Biz yemeğimizi yedik ama merak ettik Taş Ev'i geçerken bir uğrayalım dediydik." Havuz başından başlayan ziyaret, veranda ve üst salonda noktalanıyor. Taş Ev hayran bırakıyor ziyaretine gelenleri. Salonun bütün Tire'yi gözler önüne seren manzarası ziyaretçileri büyülüyor adeta. Henüz sunulan lezzetlerden habersiz "Sadece bu manzara için gelinir buraya" diyor biri. Bir diğeri ağzı açık seyrediyor hayranlıkla. "En kısa zamanda yemeğe geleceğiz.." diyorlar ayrılırken. Oturacakları masaları bile gözlerine kestirmişler çoktan.

Ergün Bey, zarif eşi ve yakışıklı çocuklarıyla birlikte kahvaltıdalar. Yanlarında misafirlerini de getirmişler. İşte bu benim gelmek istediğim nokta. Eğer bir gelen, daha sonra misafirini da yanına alıp geliyorsa doğru yolda ilerliyoruz demektir. Ancak şimdi daha önemli bir aşamadayız. Bu aşamanın adı istikrar. Gelen misafirler Taş Ev'de aynı ilgiyi, aynı lezzeti, aynı ortamı, aynı temizliği bulabilecekler mi? Yılmadan yorulmadan bunu sağlamak zorundayız. Ergün Bey profesyonelce fotoğraflar çekmiş, sağ olsun paylaştı benimle, ben de sizlerle paylaşacağım. Yukarıdaki oldukça ilginç bulduklarımdan biri. Taş Ev'in üst salonunda bir ayna. Küçücük aynaya koca salonu sığdırmış... 

Bugün müziğe yine müdahale yapıldı. Hem de durumları ve konumları iyi olduğu hallerinden belli bir masadan. Masadaki gençlerden biri müziği değiştirmenin mümkün olup olmadığın sorduktan sonra Türkçe taverna müziği çalmamızı istedi. Türkçe Rumca karışık bir müzik listesi başlattık.  Yüzler de gülümsemeye başladı.

Benim için de önemli bir sınav oldu bugün. Masalara menülerin götürülmesi, siparişlerin alınması, her masadan ayrı ayrı ilave isteklerin yapılması, masadan kalkıp hesap isteyenler... Aklıma gelmişken. Diğer bir adetten bahsedeyim bu arada. Hemen hemen hiç kimse masadan kalkmadan hesap istemiyor burada. İnsanlara masada hesap ödemeye alıştırabilmek için sırf bu yüzden kasa bile yaptırmadım. Ne gam, yemeğini bitiren kalkıp Taş Evin kabul salonunda bitiyor ve kasa arıyor. Gezer kasa benim diyor, ayaküstü alıyorum hesabı orada. Bazen siz masanızda otursaydınız desem de faydası olmuyor alışkanlığı yıkmaya. Bu davranışın inceliği üzerinde biraz kafa yormaya çalışıyorum. Bahşiş bırakmamak olabilir mi acaba? 

Eşim için bugün daha rahat bir gündü. Çünkü bugün mutfakta yeni bir eleman çalıştı. Hiç durmaksızın akşama kadar bulaşık makinesine tabak bardak yetiştirdi. İşin hakkını verdi doğrusu. Önümüzdeki ay sürekli bir eleman başlayacak aynı görev için. Eğer bu yoğunluk devam ederse bir de yeni garson.

Sadece kendi yaptığı tatlı servislerini hazırladı eşim büyük bir zevkle. "Trileçe" bir anda bitti, arkasından "tiramisu" yu soktu devreye. Bu arada ustamızın de kendine hassas lezzetleri süratle açığa çıkıyor. "Dondurmalı irmik tatlısı" her mevsim misafirlere sunulacak. Biz tatlıyı severiz. Misafir yemezse biz yeriz hesabıyla yapılıyor bütün tatlılar. Sadece tatlı mı? Yöresel bir tat, düğünlerin vazgeçilmezi "keşkek" artık Taş Ev'in menüsüne giren yeni bir lezzet..
                                                                                                                                                                                         

18 Eylül 2016 Pazar

SEHA HOCA

17/09/2016 Cumartesi, Tire

Bazen yumaktaki ipin ucunu arar gibi nereden başlayacağımı düşünürüm. Gün boyunca bir sürü olay yaşıyor, her günün sonunda olayları zihnimde tasnif ediyorum. Öyle zaman geliyor ki yaşanan önemli bir an diğer detayların önüne geçiveriyor. Bugün de öyle oldu...

Yoğun bir gün yaşadık. Eleman eksikliğimiz sürüyor. Bayramın getirdiği bu yoğunluk daha sonra devam eder mi acaba? Her geçen gün daha fazla tanındığımız ortada. Televizyon haberlerinde önümüzdeki birkaç gün yakıcı sıcaklar olacak demesine karşılık sabahleyin hava oldukça serin. Veranda kapısındaki rüzgar çanı durmaksızın tıngırdadı durdu bugün.

Oğlum erkenden arayıp onu ne zaman alabileceğimi soruyor. Nasıl alayım ki. Arabaların ikisi de serviste. Benimki saat on birde çıkacak bakalım. Sanayiye gidip arabayı alıp gelmesini söylüyorum.

Hiç boş kalmadı bugün veranda. Kulaktan kulağa yayılan Taş Ev'in ününü duyan yeni misafirler, "Hayırlı olsun" a gelen köylülerle doldu taştı. Bunlardan biri Kadir'in dedesi Cambaz Ali. Gelinini ve uzak köyden düğün için gelen misafirlerini alıp gelmiş. Bahçede ceviz toplayanların başında kalan eşi gelememiş. Mardin'de askerlik yapan Kadir'i soruyoruz. İyi diyor annesi, gülerken gözleri doluyor. "Zayıflamış biraz" diyor. "Dönsün gelsin çalışacak burada yine" deyince "İnşallah" diyor dalgın gözlerle.

Öğleden sonra servisten aldığı arabayı getiriyor oğlum. Bir fırsatını bulup tavla oynuyoruz yine. Bu sefer şans benden yana. En sonunda yeniyorum onu. İkinci oyuna geçiyoruz. Gelenler oluyor, oyunumuz yarım kalıyor. 

Akşam'a doğru kapının önünde bir ses duyuyorum. Bir anda Seha Gidel Hoca ile burun buruna geliyoruz.  Seha Hoca eşimin baba tarafından akrabası. İyice yaşlanmış artık ama kafası son derece yerinde. Yıllardır vazgeçemediği alışkanlığı hala devam ediyor. Kaplan'ın tepelerindeki kayalıklardan güneşin batışını izlemek...

Eskiden yürüyerek gelirmiş buralara. Şimdi şoförü getiriyor. Zorlukla yürüyebiliyor artık. Üstü zayıf görünüyor. Bir şal örtüyoruz hastalanmasın diye. Otuz yıl öncesine gidiyorum bir anda. Elinde fırçası tarihi hamamdan bozma atölyesinde resim yapıyor. Tire'den önemli bir sima. Senelerce resim öğretmenliği yapmış. Karakalem, yağlıboya bir çok resim yapmış. Eserlerinin bir kısmı Tire Müzesinde sergileniyor. Kültür merkezlerine adını vermiş, sohbetinden büyük zevk aldığım bir büyüğüm, Seha Gidel. 

Bir Taş Ev'e bakıyor bir de bana ve eşime. "Kim verdi bu fikri size?" diye soruyor. "Biz düşündük." diyoruz. Yukarı salona çıkacak kadar iyi hissetmiyor kendini. Ancak gördükleri bile şaşırtıyor onu. Bu Taş Ev'de kimlerle ne içkiler içilmiş, ne sohbetler yapılmış kim bilir? Dalıp gidiyor gözleri eskilere, çok eskilere...
   

17 Eylül 2016 Cumartesi

İŞ BAŞINDA

16/09/2016 Cuma, Tire


Kendime sordum bugün. Bayramın en çok nesini seversin? diye. Cevabım beklemeden geldi hemen. Çocuklarımla birlikte olmasını... Bayramın bitmesine üzüldüm bu yüzden. Önce kızım döndü İzmir'e. "Yarın sabah çıkarsın hava aydınlığında" uyarılarımızı hiçe sayarak. Birkaç gün sonra oğlumuzu da Ankara'ya yolcu edeceğiz gibi görünüyor. Böylelikle yine Edi ile Büdü kalacağız yaylada.

Mutfağa bulaşıkçı bulamadık hala. Eşim çok yoruluyor. Ama aramızda kalsın laf dinlemiyor. Tek noktada uzun süre ayakta kaldığı zaman ağrıları başlıyor. "Yorma kendini, ben yaparım" dediğimi duymuyor bile. Cevabı hazır: "Kim yapacak, komşular mı?"

Güzel bir haber daha. Aşkın Usta'nın eşi gelmek istiyormuş Taş Ev'de çalışmaya.

Kızım her türlü maskaralığı denedi üzerimde. Israr edip eşimi dışarı çıkarınca mutfaktan gelip önlüğü geçiriverdi boynuma. Hemen çekti fotoğrafımı, "Hadi bakalım bugünkü kapak fotoğrafın benden." derken...

Bir ara tavla oynadık. Yine yendi beni, tavlayı sıkıştırdı kolumun altına. Hamak keyfi yaparken aldı bir poz daha. Fazla sürmedi bu keyfim. Olgun Usta geldi, arabayı götürmek için. Taş Evi gezdirdim. Cumartesi günü akşamına şimdiden eşiyle 1 numaralı masaya rezervasyon yaptırdı. Her perşembe günü aynı 1 numaralı masa Ödemiş'ten gelen misafirlerimiz için ayrılmış durumda. Herkesin gözü köşedeki bu masada....





Akşam yemeği için yassı spagettiden mantarlı, kremalı bir makarna hazırlamasını rica ettim. Tam onu hazırlamaya başlamıştı ki, iki aile misafir geldi. Yattı bizim spagetti derken, borcam tepsiyi uzattı. Gerçekten sihirbaz bu adam...

Geç vakit kızımı uğurladık.

Akşama doğru Onur Usta aramıştı.. Radyatörde delik falan yokmuş. Bilmem nerenin borusu patlamış. Yarın saat on bir gibi arabamı teslim edebileceğini söyledi. Güzel bir haber bu.       

16 Eylül 2016 Cuma

GECE VERANDA KEYFİ

15/09/2016 Perşembe, Tire

Bayramın son günü. Kızımın arabası olmasa herhalde araba kiralardım. Bayramdan önceki kaza nedeniyle servise çekilen eşimin arabasından sonra bayramın üçüncü günü radyatörü delinen arabamın hizmet dışı kalması zora soktu beni. Daha erken kalktım bugün.  

Bayram günlerinde günlük cirolar üç aşağı beş yukarı aynı seviyede seyrederken bazı günler kahvaltı, bazı günler alkollü içki satışları ağırlık kazandı. Bugün cuma akşamı diye yorumlanan perşembe akşamı olduğu için olsa gerek içki satışından ziyade ızgaraya daha fazla talep oldu.

Hüseyin bu sabah neşeli geldi. Alkolsüz ve alkollü içkiler grubu ondan soruluyor artık. Bazen hatalı davranışları olsa da zeki çocuk aslında; kolayca kapıyor işi. Verandada kahvaltı etmekte olan grup iki gün önce de gelmiş, çalan müziğin çok hoşlarına gittiğini söyleyerek ayrıldılar. Hüseyin tutturdu, "Amca gözünü seveyim değiştir şu müziği geçen gün çaldığın müziği çal." Önce ne dediğini anlamayarak tersledim. Sonra eşim müdahale etti. Gidip yanına sordum. "Ne istiyorlarmış? Türkçe pop mu?" "Yok amca, geçen gün çaldığın müzikten, hani çok beğendikleri var ya..." Yahu ben nereden bileyim ne zaman ne çaldık? Hoparlörden yükselen müziğe kulak kabarttım. Kulağa hoş gelen bir müzik. "Bak" dedim Hüseyin'e. "Çalan müzik gayet güzel." Değiştirmeyi aklından bile geçirme...

Öğlen saatlerinde çoluk çocuk on beş kişilik bir grup geliyor üç ayrı arabayla. Önce verandaya bakıyorlar. Sonra salonu görmek için yukarı çıkıyorlar. Hüseyin'e sormuşlar, yanımızda bir şeyler getirdik burada yiyebilir miyiz diye. Eşim ve Hüseyin şaşırmışlar ne demeli diye. İş bana düştü. Ben saygılı ama biraz da yumuşak sert bir tonla "Maalesef dışarıdan yiyecek kabul edemiyoruz mekanımızda" dedim. Bir restoranda nasıl böyle bir teklif yapılıyor anlamakta güçlük çekiyorum. Eğer çıkınında poğaça börek varsa gideceksin bir ağaç altına, açacaksın termosunu, içeceksin çayını. İki masayı birleştirdik en manzaralı yerden. Yetmedi, çocuklar da diğer bütün masalara yayıldılar. Sadece dokuz çay içip gittiler. Eminim çay parası da yüksek gelmiştir onlara. Neyse ki çabuk kalktılar.

Daha önce gelen misafirlerimiz yine geldiler. Yazlıklarından dönenler levhamızı görüp buluyorlar bizi. Bazıları Ankara, İstanbul yolcusu, bazıları İzmir. Gelenlerin hemen hepsiyle ortak bir şeyler buluyoruz. Ya eşleri öğretmen eşimin meslektaşı, ya son yirmi yılımızı geçirdiğimiz Ankaralı, ya da benim meslektaşım oluyorlar. Tire'den gelenler de çok oldu. Hepsi belli kültür düzeyine sahip kişiler. Üç bayan bir taksi tutup gelebiliyor ve şehir gürültüsünden uzakta hoşça vakit geçirebiliyorlar. Biliyorlar ki, kimse onları rahatsız etmeyecek, güven içinde  damak çatlatan lezzetlerin keyfini çıkarıyorlar burada.

Aşkın Usta'dan kızıma jest Tiritli Izgara Köfte
İyi niyetli eleştiriler de alıyoruz bu arada. En büyük eleştiri park yeri ile ilgili olanı. Haklı bir eleştiri aslında. Gelen misafirler ağaçların arasına park ediyorlar hali hazırda. Araç sayısının arttığı durumda, hele birileri gelirken diğerleri çıkmaya çalışınca sıkıntı oluyor. Bir diğer eleştiri yolun soluna koyduğum iki konteyner hakkında. Önceden yoldan içeri doğru ilerlerken Taş Ev'in görüntüsü karşılıyordu insanları. Şimdi ise şantiye binası görünümündeki iki konteyner havayı bozuyor. Ağaçların konumu nedeniyle başka bir yere vinçle indirme imkanı olmadığından koymuştuk onları. İleride biraz kamufle etmeyi düşünüyoruz.

Bugün gelenlerden biri de salondaki avizemizi beğenmedi. Daha otantik bir şey olabilirmiş. Evet biz de eski bir at arabası tekerleği kullanmayı düşündük avize olarak ama olmadı, yapamadık. Elbette herkesin aynı şeyden hoşlanmasını bekleyemem. Genel olarak manzara, Taş Ev'in kendisi, mutfağımızda pişenler, sunum ve ilgi çok fazla takdir ediliyor. Hatta garsonumuz Hüseyin sempatik tavırlarıyla zaman zaman yüklü bahşişler koparıyor misafirlerden.

Kuzu şiş + Izgara köfte karışık
Yollarımızın darlığı bir diğer eleştiri konusu. Burada bungalow tarzında konaklama düşünmediniz mi? diye soranlar da az değil. Evet, bu manzarada, ağaçların arasında, bol oksijenli bir atmosferde leziz mezelerin eşliğinde enfes et yemeklere içki eşlik etmeli. Onsuz bir taraf eksik kalır. İçki içen insan nasıl aşağı ineceğim bu yollardan diye düşünüyor. Buna saygı duyuyorum. Dün bize bir vale de gerekecek mi acaba diye sormuştum. Şimdi madem konaklama imkanımız yok nöbetçi şoför mü bulundursak acaba?

Öğleden sonra Necla Ablalar geldi. Neşesine hayranım onun. Hep güler yüzlü, hep esprili. Benim sadık okurlarımdan. Eşim her şeyi yazıyor, bana konuşacak konu bırakmıyorsun diyor bazen. Haksız da değil hani. Diğer taraftan ben yazmayı bırakırsam çeneme vuracağını biliyor. O yüzden yazmamı destekliyor.

Yoğurtlu şiş köfte
Akşam saatlerinde Aşkın Usta gün boyu hazırladığı keşkeği bitirdi. Verandada oturan misafirimize Taş Ev'in ilk keşkeği deyip ikram ettik. Çok beğendiler. Aşkın Usta bizlere de kocaman birer tabak hazırlardı. Çocuklar hariç hepimiz yalamadan yuttuk. Kızım oldum olası balık dışında et yemez. Oğlumu da cezbetmedi çok. Keşkeği bilmezdik biz İzmir'de. İlk kez Tire'de yemiştim evlendikten sonra. Şimdi önüme kaç tabak konulsa yerim, hele bir de güzel yapılmışsa, üzerine tereyağlı salçalı sosunu bolca koyunca...

CNN Türk 15 Temmuz'da tankların önüne geçen kahraman kadınlarımızı anlatmaya devam ediyor (!) Yeni röportajlar, yeni ortaya sürülen filmler. Aman Allah'ım ne büyük senaryo (!) Ne bilinçli ne demokrasi aşığı kadınlarımız varmış meğer. Bütün TV kanallarımız algı yaratmaya tam gaz devam ediyor. Öyle bir darbe düşünün ki her bir detay filme çekiliyor, halkımız, özellikle kadınlarımız darbeyi nasıl önledi anlatabilsin diye. Ne kadar basit bir masal bu. Ama masal dinlemeyi sever bizim halkımız. Biraz daha yazarsam, gelip beni "fetöcü" diye içeri alırlar mı acaba? Bir kaç yıl içeride kaldıktan sonra birileri beni kahraman ilan edip milletvekili yapar mı ki?

Keyifli bir gün geçiriyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde Tire'nin eşsiz manzarasından etkilenen kızım fotoğrafımı çekiyor verandada...
                                                                                                      

15 Eylül 2016 Perşembe

MUTFAĞIN SİHİRBAZI

14/09/2016 Çarşamba, Tire


Dünkü duruma kanıp rahat bir kahvaltı yaparız derken evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu sabah hareket oldukça erken başladı. Rezervasyonlar bir biri ardına gelince Hüseyin'i aradım. Dün gece geç vakte kadar kalmıştı. Üç dört kez çaldıktan sonra açabildi telefonu. Hemen gelmesini istedim. Cevap vermedi. Kahvaltıyı falan boş verip  misafirlere mahcup olmamak için ailecek başladık hazırlığa.

Hüseyin geldiğinde o da tuttu bir ucundan ama gelgelelim yüzünden düşen bin parça. "Ben yoruluyorum, bu kadar uzun çalışamam, parayla alakası yok bunun." diye söylenmeye başladı. Sakinleşmesi için zaman verdim. "Sonra konuşuruz." 

Eğer tahminim doğruysa akşam bizden çıktıktan sonra kendini dağıtacak kadar içmiş, sonra da sabah ayılamamıştırhazırlığa . Çünkü onu aradığımda sabah saat onu geçiyordu. Gün içinde havaya girdi, neşesi geri geldi yine.  

Gelen misafirler övgü dolu sözler sarf ediyorlar. Eleştirdikleri tek konu park sahasının yetersiz olması... Bir anda beş altı araba gelince dar alanda manevra güçleşiyor. Bazen ağaçların arasına düzenli park ediyorlar arabalarını ama bazen de diğer araçların önünü kapatıyorlar. Seneye bir de vale hizmeti mi versek acaba?

Öğlene doğru Aşkın Usta geldi. O gelince hepimiz rahat bir nefes alıyoruz. Yeni tatlar sunuyor birbiri ardına. Hiçbir panik havası yok. Aynı anda elli kişi gelse sakin sakin hallediyor işini. Bugün de yaptığı bir şovdu bizim için. Akşama doğru oğlumla alışverişe çıktık. Tire'nin en eski dondurmacısından sakızlı dondurma aldık. Dönüşte mantarlı kremalı tagliatelle, üzerine  nefis bir dondurmalı irmik konuldu önümüze. Basit bir patates kızartması ya da bir meyve tabağı elinde bir sanata dönüşüyor. Aşkın Ustayı bir kez daha takdir ediyoruz.  

O kadar özlemişim ki, hemen çatalımı daldırıyorum tagliatelleye. Ne onun ne de dondurmalı irmiğin fotoğrafını çekmek gelmiyor aklıma. Aşkın Usta her zamanki sakinliği içinde gülümseyerek "Bir daha ki sefere çekersiniz, sıkmayın canınızı."

14 Eylül 2016 Çarşamba

TAŞ EV'İN ZEYTİN'İ

13/09/2016 Salı, Tire
Sabah geç kalktım. Kahvaltıdan sonra Zeytin'i serbest bıraktım. Yeni döşenen kilit parke taşlarının aralarını doldurmak için beyaz toz serpiştirilmiş yılankavi yolda bir aşağı bir yukarı deli gibi koşturuyor. Hızını alamayınca yolun üzerinde biriken tozlar kaydırıp düşürüyor onu. Şaşkın bir şekilde ayağa kalkarken komikliğine güldürüyor bizi. Artık on kiloyu geçti. Kucağa alırken zorlanmaya başladık.

Öğlene kadar meze hazırlığı vardı. Eşim ve Aşkın Usta birbirlerine nazire yaparcasına hünerlerini sergiliyorlar. Ben de oturup menüleri gözden geçiriyor, eksikleri tamamlıyorum. Sabahki durgunluktan sonra öğlene doğru hareket başlıyor. Bir haftalık tecrübe sonunda alkollü içkilerde tercih rakı ve biradan yana. Şarabın ise pek yüzüne bakılmıyor.

En kalabalık günlerimizden biri olmasına rağmen müzik krizi de yaşamadık sayılır. Her ayrılanın aklı Taş Ev'de kalıyor. Internet üzerinden çaldığımız müzik internet paketimdeki sınırı zorlayacak gibi.

Eleman eksikliğimiz hala devam ediyor. Bu yüzden zaman zaman garsonluk yaparak Hüseyin'e yardımcı olmaya çalışıyorum. Geç saatlere kadar kalanlar oluyor. "Hadi artık geç oldu, kalkın gidin." denilmiyor.  Ara sıra masaya gidip bir istekleri olup olmadığını soruyorum. Her seferinde yeni istekler alıyorum. Önce Aşkın'ı sonra Hüseyin'i gönderiyorum. Bugün çok övgü işittim Taş Ev hakkında.

Şehirden dönüşte arabayı park edeceğim sırada ön kaputtan yoğun bir duman çıkmaya başlıyor. Yeniden çalıştırmadan evvel servise göstermem gerekiyormuş. Yarın Olgun Ustayı arayacağım bakalım...