Taylor çığlık attı. “Hey, hey, sakin olun adi
herifler!”
Karşı hücredeki adam sevinç içinde bağırdı, “Helal sana,
Adolf, bombaları iyi savuşturdun. Dayan komutan!”
Elinde aeresol kutusu olan muhafız ona kadar saydı,
sonra bir Ninja servis penceresi kapağını kaldırıp içeri doğru göz yaşartıcı sprey püskürttü.
Taylor, “Yeter artık, göremiyorum. Bu yaptığınız
orantısız güç kullanımı. Yüzbaşıyla görüşmek istiyorum. Onun öksürdüğünü
duydum.” dedi.
Elinde aerosol olan muhafız, "Tabii, hemen onu
size getireceğim" dedikten sonra Ninja’lardan birine başıyla işaret edip yeniden servis penceresinin kapağını açmasını istedi ve Taylor'a bir kez daha göz yaşartıcı sprey
püskürttü. O yan tarafa çekildiği esnada üç Ninja içeri daldı. İçlerinden biri, “Yat
aşağı, yat, yat, yat.” derken, kısa bir
kargaşa oldu ve sonra Taylor'u çırılçıplak gördüm. Elleri arkasından kelepçelenmişti. Yüzükoyun yatarken Ninja’lardan birinin ayağı sırtına basıyordu. Her şey
saniyeler içinde olmuştu. Diğer taraftan iki gardiyan daha geldi ve şilte, havlu
ve Taylor’ın kıyafetlerini hücreden dışarı çıkardı.
Taylor, “Lanet olası zenci işbirlikçisi pislikler.”
diye bağırdı. Ninjalardan biri kafasına bir
tekme savurdu. Video kameralı gardiyan, yanındakilere, tüm eşyalarını dışarı
çıkarıp ateşe vermelerini söyledi. Ninjalar Taylor'ı hücresine geri itti. Video
kameralı gardiyan,
“Hücreni temizleyene kadar yerde uyuyabilirsin.” dedi. Ona paspası
uzattı. Zamanı kaydetmek için kamerayı kol saatine doğru tuttu ve sonra
dördü hep beraber ayrıldılar.
Koridorun karşısındaki mahkûm keyifle söyleniyordu, “Ne
eğlenceydi ama!”
İki saat sonra, sıkıca sarılarak fişek haline
getirilmiş çizgili bir defter kâğıdı çelik hücre kapımın altından geçerek metal
komodine çarptı ve yere düştü. Onu alıp dikkatlice açtım. Kurşun kalemle yazılmış,
üçüncü sınıf karalama bir mesajdı:
“Cehenneme
hoş geldin, Çaylak. Ben, El Águila. Yan
komşun bir dazlak, belki de çirkin olduğu için yüzünü Nazi sembolü bir
dövmeyle kapatmaya çalışmış. Onun adı Taylor. Yine de endişelenmene yer yok. Sadece
konuşur o. Duyduklarım doğruysa yaşlı karısını öldüren zengin bir adammışsın.
Satranç oynar mısın benimle? Eğer cevabın evet ise, açılış hareketim e4. Ha bu arada Nerelisin?”
Not, gülen bir
suratla imzalanmıştı.
İlk bakışta onu görmezden gelmeyi düşünüyordum.
Burada arkadaş edinmek, özellikle de yanlış kişilerle arkadaşlık yapmak istemiyordum.
Ancak Taylor'ın aksine bu adam deliye benzemiyordu ve tahta olmaksızın satranç
oynama teklifi hoşuma gitmişti. Kâğıdın arkasını çevirdim ve yazmaya başladım.
“Beni lütfen rahat bırak. Adım Zhettah. Houston'lıyım. Ayrıca, mahkûmların diğer mahkûmlara neden
burada olduklarını sormamaları gerektiğini düşünüyorum. e5.”
Kâğıdı aynı şekilde kıvırıp fişek yaptım, yere uzanıp
kapının altından karşı kapıyı görmeye çalıştım ve kağıda orta parmağımla sert
bir fiske vurdum. Águila'nın "İyi atıştı, Çaylak” dediğini işittim. Bir an için kendimle
gurur duydum.
İki dakika geçmeden mesaj geri döndü. Águila şöyle
yazmıştı:
“Sana bir şey
sormadım, Çaylak. Ne biçim ismin var senin? Sana ben "Avcı" diyeceğim, anlaştık
mı? Şahın Gambit’ini seviyorum. f4.”
Ben de ona hemen cevap yazdım,
“Haklısın,
söylemedin. Ama merak ediyorsan söyleyeyim, ben masumum. Sen nerelisin? exf4.”
“Tamam, her
neyse Patron. Aslına bakarsan, hiçbir yerden değilim. Laredo'da doğdum ama çok yer
dolaştım. NF3.” şeklinde bana
cevap verdi.
Mideme bir şey saplandı. İlçe
hapishanesinde, yanı başımdaki hücreye
mahkûm süsü verdikleri bir polis koymuşlardı. Onunla arkadaşlık edip bütün sırlarımı paylaşacağımı
ümit etmiş olmalıydılar. Yapılan tüm hile ve tuzakları, birden samimi olmalarını, benimle iletişim kurmak için bahane yaratmalarını kavramaya başlamıştım. Ama neyi bana hala itiraf ettirmeye
çalıştıklarını anlayamıyordum. Zaten suçlu bulunmuştum. Zaten mahkûm olmuştum.
Zaten buradaydım. Yapmaya çalıştıklarının hiç bir anlamı yoktu. Oturdum yazdım;
“Hepiniz
bir senedir yapmadığım bir şeyi yaptığımı söylememi istiyorsunuz. İstediğiniz
olmayacak. Ben eşimi sevdim.”
Son cümlemin altını çizmiştim. Sonra hamlemi “d6” olarak not ettim ve bir de dipnot ekledim: “Ben zengin
biri değilim.”
Anında geri döndü.
“Bu Fischer
Savunması. Oyunu gerçekten biliyor gibisin. Bunu yarına kadar düşünmeliyim. Epey
açıldığını görüyorum. Ve ayrıca sakinleşmen gerek, Avcı. Yapmadığın şey için bana
bok atman gerekmez. Buenas noches, Inocente.” (*)
Bir anda ona haksızlık ettiğimin farkına vardım.
Sabah olunca kendisinden özür diledim. Saatime baktım. Zaman bir şekilde geçiyordu.
Neredeyse gece yarısı olmuştu. Pleksiglas penceremden gördüğüm beyaz parıltılı
ışıkların hapishane duvarlarına yansıyan güvenlik projektörleri olduğunu
anımsayana kadar onları ay ışığı parıltısı sanmış ve büyülenmiştim. Dişlerimi
fırçaladım, yüzümü yıkadım ve uzandım. Gözlerimi kapattım. Sabaha karşı saat
dördü çeyrek geçe servis penceresinin demir kapağı sert metalik bir ses
çıkararak açıldı ve gardiyanlardan biri toz yumurta, ılık kahve ve kızartılmamış
bir dilim beyaz ekmek paketinden oluşan kahvaltı tepsisini içeri sürdü. Tam
dört saat boyunca deliksiz uyudum. Hemen hemen iki yıldır bu kadar iyi dinlenmemiştim.
İlçe hapishanesinin ortak alanında bulunan TV'ler,
öğleden sonraları sürekli olarak komşunun çimine çişini yapan köpeğin sahibini konu alan ya da Bluegrass'ın hakimiyetindeki banliyöde, garaj orkestrasından birinde hip-hop yapan öfkeli gençlerle ilgili anlaşmazlıklara başkanlık eden yargıçların şovlarına
ayarlanmıştı. Mahkûmlar, bu sahte hukukçuların sahte sertliğine gülüyorlar,
onları zorba olarak kabul ediyorlar, onlara cevap vermelerine izin verilmeyen zayıf insanlarla alay ediyorlar ve güçsüz insanları aşağılayıp şikâyetlerini
önemsemiyorlardı. O şovlardan nefret ediyordum. Onları bile özlemiştim. Çünkü ölüm hücrelerinde
televizyon yoktu.
Taylor’un göz yaşartıcı gazları yediğinden sonraki
sabah, saat sekizde Lila geldi ve bana bir ziyaretçim olduğunu, eşyalarımı
toplayıp ayakkabılarımı giymemi söyledi. Hiç bir şeyim yoktu ve hiç ziyaretçi
beklemiyordum.
“Emin misin, benim için mi gelmişler?” diye
sordum.
“ Malzemelerini al, yoksa seni onları almadan
çıkartırız.” dedi.
“Hiç malzemem yok.” dedim.
“Eller” dedi.
Arkamı dönüp çömeldim, hücreye doğru uzandı ve
kelepçelerimi taktı. Sonra,
“Geri çekil.” dedi.
(*) Buenas noches, Inocente: (İyi geceler, Masum)
(Devam edecek)
Bu kitap elimde olsa tam şu anda sayfaları skimming and scanning yöntemi ile okuyup bitirirdim Mr. Kaplan. Ben film izlerken de böyle oluyorum, dayanamıyorum, sabırsızlanıyorum. Hatta yalnız izliyorsam ileri alıyorum filmi bazen. Süreç değil, sonuç odaklı olduğumu anlatmıştım daha önce biliyorsunuz. Şu an "Eeeeee ne olacak bu adama?" modundayım :D
YanıtlaSilBen de merakımı yenemedim ve dediğiniz yoldan olayı çözdüm:) Gerçekten çok detaya girmiş ve insanı meraktan çatlatıyor. Bu şekilde heyecan dozunu da arttırmış oluyor. İkinci bölüm devam ediyor, bu bölümün sonunda olay çözülecek ama heyecan başka bir yönde devam edecek:)
Silbuenos noches lafını çok severiim sölenişi çok güzel :) bu satranç oyununu sevdim. bobby fischer, müthiş oyuncu, fischer humması var ünlü söz, satranç ve o mesajlaşma hoştu :) satranç, en büyük meraklarımdan yaa :)
YanıtlaSilBu laf, İtalyanca, Fransızca, Portekizce ve İspanyolca dillerinde birbirine çok yakın, evet ben de severim:)
SilFischer bir efsaneymiş. Hayat hikayesini okudum bu sayede. Fischer Savunması meşhurmuş, Kralın Gambit'ine Fischer savunması diye wikipedi'de yazıyor. Fisher fever de çok ilginçti:))
Turnuvalara katılmışsındır o zaman:)
fischer'in en büyük rakibi rus spassky. satranç ilkokulda iken amcam öğretti. iki merakım vardı. satranç ve masa tenisi. üniversitede iken her ikisinde de ustalaştım. takımlarda oynadım. üniversite bitince lisanslı satranç oyuncusu oldum ve hakemi ve antrenörü. severim. masatenisinde daha çok ilerledim yani başarım daha çok. onda da hakem oldum. satrançtan çok para kazanamadım ama mastenisinden çok kazndım, türkiyede amerikada. yani şöyle, iddialı maçlar olur ya, 2500 dolara bir maç yaptım örneğin :)
SilAferin sana:)) Seninle gurur duyuyoruz kalp, kalp, kalp :)))
Sil