"Ev, arsa, koltuk, dolap vs. malın-mülkün sahibi miyiz, yoksa kölesi mi?"
İlk bakışta malın-mülkün kölesi olduğumuzu düşündüm. Sahip olmak insanı ne ölçüde mutlu ya da mutsuz edebilir? Bu konunun anahtar sözcükleri mutlu ve huzurlu olmak sanırım. Her insanın kendini mutlu hissedeceği durumlar birbirinden farklı olmakla beraber sahip olmak konusunda ölçünün kaçırılmadığı sürece kölelikten kurtulabileceğimizi düşünenlerdenim. Sahip olmanın kıskançlık, egoizm, nefret gibi bazı olumsuz duyguları harekete geçireceği dikkate alındığında olumsuz etkileri var elbette. Burada mal-mülk sahibi olmanın insanı nasıl köleleştirdiği konusunda sayfalarca yazabilirdim. Ancak blog platformu ve özellikle Ağaç Ev Sohbetleri benim için özgürce kendi fikirlerimi paylaştığım bir ortam. Bu yüzden en başta kendime karşı dürüst davranarak gerçek düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Mülk ya da para sahibi olmak belli ölçüde bir zorunluluk ancak ölçüyü kaçırdığımızda sahip olduklarımızın kölesi durumuna gelmekle kalmayıp çevremizden gelecek her türlü düşmanlık ve kötülüğe de kucak açmış olmaktayız. Ben kendi açımdan ölçülü davranmaya çalışıyorum. Buradaki ölçü, yaşamım boyunca kimseye muhtaç duruma düşmeden halen sahip olduğum refah düzeyini korumamdır. Bugünkü dünya düzeninde aşırı derecede mülk ve para sahibi olmak güç, bunlara hiç sahip olmamak ise güçsüzlüktür. Bence her ikisi de mutsuzluk kaynağı. Eğer biri çıkıp bana yaşamımı idame ettirecek bir geliri garanti etse hiçbir mülke gereksinim duymam. Nedir ihtiyacım olan? Moda ve lükse girmeyen şeyler. Yani oturacak bir evim olsun, öyle villaya falan özenmem. Şöyle derli toplu net 140 m2 bir ev yeter bana. Fakat evimin bulunduğu semt önemli. Çevremde yaşayan insanlar görgülü, eğitimli ve saygılı kişiler olmalı. Evimde fazla eşya olsun istemem. Ancak evlilikte sadece benim borum ötmüyor elbette. Uzun süren evliliklerde zamanında ihtiyaç hissedip aldığınız bir sürü eşya işlevini yitirdikten sonra kıyılıp atılmıyor maalesef. Özellikle hanımlar her şeyin elinin altında olmasını istiyorlar. Para verip aldığınız şeyleri atmaya kıyamıyor insan. Kişisel harcamalarım oldukça az. Altımda SUV aracım var. Bahçe işlerinde, restoranımızı işletirken, yaylanın dik ve virajlı yollarında ona ihtiyacımız vardı. Şimdi BMW ya da Mercedes'te asla gözüm yok. Ayağımızı yerden kesecek bir binek arabayla değiştirmeyi düşünüyorum. Çünkü yakıt ve yedek parça masrafları beni köleleştiriyor. Pandemi sonrasında yılda bir kez yurt dışı seyahat etmek isterim. Ayda bir ya da bazen iki kez dışarıda yemek yemek, kültürel faaliyetleri izlemek, yazın on beş gün ya da bir ay değişik yerlerde yaz tatilini geçirmek ve ihtiyacım kadar yemek yiyip, giyinip kuşanmak, sağlık harcamaları dışında bir gereksinimim yok. Bunlara evin elektrik, su ve ısınma, temizlik, gibi rutin ihtiyaçlarını da eklersem sanırım tamam olur. Yine de sahip olduklarımla ülkede ortalama bir vatandaşın üzerinde kabul ediyorum kendimi. İster gelir getiren mülk, ister herhangi maddi bir gelir benim bu ihtiyaçlarımı karşılıyorsa kendimi köleleşmiş görmüyorum.
Bütün bunların yanı sıra bir de çocukların gelecek yaşamını kolaylaştıracak bir şeyler yapmak lazım belki. Özellikle eşim bu konuda benden çok daha hassas. Bazen ona hak vermiyor değilim. Çünkü bu çocuklar bizim isteğimizle dünyaya geldiler. Çocuklar anne va babalarına karşı aynı sorumluluğu taşımazlar ama bizlerin onlara olan sorumluluğumuzun ölene kadar devam edeceğini düşünüyorum. Hayatın ne getirip ne götüreceği bilinmez.
Sahip olmak konusunda ölçünün dışına taşmak huzursuz eder. Pazar alışverişinden bile çoğu zaman rahatsız olurum. Bu yüzden pahalı olduğunu bildiğim halde manavı tercih ederim. Çünkü günlük yemek için üç adet domates alacağına pazardan üç beş kilo domates alıp ondan sonra bunu tüketmek için çırpınmanın alemi yok. Reklamı yapılan şeylerden, hediye almak ya da hediye alınması fikrinden hoşlanmam. Evimizde ihtiyacımız olmayan o kadar çok hediye edilmiş eşya var ki. Elbette biz de kalkıp başkalarına karşılığını yapmışızdır. Onlar da kim bilir hangi evlerin bir köşesinde atılı. Modayla hiçbir alakam yok. Başkasında olanı asla kıskanmam, halimden memnunum. Çok fazla mal-mülkün ya da paranın huzur getirmeyeceğini, mutlu etmeyeceğini biliyorum. Çünkü hırs, belli bir süre sonra insana zarar vermeye başlar. İstek ve arzuların sınırı yok. Ve bizim sınırsıza ulaşma imkanımız da yok. Sonuç olarak ne ele güne muhtaç olacak kadar maldan mülkten yoksun olalım, ne de bizi yoldan çıkaracak ve kendimizi köleleştirecek kadar malımız ve mülkümüz olsun.
ölçülü kölelik yaniiii pekuuu :)
YanıtlaSilKölelikten kurtulmanın yegane yolu çizgiyi aşmamak:) Fakat ne yazık ki ölçü çizgisi kişiye göre değişiyor:))
SilAynen varlığı bir dert yokluğu yara:)
YanıtlaSilEvet, düşüncelerimiz benziyor.
YanıtlaSilBize o sınırı aşmamak düşüyor.
Ve herkesin sınırı da kendine göre değişir.
Ne güzel:) Kesinlikle. Şeytana uymamak lazım:)
SilBazı kişiler " yav,para mülk nedir ki onemli olan insanlık.." 🙄 vs gbi cümleler kurduğunda, aklımdan şakayla karışık "siz bir evsiz parasız kalında, o zaman görelim sizi,bakalım böle konuşabilecek mişsiniz" diye geçer..🙂 Aslında onlarda bunu iyi niyetle söylerler ama "evi var,parası var" gibi rahat bir yaşam sürdükleri için dünya gerçeğini görmeden konuşurlar, doğru konuşurlar ama eksik konuşurlar..Sizin dediğiniz gibi ölçü önemli burada..Yazınızda dediğiniz gibi bence de işin sırrı,ölçüyü kaçırmamakta,çok dogru,emeğinize sağlık..😊
YanıtlaSilİnanır mısınız, yazıma başlarken ben de malın, mülkün insanı köleleştireceği yanılgısına düşmüştüm. Bundaki yanılsama mal ve mülk deyince aşırı bir servetin aklımıza gelmiş olması olabilir. Gerçekten de aşırı varlık insanı despot, kıskanç, doyumsuz ve nihayetinde sahip olduklarının kölesi haline getirir. Fakat aynı şekilde mevcut dünya düzeninde hiçbir şeye sahip olmamak aynı derecede insanı mutsuz kılar ve yaşam mücadelesini zorlaştırır. Teşekkür ederim:)
Silhediyeler konusunda da konuşmak lazım. gerçekten hediyeler yük olabiliyor, atsan atılmaz, satsan satılmaz. belki yenilebilecek şeyler hediye edilebilir, biter gider :)
YanıtlaSilAynı fikirdeyim:) Ya da banka çeki falan olabilir. O zaman gerçekten ihtiyaca harcanır para.
Silölçü önemli değil mi! ölçü kaçtı mı iş zorlaşıyor her zaman. :)
YanıtlaSilHer şey ölçüye bakar ancak sorun o ölçünün kişiye göre değişkenlik göstermesi sanırım:)
SilGenel kanı,okuduklarımdan ve bence de, herşey ölçüsünde olmalı. Tabi biz bunu kendi durumumuza göre söyleriz genelde. Çok zengin olsak ''Ölçüsünde'' kavramımız değişecektir. Ya da bizi hep bir kanaatkarlığa itmişler, ''azıcık aşım ağrısız başım ''diye beynimize işlemişler ki zenginler mallarına mal, paralarına para katsın. Pasta fazla bölüşülmesin. Yani çok parası olan, zengin olan mutsuz mu sanıyoruz acaba. Çok malımız olmasını istemeye korkutulmuş muyuzdur? Sahiplik-kölelik kavramları beni hep çok düşündürür. İnsan karakterlerine bakıp bakıp, çözemem.:)
YanıtlaSilKanımca ölçü konusu üzerinde biraz durulmalı. Şimdi diyelim ki 40 dairem var ve bunlardan aylık 100.000 TL gelir elde ediyorum. Eğer bütün kırk kiracıyla uğraşırsam o dairelerin kölesi olurum. Düşünebiliyor musunuz, bazısı kirayı geciktirecek, bazısı eve zarar verecek, çıkartmaya çalışacaksın çıkmayacak. Ancak bir avukat tutup ona diyelim ayda beş bin TL öder, güvendiğim bir şirketle anlaşıp dairelerin bakım, onarım ve kiralama işleri için aylık on bin TL bir fon ayırır ve sahip olduğum daireleri artık unutur bankada biriken parama bakarsam o zaman onların sahibi olurum. Fakat genelde hepsini kendimiz üstlenmeye çalışıyor ve o on beş bin TL yi gözden çıkaramıyoruz. Moda köleliğin bir başka aracı. Tüketime çanak tutuyor. Ev dekorasyonundan, giyime, takıdan, kişisel bakıma kadar benzeri pek çok konuda birbirimizle yarışıyor, kendimizi modaya uymadığımız takdirde dışlanmış hissediyoruz. Parası çok olan da yapıyor bunu parası olmayan da. Parası olmayan her şeyden tasarruf edip başını sokacak bir ev peşinde (ki ben bunu mevcut kapitalist düzende kölelikten ziyade bir mecburiyet olarak değerlendiriyorum) parası olan altındaki Mercedes'in bir üst modelini almaya çalışıyor. Aşırı hırs, kıskançlık ve aç gözlülük köleliğin açık göstergeleri bana göre:)
SilBelki de köleliğin temelinde kimseye muhtaç olmadan yaşama dürtüsü var.Evim olsun ev sahibi ile uğraşmayayım. Arabam olsun ayağım yerden kesilsin. Eh koltuk, masa, kıyafet gerektiği kadar derken yıllar içinde dediğiniz gibi birikiyor. Bizde genelin aksine çöpçü evin erkeği. Atamaz, attırmaz. Geçenlerde paylaştım çok istediğim odun masa için girişimde bulundum ama salona koymam için birşeyleri atmam-vermem lazım. Eşim 2 masa da dursun nolcakki diyor!!!
YanıtlaSilSanırım kölelikten kastedilen başka bir şey. İhtiyacından fazla olanın sana hükmetmesi. Burada kimse yok, sadece sahip olduğun mal mülk var. Örneğin ev, bana göre ihtiyaç. Ha, kirada da oturabilirsin güvendiğin sabit bir gelirin varsa. Fakat böyle bir gelirin yoksa kimse sana evini açmayacak, sokakta kalacaksın. Lakin araba olmasa da olur. Toplu taşım araçlarını kullanabilirsin. (Gerçi pandemi sürecinde o da ihtiyaç haline geldi ama bu durum biraz özel) Araba bu yüzden sadece rahat seyahat etmen için. Fakat sen ona bakmazsan o da görevini yapmayacaktır. Yakıtını alacaksın, bakımını, tamirini yapacaksın. Trafik, kasko sigortası, temizliği, park sorunu derken bir noktadan sonra ayaklarını yerden kesmen için sana hizmet eden araca bir bakmışsın sen daha çok emek harcıyor, bir nevi zevkin için onun kölesi haline geliyorsun. Bu durum tabii bir tercih meselesi. Benim için bu kölelik değil zevkle bunları yaparım, param var nasıl olsa yakıtını koyar, sigortasını yatırır, park ücretini veririm ve bunlar benim başka ihtiyaçlarımdan kısmama sebep teşkil etmez diyorsan amenna:)
SilDiğer eşyalar da benzer şekilde. Gerekli gereksiz, ihtiyacın olan olmayan her şeyi almaya kalkarsan hem gereksiz harcama yapmış olursun hem de faydasını görmediğin eşya için evin serbest alanını daraltır, daha çok temizliğe zaman ve/veya para harcarsın. Madem para verdim der, atmaya kıyamazsın ev kullanmadığın bir sürü eşyayla dolar ve senin yaşam alanın küçülür. Evin çöpçüsünde cinsiyet ayrımı pek yok sanırım:) Fakat o almayı düşündüğünüz ikinci masa eğer ihtiyacınızın ötesindeyse işte o zaman ikisini de muhafaza etmekle köleliği kabul etmiş olursunuz bence. Ben olsam ne yapardım; Öncelikle yeteri kadar param varsa ve gerçekten işimi görecekse alırdım ama eskisini mutlaka gözden çıkarırdım. Her zaman böyle mi yapıyorum ben, hayır:) Bazen bunları düşünmeden veriyoruz kararımızı. Belki de vahşi kapitalizmin birer figüranından başka bir şey değiliz ve tüketmek bizim için sanki tek yol.