Dünkü yorgunluğu üzerimden atmaya fırsat bulamadan haftamızın son çalışma gününe başlıyoruz. Elimizde ne var ne yoksa tükenmiş durumda. Bugünün sıradan bir pazartesi günü olmadığını yaylaya çıkar çıkmaz fark ediyorum. İlk iş olarak verandanın süpürülüp yıkanması, masalarının titiz bir şekilde silinmesi lazım. Buradaki işim biter bitmez yukarıdaki salona geçeceğim. Henüz çay suyu ısınmadan İzmir'den, Söke'den arabalar dolusu insan akıyor Taş Ev'de kahvaltı etmek için. Sadece hafta sonları kahvaltı servisimiz olduğunu söylüyorum. "O kadar yoldan geldik, arkamızdan Belediye Başkanı da geliyor." diyorlar. Bir anda kapıdan girip çıkan araçlar dolduruyor bahçeyi. Hafta sonu değil ama bugün tatil olduğundan kahvaltı vereceğimizi tahmin etmişler. Bunu hiç düşünmediğimi fark ediyorum. Belki de dünkü yoğunluktan sonra bünyemin kaldıramayacağını hesaplayan beynim bu düşünceyi kafamdan siliyor (!)
Eşimi arıyorum. O da dünün yorgunu. Oğlumla kızım koşuyorlar imdadıma. Onlar geldikten sonra şehre dönüp eksik alışverişlerimi tamamlıyorum. Bahçe içinde park yeri bulunmadığını ya da Taş Ev'in restoran değil de özel bir malikane olduğunu zanneden misafirler kapıdan dönüyor. "Kapıya bir levha koyun park yerinin içerde olduğunu gösteren." diyerek kibarca öneride bulunan bir misafirimize "Çok kalabalık olursa yorulurum. Burası gelen misafirlerimiz için olduğu kadar benim için de bir keyif yeri." diye karşılık veriyorum.
Çocuklar avluda Venüs ve Fifi'yi yıkıyorlar. Venüs yerinde durmuyor. Fifi tam aksine uslu uslu yıkatıyor kendini.
İşlerin içinde bugünün özel bir gün olduğu çıkıyor aklımdan. Sosyal medyada bir cümle ilgimi çekiyor. "1 Mayıs madem işçi bayramı, o zaman neden memurlar tatil yaparken işçiler çalışıyor?" Her şeyin bir kandırmaca olduğunu düşündürüyor bu bana. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Dışarı yansımayan bir iktidar savaşı var her yerde. Hak hukuk kimsenin umurunda değil. Ülkenin genelinde de durum aynı, ailede de, mutfakta da. Biri milli irade kılıfını kullanır tükenmek bilmez hayallerine, biri son sözü kendisinin söyleyeceğini söyler, bir diğeri kendisinin bulunmaz kaftan olduğunu zanneder. Sonunda su yolunu bulur, hak tecelli eder. Olan olup biteni anlamayan ahmaklara olur.
Misafirlerimiz akıl vermeye devam ediyor bütün iyi niyetleriyle. Manzara tarafına geniş bir balkon ne de güzel olurmuş? Bir diğeri bayılmış Taş Ev'e, reklamımızı yapacağını söylüyor. "Bu güzel mekana gelip şereflendirdik." diyor. Hayır, kendimi tutmam, gülmemem lazım. İyi niyetle söylenmiş bir söz aslında, bilmeden, cahilane. Cumhurbaşkanı gelse, "Ben gelip mekanınızı şereflendirdim." der mi hiç? Yok, yanlış örnek verdim, bizimkisi diyebilir belki... Neyse konu o değil. Ben işyeri sahibi olarak, "Geldiniz, şeref verdiniz." diyebilirim. O nezaketen benim hakkım. Yoksa kim olursa olsun "Ben geldim sizi şereflendirdim." diyemez. Türkçe'nin katiliyiz millet olarak. Yerel bir haber sitesi ölümlü bir trafik kazasından bahsediyor. Haberin altındaki yorumlar kazadan daha feci. İşte bir örnek: " Abicim o kadar hızlı gelinirmi ya en az azami hızı 150 km var." Var mı böyle bir şey? Tiye almak geliyor içimden herkesi. Azami hızlar ikiye ayrılır: En az azami olanlar, en çok azami olanlar. Anlı şanlı büyük TV kanallarında meşhur spikerlerin "geri iade" ettikleri zaman onlara "ileri iade" yi sormak isteyişim gibi. Kelimelerin anlamını bilmeden konuşuyor, sonra niye bizi kimse anlamıyor diye dertleniyoruz.
Bir de başını kaldırmadan anlıyor görünüp anlamayanlar var. Hata üstüne hata yapıp ödül bekleyenler, kananlar, kandırılanlar... Şehit oldu evladın ne mutlu sana deyip kendi çocuklarını askerden kaçıranlar, 1 Mayıs İşçi Bayramı deyince eline bayrağı alıp horon tepmek zannedenler var bu memlekette. Ne işçiler gördüm ben, yemek yediği kaba pisleyen. Ne işverenler gördüm çalışanını yerlerde süründüren. İşçi de oldum, işveren de. İyi insan da gördü bu gözler kötüsünü de. Her dinden her milletten, her memleketten. Bir çürük domatesin bir kasa sağlam domatesi nasıl bozduğunu da. Ama er ya da geç o çürük domates layık olduğu yeri bulacak sağlam olanlar ayakta kalacak.
Kıssalarımın hisseleri vardır, isteyen buyurup alabilir hissesine düşeni. Adam vardır ağzından bir laf çıkar, dolaşır herkesin dilinde. Adam vardır hep boş konuşur. Değişik olsun bugünkü finalim, Orhan Veli'nin anlamlı şiiriyle...
KİTABE-İ SENG-İ MEZAR
I Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah´ın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendiye
II
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
III
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzgar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yaz işiyle:
´Ölüm Allah´ın emri,
´Ayrılık olmasaydı.´
Orhan Veli bu şiirine de bir yaşam felsefesi sığdırmış. Çok sevdiğim bir şiiridir.
YanıtlaSil"İşçi Bayramı" değil de "Emek ve Dayanışma Günü" demek daha uygun geliyor bana.
Kadınlar ve çocuklar var bir de insanı düşündüren. Yazın yaylada kadınlar erkeklerden daha düşük yevmiye ile çalıştırılırlar. Okula gitmeden çalışmak zorunda kalan çocuklar da içler acısı.Bayram değil, anılan bir gün sadece...
Haklısınız. Bayram deyince aklıma kutlamalar, eğlenceler geliyor. 1 Mayıs işçinin ağzına verilen 1 Kaşık bal.
Sil
YanıtlaSilProfösör "YAZIK OLDU SÜLEYMAN EFENDİYE" kaydınıza yeni bir yorum yaptı:
Aslında 1 Mayıs İşçi bayramı olarak oturmuş bir tabir. En azından yılda bir kez işciler bir araya gelmeyli ve eğlenleyi. Emek ve dayanışma ise yılın 365 günü olmalı. Kesintisiz bir dayanışma ancak işçileri hak ettiği yere götürebilir. Siyasetin dar kalıplarına işçinin alın teri ve emeği kurban edilmemeli.
.....
Artık sağ sol da karıştı bizim ülkemizde. Sol anlayış işçilerin ve çalışanların emeğini korumak ve evrensel ahlakı da vicdanen yüreğinde taşıması gerekirken, ne yazık ki sarı sendikaların kurbanı oldu. Ben liseyi imam Hatip'te okumama rağmen ve bütün sınıf tercüman gibi sağ sağ gazeteleri okurken, bırıkanı snıfı, bütün okulda sol tandanslı "Politika" gazatasini hergün düzenli olarak alıyor ve okuyordum.Tabiri caizse bütün sınıf da benim gazeteden otlanıyordu doğrusu. Farklı farklı fikirlerde de olsak bizim için insanlık ideali önemliydi. İnsan olma şuuru ve vicdan. İşte o zaman da ahlaken olgunluğa erişiyorsunuz. Sevgi, şefkat ve merhamet duygusu daha da belirgin hale geliyor.
.....
Yüreğinde segi, şefkat ve merhamet duygusu taşıyanları da arkadaşlık ve dostluğun yanında onları en yakın ailemden sayabiliyorum. Böyle insanlar oldukça, kötülüklerin, çirkinliklerin, yanlışların, karanlığı ve zulmün önüne set çekilebileceğine inanıyorum.
Ben ODTÜ yurtlarında kalırken değişik sol fraksiyonların yayınları ile sol görüşlü gazeteler ile birlikte aşırı sağ görüşe sahip gazete ve dergilere yer verilirdi. İlk yıllarda buna anlam verememiştim. Sahip olduğu düşüncenin sağlamlığına güveniyorsa insan, karşıt fikirlerden faydalanmalıdır. Samanyolu TV ye Fethullah Gülen çıkıp iki gözü iki çeşme ağlarken ben bu adamın peşine takılan zavallılara gülerdim.
SilSon paragrafınızda yazdıklarınız ile aynı görüşe sahibim.
Teşekkürler...