"Ramazan ayının güzellikleri"
Bu soruya cevabım çocukluk yıllarında çok farklı olurdu. O zaman oradan başlayayım. Aileden kaynaklı yetiştirilme tarzım, çevre etkisinden dolayı ramazan ayı hakkında düşüncelerim bugünküyle kıyaslanamaz. Çok sevdiğim dedemi kaybettiğimde on yaşındaydım. Ölümünden birkaç ay önce elimden tutup Yüzbaşı Hasan Ağa camisine götürmüştü beni. Benden büyük üç öğrenciyle birlikte indirdiğimiz ilk hatimlerin duası yapılacak, mevlid okutulacaktı. Bendeki hava, dedemim gururu inanılmazdı. Birkaç gün önce aynı camide peygamberin sakalını öpmüştük! Cam fanusun içinde bir kıl. Kilise papazlarının elinde buhurdanlıkları, cemaati takdis eder gibi... O zamanlar ramazan ayı diğer aylardan çok farklıydı. Sabahları sahura kalkmak bir onur meselesiydi benim için. Akşam iftar saatine mağrur bir komutan edasıyla girer, cennetteki yerimi sağlamlaştırdığımı sanırdım. Mustafa adında bir arkadaşım vardı mahalleden. Babasının küçük bakkal dükkânında geçirirdik zamanımızın çoğunu. Ramazan ayı geldiğinde dükkânın kapısını kapatıp yan yana namaz kıldığımızı hayal meyal hatırlarım. Akşam vakitleri başka bir heyecan sarardı bizi. Her gece farklı bir camide kılardık yatsı ve teravih namazlarını. Ne kadar uzakta kılarsak sevabı o kadar büyük olur derlerdi! Sokak aralarında yolumuza devam ederken çerezciden aldığımız kâğıt külâh içinde 50 kuruşluk tuzlu fıstık sohbetlerimize eşlik ederdi. Neler konuşurduk aklımdan çıkmış tamamen. Bayram ziyaretleri pek eğlenceli gelmezdi bana. Çünkü diğer çocuklar gibi kapı kapı dolaşıp para toplamanın ayıp olduğunu söylerdi büyüklerimiz. Hacı babaanne ziyaretlerinin de ilgi çekici bir yanı yoktu zaten. Mutlaka bayramın ilk günü gitmek zorundaydık. İzmir'in en yakın ilçesinde oturuyorlardı. Evlerine vardığımızda kanapeye ayağımızı toplayıp otursak, köpek oturuşu diye kendimize çeki düzen vermemizi isterlerdi. O zamanlar hiç sevmediğim ev yapımı baklava en meşhur ikramlarıydı. Israrla ilâç gibi yemek zorunda kalırdım. Evde kazara buzdolabı bozulsun. Mutlaka bu biz çocukların işiydi! Bayramlık olarak tek kuruş çıkmazdı ceplerinden. Çocuklara akide şekerinin yanı sıra verdikleri hediye sadece küçük çocuk mendilleriydi. Hacı dedemiz, nam-ı diğer makinist Ahmet, gençliğinde her haltı yemiş, yaş kemale erince nedamet getirmiş bir zattı. Kutsal topraklardan döndükten sonra dede sözcüğünün önüne "hacı" sıfatını mutlak surette koymak zorundaydık. Devamlı kuran okur, hatim indirir ve onları bir kenarda biriktirirdi. İhtiyacı olanlara ya da ölmüşleri için talepte bulunanlara biriktirdiği hatimlerden satardı. Evet, satardı. İhtiyaç sahipleri gönüllerinden kopanı beyaz bir zarf içind takdim ederlerdi kendisine. Ben de o zamanlar kuran okumayı tecvidiyle öğrenmiştim. Hatta henüz on bir, on iki yaşlarında olmama rağmen yaz tatillerinde camilerde açılan kuran kurslarında öğrencilerim bile vardı. Bu yüzden hacıların evinde yediğimiz öğle yemeğinin ardından sofra duası okuma görevi bana aitti.
Aradan geçmiş yarım asır. Nereden nereye... O günleri özlüyor muyum, hayır. Eskiden "hayırlı cumalar" lâfı edilmezdi pek. Şimdi her şey hayırla anılıyor sosyal medyadaki gruplarda. Hayırlı kandiller, hayırlı ramazanlar, hayırlı bayramlar... Bayramlar, cumaların diğer günlerden farkı yok benim için. Özlediğim tek şey ramazan pidesi diyecektim ona da gerek kalmadı, bizim fırınlar yıl boyunca her gün ramazan pidesi çıkartıyorlar artık. En azından bizim fırıncıların ramazan ayının diğer aylardan farklı olmadığını kavramış olmaları sevindirici. Allaha şükür medeni bir vilayette ikamet ediyoruz. Yıllar önce Konya'da çalışıyordum. Şantiye suları içilmez olduğu için yoldaki bir çeşmeden bidonlara su dolduruyorduk. Yaz günüydü. Dalıp çeşmeye ağzımı dayadım. Başımı kaldırdığımda ihtiyarın biriyle yüz yüze geldik. O düşmanca bakışı unutamam. Yine ihaleye teklif verebilmek için işin yapılacağı yeri görmek üzere Karadeniz bölgesinde bir yere gitmiştik. Ramazan ayıydı. Ne sabah kahvaltısı, ne öğle yemeği yiyebildik... Her yer kapalı, bakkalı, fırını her yer. Akşam iftar vaktine kadar aç kaldık, niyetsiz oruç tutmuş olduk. Küçük bir ilçeydi son durağımız. Lokantalardan birine girdik. Top atılmak üzere kimseye sormadan çorbalar önümüze konuldu. Açlıktan yutkunuyoruz ama kimse elini kaşığa uzatmadığı için beklemek zorundayız. Kabir azabı gibi bir şey...
Ramazan adetleri, oruç tutma, sahur, iftar, ramazan davulu gibi ritüeller bana garip geliyor şimdi. Hiçbirinin eğlenceli bir yanı yok. Bu dünya bir sınav yeri, herkes hesabı ahiret günü verecek martavalına inanmıyorum. Dini konularda ahkâm kesen mürşitlerin bir eli yağda bir eli balda. Saf ve salak müritler ekmeğe muhtaç. Cami imamları siyasi otoritenin maşası durumunda. Diyanet padişahın emrinde. Yani tekrar ediyorum, geldiğim noktada ramazan ayının hiçbir eğlenceli yönü kalmadı benim için. Tam aksine şeriat yanlıları ve dini siyasete alet edenler, tarikatler ve cemaatler bu ayın hürmetine saf vatandaşları kandırarak yanlarına çekmeye çalışıyorlar yerel seçimlerin arifesinde. Aklımın ermediği; bu çağda, teknoloji ve bilimin geldiği bu noktada, insanlar iki bin yıl öncesinin antik Yunan filozoflarının zekâsından, düşünce yapısından nasıl daha geri olabiliyor? Ülkemizde bir rönesans yaşanması gerek. Nasıl avrupada kilise kendi alanına çekildi, dünya işlerinden uzaklaştırıldı, bizde de aynısı yapılması lâzım. Diyanet tez elden kapatılmalı, imamların maaşı ve cami giderleri cemaatleri tarafından karşılanmalıdır. Dini kurumlar, cemaatler, vakıfların ticari ve siyasi bağlantıları yok edilmeli ve bunları sıkı bir şekilde denetleyecek maliyeci ve hukukçulardan müteşekkil bir organ teşekkül ettirilmelidir devlet tarafından. O zaman göreceğiz bakalım ülkenin yüzde kaçı müslüman, camiye kaç kişi gidiyor? Bu arada herkese hayırlı ramazanlar!
Mr. Kaplan bu anlattıklarınız hüzünlendirdi beni. Keşke eskisi gibi keyif alabilseydik Ramazan'dan. Benim çocukluğum da sizinkinden farklı değildi. Teravih için camiye giderdik anneannem ile. Bazen de mahalledeki yaşça büyük kadınların evlerinde toplanılıp kılınırdı teravih namazı. Biz çocuklar nasıl heyecanlanır nasıl sevinirdik onlarla birlikte eteklik giyip başımızı örtüp namaz kılarken... Sahura kalkmak, sobanın üzerinde kızarmış tereyağlı ekmek, haşlanmış yumurta ve sıcacık ballı süt... İftarı dört gözle beklemek, sofrayı kurarken açlıktan kıvranmak, sofraya erkenden oturup beklerken ekstra sevap kazanmak :)))
YanıtlaSilOrtaokul yıllarımda oruç tutarken 5 vakit namaz kılmaya başlamış ve Ramazan'dan sonra da yaza kadar devam etmiştim. Namaz sonrası seccade üzerinde dua ederken tüm dünya yok olur, sanki uzay boşluğunda sadece yıldızlar, ben ve Rab kalırdı. O huzuru bir daha hiç yakalayamadım galiba.
Zamanla benim için de anlamını yitirdi din, ibadet, ahiret gibi kavramlar. Ama nedense bir-iki gündür aklımdan oruç tutmak geçiyor. Hatta dün gece rüyamda oruç tuttuğumu gördüm. Ama rüyada oruç sebebiyle dikkatim o kadar dağılmış ki arabayı park edip kapısını açık bırakmışım ve başka bir araba çarparak kapıyı koparmış, kaza yapmış rüyamda. Ben kazayı görmüyorum. Arabaya geri döndüğümde kapısının kopmuş olduğunu görüyorum ve çevredekiler başka bir arabanın kaza yaptığını söylüyor. Rüya yorumlarına pek inanmam ama oruç tutma isteğimin üzerine bilinçaltımın bana böyle bir rüya ile nasıl bir mesaj vermeye çalıştığını düşünmeden de edemiyorum.
Ramazanı ve diğer dini vecibeleri iki yönden değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan birincisi şekil yönüyle diğeri ise anlam yönüyle. İslâm dininde eleştireceğim pek çok konunun yanı sıra nispeten makul gördiğüm şekil esaslı müeyyideler ve bazi ahlâki normlar mevcut. Rivayet odur ki, Ramazan ayında nefsin terbiyesi esastır. Oysa nefsin terbiyesi sadece bir ayla sınırlı olmaması gerekir. Sözgelimi on bir ay dinen yasak olan şarabı iç ramazan ayında bırak olmaz. Bizde ramazan deyince sadece şekle dair unsurlar sahur, oruç ve iftar anlaşılmakta. Ahlâki bakımdan çöküntü tam gaz devam ederken, hırsız hırsızlığını yapmaya, insanlar birbirine kazık atmaya, hak yemeye, dedikodu yapmaya ve her türlü haksızlığa, haram yemeye devam eder. İslam dininde peygamberin ölümüyle birlikte iktidar kavgası başlamış ve halifelerin neredeyse tamamı rakipleri tarafından suikaste uğramıştır.
SilSobanın üzerinde kızarmış ekmeğin ve tereyağının kokusu burnuma kadar geldi sevgili Mrs. Kedi. Fakat bu özlemin esas nedeni eski ramazanlar değil, eskinin o doğal, halis tereyağlarından mahrum kalmamız bence. Herhangi bir dine bağlı kalmaksızın gözlerimizi kapatıp kendimizi ve yaşamı sorgulamak mümkün. Oruç tutmak, bedeni dinlendirmek için faydalı olabilir. Bütün bunları dini bir çerçeve içine hapsetmek ve birilerinin koyduğu, sonrakilerin yorumlarıyla türlü şekillere evrilen kurallara bağlamak bana pek rasyonel gelmiyor.
Gördüğünüz rüyanın iç hesaplaşmanızla ilgili olduğunu sanıyorum. Gençken ben de o yollardan geçtim. Uzunca bir süre önce inancımı yitirmeme rağmen dini konulara ilgimi hiç kaybetmedim. Hani biri çıkıp mantıklı bir yol gösterebilse gösterdiği dine inanabilirim. Dinlere olan ilgimin diğer bir sebebi de milyarlarca insanın bilim çağında bana son derece saçma gelen dogmatik fikirlere hâlâ inanıyor olması! Kendinize iyi bakın:)
Antik yunandan şu nedenle daha gerideyiz bence: kimsenin oturup düşünmeye vakti yok. Herkes dünya nimetleri peşinde, sosyal medyada. Orucun anlamı nedir, vücudun gereksinmelerini bile geride bırakarak varılacak bir euh hali, tevekkül, düşünce ve aydınlanma. Şimdiki durumda insanlar gündüz boyu uyuyup oruç tuttuk diyorlar, her şey bir kılıf bir etiket…. bu hale gelmesinde elbette politik akımın da etkisi var ama insanlar da bireysel olarak tembeller, düşünmek anlamaya çalışmak etik ve güzelin peşinde koşmak değil artık öncelikleri….
YanıtlaSilTüm dinlerde oruç var hatta bu sene hıristiyanların oruç dönemi ile ramazan çakıştı :) İslama özgü değil yani, çoklu ve tekli inanç sistemlerinin tamamında oruç bedensel temizlenme ibadetin bir parçası.. Felsefi anlamda da güzel bir farklı hissetme ve düşünme dönemi bence..
Katılıyorum size. Bizi diğer canlılardan ayıran yegane meziyetimiz düşünme kabiliyeti iken çoğumuz bu özelliği kullanmıyor. Buna vakit mi bulamıyoruz yoksa tembellik edip aklımızı başkalarına kiraya mı veriyoruz. Biir zamanlar USA'nın bizimkilere "uçak sanayi kurmanıza ne gerek var, biz size üreteceğiniz uçakların maliyetinden daha ucuza satarız" dediği gibi, şıhlar, şeyhler geniş kitleleri "okuyup düşünmenize ne gerek var, boşuna zamanınızı harcamayın, iki cihanda huzura ermeniz için biz size yapmanız gerekenleri söyleriz" diyerek tembelliğe sevk ediyor.
SilFelsefe yapmak için dine gerek yok sanırım. Güzel bir gece çık dışarı, gökyüzündeki yıldızlara bak, sonra kapa gözlerini, düşün istediğin kadar, vicdanını rahatlat, sorgula kendini, geleceğe dair plânlarını yap, hedefelerini belirle. Huşu içinde sağlıklı durumunu düşün, karşılaşacağın her türlü belaya karşı güçlü ve kararlı olduğunu hisset. Eğer keyfin yerindeyse, varlık nedenini sorgula, iyi bir insan olabildim mi diye sor kendine. Din bunun neresinde? Yoksa aradığın cennetin gölgelikli çadırları, hurma ağaçları, tomurcuk memeli kızları mı? Aradığın sonsuza kadar etlerini yakacak cehennem ateşi mi yoksa? Ohh my god! :)
bizim ülkenin düzeni daha uzun yıllar değişmez belki çok çok ilerde değişir yani doğal yaşamın evrimiyle ancak :)
YanıtlaSilBen de hiçbir düzenin ilanihaye devam edeceğini beklemiyorum. Ancak ömrümüz beklenen değişimi görebilecek mi, biraz kuşkuluyum:)
SilAslında o aklımızda güzel kalan çocukluğumuzun ramazanlarının olduğu zamanlarda yeni yıl kutlamaları da vardı. Ortalama her evde ramazanda nasıl oruç tutuluyorsa, ortalama her evde coşku ile yeni yıl da kutlanırdı. Hiç bir şey aşırı değildi; elbette aşırı dindar olanlar vardı ama ülke dini bahane ederek kutuplaştırılmamıştı. Bu günlerde nedense ağza alınmaktan imtina edilen Laiklik ilkesi tıkır tıkır çalışıyordu.
YanıtlaSilDolayısıyla gelinen noktada o günlerdeki gibi ritüellerin bütün doğallıyla yaşanması zor. Benim için çok uzun zamandır bayram ziyaretlerinin falan da anlamı kalmadı. Rönesans konusunda size katılıyorum. Devletten maaş alan din kurumu ile laiklik bağdaşmıyor. Din tamamen kişilerin kendi iradeleriyle ve kimseye hesap vermeden yaşanan bir şey olmalı... Ne diyelim, hayırlısı :)
Katılıyorum. Eskiden her şey farklıydı. Şimdi eski güzelliklerin tamamından tiksiniyorum. Çünkü yapılan her şeyin bir sömürü aracı olarak kullanıldığı beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Eski ramazan aylarında insanlar ihtiyacı olanlara ellerinden geldiğince erzak ya da nakdi yardım yapardı ve bu davranış takdire şayandı. Şimdi üzerine parti logoları yapıştırılarak yardım kolileri dağıtılıyor. Umarın en kısa zamanda aklımız başımıza gelir:)
SilGüzellikleri çok fazla olsa da zaman içerisinde bunlar azalıyor sanırım. Daha doğrusu insanlar uygulamayı bırakıyor ve bu yüzden eski Ramazanlar deyip dururuz ya da çocukluğumuzda daha güzel olduğunu söyleriz. Umarım güzellik artar. 😊
YanıtlaSilZaman içinde insanların ilgilendikleri, hoşlandıkları, inandıkları şeyler değişebiliyor. Eskiden sevdiğimiz ve yapmaktan mutlu olduğumuz bazı adetlerimiz, gelenek/göreneklerimiz ve dini ritüellerimiz bir süre sonra gereksiz, anlamsız ve saçma gelebiliyor. Bireysel olarak eski adetlerimizin daha güzel olduğunu söyleyenlerin toplum ölçeğinde bir karşılığı olduğunu sanmıyorum. Artık yeni alışkanlıklar teknolojinin sağladığı yenilikler eskinin yerini almıştır çünkü. Bazılarının eski zaman adetlerini zorla tatbik ettirme gayretleri zamana yenilmek zorunda kalacaktır. Sözgelimi ramazan davulcusunun herkese sahur vaktini bildirmek için gecenin bir yarısında bebekleri uyandırması yerine oruç tutmak isteyen kişinin saat alarmını kurması çok daha mantıklı bir çözümdür. Aklımızı kullanmanın bizi doğruya götürecek tek yol olduğunu düşünüyorum:)
SilYabancılar geliba "self reflection" diyorlar. Insanımız kendi üzerinde düşünmeyi bilmiyor. Yalap şap yaşamaktan....
YanıtlaSilKatılıyorum. Düşünmek inanmaya göre zor bir iş ve insanımız her zaman olduğu gibi kolaya meyilli.
Silyeeey, son yazımdaki roman tam da senin seveceğin bir roman. 80 öncesi politik ortam ve İzmir. link de verdim, sen de bu yazıya yorum yapmışsın zaten :)
YanıtlaSilEvet, okumak istediğimi yazmışım yoruma ama sonra aklımdan çıkmış. İyi oldu hatırllattığın. Ben de o sempatizanlardan biriydim işte:) O zamanın solcu lider kadrolarını soracak olursan hepsi birer patron oldu:)). O zaman öğrendim ki hiçbir şeyi kafaya takmamalı...
SilMerhaba Sevgili Kaystros,
YanıtlaSilKonu dışı yorum yazıyorum, kusura bakmayınız.
11 ağustosta bir kaç blogger Balçova' daki Agora Avm de bir buluşma gerçekleştireceğiz, acaba siz de katılmak ister misiniz diye sormak istedim. :)
Sevgiler,
Merhaba sevgili Momentos,
SilDavetiniz için çok teşekkür ederim. Eğer önemli bir engel çıkmazsa memnuniyetle katılmak isterim sizlere eşimle birlikte. Görüşmek üzere:)
Ah çok sevinirim. 🙏
SilGörüşmek üzere.😊
👍
SilAramızda yaş farkı biraz fazlaca olabilir ama seksenler çocuğu olan benim tıpatıp benzer hikayeleri olmuş meğerse geçmişte.
YanıtlaSilDediklerinize katılmamak ne mümkün , lakin sizin de takdir edeceğiniz üzere yazdıklarınız islam değil onu yaşayan insanlar üzere. Dinimiz güzel onu yaşayanlar yanlış klişesini savunacakta değilim:) aslında inançlar üzere konuşmakta istemiyorum bu saatten sonra ama camilere yıldırım düşmesin diye minarelere paratoner konulduğu günden beri besbelli ki kazanan pozitif bilim oldu;) Sizinle tanışmak güzeldi, zarif eşinizle de , kimbilir di toplantıya bir Hollywood starının katılacağını:) sevgilerimle
Kısacık bir zaman da olsa sizi tanımak ve sizinle sohbet etmek çok güzeldi. Yorumunuzu okumadan önce yazımı tekrar okumak durumunda kaldım. Zira epey bir zaman geçmiş aradan. Minarelere paratoner konulması muhteşem bir tartışmanın fitilini ateşleyecek cinsten gerçekten. Umarım siz de ben de bu uyuşukluğu bir an önce üzerimizden atar blog dünyasına dönüş yaparız. Blog yazılarınız ve üslubunuzu çok beğendim, zaman buldukça ziyaret edeceğim. Esen kalın:)
SilBlog dünyasına ne zaman dönüyorsunuz sevgili Kaystros :) Yokluğunuz çok belli oluyor, yazılarınızı ve yorumlarınızı özledik. Bir yerden başlasanız mı artık :)🌱 Selamlar, sevgiler...
YanıtlaSilOff off, sevgili Evde Yazar. Bir kilitlendim ki sormayın. Evet torun bütün günümü alıyor ama asla bahane değil. Geceler benim en azından:) Bırakın yazmayı sizinki gibi çok severek takip ettiğim blogları bile okuyamıyorum. Arada acaba bir arayan var mı diye sayfama bakıyorum sadece. Yorumunuzu da bu sayede gördüm. Haklısınız bir yerden başlamam gerek artık. Umarım sizler iyisinizdir. Sevgi ve selamlar...
Silİyi olmanıza sevindim. Bazen öyle dönemler olabiliyor. Bana da olmuştu bir dönem, işten güçten yazmaya ve okumaya vaktim ya da enerjim kalmamıştı. Ama yine de kürkçü dükkanı misali bloguma döndüm. Benim gibi ara verip dönenler çoktur diye tahmin ediyorum.
YanıtlaSilAilenize katılan "minik insan" eminim size şahane enerjiler ve ilhamlar veriyordur. Kim bilir ne güzel yazılar çıkarırsınız siz bu mucize gibi gelen torun kişisinden :) Bir adım atınca gerisi gelir. Yazma tutkusu dediğimiz şey zaten hep içimizde bir yerlerde bir kıvılcım bekliyor. Bir yorumda sanki kitap yazdığınızı okumuştum yanılmıyorsam... Eğer öyleyse şahane haber bu da :)
Sevgiler, selamlar 🤗