Romantik maceramız başladıktan birkaç ay sonra,
La Ventana'nın ulusal bir dergiden aldığı sıradan eleştiri canımı sıkmıştı.
Tieresse yanıma oturdu ve
“Bakalım düzeltmemiz gereken neler varmış.” dedi.
“Hiçbir şey.” dedim.
“Gerçekten mi?” dedi.
“Evet, hiçbir şey yok. Zaten bu yüzden sinir
bozucu. Adam mekânın renk tonunu, servis takımını falan beğenmemiş, bir de Fransız
şarabı satmadığımızdan bahsetmiş. Yemeklerle
ilgili şikâyetleri, patates üzerindeki sarımsağın ezilmesi yerine
dilimlenmiş olması ve kavrulmuş limonun servis öncesi balıktan çıkarılmamasından ibaret. Sadece bunlar yüzünden bir yıldızımı silmiş." dedim. Tieresse dergiyi elimden aldı,
“Bunu fırlatıp atıyorum. Kafanın içinde kime yer
vereceğine sen karar ver, aşkım. Kıymet bilmeyen birine değerli mülk bırakılmaz.”
dedi.
“Bu stratejin, senin neden daima mutlu olduğunu açıklıyor.”
dedim.
“Sana öyle geliyor. Düşün bakalım, ne demek
istediğimi anlayabilecek misin?" diye sordu.
Moss'u beynimden çıkarmam gerekiyordu ve bunu
yapmak için mükemmel bir yer biliyordum. Tieresse ve benim en sevdiğimiz rotalardan biriydi, Mark Twain Ulusal Ormanı'nda, Blue Spring yürüyüş parkuru.
Yemyeşil ve sessizdi ve eski bir dereye yatağına paralel olarak uzayıp gidiyordu. Çadırımı ve kamp
eşyalarımı pikaba yükledikten sonra Missouri’nin güneyine doğru yola çıktım. Bu
yolculuk, kaderimi belirleyecekti.
Pilotluk lisansımın geçerli olabilmesi için, iki
yılda bir kez, sağlık durumumu sertifikalı bir havacılık tıp uzmanına kontrol ettirmem
gerekiyordu. Bu tür muayeneleri, aile hekiminizle halledemiyorsunuz. Aslında bunlar on
beş dakikadan daha az süren formaliteden muayeneler. Görme yeteneğinizi ve
kilonuzu kontrol edip kalbinizi dinliyorlar. Missouri yolunda bir AME* buldum ve mola verip muayene olmaya karar verdim. Yaşlı bir doktor gözlerimi inceledi ve tansiyonumu ölçtü.
Boyumu yazdı ve BMI'mı** hesapladı. Bana hangi ilaçları kullandığımı sordu. Ne
kadar alkol ve kafein içtiğime ve kaç saat uyuduğuma dair notlar aldı. Bilgisayarının başına geçti ve bilgilerimi FAA*** web sitesine girip güncelledi. Sonra yerinden kalktı, stetoskopu kulaklarına taktı, kalbimi ve ciğerlerimi dinledi.
“En son ne zaman tam bir sağlık kontrolünden
geçtiniz?” diye sordu.
Hatırlamadığımı söyledim.
“Bence bir check-up yaptırmalısın.” dedi. Ona sorunumun ne
olduğunu sordum.
“Muhtemelen bir şey yoktur ama bazı hırıltılar
duydum. Bir miktar sıvı birikmesi olabilir. Son zamanlarda öksürük nöbetleriniz
oldu mu ya da nefes almakta zorluk çektiniz mi?” diye sordu.
Doğru cevap evetti ama inkâr etmiştim. Reinhardt
ziyaretime geldiğinde, o da neden öksürdüğümü sormuştu. Ona omuz silkmiştim. Daha kolay
gribe yakalanıyordum, çünkü artık genç bir adam değildim. Doktoru biraz daha iyi
tanıyabilmiş olsaydım, hastalığımın ciddiyetini onun ses tonundan anlayabilirdim fakat sadece birkaç küçük soru sorması yine de bana umut vermişti. Zatürre ya da benzeri bir enfeksiyonum olsaydı, yatak istirahati
ve ilaçla asla kurtulamayacağımı biliyordum.
“Testleri neden burada yapamıyorsunuz?” diye
sordum.
“Evladım, artık emekli oldum sayılır. Senin gibi
insanlara yardımcı olmak için AME lisansımı kullanıyorum. Uzman bir doktora testleri yaptırmanız lazım. Bu çok önemli.” dedi.
Doktorun dediğini yaptım. Ormanda üç gün geçirmiş olmam kendimi
oldukça iyi hissetmemi sağlamıştı. Dönüş yolumda, Wolf River'daki bir halk sağlığı
kliniğinde durdum. Öksürdüğümü ve nefes darlığı şikayetimi anlattım. Bir hemşire detaylı tıbbi öykümü aldı. On yıldan fazla bir süre içinde hiç check-up yaptırmadığım için herhangi bir karşılaştırma yapma imkânları yoktu. Tansiyonumu ölçtü
ve EKG'mi çekti. Sonuçlar normaldi. Doktor geldiğinde, ona iyi uyuduğumu, hiç
sigara içmediğimi, ölçülü bir şekilde alkol aldığımı, fast food'tan kaçındığımı
ve üniversiteden beri aynı ölçülerde kot pantolon ve tişört giydiğimi
söyledim. Spor yapıp yapmadığımı sordu. Ona, uzun yürüyüşler yaptığımı fakat son
zamanlarda spora daha az vakit ayırdığımı söyledim.
Doktora, mahkûmları ziyaret ettikten sonra
merdivenleri çıkarken nefes nefese kaldığımı söyleyemezdim. Nefes darlığımın
nedenini biliyordum, tıbbi açıklamaya gerek yoktu. Hapishanede olmanın yarattığı
stresten dolayı beklediğim bir şeydi. Irene Johnson ile yaptığım kısa sohbetler, stresle
başa çıkmam konusunda son derece yetersizdi. Yargıç Moss'u hücresine kilitlediğim ilk günü
hatırladım, ona hiçbir şeyin umurumda olmadığını söylemiştim. Şimdi geriye dönüp
baktığımda, kendimi, sandığım kadar iyi tanımamış olduğumu düşünüyorum.
İç çamaşırıma kadar soyundum, doktor beni
inceledi. Çekiçle diz kapağıma vurup Patellar reflekslerimi ve ayaklarımın tabanlarımı
kontrol etti. Eğilip ayak parmaklarıma dokunmamı istedi. Kulaklarımı, burnumu
ve boğazımı muayene etti. Küçük bir sohbet başlattı, bana ne iş yaptığımı
sordu, emekli olduğumu söyledim. Onun iyi bir poker oyuncusu olmadığını, başka oyunlarda da iyi olmadığını öğrendim. Göğüs kafesimin arkasına stetoskopla bastırırken
derin nefes almamı istedi, parmaklarının sertliğini hissettim.
Bunun bir enfeksiyon olabileceğini söyledi.
Zatürre veya bronşit, belki de nefes yollarımda küçük bir tıkanıklık söz konusu olabilirdi. Birçok olasılık vardı, bu yüzden ilk olarak kan vermem ve göğüs
röntgeni çektirmem gerektiğini belirtti. Kansas City'deki üniversite kliniğinde bana bir doktorun
adını verdi.
“Yerinde olsaydım, hiç zaman kaybetmezdim.” dedi.
Röntgenden sonra beni tomografi çekimine gönderdiler
ve daha sonra bir bardağa balgam tükürmemi istediler. İki gün sonra bana, kısa sürede etkili olan bir anestezi verdiler ve bronkoskopi
yaptılar: Doktor, ışıklı bir tüpü boğazımdan akciğerlerime doğru kaydırdı. Bir yandan da tomografi görüntülerini kullanarak göğüs duvarıma bir iğne sapladı
ve ciğerlerimden numune aldı. Üç gün sonra bana IV. aşama akciğer kanseri
olduğumu söylediğinde, ofisindeki deri sandalyeye çuval gibi yığıldım.
“Hayatımda bir gün bile sigara içmedim.” dedim.
“Biliyorum, üzgünüm.” dedi.
Bana ciğerlerimi saran sıvıyı
boşaltabileceklerini ve bunun nefes almamı biraz daha kolaylaştıracağını
söyledi. Kemoterapi hayatımı uzatabilirdi ancak hastalığın bilinen kesin bir tedavisi yoktu.
Sözlerimi tekrarladım, “Ama ben sigara içmiyorum.”
“Akciğer kanseri hastalarının yaklaşık yüzde yirmisinin yaşamları boyunca hiç sigara içmediği biliniyor.”dedi.
*AME: Havacılık Tıp Uzmanı
**BMI: Vücut Kütle Endeksi
***FAA: Federal Havacılık İdaresi
(Devam edecek)
Allah Allaaah ne olacak kiii :)
YanıtlaSilHapishane ciğerlerini çürüttü adamın, yargıçlara ne yapsa az:)
SilBence yazar bir noktada durup baktı: İşler iyice sarpa sardı, Rafael'in bu işten kurtululuşu yok; hapise dönmesine de gönül razı değil; en temizi intikamını(?!) alıp ya da derdini yargıçlara anlatıp onlara bir ders verip ölsün.
YanıtlaSilRafael gereken dersi verdiğini düşünüyor ancak nasıl bu işten kendini sıyıracak bilmiyor. Sanırım Moss gereken dersi aldı ama Stream hâlâ akıllanmış değil, elinden gelse onu yine ilk fırsatta hücreye tıkacak.Şimdi Rafael bir de can derdine düştü, durumu kötü.
Sil