Tieresse, çama benzeyen yumuşak ağaç
kerestesinden üretilen kapı ve pencere kasaları ithal etmek için bir anlaşma yapmak
üzere görüşmelerde bulunmak için Almanya'da bulunuyormuş. O ise, ancak orta düzey yöneticiliğe talim edebilecek bir
C+ öğrencisiymiş ama babası ölünce ona kalacak bir kereste şirketi varmış. Kısa
bir zaman önce boşanmış. Her gün işlerini başkalarının üstüne yüklüyor ve bu sayede
saat beş der demez kendini dışarı atıyormuş. Saat beşi çeyrek geçe bir bar
taburesinde yerini alıyor ve kadınları tavlamak için pusuya yatıyormuş.
Tieresse bana, onun büyüleyici
bir serseri, kendisinin ise çocuk kadar savunmasız biri olduğunu söylemişti.
“Bütün hayatım boyunca, ikisi kadın olmak üzere toplam
üç kişiyle seks yaptım.” dedi.
Onunla her üç ya da dört haftada bir yurtdışına
seyahat ettiğinde ya da o, aynı sıklıkta ABD’ye ve Kanada'ya geldiğinde
görüşüyorlarmış. İkinci kez birlikte olduklarında hamile kalmış.
“Kürtaj yaptırmayı ve ona asla söylememeyi
düşündüm. Bunu neden yapmadım, bilmiyorum.” dedi.
Hamile olduğunu çıtlattığında, bir şişe şampanya
açmış ve artık evlenme teklifinde bulunmanın kaçınılmaz olduğunu söylemiş. Tieresse
buna karşı çıkmış, aradaki mesafe konusunda endişelendiği gibi, onu yeterince tanıyıp tanımadığından da emin değilmiş. O ise, Tieresse’nin istediği her şeyi yapacağını
söylemiş.
“Gözlerimi kör eden bir cazibesi vardı” dedi.
Evlenmelerinden iki ay sonra Tieresse’yi dövmüş.
“Sanırım, hemen önüme diz çöküp ağlasaydı, özrünü
kabul ederdim. Ama o, benden özür dilememi istedi.” dedi.
“Neden senden özür dilemeni istedi?” diye
sordum.
Tieresse, “İşe olan bağlılığım sebebiyle kendini
aşağılanmış hissettiğini söyledi.” dedi.
Ona, pazarda anneme kötü gözle baktıktan sonraki
gün ortadan kaybolan adamı hatırlattım.
Tieresse, “Evet, bu hikâyeyi iyi hatırlıyorum.
Bazen intikam alma isteğinin ne kadar ilkel olduğunu düşünüyorum. Babana
hayranım. Tanıştığımız gün senin de onunla aynı sadakate sahip olduğunu anlamıştım.”
dedi.
“Ben, onun kadar güçlü değilim.” dedim.
Tieresse, “Tıpkı benim gibi sen de kendini
şaşırtabilirsin.” dedi.
Tieresse, Reinhardt'ın doğumundan iki ay önce
onu terk etmiş.
“Merak ettiğin ve bana sormak istediğin herhangi bir şey var mı?” diye sordu.
“Evet.” dedim. “Baban biliyor muydu?”
“Bazı evliliklerde aşk olmaz.” dedi. “Babam
gibi evlilikte aşkın ne olduğunu bilmeyen insanlar, başkalarının buna sahip olabileceğini
asla düşünmezler.”
Evet, hata yapmıştım. Moss'unki bir mantık
evliliğiydi, kariyeri için ona ihtiyaç duyduğunu ve papaz kocasının da ona
ihtiyacı olduğunu, söylentileri bastırmak için kadınlara ilgi duyduğunu
göstermesi gerektiğini düşünüyordum. Bir restorana gitmek için birlikte dışarı çıktıkları zaman el ele tutuştuklarına hiç şahit olmadım, hatta birbirlerine dokunmuyorlardı bile. Hiçbir
zaman uzaktan bile olsa romantik bir şey yaptıklarına şahit olmadım ve bu yüzden evliliklerini mantık çerçevesinde yürüttüklerini tahmin ediyordum,
çünkü beni yanıltacak herhangi bir davranışlarını görmemiştim, hiçbir ortak zevkleri yok gibiydi. Duygusuz ilişkilerine dayanarak aşk
kapasiteleri hakkında varsayımlarda bulunmaya başladım. Büyük bir kilisenin papazı olduğunu
düşünerek onun hakkında değerlendirmeler yaptım. Şimdi bütün bunlarda yanılmış
olup olmadığımı merak ediyordum, hem de çok merak ediyordum. Karısının kayboluş
öyküsünün onu üzeceği hiç aklıma gelmemişti. Belki de Moss, benimle oynuyordu.
Belki de baştan beri düşüncelerimde haklıydım ve bana sadece rol yapıyordu. Ama ya yanılıyorsam?
Gerçekten de acı çekiyor gibiydi ve bu durumu düzeltmem gerektiğini hissettim.
Moss'a, “Kocan için gerçekten üzülüyorum. Ancak
bazı sorunların çözümü yoktur. Bunun için üzgünüm.” dedim.
Nebraska, Lincoln'daki Fıçı adındaki bir barda genç
bir kadın yanıma gelip oturdu ve ona bir içki ısmarlamak isteyip istemediğimi sordu. Daha önce onun altı ya da yedi kızla birlikte yuvarlak bir
masa etrafında sohbet ettiklerini fark etmiştim. Başımla masama oturabileceğini işaret ettim,
“Arkadaşlarınızla bahse mi girdiniz?” diye
sordum.
“Hayır. Henüz vakit çok erken olsa da, her akşam burada buluşuyoruz.” dedi.
“Bak sana ne diyeceğim, orada otururken dikkatimi
çektin. İstediğin kadar içki ısmarlayabilirim ama şu anda sana ancak bir içki ısmarlayabilecek kadar zamanım var.
Ardından sana iyi geceler demek zorundayım, çünkü St. Gregory'de öğretmenlik
yapıyorum ve eğer gecikirsem kıçıma tekmeyi basarlar." dedim.
“Şaka yapıyorsun değil mi! Vay, sen gerçekten St.
Gregory'den misin?” dedi.
“Görünüş aldatıcı olabilir.” dedim.
Garsondan bir votka Collins istedi. Sosyal hizmetler
dalında yüksek lisansını bitirmek üzere olduğunu ve çocuk kaçakçılığı
mağdurlarına yardım konusunda çalıştığını söyledi. Dünyada onun gibi insanların
olduğunu bilmek beni rahatlattı. Onu büyük bir dikkatle dinledim. Hesabı
ödedim, yanağından öpüp iyi geceler diledim.
Kansas'a yerleştiğimden beri, her zaman gittiğim lokantadaki garsonları saymazsam, bir restoran veya barda benimle konuşan ilk
kişi o oldu. Yoksa beni takip eden bir dedektif miydi, konuşmamızı kayda aldı mı diyerek kuşkulandım. Ama bu mümkün olamazdı. Kapıdan içeri girene kadar ben bile
orada içeceğimi bilmiyordum. Onu daha önce görüp görmediğimi anımsayamadım.
Tanrı elinizi tutmaya başladığında, her yerde onu görürsünüz. Buna bazen
paranoya da derler.
(Devam edecek)
oh oh iyi de yalan sölüyo artık e tabii korkuyor ya biri onun hareketlerini izliyorsa. bi de yargıçlarla çok sohbete başladı. yakında örümcek ağına yakalancak, kendi tuzağına düşecek, işallah o kafese sokmazlar onu yargıçlar :) o yargıçlardan biri olsam şimdi kafeste, rafaeli manipüle edip kaçar onu sokardım kafese, yapabilirsem tabii :)
YanıtlaSilAman aman, iyi ki o yargıçlardan biri değilsin:) Rafael'in bu bakımdan şans yüzüne gülmüş:))
Sil