26 Ekim 2020 Pazartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 62

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri Andromeda'nın gündeme getirdiği bir konuyla 62. Haftasına giriyor. Böyle bir etkinliğin haftalarca sürmesinin bir anlamı vardır sanırım. Önerilen konularda herhangi bir sınırlama olmaması, sohbete katılanların saygı çerçevesinde düşüncelerini özgürce dile getirebilmesi, konuya ilişkin yazıların her birinden yeni bir şeyler öğrenmemizin yanı sıra yazmak isteyip de yazacak konu bulamamaktan yakındığımız dönemlerde Hızır gibi yetişmesi beni bu sohbetlerin bağımlısı yaptı diyebilirim. Bazen seçilen konular tepkimi çekse bile, çoğu kez yazmaya başlar başlamaz düşüncelerimin ne kadar boyut değiştirdiğine, konuların farklı kapıları araladığına şahit olmuşumdur. Sohbete katılan arkadaşların hayat görüşleri, yaşları, karakter yapılarına göre konuyu ele alışları sıcak ve sevimli. Örneğin ciddi bir tartışma konusunun Deep tarafından nasıl eğlenceli hale getirildiğini, bana basit ve çocuksu gelen bazı konularda ise benim kalkıp felsefe yapmam oldukça ilginç kılıyor bu ortamı. Bir arkadaşımızın çıkıp şöyle bir soruyla haftanın konusunu belirlese; "Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey nedir?" başta çok kızar, Ağaç Ev Sohbetleri'nin seviyesini düşürüldüğünü düşünüp hayıflanırdım. Artık bu tür sorulara dahi daha temkinli yaklaşıyorum. Çünkü yazmaya başlayınca her konunun, her sorunun cevabı kendiliğinden dökülüyor satırlara. Bu haftanın konusuna da biraz temkinli yaklaştım. Müzikle ilgili olması güzeldi. Andromeda'nın yazısını okudum. Katıldığım ve katılmadığım tarafları vardı arkadaşımızın. Fakat onun bu yazısı sayesinde "İncesaz" grubunu tanıdım, youtube üzerinden üç beş parçasını dinledim. Gerçekten de gönül teline dokunan, etkileyici parçalar. Sonra pek çok kez yaptığım gibi ekşi sözlüğe girdim. Orada yapılan yorumlardan birinde bir şiire rastladım. 

Biliyorsun, hala birine aşık olabilirim, sana hiç benzemeyen çocuklarım olur,

Adının hiç anılmadığı bir hayat kurarım, hayalimdeki yüzünü eskitir zaman...

Biliyorsun herkes bir yolunu bulup tamamlanır aslında, herkes unutur biliyorsun, unutabilirim.

Zaten ben kimleri unuttum, onlardan biri olur, hayatımın en kullanılmayan yerine kaldırılır suretin.

Tozlanırsın, üzerin örtülür...

Biliyorsun, seni sevdim, bir gün deli gibi aşık olduğum gözlerin kör olsaydı da severdim,

Ellerin olmasaydı mesela, ellerin olmasaydı sen bile kendini sevmezdin oysa, biliyorsun.

Kimsenin tek bir seçeneği yok bu hayatta, hala seni bana unutturacak insanlar tanıyabilirim.

Başka bir ses kazınır kulaklarıma, biliyorsun, herkesin kendini kurtaracak bir bahanesi var aslında.

Oysa, ölene kadar sevebilirdim seni... 

Eğer biraz yardım etseydin bana...  

Ben bu şiiri fonda "İncesaz" müziği çalınırken okudum. Şairin ismi yoktu. Onu aramaya koyuldum, Google amca sağ olsun. Nursel Yıldırım adında 1992 doğumlu bir hanımefendiymiş. Birkaç kitap yazmış ama şiirleri beni benden aldı. Genelde aşk şiirleri yazmış, belli ki aşkı, ayrılığı tatmış biri. İçten, düşündüren ve son derece etkileyici sözlerin sahibi. Bir de blogu var, terk edilmiş bir halde görünüyor. Zira, son postu 12 Aralık 2012 tarihli. Yukarıda adını tıklayınca bloguna girebilir, güzel bazı şiir ve yazılarına erişebilirsiniz.   

Gelelim, haftanın konusuna;

Eurovision Şarkı Yarışmasına Yeniden Katılsak Kimi Göndermek İsterdiniz?

Eurovision Şarkı Yarışmasını hiçbir zaman eğlence vesilesi olmasından başka bir yönüyle değerlendirmedim. Başlangıçta bu yarışmanın amacı Avrupa Yayın Birliği (EBU) ya üye ülkeler arasında ortak canlı yayın yapabilmekti. Teknolojinin geldiği bu noktada artık amacını yitirmiş ve ağırlıklı olarak geriye eğlence işlevi kalmış durumda. Diğer taraftan Eurovision Şarkı Yarışması tanınmamış ya da amatör bazı şarkıcılarla müzik topluluklarının kariyer yapma imkanı da vermiş. Yarışmada, güzel beste ve yorumların yanı sıra berbat parçalar da ülkeleri adına sergileniyor. Herkesin beğenisi farklı elbette. Zaman içinde kazanma hırsının kaliteyi düşürdüğünü görüyoruz. 1975 yılında ilk kez katıldığımız bu yarışmada Semiha Yankı'nın seslendirdiği "Seninle Bir Dakika" isimli şarkıda aldığımız sonunculuk bizi büyük hüsrana uğratmıştı. Aynı yıl,  favorim olup birinciliği kazanan Hollandalı Teach-In grubunun seslendirdiği Ding-A-Dong isimli parça hala hafızamda yerini korumakta. Bana göre Semiha Yankı asla sonunculuğu hakketmemişti. Daha sonraki yıllarda müzik kalitemizi arttıracağımız yerde Avrupalara beğendireceğimiz parçalarla şansımızı denemeye başladık ki, Çetin Alp'ın saçma sapan "Opera" isimli şarkısıyla bu çılgınlığın doruk noktasına bayrağımızı dikmişti. Elbette Avrupa ülkelerine opera dersi vermeye kalkan ülkemiz sonunculuğu sonuna kadar hakketmişti. Bir süre sonra yarışmada derece yapmak için bestecilere yarışma parçası sipariş edilmeye başlandı.     

Eurovision Şarkı Yarışmasına katılmaya başladıktan tam on beş yıl sonra, 2003 yılında, Sertab Erener, "Everyway That I Can" parçasıyla ezikliğimizi yenmemizi sağladı. Ne kadar da çok sevinmiştik. Ülkemizi temsil eden şarkı o yıl yurt dışında çalışan işçilerimizin canhıraş oylarının da desteğini alarak birinci seçilmişti. Takım tutar gibi ülkemizi temsil eden şarkıyı destekliyorduk. Amaç iyi olan kazansın değil, bizim olan kazansındı. Yarışmada milliyetçilik neyse de siyaset, ırkçılık gibi unsurların devreye girdiğini sanmıyorum. Eğer bu yönde yarışmaya puan veren ülkeler var ise de bu sadece kendi ayıplarıydı. Bu nedenlerle söz konusu yarışmayı protesto edip çekilmemizi de doğru bulmamıştım. Bence bu karar batı değerlerinden uzaklaşma, eziklikten başka bir şey değildi. Ajda Pekkan'ın "Aman petrol, canım gülüm petrol" şarkısıyla ne derece bekleyebilirdik ki! Güzel bir ilahi besteleyip Ahmet Özhan'a icra ettirsek Avrupa bizi yine muhtemelen anlamayacaktı...

Peki o zaman ne yapmalı. Önceden olduğu gibi amatör sesler ve besteciler aranıp kendimize has özellikleri yansıtan güzel şarkılar arasından müzisyenler ve halk jürisi tarafından yapılacak bir seçimle yarışma parçası belirlenebilir mesela. Diğer ülkeler de benzer şekilde parçalarını seçse bu yarışmanın güzel bir etkinlik olacağını düşünüyorum. Popüler olmayan nice güzel bestelerimiz ve yorumcularımız var. Haftanın sohbet sorusuna gelince; ben şahsen bilinen bir parçayı yeniden katılacağımız bir Eurovision Şarkı Yarışmasına göndermeyi önermem. Yeni bir şarkı olmalı bu. Tercihen amatör ya da popüler olmayan. Ülkemizin kültür değerlerini yansıtmalı aynı zamanda. Çok sesli olmalı, ruhumuza hitap etmeli, yarışmayı kazanmak birinci amaç olmamalı. Evet, çok güzel bir parçayla ülkemizi temsil ettik demeliyiz. Bir de şarkının bir hikayesi olmalı, yani sadece yarışmada temsil edilmek üzere ısmarlama bir beste yapılmamalı. 

Sizlerin de gerek yazılarınızla, gerekse konu önerilerinizle, onu da yapamıyorsanız yorumlarınızla Ağaç Ev Sohbetlerine katılmanızı bekliyorum. Sevgiyle kalın.   

25 yorum:

  1. Teşekkür ederim:) Bana gençlik yıllarımı hatırlattınız:)

    Fakat yanlış hatırlamıyorsam bir ara halk jürisi vardı. Elbette referandum gibi değildi ama sanırım birkaç parça seçilip mesajla (ya da telefonla mıydı hatırlamıyorum) vatandaşlardan tercihini belirlemesi isteniyordu. Bir de bunun yanı sıra teknik jüri vardı. Hatta yarışmaya katıldığımız ilk yıl Ali Rıza Binboğa'nın "Yarınlar Bizim" isimli (bana göre) kötü bir şarkısı halk tarafından en yüksek oyu almış olsa da teknik jüri ülkemizi Semiha Yankı'nın temsil etmesine karar vermişti.

    YanıtlaSil
  2. Ince saz'ı çok eskilerden bir dizide çalınan "çok aşığın var diyorlar" şarkısı ile tanımıştım.Melihat Gülses muhteşem yorumluyor .

    Milli mesele yapmıştık yarışmayı. Gereksiz bir hırstı ama rahatsız eden bir politik yaklaşımı da vardı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Melihat Gülses'i dinlemiştim ben de. Müziğin ezgileri biraz Yunan müziğini de çağrıştırıyordu.
      2014 yılında İstanbul'da Haris Alexiou & İncesaz konser vermişler.
      Memleketimizde yediden yetmişe herkes politikayla iç içe olduğu için belki de. Avrupa ülkelerinde yaşayan halkın Eurovision konusuyla ilgili politik bir ilişki kuracaklarını sanmıyorum. Sadece milli duyguları kabarıyordur bazılarının bizler gibi.

      Sil
  3. Öyle ya da böyle özellikle bizim neslimizde önemli bir yeri var Eurovision şarkı yarışmasının. Opera benimde hafızamda kalan bir ses:)Allah rahmet eylesin Çetin Alp ,Eurovision denilince aklıma düşenlerden biri.Ağaç Ev sohbetleri umarım uzun zaman devam eder. Ben bazen yetşemiyorum ama fırsat buldukça sohbet konularına katılmayı seviyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle. O yıllarda şimdiki gibi eğlence programları, diziler, yarışma programları yoktu. Belki bu yüzden ilgimizi çekiyordu.
      Ağaç Ev Sohbetleri gerçekten iyi bir aktivite. Dikkat ettim, eskiden çok sayıda mim yapılırdı. Şimdi artık eskisi kadar yok, belki o da cazibesini yitirdi. Bu sohbetler bir bakıma mim lerin yerini almış oluyor:)

      Sil
  4. ağaç ev sohbetlerinde konunun sürpriz olması, yazarken düşüncelerimi derleyip toplamak filan hoşuma gidiyor. ufuk açıcı. farklı fikirleri okumak da çok keyifli.
    halk oylaması survivor yarışması gibi olurdu bence. en çok duygu sömürüsü yapan en çok oyu alır, yarışmaya giderdi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru:) Benim de çok hoşuma gidiyor. Bazı konular araştırma gerektiriyor, araştırırken hiç beklemediğim anda ilginç konular çıkıyor önüme. Renkli bir ortam sunuyor, keşke Ağaç Ev Sohbetleri daha da yaygınlaşsa, kalitesinden bir şey kaybetmeden.
      Eskiden halk jürisi vardı fakat teknik jürinin dediği oluyordu. Daha sonra yarışmadan derecelerin belirlenmesi için halk oyuna gidiyorlardı, sadece parçanın sahibi ülke kendisi oylanırken oy kullanmıyordu. Yarışmadan çekilmek saçma bir karardı bence:)

      Sil
  5. şairlerden didem madak ve birhan keskin i öğütlerim, ikisi de tüyler ürpertici yazıyolar bencesi :) incesaz hıhım ivit. nursel yıldırım evet az çok okuduklarımdan. eurovision tarihini yineğ araştırmacı gasteci gibi araştırmışsıın :) ilk paragraf hoşudu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hemen bakıciğim:) Anladım ki ben Nursel Yıldırım tarzı şiirlerden hoşlanıyorum. Onun gibi şiirler yazmak isterdim ama onun yaşadıklarını yaşamak istemezdim. Yaşamayınca da yazamıyor işte insan:)
      Adım araştırmacı gasteciye çıkaracaksın şimdi:)) İlk paragraf neredeyse yazımın yarısıymış zaten:)

      Sil
    2. Didem Madak'ı çok beğendim. Her zaman bu değerler mi erken bırakırlar dünyayı. İzmirli şair ne yazık ki erken ayrılmış aramızdan. Bütün şiirleri muhteşem. Dediğim gibi acıyı yaşayan yazabiliyor şiiri. Birhan Keskin için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim ne yazık ki. Aynı duyguları uyandırmadı bende. Belki de onun dilinden anlayacak kapasitede değilim. Ancak Nursel ve Didem gerçekten süper ve şiirleri çok etkileyici. Güzel bir okuyucu güzel bir fon müziği eşliğinde duygu selinde boğar insanı.

      Sil
  6. Mr. Kaplan, artık siz de tam bir şiirsever oldunuz :) İçimize işleyen, bizi bam telimizden yakalayan, o anda hissetmediğimiz duyguları bile bize yaşatan hatta bazen durduk yere ağlatan dizelerden keyif almak gibisi yok bence :) Sevdiğiniz tarzda şiiri, şairi bulmanıza çok seviniyorum.

    Eurovizyon yarışmasına gelince ben çocukken izlemeyi çok severdim. Kimin kazandığı değil de kimin ne yaptığını, şarkıyı, dansları, ışık/sahne tasarımını hayranlıkla izlerdim. Bence de dediğiniz gibi ısmarlama şarkı değil de ruhunuzu etkileyen, içimizi kıpır kıpır yapan güzel bir şarkı ile katılmak gerekli bence de. Kazanmak değil ama kendimizi en iyi şekilde temsil etmek olmalı amaç.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında şiir severim Mrs. Kedi:) Fakat her şiirden aynı tadı almam, yavan ve basit gelir pek çoğu. Vatan sevgisi ve hasreti üzerine Nazım'ın şiirlerini sevmemem mümkün mü? Ya da güzel bir aşk şiiri, bir Bir Garip Orhan Veli adında Müşfik Kenter'i izlemiştim Ankara Sanat Tiyatrosunda mesela, bayılmıştım. İzlemediyseniz internette var, öneririm:)

      Fakat eline kalem kağıdı alan şair kesiliyor. Beğenmem çoğunu. Belki bir türünden hoşlanıyorum şiirin, ama hangi türü olduğunu bilecek kadar edebi bilgim olduğunu sanmıyorum. Şöyle anlatmaya çalışayım: Anlamlı olsun, duygularımı harekete geçirsin. Her mısra kafiyeli olmasın ama yerinde kafiyeye bayılırım. Güzel bir okuyucudan ve doğrudan zatıma söylenmiş düz yazı gibi olsun. Müziği sadece fonda kalsın, sözlere odaklanayım, tüylerim diken diken olsun. Kendimden, çevremden bir şeyler bulayım içinde. Bence düz yazının kurgusu olur ama şiirin asla. Şiir kurgusal olmaz, yapmaya kalkarsan o şiir olmaz. Böyle işte benim şiirle olan muhabbetim:)

      Sadece müziğin değil, sanatın içine ettiğimiz bir dönemde Eurovision Yarışması bile huzursuz etti muhteremleri...

      Sil
  7. Ne güzel anlatmışsınız, gerçekte olması gereken ruhu. Zaman içinde şansızlıklari aksilikler ve bir takım yanlışlıklar oldu elbet, olur da zaten. Bence tepki yersizdi."Seninle Bir Dakika" yı hakla dinliyorsak haketmediği çok net. Amatör müzik emekçileri desteklenmeli.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:) Toplumun yaşantısına iki şeyin kesintisiz katılması beni ziyadesiyle huzursuz ediyor. Birincisi din, ikincisi siyaset. Din ya kişisel dünyada ya da ibadethanelerde konuşulmalı. Siyaset desen sadece seçimden önce gündemimize girmeli bana göre. Ancak bizim toplumumuzda bu iki nesne gerçekleri gizlemek için sürekli kullanılıyor. Girmedikleri yer yok hayatımızda. Müziğe ve sanatın tüm dallarına, ticarete, bilime, eğitime, ekonomiye velhasıl her şeye... Bu yüzden gerçekten hak edenler ve işinin ehli kişiler arada kaybolup gidiyorlar. Kaybeden ülkemiz oluyor sonuçta.

      Sil
  8. İyisiniz değil mi?çok geçmiş olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyiyiz, çok teşekkürler. Fakat bayağı sallandık.

      Sil
    2. Ucuz atlatıldı, çok çok geçmiş olsun:)

      Sil
    3. Tekrar teşekkürler, sağ olun:)

      Sil
  9. ah yaa yazını okudum ama kaç gündür yoruma gelemedim telefondan yorum gönderemiyorum ben okuyorum sonra unutuyorum yorum yapmayı. sen de izmir taraflarında yaşıyordun değil mi çok çok geçmiş olsuuun

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Problem değil:) Evet, Güzelyalı'dayım, bayağı şiddetli hissettik fakat şükürler olsun bir sorun yok bizde. Bayraklı ve Bornova tarafları kötüymüş. Teşekkür ederim.

      Sil
    2. İyi olmanıza çok sevindim Mr. Kaplan. Lütfen yakınlarınızda deprem çantası ve düdük bulundurun. Evinizde düdüğünüz yoksa alana kadar geçecek sürede en azından telefonunuza düdük uygulaması indirebilirsiniz. Umarım hiçbir zaman gerek olmaz ama tedbirli olmakta fayda var.

      Sil
    3. Çok teşekkür ederim Mrs. Kedi. Sanırım bu bölgede olabilecek en büyük depremi yaşadık. Üç beş dakikada bir 2-4,5 arasında ardçılar devam ediyor. Biz evimizdeyiz ama çoğu insan geceyi dışarıda geçiriyor. Umarım bir daha yaşanmaz böyle bir felaket.

      Sil
    4. Takip ediyorum Mr. Kaplan. Umarım bir daha o kadar büyük bir sarsıntı olmaz. Kardeşim ve babam Çandarlı'da, teyzelerim, dayım, çocukluk arkadaşlarım Manisa ve İzmir'de. Aklım ve kalbim Ege'de, sizlerle.

      Sil
  10. Gelmiş geçmiş olsun, bu kadarla kalsın diyelim. 99 depremi her an aklımda olduğu için İzmir'de oturanlar için hem korktuk hem üzüldük.Allah yardımcısı olsun herkesin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Sanırım yaşadığımız bu, bölgede olabilecek son yüz yılın en büyük depremi. İzmir bana göre yine de yapı emniyeti bakımından Bayraklı dışında iyi bir sınav verdi genel olarak. Afad'ın açıkladığı 6,6 doğru değil. Depremin şiddeti 6.9, yani Kandilli'nin rakamı.

      Sil