20 Aralık 2020 Pazar

ÇOCUKLUĞUMUN KOMŞULARI # 10


Bakkal Niyazi'nin yanındaki evi geçiyorum. Doğduğum evin tam karşısındaki o ev, bu yazı dizisinin finalini hak ediyor zira. Onun bir yanındaki evde Kalaylılar otururdu. Kalaylı ismin nereden geldiğini bilmiyorum. Oldukça kalabalık bir nüfusa sahip bu ailenin aklımda kalan en önemli kişisi Kalaylı Necla'ydı. Mahallemizin sıradan kadınlarından biriydi. Yanağında derin bir kesik izi, yüzünde eksilmeyen bezginlik vardı. Küçük İhsaniye Camisine çıkan yokuşun köşesindeki iki katlı bir evde yaşıyorlardı. Kocasının ismi çıkmış aklımdan. İkinci katın kapalı balkonunda devamlı içki içen, üzerine giydiği beyaz atletle aşağı doğru sarkıp sokaktan geçenlere laf atan serseri kılıklı biriydi. Elliye yakın yaşlarda, çalışkan bir kadın olan Kalaylı Necla'nın, evlerinin önündeki çeşmeden teneke kovalara su doldurduğu bir görüntü geçiyor şimdi gözlerimin önünden. Sokak çocuklarının birbirleriyle dalaşması sonucu başlayan komşu kavgalarına karışmasına şahit olmuştum birkaç kez. Yine de bu cefakar kadın hakkında olumsuz bir şey söyleyemem. Bir kızları ve bir sürü oğlan çocukları vardı ailenin. Oğlanların hepsi de yanlarında bıçak taşıyan belalı tiplerdi. Bu yüzden Kalaylılara bulaşmak her babayiğidin harcı değildi. En büyüklerinin adı Erdinç'ti, evlendikten sonra üst katta kendilerine bir oda verilmişti. Çok geçmeden bir çocukları oldu. Onun bir küçüğü Hüsaçi (Hüseyin) gizemli biriydi. Bir işte çalışıp çalışmadığını bilmiyordum. Onun bildiğim tek merakı teraslarında güvercin beslemekti. Değişik türde eğittiği güvercinlerin başkalarına ait güvercinleri tavlayıp kümesine getirmesiyle övünürdü. O güvercinlerin gökyüzünde süzülmelerini, takla atmalarını, türlü hünerlerini göstermelerini izlemek büyük bir zevkti onun için gerçekten. Her zaman başı hafif yana yatık gözleri havada dolaşırdı. Hüsaçi'nin bir ufağı Mehmet, nedense içlerinde en mazbutları gelirdi bana. Bir oto tamircisinde çalışıyordu. En küçükleri Rıfat benden bir yaş küçük, şımarık, haşarı bir çocuktu. Bütün oyunlarda hile yapar, mızıkçılık çıkarırdı. Çevresinin ona nefretle bakması sonucunu doğuran bu davranışlarının sebebi, muhtemelen abilerine olan güveninden kaynaklanıyordu. İlkokulu bitiremedi. Abileri onu bir elektrikçinin yanına çırak verdiler. Birkaç ay sonra bir gün, sokağımız ortalığı inleten feryat sesleriyle sarsıldı. Kalaylıların evinin önünde büyük bir kalabalık toplanmıştı. Evden fırlayıp ne olduğunu anlamaya çalışırken Kalaylı Necla'nın kendini yerden yere attığını görmüştüm. Rıfat'ı elektrik çarpmış, kurtaramamışlardı. Benimle yaşıt olan tek kız evlatlarının adı Devlet'ti. İlkokulda aynı sınıftaydık. İlk yılda sınıfta kalmış, yollarımız ayrılmıştı. Esmer, içine kapanık sessiz bir kızdı. Uzun yıllar kendisinden haber alamamıştım. Öğrendiğime göre daha sonra evlenmiş ve kızı doktor olmuştu. Hoş bir his kaplamıştı içimi. 

Yokuşun alt tarafında diğerlerinden farklı betonarme iki katlı bir ev vardı. Orada oturanlar hakkında pek bir şey kalmamış aklımda. Ama onların alt tarafındaki Şaver Hanım'ı unutmam mümkün değil. Altmış yaşlarında çakır gözleri derin göz çukuruna gizlenmiş, sarkık yanakları horozun ibikleri gibi iki yana sarkık, dağınık saçlı, ağzında diş kalmamış, gerçekten de çirkin sıfatını sonuna kadar hak eden bir kadındı. Çocuklar onu gördüklerinde annelerinin eteklerine saklanır, ağlamaya başlardı. Bu durum karşısında o çocuklara çıkışır, "Ne kaçıyorsun, ben senin annenden daha güzelim." demekten geri durmazdı. Her gün bakkala gitmek üzere çıktığı yolda mahallenin küçük çocukları onu görür görmez evlerine kaçarlardı. Aslında zararsız, kendi halinde acınacak bir kadıncağızdı. Kırkına merdiven dayamış bekar oğluyla birlikte yaşardı. Oğlunun bir at arabası vardı. Arabaya kah meyve, sebze kasalarını yükleyip seyyar manavlık yapardı, kah sokak aralarını gezip hurda toplardı.

Gelecek bölümde son olarak bir aile dramından, karşı komşumuzdan bahsedeceğim. 

8 yorum:

  1. "yüzünde eskimeyen bezginlik" olan insanlardan ne çok var. her gün gördüğümüz, sıradan insanların kitaplara, filmlere konu olacak hayatı var:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle, keşke hepsini dinlesek ve onların öykülerini yazabilsek:)

      Sil
  2. Hüseyin'den bizde de vardı. Kuşçu da derler Hüseyin'lere, eskiden her mahallede vardı sanırım. Nasıl güzel bakarlardı o kuşlara, taklacı güvercinler, haberci güvercinler.. Genelde mahalleli pislik görürdü o güvercinlerde ama bu insanlar için bir dünyaydı.
    Aile dramını okumasam mı? :/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne bileyim, güvercin besleyenler kendilerini bu işe anormal derecede kaptırıyorlar. Aklım almıyor, alkol, uyuşturucu bağımlılığından beter bir şey olmalı bu. Evet, her birinin ayrı marifeti oluyor. Sahipleri hepsinin huyunu suyunu en ince noktasına kadar biliyorlar. Bizim mahallede hayvan çoktu eskiden, eşeği, atı, keçisi, kuşu, kedi, köpek, tavuk aklına ne gelirse. Bir günden bir güne hayvandan şikayet edeni duymadım:)
      Okuyun, oldukça ilginç bir hikaye:)

      Sil
  3. kalaylılar kalaylı necla ne hoş muş :) güvercin besleyenler var hala yaaa, görüyom hep çocukların ellerinde uçuruyolar, taklacı paçalı felan diyolar. kelime oyunu, bu hafta ilk iki haftayı geçti :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet deep, bu işte bizim mahalle:) İzmir'in göbeğinde bir varoş:) Ama arıyor insan o günleri, o sıcak dostlukları. Pazartesi, salı biraz aksatabilirim blog işini, işlerimden dolayı. Bu yüzden bu dizide biraz acele ettim. Kelime oyununun maşallahı var. Fakat bu haftanın bir kelimesi beni öldürdü. Baharat deyince aklıma iki şeyden başkası gelmiyor bir türlü. Biri Hindistan, diğeri yemek:)))

      Sil
  4. Eski komsuluklar kalmadığı gibi o insanlarda yok olup gittiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi anlıyoruz o günlerin kıymetini ama çok geç. Bir de insanların değer yargıları değişti. Herkes bizler gibi o eski günleri arıyor mu gerçekten, merak ettim şimdi. Tarla domatesinin mis kokusunu hatırladım bak, ne alakaysa:))

      Sil