11 Aralık 2020 Cuma

ÇOCUKLUĞUMUN KOMŞULARI # 2


Düşündükçe canlanıyor hatıralar... Dip komşumuzun adını şimdi hatırladım, Hasan'dı evet, Manav Hasan. Coşkun'un küçük kız kardeşi vardı bir de, onu da unutmuşum. Adı Cazibe'ydi. Biz ilkokula giderken henüz iki üç yaşlarında bir çocuktu o. Cazibe'nin maruz kaldığı çirkin olaya daha sonra değineceğim. Onu zaten sırf o olay aklıma geldiği için hatırladım. Neyse, kaldığım yerden devam edeyim. Bütün evlerin cepheleri rengarenkti. O zamanlar akrilik, sentetik dış cephe boyaları yoktu. Ya kireci söndürdükten sonra sulandırıp bir fırça yardımıyla beyaz renge boyanırdı evler, ya da toz boyalar sulandırılarak farklı renkler elde edilirdi. Bir aşağıdaki kireç badanalı o evlerden birinde dünyada yaşayan bir kimsesi kalmamış, kırışık yüzlü yaşlı bir nine vardı. Kocasını hiç görmedim. Yaşlı kadın ömrünün son demlerinde iyiden iyiye yitirmişti aklını. Bazen öğlen vakitleri, bazen de akşama doğru evlerin kapılarını teker teker çalar, "Adilanum öldi mü?" diye sorardı. Onun bu sözü aklımdan hiç çıkmamış, dilime pelesenk olmuştu. Lisede Alper Tunga Destanı'ndan bahsedilirken, sorduğu soruyu Alper Tunga'nın sagusuyla (ağıt) eşleştirip "Issız acun kaldı mu?" diyerek peşine ekler, eğlenirdim. Adile Hanım, çok önceden ölmüştü tabii. Ama ninemiz her Allah'ın günü kapıları çalmaya devam eder, çok sevdiği komşusunun öldüğüne bir türlü inanamazdı. Biz çocuklar alışmıştık bu hadiseye. Yaşlı kadın kapımıza gelip yine aynı soruyu sorduğunda "Öldi" derdik. Zavallı bu cevabı alınca iyice bastonuna abanır, kuruyan gözleri buğulanır ve bizim anlamadığımız bir dilde, "O theos na ma se voithiksi"* diyerek kendi kendine söylenir, ağıtlar yakardı.

Sokağımızı kesen ilk ara sokak alttaki caddeye açılırdı. Kürt mahallesi denilen bu bölgeye inmemiz büyüklerimiz tarafından kesinlikle yasaklanmıştı. Bunun sebebini sormak aklımıza gelmemişti o zamanlar ama bu yasak, Kürtler hakkında ilk olumsuz algıyı oluşturmuştu küçük beynimizde. Belki çocukları kaçıran ve onlara kötülük yapan kimselerdi onlar. Sokağın köşesinde Saime Hanım teyzeler otururdu. Kocası ölmüştü, biri evli olmak üzere yetişkin dört çocuğu vardı. Evli olan kızı Necla Teyze, kocası Ali Amcayla birlikte yine sokağımızdaki başka bir evde otururdu. Onlardan daha sonraki bölümlerde bahsedeceğim. Küçük kızı Bedriye, gelinlik çağa gelmiş uzun, düz sarı saçları olan bir kızdı. Büyük oğlu Samim hafızamda fazla bir iz bırakmamış ama yirmili yaşlardaki küçük oğlu Sedat'ı unutamam. Çok güzel saz çalardı. Necla Teyze'nin ikinci çocuğu, Saime Hanım teyzenin torunu, Mustafa'yla samimiydik. Bu aile Tatar kökenli olduğu için onlardan "Tatar Necla", "Tatar Mustafa" diye bahsedilirdi. Tamamı Girit kökenli komşularımızın arasına nasıl girdiklerini bilemiyorum. 

Biraz ileride birkaç ev daha vardı fakat orada oturanlarla sanki görünmez bir duvar örülmüştü aramıza. Onlar hakkında bildiğimiz tek şey muhacir olduklarıydı. Mübadele sırasında Balkanlardan gelen ve bizim "Macır" dediğimiz bu insanlar hakkında çok fazla şey bilmezdik. Kadınlarının giydikleri sadece yüzlerini açık bırakan kara çarşaflar tuhaf gelirdi bize. Bu tarz giyinmelerinin sebebi bir tarikata bağlı olduklarından değil, geldikleri yerin kültürüyle ilgiliydi. Sütçülük yapıyorlardı, eve süt lazım olduğunda annemizin verdiği tencereyi alıp kapılarına giderdik. İnekleri evin arkasındaki o küçücük bahçede miydi? Kaç inekleri vardı, bilmezdik. Geçen yıl evlere servis yapan yaşıtım bir sütçüyle tanıştım. Sohbet sırasında yıllar önce aynı sokakta oturduğumuz çıktı ortaya. Bize "Macır" derlerdi, dediğinde o günleri hatırladım, "Babanın da çok sütünü içmişizdir o zaman." dedim. 

Sokağımızın sonu beton yol dediğimiz caddeye çıkardı. Oradaki ihtiyar bakkal dedemin arkadaşıydı. Dedemin her zaman beni alıp götürdüğü Küçük İhsaniye Camisinde sık sık karşılaşırdık. Bu yüzden beni bir başka severdi. Hacca gidip geldiğinde yeni adetler çıkarmıştı. Bakkal dükkanına yaklaştığımda pür dikkat beni izler, şaşırıp sol ayağımla içeri girdiğimde, dışarı çıkartır yeniden sağ ayağımla dükkana adım atmamı isterdi. Dükkanın bereketi kaçarmış! Bir de alışkanlıkla söylediğim "Rüstem Dede" şeklindeki hitap tarzıma bozulurdu, "Bana artık Hacı Dede diyeceksin." derdi. Bu zorlamalar bir süre sonra iyice canımı sıkmaya başlamıştı. 

* "O theos na ma se voithiksi" Giritçe, "Tanrım bana yardım et" 

32 yorum:

  1. Bir çırpıda okudum. Dolaştım sokaklarının tek tek konuk oldum her haneye. Nineye cok icim burkuldu nedense. Kim bilir ne yaşanmışlıklar vardi o bastonuyla zor tasidigi yüreğinde...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Henüz sokağımızın dörtte birindeki komşularımızı anlattım. Bunları yazdıkça her şeyin ne kadar çok değiştiğini fark ediyorum. Evet, ne acılar yaşamıştır kim bilir... Şimdi geriye dönebilsem hepsini konuşturmak isterdim:)

      Sil
  2. Tam kitaplık bir sokak! Ben çıkmaz sokakta büyüdüm. Şimdi sizin hatıralarınızı okurken kendi hatıralarım geliyor aklıma. Bizim sokaktan da birkaç isim bırakayım buraya, anılarını yad etmiş olayım: İmam'ın Ayşe, Aşçı'nın Ayşe, Badanacı Melahat, Ünzile'nin Emine... Kimisi eşinin mesleği ile, kimisi kendi yaptığı işle, kimisi de annesinin adıyla anılırdı sokağımızda oturanların. Soyadı pek kullanılmazdı, daha çok lakaplar vardı. Dedeme de Fırıncı Osman ya da Pomak Osman derlerdi :) Osman Dedem'den daha önce bahsetmiştim blogumda, daha da anlatacaktım ama kendimden ona fırsat kalmadı maalesef. Bakalım belki anlatırım, sizden aldığım ilhamla :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tuhaf bir duygu içindeyim. Sanki ben bu insanları hiç görmemişim de bir başka kitaptan okuyormuşum gibi yabancı geliyor, bir rüya gibi. Bahsettiğim/bahsedeceğim kişilerin pek çoğu göçmüş bu dünyadan. Zaman tüneline girmiş yeniden aralarında dolaşıyorum. Lakaplar bazen kastedilen kişiyi ayırt etmek için de işe yarardı. Hangi Ayşe? İmamın Ayşe gibi. Şimdi isimler de çoğaldı. Eskiden Mustafa, Mehmet, Fatma, Ayşe'den geçilmezdi. Bir de doğan çocuğa ya dedesinin ya da büyükannesinin ismi veriliyordu. Ben de dedemin ismini taşıyorum, adının yürümesi lazımdı, bir saygı göstergesiydi. Biliyor musunuz, benim dedemin adı da Osman'dı.:) Bildiğim kadarıyla herhangi bir lakabı yoktu, olsa da bizim kulağımıza gelmemişti. Sanırım sizin Osman Dede'yi okumadım, muhtemelen sizi tanımadan önce yazmış olmalısınız. Evet, sizden de benzer hikayeler duymak isterim:)

      Sil
    2. Biliyorum dededinizin adının da Osman olduğunu çünkü benim dedemi anlattığım yazıya yorum yazmıştınız :) Çok oldu yazalı ama yukarıdaki yorumu yazdıktan sonra dönüp okudum ve devamını yazmaya karar verdim :) İlk yazının linkini de bırakırım yazınca :)

      Sil
    3. Ha evet, hayal meyal hatırlıyorum. Ama detaylar yok olmuş hafızamdan:) Ok, sevinirim:)

      Sil
  3. Bir de hacıdan ( öyle söylenirdi bizim oralarda) gelenlerin avuç içi öpülürdü ve de illa hacı ön adıyla anılırlardı. Bu avuç içini öpme meselesi, küçücük yaşımda içimi bulandırır, eğer öpmüşsem çaktırmadan kolumun yenine ağzımı silerdim. Neticede bizdeki diniyle gösteriş yapma, mevki kapma durumu cumhuriyetten beri gittikçe gelişerek devam etmekte sevgili Kaplan. Öğrenmek, araştırmak, okumak konusunda bu kadar tembel bir toplumda isteyen istediği gibi at koşturur, öyle de oluyor yazık ki. Bu Orta Asya coğrafyasında var bir şeyler. Havasında, toprağında var. Solumuz, sağımız ve hatta üstümüz çok farklı. Neyse uzattım iyice, belki daha sonra sohbet edilir bu konuda. Sağlıkla kalın 😀

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kendilerine "hacı" denmesi takıntısı vardı hepsinde ama avuç içi öptürülmesini duymadım daha önce. Belki hac sırasında Hacer-ül Esved taşına ellerini sürdükleri için öptürüyorlardır:). Ya bildiğiniz gibi değil. Daha geçen yıl kızımın evinin önünde cuma namazına giden bir ihtiyarla karşılaştık. Havadan sudan konuşurken, bir anda durdu ve gülümsedi. "Ben hacıyım." dedi. O kadar kibirle söyledi ki, bir anda onun gözünde eriyip bittiğimi hissettim. Kendilerini nasıl bir psikoloji içine sokuyorlar kim bilir? Baba dedem de bir havalara girmişti Hac'dan döndüğünde, aman tanrım, bir anda memleketin ombudsmanı kesilmişti:) Cumhuriyetin ilk otuz yılından sonra ne zaman ki köy enstitülerini kapattılar o zamandan itibaren özgürlüğümüzü yitirdik. Teşekkür ederim:)

      Sil
    2. Evet, aynen, o taşı elledikleri için avuç içlerini öptürürlerdi. Uydurma uydurma işler işte. Yok böyle şeyler İslamiyet’te, her gelen bir ekleme yapıyor. Bir de demiyorlar mı, Kuran yüzyıllardır değişmedi diye. Yav kardeşim, Kuran değişmedi de, siz o kadar ekleme yaptınız ki, Kuran’ı anlayıp dinleyen kalmadı. Hatta son yıllarda, tıpkı Hıristiyanlık’ta olduğu üzere, peygamber yaradanın önüne geçirildi. Neredeyse, Kuran ne yazarsa yazsın, peygamber ne dediyse o doğrudur diyecekler. İşte bu hacı takımı da kendilerini peygamber sınıfına koyup görev icat ediyorlar. Sonuna kadar haklısınız, Menderes aydınlanan Anadolu insanına tahammül edemedi. Daha çok da, ağalık düzeni sarsıldığı için kendisini yemlemeye devam etmeyen ağaların baskısıyla kapattı enstitüleri. Ondan sonra tüm emekler boşa gitti 😞

      Sil
    3. Keşke bu dediklerinizi görebilse insanlarımız. Sizin, benim gerçekleri görmem yetmiyor maalesef. Bunları bilmeyene anlatmak çok zor. Din en büyük sömürü aracı olmuş asırlar boyunca ve insanlar düşünmek yerine inanma kolaylığını tercih ettiği sürece bu düzen böyle gidecek. Atatürk gerçeği görmüştü ama ne yazık ki ömrü vefa etmedi.

      Sil
  4. Kaleminize sağlık. Çok akıcı ve keyifle okudum. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  5. Öykü gibi okudum çok güzel yazmışsınız :) Ah o nerde eski komşuluklar dedirtti :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öykü zaten:) Ama gerçek öykü, kurgusuz:)) Teşekkür ederim.:)

      Sil
  6. Cazibe mi???? Ya bazen... Bazı isimler belayı çeker gibi geliyor.
    Ananem derdi çocuklarına Muhammed, İsa falan gibi isimler koyanlar çok hata ediyor çocuk bu yükü taşıyamaz ki, çocuk haşarı olur, terbiyesi bozuk olurvs derdi.. Gülerdim. Ama hakikaten bu isimlerdeki çocuklar kök söktürür :) Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim Cazibe adında başka bir tanıdığım olmadı, haklı olabilirsiniz. Fakat isim takıntım var, özellikle de kadın isimlerine. Mesela Şükrüye'ler alınmasın ama Şükrüye adında biri ne kadar iyi biri olursa olsun eşim olma şansı sıfırdı. Evlenme çağında annem birini bulmuş, kız çok güzel, doktor, iyi bir aileden falan demişti. Ben ilk olarak adını sormuştum. Annem çekinerek, "Lütfiye" demişti. Bırak kalsın demiştim. Ya, sen sonra değiştirirsin adını demişti bana. Ben de ona bırak anne ya, Lütfiye'den bana yar olmaz demiştim:)))
      Bir de şantiyeye bir genç mühendis gelmişti, adı Okşan Bey. Çocuğun elini bile sıkamamıştım sinirden. Adamın adı Okşan ya, düşünebiliyor musun? Neyse şantiyeden de tepki alınca mahkeme kararıyla değiştirmişti adını. Yeni adını Efe yapmıştı geçmişin acılarını unutsun diye:)))
      Bir de Ankara'da çalışırken şirkette iki mimarla çalışıyorduk. Alev Bey ve İlhan Hanım. O kadar karıştırıyordum ki adlarını ya da eklerini. Alev Hanım, İlhan Bey oluyordu çoğu zaman. Valla isimlerin bazılarının başa bela olduğu doğru. Bakın şimdi gelecek bölümde Cazibe'nin başına ne gelecek?

      Sil
  7. Çocukluğumda bir dönem biz de "Maacır maallesinde" oturmuştuk. Komşu teyzeler Bulgarca konuşurdu bazen. Biz çocuklardan gizli bir şey söylemek istediklerinde.
    Bu Beton yol bildiğimiz, İzmir'de ki Beton yol mu? Eşrefpaşa filan, galiba İzmir. Ah güzel İzmir :))...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selanikli dedim sütçü amcaya ama yok onlar bir başka Balkan ülkesinden olabilirdi belki. Boşnak mıydı acaba? Çünkü Selaniklilerde pek çarşaf giyene rastlamadım. Evet, evet. Bilir misiniz oraları? Eski Eşrefpaşa Karakol durağının karşısındaki sokak:)

      Sil
    2. Eşrefpaşa'yı bilmiyorum. Orada da mı varmış Betonyol? Benim söylediğim Hatay, Üçyol Metronun oradaki Beton yol.

      Sil
    3. Evet oraları da biliyorum. Bizim muhit sayılır. Oraya da betonyol denirdi. Ama benim bahsettiğim Osman Öksüz Park'ının yanından yukarı doğru çıkıp Eşrefpaşa caddesiyle buluşan uzun yol.

      Sil
  8. alper tunga, adilanum öldü müüü :) bu anlattığın eşrefpaşa da hangi sokak, kaç nolu sokak yani, aşağıdan meydandan, eşrafpaşa camisinden yukarı yokuş olan sokak var büyük bir sokak, o temel sokak idi galiba :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önceki yorumda yazdım, 513 Sok. Google haritalardan bak. Atilla Mahallesi. Eski Karakol durağının karşısı. Yokuş değildi ama onu kesen sokaklar yokuştu genelde:)

      Sil
    2. hıhıms annadım, hala karakol da var orada zaten. dediğin yerden yukarıya, kadifekaleye direk giden bir sokak var o da yokuş, o yokuşta ilerde horasan camii :)

      Sil
    3. Biliyorum evet. Bir zamanlar çocukluk arkadaşım Mustafa ile birlikte Ramazan ayında her gün farklı camide teravih namazına giderdik. Horasan camisine de gittiğimi hatırlıyorum bir keresinde. Dönüş yolunda 50 kuruşluk tuzlu fıstık alıp yol boyunca sohbet ede ede dönerdik:)

      Sil
  9. o sokaklarda dolaşmış gibi hissettim, ne güzel anlatmışsınız. adile hanımı arayan nineye üzüldüm.giritçe diye bir dil mi var, sanki yunanca gibi geldi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Onun gibi pek çok nine vardı aslında ama çoğunu unuttum:( Bizim Giritlilerde erkekler ölür önce, karıları ondan sonra yıllarca yaşar, uzun ömürlüdürler ot yediklerinden:) Giritçe diye bir dil var evet, Girit'ten gelen Türklerin konuştuğu dil. Orada Rumlarla birlikte yaşarken konuşulan bir dil. Rumlar sayıca fazla olduğu için herkes Giritçe konuşurmuş. Öyle ki Türkiye'ye geldiklerinde çoğu Türkçe 'yi bilmiyorlarmış. Ben de Türkçe bilmeyen birkaç Giritli teyzeyi tanıma şansına sahip oldum. Çoğunun Türkçe'si bozuktu, bazen çok komik konuşuyorlardı Türkçe'yi kullanmaya kalktıklarında. Giritçe, Yunancaya benzer bir dil. Benden birkaç yaş büyük herkes öğrenmişti Giritçe 'yi. Annem, babam gayet akıcı konuşurlardı. Yunan TV lerinin yayınlarında haberleri anlamakta zorlandığını ancak piyes, film gibi programları gayet kolay anlayabildiklerini söylerdi annem.:)

      Sil
  10. "Adilanum öldi mü?"
    ''Issiz acun kaldi mu?''
    Bu kısmı okurken kendimi durduramayıp kahka attım. Çook komik. Aşırı komik. Siz çok yaşayın emu?
    Bu arada lisedeyken Edebiyat hocamız bu saguyu hiç yanlış yapmadan kim okuyabilirse diş fırçası hediye edeceğim demişti, hiç unutmam. Etmedi ama. Ezberimdedir hâlâ:))

    YanıtlaSil
  11. Şimdi eskiye özlem duyuyoruz ama, her şey yerli yerinde kalsaydı acaba mutlu olur muyduk?
    Ve bir soru daha.
    Neden her şey bu kadar çok değişti...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel bir soru Evde Yazar:) Çocukken gelirimiz azdı bizler ve çevremizdeki insanlar zar zor geçinirdi, hemen hepsi ekmeğin karne ile verildiği zamanları hatırlardı. Şimdi durumumuz eskiye göre daha iyi, belki o eski komşularımızın arasında yaşamaktan rahatsız bile oluruz dürüst düşünürsek. Olay şu para, varlık mutluluk getirir mi? Ağaç Ev Sohbetlerinde tartıştığımız bu konu aslında bir paradoks, getirdikleri ve götürdükleri tartışmalı:)

      İkinci sorunun cevabı bana göre net. Soğuk savaş bitti, vahşi kapitalizmin önderliğinde tüketim toplumu meydanı boş buldu:)

      Sil