Bir üstteki kapı iki yaşlı kardeşin yalnız yaşadıkları bir eve aitti. Anneleri Adile Hanım sanırım ben doğmadan önce ölmüştü. Hani geçen bölümde bahsettiğim aklını yitirmiş yaşlı ninenin kapı kapı dolaşıp "Adilanum öldü mi?" dediği, Adile Hanım'dan bahsediyorum. Garip bir yaşantı sürüyordu bu yaşlı adamlar. Mustafa evin reisi gibi alışveriş yapardı. Bir yerde çalışıyor muydu, yoksa emekli mi olmuştu hatırlamıyorum. Ağabeyi Ali, ise pek çıkmazdı evden. Temizlik, yemek yapma işi ondaydı. Yaz kış kapısının önüne çıkardığı mangalı yakmakla uğraşırdı. Konuşmayı pek sevmeyen içine kapanık bir tipti. Günlerden bir gün mahalle büyük bir olayla sarsılmış, mahallenin bütün kadınları toplanıp Ali'yi linç etmeye kalkmışlardı. Başta ne olduğunu anlamamıştım. Önceki bölümlerde bahsettiğim dip komşumuz manav Hasan'ın küçük kızı Cazibe'yi hatırlarsınız. Henüz üç beş yaşlarındaki bu küçük kızı çikolata vereceğim diye kandırıp evine almış. Küçük Cazibe komşularında gördüğü erkek bebeğin cinsel organıyla Ali dedesininkiyle mukayese edip "Ali Dedeninki bebeğinkinden daha büyük" deyiverince, kızılca kıyamet kopmuştu. Daha sonra polislerin geldiğini, zabıtların tutulduğunu hatırlıyorum. Bu olaydan sonra kimse bakmadı ihtiyarların yüzüne. Zaten kısa süre sonra Ali, arkasından Mustafa göçtüler bu cihandan. Evlerinin akıbetini bilmiyorum, zira bildiğim kadarıyla kimseleri yoktu.
12 Aralık 2020 Cumartesi
ÇOCUKLUĞUMUN KOMŞULARI # 3
"De gidi günler de" derdi eskiden büyüklerimiz, eski günleri aklına gelince. Ben de o moddayım. Doğduğum evin aşağı sırasındaki komşularımızdan sonra, karşı tarafa geçmeden, şimdi yukarı doğru ilerleyelim. Bitişik evde oturan komşumuz Fatma Ablamızı çok iyi hatırlıyorum. Karşımızdaki sarışın Fatma Ablayla karıştırmamak için "Kara Fatma" derdik ona. Bir yandan da üzülürdük, çünkü "karafatma" evlerimizin mutfak ve kilerlerinde eksik olmayan böcekgiller familyasına ait, karanlık ve loş yerlerden hoşlanan tombul, tiksindirici böceklerinden birinin adıydı aynı zamanda. Haksızlıktı bu Fatma Abla'ya. Esmer tenli, dudağının altında iri bir beni olan, lise mezunu dünyalar iyisi bir insandı. Çocukluğumun lise mezunları bugünün üniversite bitirmişlerinden daha bilgiliydi ve çevrelerinden daha çok saygı görürlerdi. Yaz mevsiminde kapısının girişindeki serin holde sandalyesine oturur, Türk yazarlarının romanlarını okurdu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanını ondan duymuştum ilk kez. Fatma Abla dışında çevremde kitap okuyan başka birini görmedim diyebilirim. Annesi ölmüştü. Benden, on beş yaş kadar daha büyüktü sanırım. Çocuk yaşından beri ailesinin bütün yükünü sırtlanmıştı. Adının aklımdan silindiği babasına, ağabeyine ve iki oğlan kardeşine bakıyordu. Ağabeyi üniversiteyi bitirip evlendi, Ziraat Fakültesinde profesör oldu. Sonra babasını kaybetti. Diğer kardeşlerinden Hasan ve İbrahim de kendilerine sağlam birer iş bulup evlendiler ve evden ayrıldılar. İbrahim Abiyi çok severdik, bazen kapının önüne ip gerip voleybol oynadığımızda bize katılırdı. Bazen de sokakta oynadığımız futbol maçlarında hakemimiz olurdu. Komşumuz Fatma Ablayı her andığımda arka bahçelerindeki erik ağacı gelir aklıma. Büyük bir ağaçtı. Üzerinde sarıdan turuncuya çalan kayısı eriği yüklü dallar bizim evin bahçesine sarkardı ama biz onlara dokunmamak konusunda tembihliydik. Fakat Fatma abla o canım eriklerden tabak tabak bize ikram eder, bunlar sizin, "göz hakkı" derdi. Bu muhteşem meyveye Kayısı eriği denmesinin sebebi harika lezzetinin yanı sıra çekirdeğinin etinden kolayca ayrılmasıydı. Bizim evle birlikte aynı müteahhit yıkmıştı onların evini, ve söküp atmıştı o güzelim ağacı. O zamandan beri o kadar lezzetli erik yemedim desem yeridir. Yıllar sonra yalnızlık canına tak deyince kendinden daha yaşlı bir adama varmıştı. Bir süre sonra kocası olan adam da öldü, apartman haline dönen eski evine geri geldi. Hala annemin kapı komşusu. Yetmiş yılı aşan bir komşuluğu hayal edebiliyor musunuz?
Bizde de bir Kara Ayşe vardı pek severdik. Cazibe'nin başına gelenlere ise yürek dayanmaz. Ne güzel anlatmışsınız herşeyi. Kaleminize sağlık...
YanıtlaSilTeşekkür ederim:) Evet, insanlık dışı bir davranış:(
SilPeki Cazibe ne oldu sonra ? Vah yavrum 😞
YanıtlaSilSanırım çok fazla bir şey yapmamış şovmenlikten başka. Şanslıymış ki büyük bir tesadüf eseri annesine söylemiş. Aksi takdirde sapık işi ilerletebilir daha vahim sonuçlara yol açabilirdi. Çocuk küçüktü, belki ileride unutacaktı anlamını bilmeden yaşadıklarını. Sonra olay kapandı gitti zaten. Evleri müteahhide verilince bir başka yere taşındılar, sonra bir haber alamadık. Sanırım, kalıcı bir travma yaşamadı. Şanslıymış yine.
SilEskiden... Değerli yazınızı okuduğumda aklıma yazdığım ilk yazı geldi https://tengilimesra.blogspot.com/2019/10/eskiden.html güzel zamanları hatırlattığınız için teşekkürler :)
YanıtlaSilGerçekten bambaşka bir dünyaydı çocukluğumuz. Yazınızı okudum, hepimiz eskiye hasret. Biz büyüdük kirlendi dünya. Ben teşekkür ederim:)
SilEvet şu lakap takma adeti genelde her mahallede vardı galiba.Kara Fatma'da en çok duyduklarımızdan galiba.İnsanlar o kadar içiçeymiş ki, herkes birbirini tanıyınca aynı isimdekiler ayrımka lazım sonuçta:)
YanıtlaSilYalnız ihtiyar amcalar fenaymış yani:(
Sanırım son zamanlarda isimlerde çeşitlilik arttı. Eskiden dede ve büyükanne ekseninde aynı isimler dolaşıyor, ortaya bir sürü Ayşe, Fatma, Mustafa, Ahmet çıkıyordu. E, insanlar nasıl ayırt edecekler birbirlerini? O zaman mecburen bir lakap uyduruveriyorlardı sanırım:)
SilAslında o zamana kadar böyle bir şey yapacaklarını hiç tahmin etmezdik. Yıllarca kendi hallerinde, ona buna karışmayan sakin insanlar olarak tanıdık. Demek içlerinde şeytan besliyorlarmış.
Belli yaştaki insanlara tanıdık gelen komşular, karakterler. Okudukça çocukluğuma dair benzer yüzleri hatırladım:)
YanıtlaSilHaklısınız yeni nesle hikaye geliyordur bunlar. Ama ucundan kenarından biraz yaşayanlar için bir başka değeri var bu anıların. Benzer çok şeyleri hatırlatacaktır mutlaka:)
SilBursa'da Kara Fatma diye bir semt bile vardır! Ama hikâyesi Kurtuluş Savaşı'na dayanır Kara Fatma'nın..
YanıtlaSilLiseye giderken kestirmeden bir dağın eteklerinden geçerdik. Bugün orası Hatay, İzmirspor durağı diye geçer, eğer yeni bir isim vermedilerse. İşte o dağın adı da Kara Fatma dağıydı. Şimdi o etekleri hep ev doldu, dağı bile kaldırdılar ortadan:) Evet, Kara Fatma Kurtuluş Savaşının en önemli kadın kahramanlarından biridir:)
Silkara fatma dağı çok ünlü bir dağ tabii, kara fatma nın yaşadığı büyük aşk nedeniyle oraya öyle deniyor. çok güzel bir mesire, yürüyüş yeri, herkes oraya hava almaya, izmiri seyretmeye, çay kahve içmeye gidiyor, gidin siz de ne güzeel, pek gezmiyo gibisiniz siz yanii, kafesi de var yani. altında hemen nefis bir girit lokantası var. ayrıca, reşat nuri güntekin in bağ evi var, orda eskiden bağlar varmış yani bozyaka hastanesine giden cadde. dağın altında metin oktay parkı var. orda top oynarmış eskiden, hemen orda leskay adlı futbol sahası varmış, leskay fabrikasının. metin oktay, dedem, büyük amcam filan orda top oynarmış, havagücü takımında, sonra adı izmirspor oluyor, izmirspor eşrefpaşa dan hatay a taşınınca :)
YanıtlaSilGezmediğimi söyleyen ikinci kişisiniz bu hafta:) Daha önce sevgili Adadenizi de söylemişti Karagöl'ü bilemediğim için. Şöyle bir durum var. Eşrefpaşa Lisesine giderken tarlaların içinden, Kara Fatma dağının eteklerinden geçerdik. O zamanlar annemiz bizi bir arka sokağa göndermezdi başımıza kötü bir hadise gelmesin diye. Mahallemizin insanlarını anlatırken onun ne kadar haklı nedenlerle bizleri korumaya aldığını, kol kanat gerdiğini şimdi daha iyi anlıyorum:) Liseden sonra üniversite tahsili için Ankara'ya gittim ve ondan sonra İzmir'de uzun yıllar bulunmadım. Döndüğümde her şey değişmişti. O Leskay'ın futbol sahasını çok iyi hatırlıyorum. Biz kaçar giderdik yine oralara. Her türlü sapığın cirit attığı yerlerdi. Bir bisikletçi vardı, saatliğine bisiklet kiralardık. Sonra futbol sahası yerine ve civarına dağ gibi pirina dediğimiz zeytin küspeleri yığıldı. Onların tepesine çıkıp aşağı kayardık. Daha sonra evlerle, üç beş katlı apartmanlarla doldu oraları. Şimdi gitsem yolumu şaşırırım. Bu yüzden bizim Kara Fatma dağı nasıl yok oldu anlayamadım. O bahsettiğin mesire yerlerini, kafeleri, Girit lokantasını, Reşat Nuri Güntekin'in bağ evini hiç bilmiyorum. Metin Oktay parkını duydum, belki önünden de geçmiş olabilirim. Hatay caddesine açılan bir sokakta İzmirspor tesislerinin ilk açıldığı zamanları biliyorum. Küçük kardeşimin sünnet düğününü de o tesislerde yapmıştık. Şimdi o elli yaşında:) Yani özetle, çocukken sınırlı yerlere gidebiliyordum ama daha sonra hep İzmir'in dışındaydım, belki de bu yüzden çok şey kaybettim:) Fakat yine oralarda bir Giritliler derneği olduğunu biliyorum, şu pandemi geçtikten sonra gidip oraya üye olmak, eskileri yad etmek iyi bir fikir gibi geliyor şimdi:)
Silşimdi gezersiniz artık yaaa. giritliler derneği egepol hastanesine çok yakın, arada girit yemekleri yapıyorlar ve girite gidiyorlar birlikte :) yemek içmek gezmek isteyince söle banaa annemler çok iyiler bu konudaa ben de izmire gittiğimde beni gezdirirler hep bir de yemek düşkünü olduğumdan yanii :) örneğin, göztepe parkında, migrosun yan tarafındaki ünlü aşureci, aynı yerdeki ünlü pideci, mithatpaşa caddesinde hemen göztepe parkının yakınında sokağın köşesindeki ünlü dönerci, kemeraltındaki arnavut gül dönercisi, köfteci mehmet, bostanlıdaki iki balıkçı barınağı, birinin karşısındaki çok iyi belediye kafe restoranı, ayrıca tersane kafe ve yasemin kafe, karşıkaya çarşıda özlem lokantası, ayırıca alsancaktaki bornovadaki, bucadaki ünlü ve çok eski restoranları sölerim istediğin zaman. veya tire nin en iyi kebapçısı resul gibi. urladaki yörük evi, ormandaki şarap evi, yeme içme dışında dağlar ormanlar köyler de tabii, bornovanın köyleri, urla saip köyü, kösedere, ayrıca bir iki ay sonra nergis festivali, kavacık üzümü festivali, korkuluk şenliği, ve diğer dağ orman gezme yerlerini söleriim, gezmek isteyince sen sor banaa :) bizim aile çok gezentiiii :)
SilOK deep, çok faydalandım, teşekkürler. Önce Tire, ardından İzmir'e döndükten sonra Mithatpaşa caddesine yerleştik. Göztepe'de Taş Ev Şarküteri adında zeytinyağı ve doğal gıda ürünleri satan bir dükkanımız vardı, kapattık, mülkü bize ait, şimdi beklemede. Göztepe Parkı dediğin Güzelyalı Parkı olmalı. İki yıl kadar Küçükyalı tarafında kirada oturduktan sonra yeni aldığımız daireye geçtik, caddede Güzelyalı Balıkçısının üstünde. Yani o bölgede, özellikle cadde üstü esnafı biliyor sayılırım. Dönerci Orhan'dan bahsediyor olmalısın. Migros'un yanındaki aşureciyi bir deneyeyim:) Yeni evimizin hemen karşı köşesinde A La Creme var, macaronları meşhur ama kazıkçı bir yer. Kızımın tayini Buca'ya çıktı geçen sene. Kendisi uzman aile hekimi biliyorsun, bizi güzel bir yere götürmüştü, Sini Köşk restaurant. Buca da çok gelişmiş, değişmiş. Eskiden üzümlerini yerdik sadece:)
SilBu yorumun kalsın burada, pandemiden sonra bir başvuru kaynağı gibi. Yine de gezmek istediğim zaman yemek konusunda sana, doğa gezintisi konusunda Adadenizi'nin blog sayfalarına müracaat ederim:) Thank you:)
o zamansaa, buca şirinyer deki müthişli bergama köftecisi aklınızda olsuun, üç çeşit köftesi vaar :)
SilOK, kızıma da söyleyeyim, o da sever boğazını:)) Muhtemelen onun çalıştığı yere yakındır.
SilRahmetli kuzenimin eşi giritli dernekte görev alıyor. Bu arada cazibenin yaşadıklarına üzüldüm.
SilMaşallah diyeyim. Ne kadar net hatırlıyorsunuz detayları.
YanıtlaSilSarışın Fatma'nın karşıtı Esmer Fatma olması gerekirken nedense esmer olan tüm Fatmalar ''Kara Fatma'' diye anılır. Zaten her nedense Fatmaların %90'a yakını esmerdir, kaderleri de ''Kara Fatma'' diye anılmaktır galiba:) İlginç gerçekten.
Çocukluğunuzun bahçenize uzanan dallar kesiti benim çocukluğumunun bir kesitiyle o kadar benzeşti ki, şaşırdım. Bizim bahçeye de komşuların kayısı ağacının dalları sarkar, kayısılar olgunlaştığında bizim bahçeye düşerdi. Hatta bloga yazmıştım.''çocukluk'' etiketinde saklı. Sizinki kayısı erikmiş ama anlattığınız lezzette kendi erik ağacımız vardı bahçemizde. Bir daha da asla aynı lezzette erik yiyemedim söylediğiniz...
Yaşlı kardeşler çok iğrençmişler maalesef:(
Bu anlattıklarınızdan ne de güzel dizi film olur. Bir sürü karakter, her birinin hikâyesi ayrı. Senelerce sürer üstelik. Keyifle okurken çocukluğuma da döndürdünüz beni. Elinize sağlık...
Daha önce yazabilseydim çok daha fazla detay hatırladım. Zamanla unutuluyor pek çok şey. Bu seriye başlamamın bir nedeni de daha fazla unutmadan kayıt altına almaktı. Bana da şimdi kurgu bir öyküymüş gibi geliyor, sanki hiç yaşamamışım onların arasında...
SilKara Fatma'nın şanssızlığı Sarı Fatma'dan geliyor. Fatma'ların karışmaması içindi sadece. Biz yüzüne karşı Fatma Abla diyorduk. Hangi Fatma diyene derdik, Kara Fatma:) Aslında siyah saçlı kumral bir kadındı, esmer bile sayılmazdı tam olarak yani:) Giritlilerde çoktur Fatma, Zehra, Zeynep gibi isimler. Bir de evlatlık alınmış çocukların çoğunun adı Fatma'ydı.
Okurum sizin kayısı yazınızı de memnuniyetle:) Evet, olay açığa çıkana kadar hiç belli etmemişlerdi kendilerini.
Doğru diyorsunuz, teşekkür ederim:)
* Sizin söylediğiniz şekilde bir daha da asla aynı lezzette erik yiyemedim... olacaktı.
YanıtlaSilÜstteki yazınızdan demek istediğinizi anladım zaten:)
SilBizim karşı komşumuzun bahçesinde de kocaman bir dut ağacı vardı, mevsimi geldi mi bahçe kapısını açar, tüm mahalleye seslenirdi: "Dut vakti geldi de geçiyor, hadi geliverin de toplayalım" diye. Örtüsünü kapan gelirdi, biz çocuklar ağaca çıkıp dalları sallar, "dut silkelerdik". Sallarken de bol bol yerdik dışardan tabi ki :)))
YanıtlaSilİyi aklıma getirdin. Sonraki bölümlerden birinde bahsedeceğim komşumuzun kapısının önünde bir karadut ağacı vardı, ondan da bahsedeyim:) Bal tutan parmağını yalar tabii:))
Silkara fatmaya hayran kaldım, ne güzel kitap okurmuş. hala komşunuz olması da müthiş bir şey. el kadar cazibe'ye sulanan alinin de Allah belasını versin.:((
YanıtlaSilEvet iyi bir komşumuzdu. Evlendikten sonra kapandı, eski okuma alışkanlığına devam ettiğini sanmıyorum. Muhtemelen şimdi sadece Kur'an ve dua kitapları okuyordur:)
SilAğaç kesilmesine ait benim de çocukluk anım var, ne çok ağlamıştım...
YanıtlaSilDoğduğum evin bahçesinde bir adet mandalina, bir adet şeftali ağacı vardı. Mandalina yirmi kadar meyve verirdi ama şeftalinin her sene sadece bir meyvesi olurdu. Bizim için altın değerindeydi. Zamanı geldiğinde kopardıktan sonra aile fertlerinin sayısına göre dilimleyip eşit olarak paylaşırdık. O incecik dilimden aldığım tadı, mutluluğu anlatamam:)
Sil