18 Aralık 2020 Cuma

ÇOCUKLUĞUMUN KOMŞULARI # 8


Zeynepaçi'nin evinin bulunduğu çıkmaz sokağa nedense Dere Sokağı denirdi. Oysa oradaki yosun kaplı kayaların çatlaklarından sızıp yaklaşık otuz metre sonra sokağımızın mazgalında kaybolan cılız sular dere tanımını asla hak etmiyordu. Bu suları sebil kabul edip üzerine üşüşen mahallenin bütün arıları, eşek arıları bizim korkulu rüyamızdı. Dere sokağındaki evlerden birinde mahallemizin tek Çingene ailesi otururdu. Örme taştan evlerinin yanına atlarını koymak için derme çatma bir ahır ilave etmişlerdi. Gebe olup olmadığını hiçbir zaman ayırt edemediğim kocaman göbekli bir kadındı olan evin hanımı hemen her yıl bir çocuk doğururdu. Boy boy çocuk arasından aklımda kalan Ali'ydi sadece. Onu her zaman dört tekerlekli arabalarına atını koşarken görürdük. Daha sonra babasıyla birlikte işe giderlerdi. 

Dere sokağının diğer köşesinde iki katlı evin üstünde Bakkal Teyze'ler otururdu. Alt katlarında işlettikleri küçük bakkal dükkanlarını hayal meyal hatırlıyorum. Kocası ölünce dükkanı kapattılar fakat gerçek adını hiçbir zaman bilmediğim Bakkal Teyze'nin adında bir değişiklik olmadı. Bakkal dükkanını boşaltıp kiraya verdiler. Oraya dedemlerin bir ahbabının karısı Kübra Teyze geldi. En az elli yıl elli beş yıl evli kaldıktan sonra şiddetli geçimsizlik nedeniyle eşi Hüseyin Amca'dan boşanmıştı! Yeni yaşam yeri tek göz bir odaydı ama kafası dinçti artık. Ömrünün son günlerinde Hüseyin Amca'nın dırdırından kurtulduğu için gayet mutlu görünüyordu. Eski tip gaz ocağında pişirirdi yemeklerini. Odada eşya olarak ne dolap ne karyola vardı. Sadece bir yatak, bir yorgan ve birkaç parça kap kacak, hepsi o. Komşular arasında yemek alışverişi bir tür gelenek ve bağlılık göstergesiydi. Pişen yemekten bir tabak da sevilen komşulara gönderilirdi. Bir gün Kübra Teyze pişirdiği zeytinyağlı bamya yemeğini bir melamin tabağa koyup eve götürmemi istemişti. Her biri yedi sekiz santim uzunluğundaki bamya boğazıma takılmış, boğulmaktan zor kurtulmuştum. O gün bugündür bamya yemeğini ağzıma sürmedim. Bir yıl falan sonra Hüseyin Amca ağırlaşıp hastaneye kaldırıldı. Öldüğü güne kadar yaklaşık kırk gün boyunca boşandığı eşi Kübra Teyze, yanında ona refakat etmişti.

Bakkal Teyze'lerin bitişinde hala görüştüğüm eski çocukluk arkadaşım Mustafa'lar otururdu. Babası Niyazi Abi'nin alt katta işlettiği küçük bakkal dükkanında çok vakit geçirmiştim. Annesi Hüsniye Hanım Teyze dedikodusu olmayan, kendi halinde, temiz ve çalışkan bir kadındı. Dükkanın yanındaki giriş holünde, tuvaletin yanında, her zaman dört beş keçi beslerlerdi. Bazen keçiler yavrular, oğlaklar sütü emmesin diye memelerine kumaş torba geçirirlerdi. Gündüzleri hayvanları kapının önündeki dut ağacına bağlarlardı. Üst katta bir kuş odası, bir oturma odası ve oradan camekanlı bir bölmeyle ayrılan bir de odası vardı. Bu bir buçuk odada karı koca altı çocuğu nasıl büyütülür, aklım almaz hala. En büyükleri Hüseyin Abi, terziydi. Evlendikten sonra bakkal dükkanının deposunu düzenleyerek ona terzi dükkanı yapmışlardı. Kömür ateşiyle çalışan dökümden ağır ütüler kullanırdı. Ne zaman halini hatırını sorsalar, bezgin bir ifadeyle "İğneyle kuyu kazıyoruz." olurdu cevabı. Büyük kızları Elful, daha önceden bir boyacıyla evlenmişti. Mehmet, sanayide tamirciydi. Hasan, kısa boyuna rağmen diğer kardeşlerine göre içlerinde en güçlü kuvvetli olandı. Belediyeye girdi ve oradan emekli oldu. Küçük kızları Nigar, doğru dürüst işi olmayan bir adamla evlendi, bir sürü çocuk yaptıktan sonra boşanıp baba evine geri döndü. En küçükleri Mustafa benden bir yaş küçüktü. Liseyi bitirene kadar hemen hemen her günümüzü birlikte geçirirdik. Küçükken her akşam rulmanlı arabayla sokak sokak gezip keçilerine karpuz kabuğu toplardık. Bakkal dükkanında, babasının olmadığı zamanlarda, bir yandan sohbet eder, bir yandan gelen müşterilerle ilgilenirdik. Lise çağına geldiğimizde taraçalarında arkadaşlarla toplanıp sazlı sözlü eğlenceler tertip ederdik. Mustafa, Atatürk Lisesini bitirdikten sonra üniversite sınavını kazanamadı, muhtelif sektörlerde çalıştıktan sonra şimdi bir market işletiyor.  

10 yorum:

  1. Kübra teyze ne ilginçmiş. O zaman için adı alışılmadık olduğu gibi, elli yıllık evliliğini bitirmesi de alışılmadık bir davranış olmuş. Demek zamanının cesur yürekli kadınlarından biriymiş 🤗. Sağlıklı kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet yüzü pembe beyaz hoş bir teyzemizdi kendisi:) Erkek ihtiyarlayınca çenesi düştüğü için çekilmez oluyor:) Hüseyin Amca'nın da az dırdırı yoktu, pes dedirtti kadına onca yıldan sonra. O yaşlarda boşanma biraz komik geliyor bana bir parça ama neyse:))

      Sil
  2. Belki kendi ailelerinin bile anımsamadığı insanları anlatıyorsunuz bize, yok olmuyorlar.. Hüzünlendim. Ne hayatlar yaşanıyor..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Epey komşumuz varmış hepsinin ayrı ve hüzünlü hikayesi olan. Şimdi insanlar daha farklı mı göstermeye çalışıyorlar yüzlerini? O mutlu yüzleri sadece bir maskeden mi ibaret? Ben eski komşularımızda maske takanı görmedim, hepsi ne ise oydular sevgili C.:)

      Sil
  3. Akşamları evlerin ışıkları beni hüzünlendirir. Her ışığın altında bambaşka dünyalar bambaşka hikayeler.Sizin bu komşu hikayeleriniz de öyle.
    Evet ya eskiden şehrin göbeğinde bile hayvan besleyenler olurdu. Demek sadece küçük yerlerde olmuyormuş :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten de öyle. Benim de onların iç dünyalarını bilmem mümkün değil elbette. Sadece çocuk gözüyle bana yansıyanları aktarmaya çalışıyorum. Kimsenin umurunda bile değildi hayvanlar, şimdi olsa imza toplarlar attırırlar mahalleden. En az elli yıl öncesini anlatıyorum tabii:)

      Sil
  4. Taraçalar... Çocukluğumun en sevdiğim mekanları. Bizim çıkmaz sokaktaki hemen herkesin taraçası vardı. Bitişik olan evlerde akşamları taraçaların duvarından meyveler, çerezler uzatılırdı yan komşuya. Bazen de çocuklar geçerdi taraçadan taraçaya. Bizim yan komşularımızdan biri Neriman teyzelerdi. Çocukları, torunları olmadığı için beni bir başka severlerdi, her akşam illa ki onların evine geçerdim. Oturup sohbet ederdim onlarla. Tabi sohbet dediğime bakmayın daha ilkokula yeni başladığım yıllardan bahsediyorum :D Hep kahkahalar attıklarını hatırlatıyorum, artık ne hikayeler uydurup ne saçma şeyler anlatıyorsam insanlara :))))

    Mr. Kaplan ne güzel oldu bu yazı diziniz. Hem sizin anlattıklarınız hem de kendi çocukluğumun hatıraları ardı ardına canlanıyor gözümde. Çok teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, bizde bir kaç evin taraçası vardı ama en samimi arkadaşım Mustafa'larınki bir başkaydı. Çok fazla detaya girmiyorum ama madem konu buraya geldi anlatayım:) Taraçanın üzerine çektikleri tellere asma ağacının dallarını dolamışlar ve bu sayede doğal bir gölgelik oluşmuştu. Bazen güneş çekilmeden önce arkadaşlarla otururduk eğlenceye. Bir arkadaşımız akordeon çalardı, Mustafa ise Türk sanat müziğinden şarkılar söylerdi. Önümüzde türlü mezeler, meyveler. İlk rakımı orada içmiştim. Neşemiz arttıkça kahkahalarımız sokağa dalga dalga yayılırdı. Hüsniye Hanım teyze bize kızmak şöyle dursun arada gelip bir ihtiyacımız olup olmadığını sorardı.

      Bence de iyi oldu Mrs. Kedi, belki üç beş yıl sonra bunların bir çoğunu unutacaktım. Eski günlerini hatırlayanlar çok ortak şey buluyor kendi çocukluklarında. Ben teşekkür ederim:)

      Sil
  5. zeytinyağlı bamya of nefis yemeeek :) elful ne hoş isimmiş :) sen bir seri yazı yazmaya başlayınca hemen yazıp bitirip geride bırakmak istiyorsun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hatırlarsın anılarımda aynı konuya değişmiştim daha önce. Senin de sevdiğini biliyordum yaptığın yorumda:) Değişik isimler vardı evet. Annemin adını daha önce bahse girerim hiç duymamışsındır:) Evet, şimdi o havalardayım. Az kaldı, dur bakayım, Sazana, kalaylılar, Şaver hanımlar. Belki Sazana ile finali yaparım çünkü bu diziye öyle bir son yakışır:)))

      Bu arada annemin adı, Dilfiruz. Doğru anlayıp yazanı henüz görmedim:)) Aslında anlamı güzel, gönle ferahlık veren, sevindiren manasında:)

      Sil