26 Nisan 2022 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 140

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm heyecanıyla devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusunu sevgili Kayıp Fısıltı belirledi:

"Hayatınızda karşılaştığınız en garip şey(ler) ne?"

İddia ediyorum, dünyanın en garip ülkesinde yaşıyoruz. Hergün karşılaştığımız, gâvur memleketlerinde yaşayan insanların, gözleriyle görseler dahi asla inanamayacakları garip haberler, bize son derece sıradan geliyor. Az önce izlediğim haber videosu, onlardan sadece biri. Konuşmacı, onca iç karartıcı haberi verdikten sonra yayını eğlenceli bir haberle tamamlamak arzusuyla sürüsünü otlatırken cep telefonundan canlı yayın yapan bir çobandan bahsetmeye başlamıştı. Canlı yayını devam ederken bizim çoban yorgunluktan uyuyakalıyor. Sürüdeki koyunlardan biri durumu fark edince, çobanın yanına usulca yanaşıyor, kameranın karşısına geçip geviş getirmeye başlıyor. Bu ilginç olayı ekrana taşıyan haber sunucusu, geviş getiren koyunu büyük bir heyecanla canlı olarak izleyenlerin sayısının anında 12.000'ü geçtiğini söylüyor! Haberi veren arkadaş, ibretlik olay karşısında bir yandan gülerken diğer yandan kendini sorguluyor ve aklından geçenleri tüm samimiyetiyle izleyicileriyle paylaşıyor. Programın kapanış cümlesi şöyle oluyor: Bu ülkede iyi bir haber programcısı, canlı yayında 1.000 izleyici toplayabilmek için göbeğini çatlatırken bu koyundan öğreneceğimiz çok şey var!

SESSİZ ÇIĞLIKLAR

Ülkenin gariplikleri herkesin malûmu, ben şimdi size şimdiye kadar kimseyle paylaşmadığım kendi garipliklerimden bahsedeyim. Hatırladığım ilk olay çocukluk yıllarıma ait. Tam olarak kaç yaşındaydım, hatırlamıyorum ama sanırım henüz okula başlamamıştım.  İki odalı evimizin biri annemle babama aitti, diğerini ise çok maksatlı kullanırdık. Gündüzleri misafir ve oturma odası, geceleri yatakhane görevini gören üç sedirden müteşekkil odamızda anneannem ve üç kardeşlerimle birlikte yatardık. Küçüklere yer yatağı yapılırdı. Benim yattığım yer, sevgili dedemin ölümünden sonra bana kalan anneannemin başucundaki sedirdi. O zamanlar, gecenin bir yarısında uyanırdım. Gözlerimi açar etrafıma bakınır, fakat karanlıkta bir şey göremezdim. Korktuğumdan olsa gerek, sesimden cesaret almak için bir şeyler söylemeye çalışırdım. Önce kısa kısa heceler, sonra kelimeler... Ancak sesim çıkmazdı hiç. Sesimi duyamazdım. Odadan gelen horlama seslerini duyduğuma göre kulaklarım işitiyordu, ama ne kadar çabalasam kendi sesim çıkmazdı. İyice panikleyip avazım çıktığı kadar bağırmaya başlardım. Yok, hiçbir ses yok. Gırtlağımı yırtıyorum ama fısıltı dahi çıkmıyor ağzımdan. Yorganın içine girer sabahı beklerdim çaresiz. Sabah olunca sesim geri gelirdi. Ertesi akşam adeta saati kurmuşçasına uyanır, üzerimden yorganı sıyırır, yattığım yerde doğrulur ve sesimin çıkıp çıkmadığını tecrübe ederdim. Ne yapsam nafile! Benim ses, geceleri çalışmıyor. İşin ilginç yanı nedense bu durumu ne anneme ne anneanneme söylüyordum. Belki bana rüya görmüş olmalısın, hayırlar olur inşallah deyip geçerler diye düşünmüşümdür. Ama kesinlikle yaşadıklarım rüya değildi. Bundan adım gibi eminim. Yavaş yavaş alışmaya ve korkumu yenmeye başlamıştım. Geceleri yine uyanıyor, artık sesimin çıkmayacağından son derece emin bir şekilde bas bas bağırıyor, çığlıklar atıyor, sesimi duymayınca yorganı başımdan aşağı çekip düşüncelere dalıyor ve bir süre sonra uyuyordum. Bu ne kadar sürdü tam olarak bilmiyorum ama uzun bir süre devam etmişti, belki bir ay belki daha fazla. Daha sonra geceleri uyanmaz oldum. Bu anlattığım, yıllarca aklımın bir köşesinde gizli kalmış bir olaydı.

KÂBUS

Şimdi anlatacağım olay, öncekinin bir benzeri ama çok daha sonra ortaya çıktı. Üniversitede son dönemimde iki dersim kalmış, bir yandan da tanınmış bir proje firmasında profesyonel hayata atılmıştım. İki işi aynı anda yapamayan biri olarak hem okul hem iş hayatını sürdürmekte zorlanıyordum. İşe epey adapte olmuştum ama o iki ders bana hayli külfetli geliyordu. Sınavlar için istediğim zamanı vermek konusunda amirlerim fazlasıyla cömertti. Üstelik güzel bir maaşım vardı ve işimi seviyordum. Nasıl olduğunu anlamadan sömestre bitmiş sınavlarımı vermiş ve mezun olmuştum. Fakat her gece gördüğüm bir rüya beni perişan etmeye başlamış, gündüzleri dahi rüyanın etkisiyle huzurum kaçmıştı. Güya ben o iki dersten çakmışım da yanlışlıkla bana diplomayı vermişler! Bir gün bu işin kokusu çıkacak ve diplomamı elimden alacaklar diye korkuyorum. Her gece gördüğüm bu rüya bir süre sonra şekil değiştirdi. Bu kez lisedeyim ve yine bir iki dersten kalmışım. İdare bunu fark etmemiş, üniversite sınavını kazanmışım. Geceleri kâbus çöküyor üzerime, birileri bunu ortaya çıkaracak ve benim üniversite hayalim yalan olacak! İnsan her gece aynı rüyayı görebilir ve bu yüzden huzursuz eder mi kendini? Nedenini bilemediğim ve kimseyle paylaşmadığım garip olaylardan biri de buydu. Belki de etkisinden kurtulamadığım bu kötü rüyalardan dolayı yetişkinliğimden beri çok ender rüya görürüm.

MUCİZE KURTULUŞ

İnsanın başına türlü kazalar gelebilir, bazen kıl payı canını kurtarabilir. Bunda olağanüstü bir durum yok. Ancak başımdan geçen öyle kurtuluşlar var ki, bunları normal karşılamak bana pek pek olası gelmiyor. Liseye giderken yaz tatilinde çalıştığım büfenin önünde üzerime hızla gelen Arçelik triportör'ün (üç tekerlekli motorlu yük aracı) önünden kaçışım (araç bana çarpmamak için az kalsın devriliyordu), dağcılığa heves edip tek başına çıktığım Karakaya dağlarında uçurumun kenarından aşağı sarkıp göremediğim ama var olmasını ümit ettiğim daracık bir çıkıntıya kendimi bıraktığım (o çıkıntı olmasaydı bu yazı yazılmazdı), arabamla Ankara Alaçam sokağından aşağı doğru hızla inerken (ilkokula bırakmak üzere yanıma aldığım kızım olduğu halde, bunu yapmam affedilmeyecek bir gençlik hatası) yan sokaktan gelen aracı son anda fark edip hız kesmeden yılan gibi önünden kıvrılıp yoluma devam ettiğim, yine Ankara'da Kocatepe Camisi önündeki meydandan hızla geçerken dikkatsiz bir kadın sürücünün sırasını bekleyen bir sürü araç kalabalığı arasından fırlayıp aniden üzerime geldiğini fark ettiğim anda gaz pedalını kökleyip önünden kıl payı geçmem (bu kez hata bende değil ama kızım yine yanımda), bugünleri görebilmek adına evrenin bana epey şans verdiğini düşündürür ve onun bu bonkörlüğünü neye borçlu olduğumu her zaman merak ederim. Ve son olarak Ankara'dan eşyalarımızı toplamak, İzmir'e kesin dönüş yapmak üzere yola çıktığımız gün... Manisa il hudutları içinde son sürat yol alıyoruz, yanımda sadece eşim var. Yol çifter şeritten duble, hızımız saatte en az 180 km. Epey önümüzde eski bir Renault, sağ şeritten sola doğru kayıyor hafiften. Sinyal falan yok, uyuyor olmalı. Aramızdaki mesafe gittikçe daralıyor. Sola dönülecek bir kavşak, sapak falan da görünmüyor, yol refüjle ikiye ayrılmış. Korna çalıyor, selektör yapıyorum uyansın diye. Siz siz olun Manisalı sürücülerden uzak durun. Bense uzak durma şansımı kaybetmişim çoktan. Renault orta şeridi geçip refüje yaklaşmaya devam ediyor. Artık fren yapıp durma ihtimalim de yok, kesin bindireceğim. Tek şansım hiç tereddüt etmeden hızımı daha da arttırıp arabayla refüj arasından sıvışmak. Fakat bu artık hiç olası değil, filmin sonu göründü. Evet, refüjle arabanın arasında gittikçe daralan o iki metrelik aradan belki saatte 200 km hızla geçtim rüzgâr gibi, hem de en ufak bir sıyrık almadan. Bunu başarmam mümkün değildi, sanki görünmez bir el bizi alıp iğne deliğinden geçirmişti. Dönüp aynadan baktım arkama. Renault refüjün kenarında bıraktığım gibi duruyor, sürücüsü korkudan dilini yutmuş olmalı. Meğerse refüj bordürleri sökülmüş oradan kendilerine bir yol açmışlar. Ne ben, ne eşim, ne de Renault'takiler bu anı unutabilir. Ben ki, sakin bir insanım, ilk akaryakıt istasyonunda durup su içtim. Kararım kesindi, bir daha bu arabaya binmeyecektim. Ankara'ya vardığımda ilk işim, kullanmadığım izinlerin karşılığı bana teklif edilen arabayı şirkete iade etmek oldu. 

FALCI

Doğa üstü güçlere, fala, büyüye inanmam. Ama benim bu inancımı kökünden sarsan bir iki olaydan bahsetmezsem olmaz. Bunlardan biri Kdz. Ereğli'de başıma gelmişti. Bilirsiniz hanımlar falcıya meraklıdır. Eşime de arkadaşlarından biri oradaki falcılardan birini önermiş, ne söylerse çıkıyor, bildiğin gibi değil demiş. Kayınvalidem ile beraber varıp yanına gitmişler. Kayınvalidem boşanmanın eşiğinde. Falcı kadın demiş ki, üç güne kalmaz kocanı kaybedeceksin. Yok, bu imkânsız demiş, turp gibidir, hayatta bir şey olmaz ona. Eşime anlatmış olayı. Ben işimde gücümdeyim, onların bu falcı muhabbetinden haberim yok tabii. Kayınpeder o zaman 59 yaşında, herhangi bir rahatsızlığı yok. Aynı günün akşamı televizyonda maç izlemiş, annesinin yaptığı kahveyi içmiş, ertesi gün arkadaşlarıyla birlikte çıkacakları yaylada alem yapacaklar. Yanlarında götürecek eşya ve yiyecekleri kontrol ettikten sonra yatağına gitmiş. Ertesi gün şantiyeye bir telefon geliyor. Arayan taşeronlardan biri. Başın sağ olsun diyor, kayınpederin vefat etmiş. Ya nasıl olur, nereden aldın haberi? Hem karıştırmayasın, bu babam olmasın, bypass ameliyatı geçirmişti. Yok, yok kayınpederin diye ısrar ediyor. O zamanlar cep telefonu yok ki hemen teyit edesin. Neyse, sabit bir telefon bırakmışlar. Arıyorum, Seha Amca kötü haberi veriyor, aman eşine söyleme hemen diye sıkı sıkı tembih ediyor. Hemen hazırlanıp şehre dönüyor ve eşimi evde buluyorum. Hadi hazırlan, babanı hastaneye kaldırmışlar, gidiyoruz diyorum. Eşim aynen "Ah ne falcıymışsın sen! Üç gün dedi, ikinci gün aldım haberi!" diyerek feryadı basıyor. Ne kadar ikna etmeye çalışsam da yol boyunca onu kandırdığımın farkında. Böyle bir olay işte. Tesadüf diyorum ama garip bir durum, tesadüf olma ihtimalini bile aşan bir tesadüf. 

ANNE EVDE MİSİN?

Bir gün sonra kayınpederin evindeyiz. Evde matem havası, kalabalık... Babaanne için dayanılmaz bir acı, evlâdını kaybetmiş. Akşam üzeri beklemediğimiz ölüm karşısında şaşkına dönmüş bir vaziyette taziyeye gelenleri kabul ediyoruz. Büyük üzüntü içinde herkes. Beklenen bir ölüm değil bu. Derken aşağıdan bir ses! "Anne Evde misin?" İkinci kattayız, merdivenden aşağıda bir dış kapı var. Babaanne, eşim ve ben şaşırmış bir vaziyette birbirimizin yüzüne bakıyoruz, kim bu diyerek. Hemen kalkıp merdivenlerden aşağı koşuyor, kapıyı açıyorum, kimse yok görünürde. Alt katta kapının önünde dikilen tüpçüye soruyorum: Biri mi seslendi? Adam yok anlamında sağa sola sallıyor başını. Yukarı dönüyorum. Birbirimize soruyoruz. Sen de duydun mu? Herkes birbirini teyit ediyor. Evet, duydum diyoruz birbirimize. Aynı şeyi söylüyoruz, "Anne evde misin?" dedi. Garip ama gerçek! Alacakaranlık kuşağı...    

20 yorum:

  1. Ayyyy hiç böyle şeylere inanmayan biri olarak sinirlerim bozuldu :)) Bu ne biçim ağaç ev sohbeti. Ben size sıfır inanç ve %100 mantıkla açıklamalarımı sunayım: 1). Çocukluk döneminde, ergenliğin hemen öncesinde sık rastladığımız gece kabusları, konuşamamak, yürüyememek, hareketsiz kalmak (felç olmuş gibi) bunlar sık oluyor, sanırım bir tür nörolojik durum o yaşa özgü. Nedeni beynin "benlik gelişimi"nden sorumlu bölgelerinin gelişimi diyenler ya da freudian bakış açısıyla "çocuğun kendi kendini ketlemesi" yani aşırı gelişmiş sorumluluk duygusu olan çocuklarda, herhangi bir davranış (sizinki gecenin bir yarısı diğerlerini uyandırıp rahatsızlık verme korkusu olabilir) büyükleri kızdırma korkusuyla "psikolojik felç olma" hissi diyenler var ama tam anlaşılamadı. 2). Bana lisedeki sınavdan bir türlü geçemeyip diplomayı alamayacağını görmeyen bir insan gönderin, şaşarım :))) hepimiz aynı rüyayı görüyoruz fakat bunun nedeni başarı odaklı benlik gelişimi, mesela şimdiki gençlerde Z kuşağında bu rüya yok pek. 3). Mucize kurtuluşlar hep trafikte oluyorsa, belki trafikteki refleksleriniz el-göz-ayak bağlantılarınız fazla iyi çalışıyor olabilir, mühendis olmanın getirisi de var kesinlikle bence 4). ah bu falcılar.. ben hiç inanmam ve hiç baktırmam ama annem dediğiniz gibi meraklıydı bir dönem ve aynen annem de bir falcı duymuş aman her dediği çıkıyor vs vs ve annem kendine de değil gıyabımda bana baktırmış. falcı bu kız denizaşırı bir yerde okuyacak sonra da başka başka memleketlerde yaşayacak, iki çocuğu olacak falan demiş. hepsi oldu ama ben hep 3. çocuğu istiyordum ve inanın bu falcı yüzünden bi korku geldi bana, ya şimdi 3'e zorlarsam birinden birini kaybediverirsem saçma sapan bir korku, kendim biliminsanıyım ve yani terapistim ama yenemiyorum. eşim de zaten hiç istemedi 3.yü, onu suçlamayı tercih ediyorum ama biliyorum asıl suçlu bu falcıya inanan ben! çok sinirliyim bu konuda, hiç sormayın... anneme de falcıya da kendime de herkese sinirliyim. insan inanmasa ve uzak dursa bile buluyor bu falcılar insanı yahu! 4). Ali evde misin? olabilir mi? Ya da yan komşunun çocuğu :) susamıştır yavru.
    evet evet. öyledir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Uzmanın ağzından böyle bir yoruma ihtiyacım vardı, çok teşekkür ederim. Elbette açıklayamadığımız bir takım olaylar bize tuhaf geliyor. En büyük çocuktum, anneannem ve dedem tarafından en çok sevilendim, ilk göz ağrısı derlerdi bana. Böyle olunca gösterilen bu sevgiye lâyık olmaya çalışırdım. Bir şeyi korumak ona erişmekten daha zor gelirdi. Bu yüzden liseden mezun oluncaya kadar birinci olmak yerine ikinci olmayı tercih ettim daima. Babam aşırı baskıcı annem ise tam aksine son derece pasif ama çocuklarına karşı sevgi doluydu. Gecelerin sessiz çığlıkları korkunçtu gerçekten. Mutlaka yazdıklarınız ya da başka bir nedeni vardır. Bizim zamanımızda başarılı ve iyi bir meslek sahibi olmak önemli bir etkendi tabii. O zamanlar yarış atı gibi o sınav senin bu sınav benim koşturur, aileler güçleri nispetinde varlarını yoklarını çocuklarının eğitimine harcardı. Şimdi durum daha da kötü. Artık bir üniversite bitirsen bile mesleğinde çalışacak iş bulamıyorsun. Yöneticiler liyakata önem vermediklerinden iyi bir eğitim yerine iktidar partisine üye olmayı tercih ediyor insanlar. O kadar badireyi burnum bile kanamadan atlattıktan sonra reflekslerime daha bir güven geldi. Araç kullanırken bu güven konforlu bir sürüş sağlıyor:) Falcılar genellikle ölümden bahsetmezler, ben ilk kez duydum. Yıllar sonra Kdz. Ereğli'ye gittiğimizde aynı falcıyı bulmak istedik. Kadın ölmüştü. Acaba kendi ölüm zamanını da bilmiş midir diye düşünmeden edemedim. Ben de bu tür şeylere inanmıyorum ama bazen öyle tutturuyorlar ki insanın hafızası almıyor. Sözgelimi eşimi ilk kez gören biri, sadece adını öğrenip kendisine ipucu olabilecek hiçbir soruyu sormadan iki çocuğun var biri kız, diğeri erkek deyince insan şaşırıyor. Daha sonra söyledikleri tutmasa da bu bile hayret verici. Kapıdan gelen ses garip. Ali isminde kimse yok bizde:) Bilmiyorum, belki birimiz hayallendi, daha sonra diğerleri onun hayaline kapıldı. Net bir şey söyleyemiyorum:)

      Sil
    2. Ne kadar bilgece bir söz; bir şeyi korumak ona erişmekten daha zor!
      Ben o tip size zaten bildiğiniz şeyleri söyleyen falcıları tuhaf bulmuyorum, büyük ihtimal bu insanlar bizim düşünce dalgalarımıza karşı bir hassasiyete sahipler ve içimizdekini söylüyorlar. Hattâ hep derim zaten bildiğin şeyi (iki çocuğun var) duymaya mı gittin sen falcıya diye :)) Ama sonrasında iş biraz karışıyor bence güveni sağlayıp sonrasını atmasyon götürüyorlar ve tutarsa tutuyor, tutmazsa kötü falcıymış diyorsun. Ama ben de rahatsız oluyorum, hiç fal baktırmadım baktırmam ama gıyabımda bakılan fal bile böyle etkiledi işte beni... Çok acı.
      Eğitim konusunda çok haklısınız, maalesef....

      Sil
    3. Haklısınız, birkaç şeyi bildikleri zaman güven oluşuyor. Ben kendime hiç fal baktırmadım ama eşimle birlikte falcılara gitmişliğim vardır. Onlara inandığımdan değil, saçmalıklarını eğlenceli bulduğumdan:)) Tahmin ettiğinizin çok ötesinde kadınlar bu fal işine kendilerini kaptırmış durumda. Kızlarağası hanında, Alsancak'ta randevuyla çalışıyorlar:))))

      Sil
  2. Hangi birine şaşıracağımı şaşırdım :))) Vay canına sayın seyirciler!!! Bu hafta sizi kimse geçemez Mr. Kaplan, diyeceğim ama büyük konuşmayayım :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şaşıracağıma şaşırdım, güzel bir yorum:)) Mrs. Kedi, soru karşısında inanınız ki ne yazacağımı bilemedim, başlayınca çorap söküğü gibi geldi gerisi:)

      Sil
  3. Hikayeleri okuyup etkilendim, sonra C.'nin yorumlarını okudum, "hımm, doğru ya!" dedim. Ama hikayeler güzeldi, alacakaranlık kuşağı, evet. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. C. konunun uzmanı:) Ben de bu sohbeti fırsat bilip kendisinden faydalandım:) Gerçekten öyleydi, neyse ki hepsi geride kaldı:)

      Sil
    2. Ay estağfrullah uzmanı falan değilim ama ben aşırı rasyonel düşünen biriyim bu konularda. Beni birşeylere inandırmak çok zordur :) O nedenle anksiyeteyle çalışmayı çok seviyorum çünkü hop hemen o hurafeleri, mantıksız düşünceleri altedebilecek cevaplarım hazır :)))

      Sil
    3. Yok canım, kendinize haksızlık etmeyin. Rasyonellik deyince benim için akan sular durur. Hiçbir olayı ne kadar imkânsız görünse de inanca dayalı bir takım hurafelerle açıklamaya çalışmam. Bazen belgelendirilmiş olaylar karşısında bile acaba altında ne hile var diye düşünürüm. Söz gelimi bir köşkte hayaletin dolaşması kamera kaydına girmiş! Bu ruhlara inanmam için bir gerekçe olamaz. Ama hayalet gece koluma vurup karşıma dikildiğinde gözlerimi açıp karşımda onu beyaz giysiler içinde görsem (ve bunun bir rüya olmadığından etimi sıkıp emin olsam) sanırım "hadi kardeşim, git başımdan" diyemem:)) Ya da yatağımdan kalkıp "gel kardeşim, otur şöyle karşıma, ne istiyorsun anlat bakalım" diyecek kadar sakin olamam. Muhtemelen altımda bir ıslaklık hissederim öyle bir durumda:))) Ha, böyle bir şey olur mu, olmaz tabii. Yok canım, olmaz tabii, olmaz. Olmaz di mi?:)))

      Sil
  4. senin araba olayların çok bir de anahtar unutma korkusu vardı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anlattıklarım arasında en az ikisini hatırlarsın dedim. Anahtar değil de, arabayı park ettikten sonra içime kurt düşer, acaba kilitledim mi yoksa kilitlemedim mi diye. Artık o kadar önemsemiyorum, anahtar bende olduktan sonra bir yere götüremezler nasıl olsa:)

      Sil
  5. Bu konu çok ilginç bir konu gerçekten.İsyerinden eve gelene kadar düşündüm ben de yazsam mı yazmasam mı diye. Benim yazacaklarım çoğu insana inandırıcı gelmeyecektir belki ama yazayım ben de:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Garip şey deyince tam da dediğiniz gibi inanması zor olan olaylar zaten:) İnandırıcılığı ne kadar zor olursa o kadar garip olur. Yazınızı merakla bekliyoruz o zaman:)

      Sil
  6. Paranormal aktivitelerden bir geçit resmen. Öncelikle trafikteki durumlar için çok şanslıymışsınız.
    Genelde de C'nin yorumlarına katılıyorum. Falcıya da inanmam, hiç de baktırmadım. Arada bir işte atıp tutturuyor tabi ki diye düşünüyorum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de aklımın yatmadığı şeylere inanmam. Fakat açıklamakta zorlandığınız bazı şeyleri bire bir yaşıyorsunuz. O zaman garip ama gerçek diyoruz işte:) İnsan henüz tam olarak kendini ve çevresinde olan biteni tanımıyor. Ne zaman ki her şeyi anlayabilecek ve mantıksal açıklamalar getirebilecek, işte o zaman gariplik diye bir şey kalmayacak. Trafikte birkaç kez kaza geçirdim, hiçbirinde maddi hasar dışında bir zararım olmadı. Bunlar insanın başına gelebilecek olaylar. Fakat yedinci kattan düşüp burnu bile kanamıyorsa bir insanın bu garip/tuhaf bir durumdur. Şimdi ben rastgele bir falcıya gideyim, bana yukarıda anlattığım olaylardan birini bana anlatsın, şaşırmaz mıyım, şaşırırım:)

      Sil
  7. Üniversiteden mezun olamama rüyasını yıllarca ben de gördüm . Son bir sınav varmış, onu unutmuşum ona da girmem gerekiyormuş falan gibi benzer şekillerde uzun süre gördüm :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Demek yalnız ben değilmişim:) Evet, bir kez olsa tuhaf bir durum yok ama hemen her gece aynı rüyayı görünce epey rahatsız edici.

      Sil
  8. Ben bizkimizkadiniz sorun oldu sanırım ismimle yorum yapamadım . Diğer adsız yorum da benim . Falcı olayı tam alacakaranlık kuşağı gibi bence . Falcılar genel olarak bence gelecekte olacak seçenekleri kendi yorumlarıyla yönlendiriyorlar . Sizin örneğinizdeki çok uç tabi. Demek istediğim gelecekte olabilecek yüzlerce olasılığı kendi yorumlarıyla engelliyorlar . Sadece o yoruma inanıyoruz inanmadığımızı söylesek bile bilinçaltı düzeyde etkileniyoruz ve öyle olmasını sağlıyoruz sanki. Çünkü odağımız sadece o oluyor ve diğer olasılıkları görmüyoruz bile. Biraz karmaşık oldu galiba :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, açıklamanız için teşekkür ederim. Yazdıklarınıza ben de katılıyorum. Eşimi evlenmeden önce öğretmen arkadaşları bir falcıya götürmüşler. Orada benim baş harfimle başlayan biriyle evlenip mutlu olacaksın demiş. Benden teklif gelince, tamam demiş, falcının bahsettiği adam bu olmalı. Falcılar bazen işe yarıyor:)))

      Sil