1 Eylül 2016 Perşembe

BARBUNYA UÇMUŞ

31/08/2016 Çarşamba, İzmir

Haftanın tatil günü bizler için. Tezgah ya da depo tipi soğutucu bakmaktı görünürdeki amacımız. Benim esas niyetim eşimi haftada bir de olsa farklı bir ortama sokmaktı. Yıllar öncesinden bilirim, eşimin canı biraz sıkıldığında onu alır, arabayla bir tur atar eski neşesini kazandırırdım. Çocuklarımız da benzer şekilde arabaya bindiklerinde sakinleşir hemen uyumaya başlarlardı.

Soğutucu dolabı koyacak iki yer var. Meşrubat soğutucularının yanına koyacak olursak 240 cm, merdivenin yanı olursa seçimimiz 160 cm uzunluğa kadar soğutucu bakmalıydık.

Geç kalmamak için kahvaltı etmeden çıktık yola. Hastanenin önündeki gevrekçiden bir gevrek, eşim için de bir açma aldım.

Yolda Metroya sapıp alışveriş yaptık. Balık reyonunda iri barbunya balığı üzerindeki etiket gözlerimi kamaştırdı. İlk defa barbunyanın etiket fiyatının 175 TL olduğunu gördüm. Kiremitte denemek için birkaç tane alabalık alacaktım. Alabalık bugün gelmemiş şansıma. Çıkıp devam ediyoruz.

Karabağlar'dan geçerken soğutucu dolaplara bakıyoruz. Tam istediğimizi bulamadık. Meşrubat bayi sorumlusu aradı. Çarşamba günleri çalışmadığımızı söylemiştim onlara. Buna rağmen mal getirmişler. Kapıya bırakalım teklifini kabul etmedim. Bir daha gelsinler.

Kızım aradığında İzmir'e yeni giriyorduk. Arabasını Gaziemir'de servise bırakmış. Bütün şirinliğini kullanıp "Akşam beni alıp bırakabilir misiniz arabanın yanına?" diye sordu. Gitmişken Gıda Çarşısını da dolaşırız diye düşündük. Tam o sırada oğlum Whatsapp 'tan arıyor. Yeni bir iş teklifi almış.

Erken dönmek istiyorum yaylaya. Güzel bir sofra düzenlemek geçiyor aklımdan. Ancak eşimin acıkacağını hesaba katmıyorum. Acıkmakla kalsa neyse. En fazla yarım saat dayanabilir açlığa. Dolayısıyla benim akşam ziyafeti yatıyor. Yol üstünde bir et lokantasına giriyoruz. Daha önce de kahvaltı etmiştik aynı yerde. Artık servise, kaliteye, hıza ve fiyatlara daha profesyonel bakıyoruz. Rastgele bir yere oturduktan sonra yirmi yaşlarında bir garson yanaşıyor yanımıza. "Ne istersiniz?" Bu bizim ailede son zamanlar espri konusu olan "Ne vereyim abime?" sorusunun resmi versiyonu olsa gerek. "Ne isteyelim? Bilmiyorum ki ne var? Menü yok mu?" diye geveliyorum. Garsonun cevabı net. "Menü yok," kapının yanını işaret ederek, "İsterseniz oradan bakabilirsiniz."

Eşimle kalkıp bakıyoruz. On tane kadar borcam tepsi içinde meze çeşitleri cezbedici değil. Onun altında sergilenen pirzola, köfte, çöp şiş, biftek çeşitleri. Çöp şiş ve köfte söylüyoruz. Saat tutuyorum. Tam on altı dakika sonra sıcaklar geliyor. Daha önce masaya ekmek ve çoban salata gelmiş durumda. Birer diyet kola söylüyoruz içecek olarak. İstemeden iki su koyulmuş masaya. Hesabı istiyorum. İçmediğimiz su da hesaba yazılmış kuver niyetine. Çöp şiş biraz sert ama köftenin lezzeti yerinde. Bir lokantada menü olmaması benim canımı sıkar. İnsan neyi kaç para yiyeceğini görmeli en baştan. Yoksa kafalarına, adamına göre farklı fiyatlar çıkabilir karşınıza.

Yaylaya dönüyoruz. Taş Ev'imizi özlediğimi fark ediyorum bu kadar kısa zamanda. Zeytin yolumuzu gözler olmuş. Onun mamasını hazırlıyor, suyunu tazeliyorum.   

2 yorum:

  1. Üç tarafımız denizlerle çevrili bir de iç denizimiz var da ondan :(

    Ağrı'da tezgahlardaki iri iri aynalı sazanları görünce deniz kenarı ve yakın yerlerin deniziyle birlikte bir ceza içinde olduklarını düşünmeye başladım. Denizler feci şekilde betonların arasında kalmış. Dağları düzlenmiş. Balıkları tükenmiş, kaçmış. Kaldırılabilecek nüfusunun bin katına çıkmış yaşayan sayısı. Yazım durum içler acısı. Ortalık kanalizasyon kokuyor. Çeşme'nin suyu bitti ve artık diş fırçalandığında ağız tuzlu su ile çalkalanmamak için şişe suyu ile çalkalanıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Maalesef dedikleriniz çok doğru. Üç tarafımız deniz olmasına rağmen Norveç'ten somon ithal ediyoruz.

      Sil