1 Eylül 2016 Perşembe

İNTERNET HALA YOK


15/08/2016 Pazartesi, Tire



Ağustos ayını yarıladık hala internet yok. Cep telefonumdan blogları takip etmek benim için çok rahatsız edici. Takip ettiğim değerli blog yazarlarının yazılarını dahi artık okuyamıyorum. İşlerin yoğunluğunu asla bahane etmeyeceğim. Her gün yazmak daha önce dile getirdiğim gibi nefes almak kadar gerekli yaşayabilmem için. En fazla bir gün atladım şimdiye kadar ancak ertesi günü onu da gecikmeden tamamladım, yaşadıklarım hafızamdan kaybolmadan.

Dün pazar gününün yoğunluğundan çıktıktan sonra bugün nefes alacağız bir gün olacak gibi. Yine de erken kalkıyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse sabah erken kalkmaktan çok hoşlanmıyorum. Gece saat üçe kadar her ne iş olursa olsun zevkle yaparım. Hemen hemen bütün güncelerim gece yarısından sonra yazılmıştır.

Kahvaltıyı hemen hazırladım. Zeytin’e kızımın hediye ettiği mamasını hazırladım ve su kabını doldurdum. Muhasebeye vereceğim faturaları düzenledim. Hüseyin’in geliş saatine yakın dış kapıyı açtım. Kapıya doğru yürürken bir yandan aydınlatma direklerinin yerini belirlerken karşıdan içeriye beyaz bir arabanın girdiğini gördük. Çarşıya inmek istiyordum, kaldı.

Küçük çocukları olan genç bir çiftmiş gelen. Kadın daha konuşkan. Eşinin avukat olduğunu, bir duruşma için İzmir’den geldiklerini söylüyor. Web sitemizi, kartımızı soruyor. Yeni açıldığımızı dediklerini en kısa zamanda yapacağımızı söylüyoruz.

Misafirler verandaya geçmeden önce bütün ilgi Zeytin’e yöneliyor. Babası elindeki telefona yoğunlaşırken küçük kız ve annesi kayısı ağacına bağladığımız Zeytin’le oynaşıyor. Taş Ev’i ilk kez gördüklerini, aslında Dağ Restoran’a geldiklerini ancak orasını kapalı görünce bize geldiklerini açık sözlülükle anlatıyorlar. Masalardan birine oturuyorlar. Hüseyin kahvaltı getirebileceğini söylüyor. Aslında henüz yemek vakti değil ama yemek yemek istediklerini söylüyorlar. Önce “Yemek servisimiz henüz başlamadı ama arzu ederseniz menemen, omlet, sucuklu yumurta, börek, tatlı verebiliriz.” diyoruz. Aslında kremalı tavuk, şiş köfte de verebileceğimiz sonra geliyor aklımıza. Sabahın on buçuğunda kahvaltıya konsantre olmuşuz bir kere. Sadece Türk kahvesi alıyorlar. Oturdukça ortam hoşlarına gidiyor. Taş Ev’i gezdiriyor, tarihinden bahsediyoruz. Yeniden verandaya dönüyor, birer sütlü tatlı ısmarlıyorlar. Daha sonra çay keyfi yapıyorlar.

Çarşıdan alınacaklar listesini kontrol edip yola çıkıyorum. Önce eve uğrayıp yazar kasayı alıyor ve Ozan’ın yanına gidiyorum. İnterneti soruyorum hemen. Cevap bekliyormuş. Yazar kasa için gerekli işlemlere başlıyor.

Ozan'ın yanından ayrıldıktan sonra muhasebeciye uğruyor, faturaları bırakıyorum. İlk uğrayacağım yerlerden biri de Lokantacılar Odası. Başkanla telefonda görüşmüştük hafta sonu. Ustalık belgesi olan bir usta lazım ruhsat için. Yardımcı olacağını söylemişti. Telefonda ismimle hitap etmesi hoşuma gitmiyor. Ben ısrarla ona “Bey” diyorum. Odada buluşuyoruz. Ben sizden daha büyükmüşüm deyip kendimi tanıtıyorum. Sesimin çok genç geldiğini söylüyor. Ben altını çizerek “Bey” diye hitap edince o da benin adımın sonuna “Bey” eklemeye başlıyor.

Tarım İlçe Müdürlüğüne uğrayıp istediğim belgeyi veriyorlar. Diğer işleri bitirip yaylaya dönüyorum. Eşim ben yokken elma toplamış ve reçel yapma işine soyunmuş ama akşama doğru pili bitiyor. Benim enerjim yerinde. Yemekten sonra İzmir’den getirdiğim koruklardan şerbet yapıyorum.

Yerel bir gazeteye uğrayıp eleman ilan verecektim bugün. Zaman kâfi gelmedi.

Taş Ev’in ilk iki gününde tespit ettiğimiz bazı sonuçlar şöyle. Bir kere “Yolu uzak kimse gelmez buraya.” tezi doğru değil. Mutfağa bir kişi bulana kadar açıldığımızı duyurmayacağız. Kapıyı açık bulup girenler bizim bu acemilik dönemimizde yeter de artar bile.   

2 yorum:

  1. Hitap bozukluğu, eksikliği mi desem ya da yersiz samimiyet mi desem, küçük yerlerde sık karşılaştığım ve beni de rahatsız eden bir durum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cehalet deseniz bence en doğrusu. Hiç tanımadığım bir insanın ismimle hitap etmesi çok itici geliyor bana.

      Sil