28 Şubat 2017 Salı

BIDIK

27/02/2017 Pazartesi, Tire

Bugün medeni toplumlarda haftanın ilk çalışma günü. Bizde tam aksine haftanın son iş günü. Pazar gününün yoğunluğu ardından sakin geçmeye aday. Üstelik bir de derbi maçı var diyor elemanlar. O zaman boş zamanları değerlendirmek lazım. Temizlik ve mutfak işleri bitince ceviz kırmaya başlıyoruz. Önceki stokları erimiş. Son zamanlarda ceviz krokan satışları da arttı.  

Hava düne göre daha serin. Şömine sobayı yakıyoruz. Hazır odun kalmamış içerde. Depodan bir araba odun getiriyorum. Şef hünerli ellerini ceviz kırma işinde de gösteriyor. Onun kırdığı cevizlerde kelebek çıkarma yüzdesi oldukça yüksek. Hava gittikçe kararıyor. Rüzgarlar yağmur bulutlarını çağırıyor. Çok geçmeden yağmur damlaları avluyu ıslatıyor.

Kocaman bir tepsiye kırdığı cevizleri ayıklamaya koyuluyoruz. İçeri soğumasın diye kapıyı kapatıyoruz. Mutfaktaki tek pencere bahçeye bakıyor. Gelen gideni görmemiz mümkün değil. Saat beşe kadar ceviz ayıklıyoruz. Dışarıdan bir ses duyuyoruz. Kapı açılıyor. "Açık mısınız?" Kapalı mı görünüyoruz? Buyur ediyoruz misafirleri. Ceviz işi paydos. Uzay gemisindeki gibi herkes yerini alıyor, görev başına (!)

Ödemiş'ten yeni tanıştığımız bir bayan misafirimiz arıyor çok geçmeden. O da açık olup olmadığımızı soruyor. Açık olduğumuzu söyleyince yola çıktılarını, az sonra burada olacaklarını söylüyor. Daha sonra gelen gidenlerle güzel bir gece geçiriyoruz. Kapanış saatinden az önce misafirlerimizi uğurluyoruz. Bu vakitten sonra İzmir'e kızımızın yanında gideceğiz. Yarın check-up günümüz. İlk kez akıllı bıdığı göreceğim için heyecanlıyım.

Yola çıkıyor, gecenin ilerleyen saatlerinde İzmir'e varıyoruz. Park sorunu kızımın oturduğu yerde de büyük problem. Geçen sene kapının önündeki arabama boydan boya derin çizikler atmıştı ruh hastasının biri. Eve yakın bir yer bulup Allah'a emanet ediyorum arabamı.

Eve girer girmez kızım kucağında bıdıkla karşılıyor bizi. Üzerine gecelik bile giydirilmiş. Ama sürekli olarak kollarını geri çekiyor. Anlattıklarından daha sevimli bir şey. Cinsiyetinin kesin olarak belirlenememesinden dolayı onu geçici olarak bıdık diye çağırıyoruz. En az bir on beş gün daha adı bıdık olarak kalacak görünüyor. Bugün de veterinere götürmüşler bıdığı. Mama yiye yiye obez olmuş, poposunu güçsüz ayakları taşımıyor. Kızım salondaki halıyı da kaldırınca cilalı parke üzerinde bir kaç adım attıktan sonra ayakları yana açılıyor. Gözleri açılmış artık, boncuk boncuk bakıyor. Onunla uzun süre oynuyorum. Kızımın bilgisayarından günlüğümü yazmak üzere hazırlık yapıyorum. Uykusuzluk yazmama mani oluyor. Tarihi atıyorum ama gerisi gelmiyor. Bugünün güncesi yarına kalıyor...

27 Şubat 2017 Pazartesi

BADEM AĞAÇLARI ÇİÇEKLENDİ

26/02/2017 Pazar, Tire

Haftalar yine çabuk geçmeye başladı. Erken kahvaltı rezervasyonumuza yetişmek için hayli erken düştük yollara... Hava güzel mi güzel. Badem ağaçları çiçeklenmiş.

Eşimle mutfaktayız şef gelene kadar. Yeterli salatalık olmadığını fark ediyorum. Şimdi, hemen çıkmazsam millet bastırdıktan sonra çok daha zor. Yollardaki her çukuru ezberlediğim için o dar ve virajlı yollar benim için otoban olmuş. Anında şehirdeyim. Evden bir iki şey daha alıyorum. Kaplan yolları hayli kalabalık. Baharı da geçtim adeta bir yaz havası.

Bizim şömine soba çıtır çıtır yanıyor, salon sıcak mı sıcak. Ancak misafirlerin neredeyse tamamı terasa yayılmış. Az sonra Aşkın Şef geliyor. Emir komutayı ona bırakıyoruz. Son salatalığı söğüş şeklinde doğrarken bırak ben keseyim diyor ve dikkatimi dağıtıyor. O keskin bıçak son dilim olarak sol elimin yüzük parmağının uzunu alıyor diklemesine. Hemen birbirinin üzerine üç yara bandı yapıştırıyorlar parmağıma. Güçlükle kan duruyor. Nazara bağlıyoruz.

Bugünün misafir profili hayli değişik. Genellikle Tire'den misafirlerimiz. İzmir'den gelen de var hafta sonu olmasından dolayı. Dışarıdan gelen misafirlerden biri Taş Ev'in levhasını gördüğünü ama ev sandığını söylüyor. Levhadaki restaurant yazısı Taş Ev'e göre hayli küçük. Bunu düşünmemiz ve bir çözüm getirmemiz gerekiyor. İçki satışı da her zamankine oranla düşük. İlk kez etlerimizin marinasyonunda alkol kullanıp kullanmadığımız soruluyor.

Akşamın yorgunluğu üzerimize çöküyor. Hava hala sıcak.


26 Şubat 2017 Pazar

BUNU YAPSA YAPSA SOLCU BİR KİŞİ YAPAR

25/02/2017 Cumartesi, Tire

Bugün ilk misafirlerimiz İzmir'den. Kahvaltı etmek için yer arıyorlarmış. Bizim kahvaltı verdiğimizi öğrenince pek sevindiler. Hanımefendi ne kadar konuşkan ise eşi bir o kadar sessiz. Uzun uzun Taş Ev'i inceliyorlar. Kendileri de eski bir taş ev satın alıp restore etmeyi düşünüyorlarmış. Girişteki İtalyan desenli seramikler ilgilerini çekiyor, nereden aldığımızı soruyorlar. Empoli diyeceğim yerde Empero deyiveriyorum. Ancak kafamda soru işareti var yine de. İnternette aradığımı bulamıyorum. Empero seramik markası yerine sanayi tipi mutfak ekipmanları markası çıkıyor. Demek yanılmışım. Aklıma arka tarafta kalan birkaç koli seramik kutusu geliyor. Kutunun üzerindeki yazıdan aradığımı buluyorum. İlgimizden çok memnun kalıyor misafirler. İzmir'in eski semtlerinden birinde deniz manzaralı evlerine yapacakları restorasyon konusunda fikrimi soruyorlar.

Güneşin yükselmesiyle birlikte hava ısınıyor. Ama biz yine de şömine sobayı yakıyoruz. Kızım bıdığın resim ve filmlerini whatsapp 'tan gönderiyor. "Dişi dediler ama bu resimde görünen ne?" Veterinere sormuş, erkek olabilir demiş. Kısa zamanda kesin olarak anlaşılacakmış. İsim konusunu biraz geciktirsek hiç fena olmayacak. Erkekse kız ismi veremeyiz herhalde.

Öğleden sonra bir grup iş adamı iş yemeğinde buluşuyor Taş Ev'de. Ankara ve Kuşadası'ndan gelen misafirler mekana ve yemeklere bayılıyorlar. Torbalı'da yapacakları bir yatırım masaya yatırılıyor. İçkilerini yudumlarken keyifle yemeklerini yiyorlar. Arada sohbetlerine katılıyorum. Ayrılırlarken içlerinden biri soruyor: "Yanlış anlamayın ama siz solcu musunuz?" Şaşırıyorum beklemediğim bir soru bu. "Anlamadım?" diyorum. Tekrar soruyor. "Siz diyorum, solcu musunuz?" Gülerek, "Elhamdülillah solcuyum." diye cevap veriyorum. Bu cevabıma gülüyorlar. Niye bunu sorduğunu merak ediyorum. Taş Ev'i göstererek, "Böyle bir yapıyı ortaya çıkaran kişi olsa olsa solcudur". diye düşündüm diyor. Daha sonra hepsinin sağ görüşlü olduğu çıkıyor ortaya. Sağın ve solun birbirlerine bir zamanlar nasıl kışkırtıldığından bahsediyoruz. Muhsin Yazıcıoğlu'nun hapiste yatarken söylediği bir sözü aktarıyor içlerinden biri. "Bizim vatan haini olarak gördüğümüz kişilerin en az bizler kadar vatan sevdalısı olduğunu çok geç anladık."

Kızım mesaj gönderiyor video çekimleriyle. "Bunu doyurmak imkansız, neredeyse beni bile yiyecek." Akşama doğru sağ kulağım ağrımaya başlıyor. Elimi üzerine değdiremiyorum. Yıllar süren bir sıkıntı bu. Epeydir unutturmuştu kendini. Teşhis koyamadı doktorlar, anlayamadılar çünkü. Biri hep sağ tarafınla çiğniyorsun lokmaları dedi. Diğeri dişlerinde problem olabilir belki dedi. Dişlerimi yaptırdım ama ağrı kesilmedi.

25 Şubat 2017 Cumartesi

LOZAN 2023

24/02/2017 Cuma, Tire

Esnaf piyasada yaprağın kıpırdamadığından yakınıyor. Bu durum illa ki bize de yansıyor olmalı. Gün geliyor beklemediğimiz kadar çok misafir ağırlarken bir gün sonra durum tersine dönüyor. Yeni açılan bir işletme olmamıza ve kışın getirdiği olumsuz hava ve yol şartlarına rağmen sadık misafirlerimizin olması sevindirici. Onların dışında ilk kez gelen ve memnun ayrılan dostlarımız da ilerisi için ümit veriyor.

Her hafta olduğu gibi küçük pazar alışverişini öğleden sonraya bıraktım. Fırat'ı yaylaya bıraktıktan hemen sonra henüz Aşkın Şef'i görmeden şehre dönüyorum. Pazarda enginarlar bollanmaya başlamış. Yeşil biberin kilosu da yedi, sekiz liralardan beş, altı liralara düşmüş. Mandıraya uğrayıp, yoğurt ve peynir ihtiyacımı karşılıyorum.

Eşim bugün döndü oğlumun yanından. İzmir'de kızımın evinde bizim yeni maskota bakıyor. Beklediğim telefon erken geldi, haftaya Cumartesi günü yeni bir evlenme teklifi rezervasyonumuz oldu. Beyefendi Ankara'da geçici bir görevdeymiş. Bu sefer misafirlerimiz Kuşadası'ndan. İki masa ayrılmasını istedi beyefendi. Biri arkadaşları içinmiş. Arkadaşları hem keman çalacak hem de fotoğraflarını çekecekmiş. Şampanya patlatılacakmış kızın teklifi kabul etmesinin ardından. Evlilik teklifi için bölgenin değişmez adresi olmak yolunda hızla ilerliyoruz. Bu konuda kendimizi biraz daha geliştirirsek daha da ünleniriz. Mesela havaya fenerler uçurabilir, masanın süslenmesinin yanı sıra farklı etkinlikler düşünebiliriz.  

Akşam rezervasyonları gelmeye başlıyor. Gelenlerin tamamı aile. Bu durum beni hayli sevindiriyor. Gün boyunca şef yeni mezeler hazırladı. Vitrinimizi yeniden tanzim etti.

Hava kararsız, bir açılıp bir kapanıyor. Akşama doğru serinlemeye başlıyor. Fırat şömine sobayı yaktı. Henüz hava kararmadan misafirler gelmeye başlıyor. Daha önce birkaç kez gelen başka bir misafir arıyor. Yayla yolunda arabaları hararet yapmış. Gidip alıyorum onları kaldıkları yerden. Verdikleri rahatsızlıktan ötürü özür üzerine özür diliyorlar. Her insanın yapması gereken bir şey bu oysa.  

Devamlı misafirlerimizden biri ile sohbet ediyoruz. Kendisi esnaflık yapıyor. İşlerin durgunluğundan söz ediyor. Ben de ortamın samimiyetine güvenip "Ne olacak memleketin bu hali?" deme gafletinde bulunuyorum. Adam küfür etmişim gibi gözlerini açıyor. "Abi ne demek istedin şimdi sen, anlamadım bak bunu." Az önce işlerin durgunluğundan, esnafın siftahsız dükkan kapattığından dem vuran sanki başkası. Ben şaşırıp susmayı tercih ederken o devam ediyor hesap sorar gibi. "Ne varmış memleketin halinde?" Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ne de olsa misafirim oluyor burada. Siyaset tartışmanın yeri değil ki burası. Ama o oldukça istekli buna. "Son on beş yılda hastanelerde sıra beklemiyor, parasız tedavi görüyorsun yalan mı?" Eşi müdahale ediyor durumu düzeltmek için. "Masrafları ve ilaç parasını maaşlardan kesiyorlar sonra ama."

Toparlamaya çalışıyorum durumu. "Ben memleketin hali derken gelen şehit cenazelerini, savaş durumlarını falan şey ettim." diyorum. O devam ediyor, ana muhalefet partisine giydirirken cumhurbaşkanına övgüler düzüyor. Reislerinin Amerika'ya ve bütün dünyaya nasıl posta koyduğundan bahsediyor. Hızını alamıyor. Bütün İslam alemi arkamızda. "Amerika ve Avrupa bundan korkuyor." diyor. İbretle dinliyorum söylediklerini. "Hele bir 2023 yılı gelsin, cumhurbaşkanımız başımızdan eksik olmasın, o zaman dünya lideri olacağız." 2023 yılının hikmetini anlamadığımı söylüyorum. "Lozan Antlaşması var ya." diyor. "Onun süresi bitiyor." Şaşkınlıkla dinliyor ve merak içinde soruyorum. "E, ne olacak o zaman?" Tereddütsüz cevaplıyor. "O zaman Ortadoğu toprakları, Irak, Suriye bizim olacak, Boğazlardan istersek hiçbir ülkenin gemisini geçirmeyeceğiz, bor madenlerini işletmeye açacağız." Şimdi niye işletmiyoruz bor madenlerini bir engel mi var? "Var tabii, Lozan Antlaşmasına göre. Ama yüz yıl sonra, yani 2023 yılında bu antlaşma hükümsüz kalacak." Tutamıyorum kendimi, tartışmaya girmek istemediğim halde. "Ben Lozan Antlaşmasının bütün maddelerini okudum ama antlaşmanın yüz yıl geçerlik süresi olduğuna dair bir madde hatırlamıyorum. Misafirimiz konuya son derece hakim. "Var, var."

İşte böyle memleketin hali. Referandumda "Evet" oyu verecek kitle genel olarak bu düşünceler içinde. İlerisi için ümitlenmeye neden göremiyorum bu ülkede. Bu insanların seçtiği yöneticilerden memlekete ne hayır gelir. İşte size demokrasi, işte size milli irade (!) 

Erken kalkıyorlar misafirler geçen haftaların aksine. Seviniyorum buna. Eşim telefon ediyor, yeni gelmiş eve. Biz de çıkmak üzereyiz. Eve varınca kızımız bizim maskota biberonla mama yedirmeye uğraşırken canlı yayın yapıyor telefondan. Uzun uzun maskaralıklarını seyrediyoruz bıdığın. Venüs koymuşlar adını aldığı yerden. Bu adı benimsemiyoruz eşimle. İnternete girip köpek isimlerine bakıyorum. Hera adını önereceğim. Kulağa hoş geliyor ama anlamı biraz çarpık geldi. Hera; Yunan mitolojisinde tanrıların tanrısı Zeus'un kız kardeşi ve eşi. Çok güzel olduğu kadar mücadeleci ve kıskanç. En büyük rakibi de Afrodit elbette. 

24 Şubat 2017 Cuma

GOLDEN

23/02/2017 Perşembe, Tire
Sabah yukarı çıkarken bize mutfak işlerinde yardımcı olacak bir elemanı alacaktık yanımıza. Onu bize öneren esnaf vatandaş "Valla geleceğim dedi ama gelmedi." deyip devam ediyor, "Boş ver onu, daha iyisini buluruz." Oysa daha dün sabah işte nasıl tecrübeli olduğunu, çalışmaya ihtiyacı olduğunu ballandıra ballandıra anlatmıştı. Şaşırmıyorum artık bu durumlara. Sözün peynir ekmek gibi yendiği başka bir yer görmedim. Bu marazi olayın sosyolojik bakımdan incelenmesi gerektiğine inanıyorum. Küçük yerleşim yerlerinin özelliği midir bu? Eşim otuz yıl önce her şeyin farklı olduğunu söylerken zamanla halkın bir bölümünün yozlaştığını düşünüyor.

Bir taraftan temizlik işleri devam ediyor, Aşkın Şef ise mutfakta meşhur şiş köftelerini hazırlıyor. Şömine sobamız aç kurtlar gibi kocaman kütükleri yutarken odun stokumuz  hızla azalıyor. Bugün de yakacak odun için hazırlık yapmam lazım.

Şefe personel için çoktandır yapmadığı kremalı mantarlı spagetti hazırlamasını söylüyorum. Kısa süre içinde hazırladığı, üzerinde dumanları tüten koca bir tepsi makarnanın yaydığı koku iştahımızı kabartıyor. Oturup afiyetle yiyoruz.

Yaşam biçimine dönüşmüş yaygın bir inanç var halkımız arasında. Perşembe akşamlarına cuma akşamı deyip alkol almıyorlar. Haftanın altı günü su gibi içki içen insanımız bir günü yaratıcıya tahsis ediyor. İnancı gereği günaha girmemek için alkolden uzak durmayı anlayabilirim. Ne var ki bu yasağı haftanın belli bir gününe indirmek hangi kitapta yazılı bilmiyorum. Artık o hale gelmiş ki, insanlar birbirinden çekinir hale gelmiş. Adamın o akşam içki içmek istiyor canı, fakat toplum baskısını, "Cuma akşamı içki içerken görmesinler." korkusunu yenemiyor. Bu nedenle dünkü yoğunluk yok bu gece. Dün kapanış saatimiz bir sonraki güne taşarken bugün saatinde kapatıyoruz mekanı.

Geceyi golden ile birlikte geçirmiş kızım. Ona güzel bir ad bulmak lazım. Bebek mamaları ile besleniyor şimdilik. Yarın sabah oğlumun yanından dönen eşim benden önce görecek bu şirinlik muskasını.

23 Şubat 2017 Perşembe

EN ÖNEMLİ SORUNUMUZ SONA ERDİ HAMDOLSUN

22/02/2017 Çarşamba, Tire

Bugün sabah bir vesile ile Fırat'ın küçük kızını gördüm. Çok şirin bir şey. Babasını görünce gözlerinin içi gülüyor. Üşümesin diye eve kömür bıraktık. Yaylaya çıkıp bahçeden içeri girer girmez bir tuhaflık sezdim. Şefin tavukları kümesin dışında dolaşıyordu. Taş Ev'in kapısını açmadan oraya yöneldik. Dışarıda dolaşan tavuklardan biri eksik. Hemen dünkü köpekler geldi aklıma. Aç köpekler yine tavuğun birini parçalamış. Neyse ki diğerleri kurtarmış canını. Kümesin köşesindeki teli aralayıp içeri girmiş olmalı köpekler. Bahçeyi çevreleyen tel çitte de açılmalar var. İlk işimiz onları kapatmak olmalı.

Öğlen bir bankanın müdürü misafir getireceğini söylemişti. Çok geçmeden geldiler. Onların kalkmalarının ardından Aşkın Şef işini bitirir bitirmez bahçenin alt tarafına iniyoruz. Fırat gelen misafir olursa haber verecek bize. Büyük bir  gediği kapatmak için rüzgardan devrilen bir ağacın gövdesinden yararlanıyoruz. Yanımda götürdüğüm ağaç motoru ile dalları kesiyorum. Güzelce kapatıyoruz boşlukları. İkincisine geçmeden Fırat arıyor, misafir geldiğini haber veriyor. İşi bırakıp çıkıyoruz yukarı. Akşam rezervasyonları geliyor. Arnavut ciğeri çok rağbet görüyor bu aralar. Şef ciğer alınacağını söylemeyi unuttuğu için bir kez daha şehre inmem gerekiyor. 

Şehirden çabuk dönüyorum. Kızım dört haftalık bir golden retriever almış biraz büyüdükten sonra bize bırakacak. Whatsapp tan resimlerini gönderiyor, şirin mi şirin.

Taş Ev'in misafir portföyü tam istediğim gibi gelişiyor. Bu akşam bir düğün yemeği, bir evlilik yıl dönümü ve bir de doğum günü kutlama yemeği. Özel günler için tercih edilen mekan oldu Taş Ev.

Esnaf piyasada kriz yaşandığına işaret ederken işlerin eskisi kadar iyi olmadığını söylüyor. Bundan biz ne kadar etkileniyoruz? Etkileniyor muyuz? Anlamamız mümkün değil. Biraz daha zamana ihtiyacımız var. Kızım whatsapp tan ufaklığın resimlerini göndermeye devam ediyor. Ona güzel bir isim bulmalıyız. Anneannesi onu biberonla beslediğinden süt annesi oluyormuş.

Gelen misafirler havalar ısınınca tesisi genişletmek, kapasiteyi artırmak zorunda kalacağımıza işaret ediyor. Ben ise ısrarla buna karşı olduğumu söylüyorum.

Haberlerden izlediğime göre Türkiye'nin en büyük sorunu çözülmüş. Bu konuda yıllardır mücadele eden hükümetimizi kutlamak gerek. Türk Silahlı Kuvvetlerinde bundan böyle kadın subay ve astsubaylar baş örtüsü takabilecek. Ülkemizde demokrasi adım adım gelişiyor (!) Ümit ediyorum ki bazı komutlar da en kısa zamanda değiştirilir ve ülkemizin bir ayıbı daha temizlenmiş olur. Mesela komutan ya da önemli bir misafir birliği ziyaret sırasında ne diyor askere hitaben? "Merhaba Asker." Ne kadar gerici bir söylem, bakar mısınız? Hükümetimizden beklentimiz bu tür komutlardan dilimizi arındırması. İnsanın içinden kabaran iman duygusu yansımalı bu tür diyaloglarda. "Selamün Aleyküm Asker." diye seslenmeli ziyaretçi büyüğümüz. Askerimiz avazı çıktığı kadar bağırmalı "Aleyküm Selam" derken. Bak işte o zaman göreceksiniz. Ne şehit cenazesi gelecek, ne de kadına şiddet uygulanacak. Kişi başına düşen milli gelirimiz tavan yapmazsa ne olayım?

Biz kadın askerin başını örtebileceğine dair devrim niteliğinde karar çıkartırken elin uğraştığı şeye bakın. NASA, galaksimiz dışında insan yaşamı için uygun olabilecek yedi gezegen keşfetmiş. Bu tür ıvır zıvır şeylerle uğraşacaklarına gitsinler önce ordularına biraz iman aşılasınlar.

Keten helva yandıkça yanıyor. Güzel yurdum her geçen gün milli şuurunu kaybederken Araplaşıyor. Atatürk bu ülkeye fazlaymış meğer.


22 Şubat 2017 Çarşamba

YANDI GÜLÜM KETEN HELVA

Uzun zaman oldu sohbet etiketiyle yayın yapmayalı. Ülkemizde yapılan siyaseti etik bulmuyorum. O yüzden siyasetle aram iyi değil. Bu ülkede siyaset deyince halkı aptal yerine koyacak derecede aldatma, iktidara gelince çevresini ve destekçilerini ihya etme, halkın ve ülkenin çıkarlarını değil de iktidarını koruyan partililer, iktidara gelmeyi projeler üreterek değil, iktidarın hatalarını öne çıkarmak suretiyle sağlayacağını düşünen muhalefet, çarpık parti içi demokrasi, liderler sultası, menfaat gördükleri ya da gazabından korktukları iktidarın kulu kölesi olmuş medya organları, yüksek öğrenim kurumları, asker, yargı ve siyasi kişilikler geliyor aklıma...

Yaklaşan referandum ile ilgili olarak düşüncelerimi aktarmak ve bu kadar iğrenç gördüğüm siyaset üzerine yazmak, biraz içimi dökmek istedim. Siyasetin halkı aldatmak olduğunu söyledim ya, çok uzaklara gitmeyin. Düne kadar Hoca Efendi deyip diz çöktükleri Amerikan maşasını ana muhalefet partisi ile aynı cephede göstermek suretiyle kandırıyorlar halkı. Ne ABD'yi ne de Avrupa ülkelerini ikna edebildiler ama anası yavrusu bütün muhalefeti ve halkın neredeyse tamamını darbe senaryosu ile kandırdılar. Cumhurbaşkanı demokrasi havarisi oldu böylece, ne ayakkabı kutularına sığdıramadıkları milyonlar kaldı akıllarda ne de savcısı olup güç birliği içinde derdest ettikleri milli ordumuz. Kandırılan halk olunca ceremesini bir şekilde halk ödüyor ve yine halk ödeyecek. Gel gelelim cumhurbaşkanı kandırılınca cezası yok. Önce Erbakan kandırdı (yok kandırmadı bana göre, eski Hocasının Anti-Amerikancı söylemleri ile  iktidara gelemeyeceğini anladı sadece) gömlek değiştirdi, sonra Fetö kandırdı (aslında kandırmadı, sadece orduyu çökertmek için bir oyundu bu), daha sonra PKK kandırdı (bence PKK de kandırmadı, iktidarda kalmak için ABD ve AB'nin ülkeyi bölme planlarına hizmet etti). Her kandırılması ülkeye büyük zararlar verdi, bir sürü cana mal oldu. Çoluk çocuk siyasete girmeden önceki refah düzeyleri ile şimdiki saltanatları arasındaki farka hiç girmeyelim. Siyaseti bu yüzden sevmem işte.    

Ana muhalefetin tutulacak bir yanı yok. İktidar hata üstüne hata yapıyor. Dış politika, ekonomi alt üst olmuş, gelir adaletsizliği alabildiğince artmış, yurdum insanları ortadan bıçakla kesilmiş gibi kutuplara ayrılmış. Muhalefet ülke bu haldeyken bile bir varlık gösteremiyor. Lider aynı lider. Madem bir varlık gösteremedin. Bu işi kıvıramadım de çekil. O koltuk muhalefette bile olsa ne kadar yapışkan bir şeymiş öyle.

Yavru muhalefet deseniz onun muhterem lideri bana göre bir açık verdi. Ne olduğunu bilmiyorum ama kesinlikle bir açığı var. Başta ABD olmak üzere iktidarın kapanına kısıldı. Düne kadar başkanlığa geçit vermeyen lider iktidar partisinden daha istekli cumhurbaşkanının başkanlığına şimdi.

Size bir şey söyleyeyim mi? Referandumda neyi tercih edeceğimizi neredeyse kimse bilmiyor. Ben de bu yazıyı yazmaya başlamadan az önce okudum 18 maddelik anayasa değişiklik teklifini. Eskiden ne imiş, referandumda evet çıkarsa ne olacakmış, halkımızın % 99'u bilmiyordur tahminim. Bilmiyor derken, açıp okumamıştır yani. Medyada söylenenleri saymıyorum. Çünkü yandaş medya başka anlatır bu referandumu, az da olsa iktidarın desteklediği değişikliklere karşı duran medya başka. Doğrusu açıp okumaktır elbette.

Az gelişmiş toplumlarda demokrasinin diktatörlüğe kapı açabileceği hususunu birkaç kez işlemiştim daha önce. Taze bir örnek, Aliyev. Karısını cumhurbaşkanı baş yardımcısı seçmiş. Kararını açıklarken bakanlar ayağa kalkıp alkışlıyorlar. Bizde durum farklı mı? Çok değil üç beş yıl sonra Emine Hanım başkan baş yardımcısı. Demokrasi hakkında Hitler'in bile haklı eleştirileri vardı. Kavgam isimli kitabını okurken adama hak vermiştim.

Referandumda oylanacak olan anayasa değişiklik maddeleri değil aslında. Mevcut cumhurbaşkanı oylanacak. Eğer muhalefetin oyları daha fazla olsaydı bu referandumda iktidar hayır, muhalefet evet derdi. Kimse anayasayı iplemezdi anlayacağınız.

Benim anlamakta zorlandığım hususu, hakkını vermek gerekirse ana muhalefet de dile getiriyor. O da şu: Böylesine bir gücü elinde bulunduran cumhurbaşkanı daha fazla ne ister. Başbakan elinde, istediği zaman git der, önceki gibi gider. Parti zaten elinde, bakanından milletvekiline. E, yargı elinde, istemediği bir karar çıktığında hemen ayar çekiyor, durumu yüksek yargı düzeltiyor hemen. Öğretim üyeleri deseniz hemen hepsi onun yalakası. Kim bilir belki rektör olacaklar, belki de ayaklarının kaydırılmasından korkuyorlar. Polis, asker elinde. Ne kaldı geriye? Muhalefet mi? Yavru muhalefeti de bir Bizans oyunuyla aldı yanına. Ana muhalefet acemi bir senaryoyu darbe sanarak cumhurbaşkanının gücüne güç kattı. O da oyuna geldi belki farkında, belki değil. Farkındaysa eğer. O zaman açıklaması şu: Ana muhalefeti hep darbeci suçlaması ile sıkıştıran iktidarın eline yeni bir koz vermek istememiş olabilir. Eğer durum böyleyse yazıklar olsun. Ana muhalefet "Kardeşim sen bunlara yataklık yapmadın mı? Sen yargıyı, orduyu bunlarla doldurmadın mı? Beni kandırdılar demekle olmaz. Hadi ver bunun hesabını bakalım." demesi gerekmiyor muydu? Bunlar madem seni devireceklerdi, yaverleriniz bile onlardanken o kadar zor muydu sizi ortadan kaldırmak? Boğaz Köprüsüne iki tank göndermekle nasıl darbe olurmuş? Meclise düşen bombalar Aksaray'a niye düşmez? Emine hanım yeni temizlettim, iş çıkarma başıma mı diyecekti yoksa?

Ben -isterseniz ayıplayın- bu ülke şartlarında demokrasiyi benimsemiyorum. Tek adamlık eğer adam Atatürk gibi bir adamsa sonuna kadar desteklerim. Ama tek adam hep kandırıldığını iddia eden ama sadece halkı kandıran bir adamsa eğer, sonuna kadar "hayır" dır oyum. Eğer sonuç "evet" çıkarsa yandı gülüm keten helva...       

21 Şubat 2017 Salı

YAŞASIN SALI GÜNLERİ PARK SORUNUM BİTİYOR

21/02/2017 Salı, Tire

Niyetim saat on bire kadar yatıp dinlenmekti. İnsan bedeni alışmaya görsün. Saat yedide gözlerim açıldı. Saat dokuz olmadan evden çıktım. Bugün tatil günümüz. Salı Pazarı beni bekliyor. Arabamı park edecek harika bir yer keşfettim. Şimdi bulduğum yeri söylersem bana yer kalmaz. Biraz bencillik yapmak zorundayım. Şimdi park ettiğim yer pazarın tam ortasında. Eğer biraz da erken çıkabilirsem salı günlerinin korkulu rüyası, park sorunum çözümlenmiş olacak böylece.

Kasaba yarın sabah alacağım et siparişlerimi verdim. Banka işlerini hallettim. Elimdeki listeye göre pazar alışverişini de tamamladım. Çöp torbası, tuvalet kağıdı, peçete, ambalaj malzemelerini alabileceğim başka bir yer buldum. Daha önce alışveriş yaptığım yeri bıraktım. Bu kararımda etkili olan gelişi güzel söylenen bir sözdü. Bazı sözler benim o kişi hakkında kısa sürede kanaat sahibi olmama ya da onun hakkında kanaatimin değişmesine sebeptir. Ne demişti zat-ı muhterem? "Ben on yedi yıldır falanca restorana gitmiyorum. Benden alışveriş yapmayana gitmem." Bu ne demek şimdi? Yani sana gelmem için benden alışveriş yapman gerekiyor. İşte ben buna gelemem. Ne sen bana gel ne de ben sana.

Üzerinde Taş Ev'in logosu bulunan ıslak mendil sipariş ettim bir de. Bahar yaklaşırken biraz daha düzeltmek lazım façamızı. Bir sonraki aşamada kullandığımız tabaklar da logolu olacak artık. Silor salatalık yine sekiz lira bu hafta. Domates ise inanılmaz derecede ucuzlamış. Geçen hafta halden 2,5 TL ye aldığım domatesi pazardan 1,00 TL aldım. Hatta kilosunu 0,75 TL'ye satan yerler bile gördüm sonra. Ucuzluğun nedeni Rusya pazarının kapanmasıymış. Yine ne yaptılar acaba? Hormonlu domatesleri kabul etmedi adamlar da bize mi yediriyorlar?

Yazar kasalı pos cihazına ikinci banka işletmiş ama sorun yaşıyorduk. Bayisine uğrayıp bu durumu hallettim. Bir de fare aldım bilgisayar için. Beni deliye çevirmişti dün akşam. Bir santim yürüyecek diye büyük enerji harcıyordum. Sonunda çıkarıp attım faresiz kullanmaya başladım bilgisayarımı. Üzerinde "Made in PRC" yazısını gördüm. Daha bir ay olmamıştı kullanmaya başlayalı. Yeni fare için Çin Malı olmasın dedim Ozan'a. "Çin Malı dışında fare yok ki." deyince şaşırdım. Adamlar piyasayı tamamen ele geçirmişler. Biraz da kaliteye önem verselerdi keşke.

Muhasebeye uğradım, elimdeki fatura, z raporu ve pos çıktılarını bıraktım. Arabayı yakın yere park ettiğim için patates ve soğanı bile bugünden aldım. Oradan çıkıp içecek eksiklerini tamamladım. Zamanım olduğu için rahat hareket ediyordum. Gittiğim yerlerde çay kahve tekliflerini geri çevirmeyince saatler sürdü pazar işi.

Arabanın arkası iyice dolunca yaylaya çıktım. Evvelsi gün dolaşırken alt taraftaki çevre çitinin altının iyice oyulduğunu görmüştüm. Bir an önce kapatmak lazım orayı. Taş Ev'e malzemeleri indirirken tavuk kümesinin etrafında iki sokak köpeğinin dolaştığını gördüm. Belli ki çitteki boşluktan girmişler içeri. Bir kaç güne kadar kırk tavuk gelecek Afyon'dan. O zamana kadar bu işi halletmemiz şart.

Malzemeleri yerleştirdikten sonra eşime telefon ediyorum. Yatıp istirahat edince ağrısı olmuyormuş. Akşama da oğluşu ona yemek ısmarlayacakmış. Burada yalnız kalınca canım yemek dahi istemiyor. Ben de gidip her zamanki yerimizden bir kokoreç yemeyi düşündüm. Pazardan üç kilo ayva almıştım. Şimdi ayva hastalığı başladı bende. Akşamdan beri tam üç tane ayva yedim. Selçuk ayvası sulu ve yumuşak. Onun dışındaki ayvalar boğazımda düğümleniyor. Bazen boğulacak gibi olsam da yine vazgeçemiyorum. Başka meyveye bağlılığım yok ancak ayva görünce dayanamıyorum.

Dinlenmek için yarım gün bile fazla geliyor. Şimdiden Taş Ev'i özledim. Yalnız olmamın da etkisi var belki de... Eşim gideli bir gün oldu daha. Bir yandan orada dinlenmesini isterken diğer yandan yolunu gözlüyorum.

DEMİRBANK HAYIRLI İŞLER DİLER

20/02/2017 Pazartesi, Tire

Tarihi yazarken Demirbank'ın yıllar boyu kesintisiz her sabah devam eden reklamı geldi hatırıma. Aynen şu sözlerle seslenirdi radyoda sabah 07.00 haberlerinden önce. "Bugün 20 Şubat 2017. Demirbank hayırlı işler diler. Demirbank." Demirbank gitti gideli işlerin de hayrı kalmadı. 

Fırat annesini almaya gideceği için geç gelecekti bugün. Gündüz saatlerinde kimsenin gelmeyeceğini düşünerek dip temel temizliğe giriştim. Bir ara mıntıka temizliği bile yaptım. Neler neler çıkmadı karşıma. İçmiş olduğu biraların verdiği rehavetle galeyana gelip şişeyi bahçeye fırlatanlar mı ararsın yoksa servant masasına ayak dayayanlar mı, ne ararsan var. Terasa sigara içmeye çıkıyor misafirler. Loş bir ışık var orada. Elindeki bira boşalınca şişeyi masaya bırakacağına sallıyor aşağı. Başkasının önünde yapamaz. Belki de arkadaşlarına yapıyor bu gösteriyi. Geçen sene havalar sıcakken verandada oturanlar aşağı çatal bıçak atıyorlardı. Hadi diyordum, belki çocuktur aklı ermez. Peki önündeki kürdanları parça parça kırıp ortalığa dağıtanlara ne buyurulur? Bazı davranış sahiplerinin çocukluğuna inmek isterdim. 

Bugün nedense üşümüyorum. Fırat ise tam aksine havanın soğuduğunu söylüyor ve şömine sobayı tutuşturuyor. Telefonuma iki mesaj düşüyor. Biri sabit diğeri mobil hattan arama kaydı bunlar. Taş Ev'de bazı bölgelerde telefon çekmediği için ulaşılmaz görünüyorum. Neyse ki arayan numaralar telefonuma mesaj olarak gönderiliyor. Sabit hattın kodundan Ankara'dan arandığım belli. Önce mobil hattın numarasını çeviriyorum. Bir kadın sesi. "Biraz bekletebilir miyim?" Karşıdan konuşma sesleri geliyor ama anlamak zor. Hanımefendi yaklaşık otuz saniye sonra beklettiği için özür dileyerek dönüyor. "Beni aramışsınız az önce" dememe fırsat bırakmadan Anayasa Mahkemesinden aradıklarını söyleyip "Orası Kaystros Taş Ev mi?" diye soruyor. Evet, derken Anayasa Mahkemesi? Ne alaka? Şaşkınlığım geçmeden, ikinci soruyu patlatıyor "Sizin yeriniz nerede?" Kısa bir diyalog geçiyor aramızda.
- "Kaplan Köyünde"
- "Neresi orası?"
- "Tire, Kaplan Köyü"   Bir an Anayasa Mahkemesini unutuyorum. "Affedersiniz siz nereden arıyorsunuz?"
- "Ankara'dan"
- "Bizim yerimiz İzmir, Tire'nin Kaplan Köyünde"
Uzak gelmiş olmalı ki telefonun ucundaki hanım olayı bitiriyor.
-" Pardon, yanlış oldu sanırım."

Muhtemelen facebook ya da web sitesinden Taş Ev'i görmüş ancak Ankara yakınlarında bir yer tasavvur etmiş olmalı.

Dünkü yoğunluğun ardından oldukça sakin geçiyor bugün. Hava raporuna göre sağanak yağışlı olması beklenirken ara sıra zoraki atıştırıyor. Yerler ıslatmıyor bile. Kaplan Köyüne bile sadece birkaç araç çıkıyor. Havalar ısınınca tatil günümüzü Pazartesi yapmalı. Hem pazarın yorgunluğunu atmalı, hem de salı gününün dışarıdan gelen misafirlerini ağırlamalı. 

20 Şubat 2017 Pazartesi

DEĞİŞİK BİR TAT "GALGITMA"

19/02/2017 Pazar, Tire

Eşimle birlikte elemanları toplayıp yola çıkıyoruz erken saatlerde. Şehir henüz uyanmamış. Domates alacak bir yer bulmalıyım. Yolumuzun üzerinde yerel bir marketler zinciri var. Diğer marketlere göre erken açıyor. Oradan acil ihtiyaçlarımı karşılıyorum. Güzelim domatesleri hal ve pazar fiyatının altında bir fiyata satın alacağımı tahmin edemezdim. Bir kasa domates alıyorum.

Yaylaya çıkar çıkmaz hepimiz hummalı bir şekilde çalışmaya başlıyoruz. Herkes yapacağı işi biliyor artık. Kahvaltı etmeden gözü açılmayanlar var aramızda. Omlet sabah kahvaltısının vazgeçilmezi. Yumurtasız olmuyor maalesef. Gözüm yumurtaların olduğu yere kayıyor. Kalan yirmi tane kadar yumurta kahvaltı misafirlerine bile yetmeyebilir. Dün Aşkın Şefle konuşmamız geldi aklıma. Gerekirse onları kullanırız demişti. Kümesteki tavuklar yedi yumurta bırakmışlar. Eşim eğer yumurtalar yerinde duruyorsa birkaç tane yumurta kullanmama izin veriyor. Merakla kümese bakıyorum. Yumurtalar dokuza çıkmış (!)

Hava soğuk değil. Güneş bir görünüp bir kayboluyor. Her ihtimale karşı sobayı yakıyor bizimkiler. İlk rezervasyon telefonu geliyor. Arkasından bir tane daha. Bugün yoğun geçeceğe benzer. Bünyamin'e de ulaşamadık. İş başa düştü yine. Eksik elemanla altından kalkabilecek miyiz? Alp "Sorun yok, hallederiz." deyip moral veriyor.

Eşim oğlumuzun yanına gitmek üzere akşam yola çıkacak. Kahvaltı saati bittikten sonra rahatsızlığı nüksediyor. Onu alıp eve bırakıyorum. Öğleden sonra Taş Ev müze gibi hizmet vermeye başlıyor. Fotoğraf çektirmeye ya da methini duydukları bu mekana keşif yapmaya geliyor insanlar. Kimi bir çay ya da kahve içiyor kimi tatlılarımızı deniyor. Bazıları eşofmanla geliyorlar, bazıları ise kıyafetlerinin uygun olmadıklarını söyleyip arabadan inmiyorlar. Hatta eşofmanlı bir misafirimiz "Kıyafet zorunluluğu var mı?" diye soruyor ciddi ciddi. Ben espri olsun diye "Fraksız alamıyoruz efendim." diyorum, adam ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzüme bakıyor.

Gündüz saatlerinde beklediğimiz yoğunluğu yakalasak da gelen misafirlere kafe tarzında hizmet veriyoruz. Bu durum tahmin ettiğimiz cironun altında kalmamıza sebep oluyor. Günün ilerleyen saatlerinde Torbalı'dan bir çift geliyor. Eskiden Ticaret Odası Başkanlığı yapmış beyefendi. Taş Ev'e hayran kalıyorlar. Bütün tanıdıklarına telefon edip harika bir yer keşfettiklerini anlatıyorlar. Hanımefendi artık sık sık buraya geleceklerini ve geniş çevrelerine de önereceklerini söylüyor. Sıcak dostluk kuruyoruz meslektaşım beyefendiyle. Kartını veriyor. Taş Ev'den zor ayrılıyorlar.

Akşam saatlerinde yoğunluk başlıyor. Yemek misafirleri peş peşe sökün ediyor. Bir kısmı rezervasyon yaptırıyor, bir kısmı çat kapı gelip şansını deniyor. Masalar doluyor, boşalıyor. Mutfak oldukça yoğun. Eleman eksikliğini kapatmaya çalışıyorum. Bir yandan yukarı çıkıp misafirlerle ilgilenirken sık sık tuvaletleri kontrol ediyorum. Taş Ev'in misafirleri tuvaletleriniz çok temiz dedikçe gaza gelip kontrol aralıklarım daha da sıklaşıyor. Saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bütün elemanlar işlerini yapıyorlar. Malzemeler tükeniyor. Aşkın Şef garsona sesleniyor. "Izgara köfte siparişi alma artık, sadece bir porsiyon kaldı. Bonfile, pirzola ve kuzu şiş söylesinler." Taş Ev'in müdavimi olan misafirler bir kez daha memnun ayrılırlarken yeni gelen misafirler yemek ve mezelerin çok güzel olduğunu belirtiyor.

Aşkın Şef'in menüye yeni eklediği patates mezesine isim bulmakta zorlanıyoruz. Bugün ilk sipariş gelince çocuklar gibi seviniyor. Bebek patatesten yapılan bu mezeyi internette araştırıyorum. Bu yemeğin Denizli yöresine ait olduğu çıkıyor ortaya. Ufak tefek farklılıklar olsa da şefin yaptığı buna benzer bir şey. Bölgesel olarak "galgıtma" ya da "hoplatma" derlermiş adına. Haşlanmış bebek patatesleri yağda pişirirken tavayı hoplatarak ters yüz ettiklerinden dolayı bu isimlerle anılırmış. Denizli yöresinde patateslerin kabuklarını soymadan yapılırken bizim şef onları soyup mısır ununa batırdıktan sonra tavada kızartıyor. Çatal kullanılmaması gerekiyormuş patateslerin dağılmaması için. Güzelce kızardıktan sonra sarmısaklı yoğurt ve domates sosu ile servis ediliyor bu meze. Hemen fotoğrafını çekiyorum paylaşmak için.   

Yoğunluk nedeniyle sıcak su ihtiyacı artıyor. Mevcut termosifon ihtiyacı karşılayamıyor. Duvara monte elektrikli ısıtıcıları öneriyor şef. İlk fırsatta bunu düşünmem lazım. Aşkın Şef hazırladığı ızgaraların fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşıyor. Ben de onları Taş Ev'in facebook sayfasına taşıyorum. Tatlı bir rekabet başlıyor aramızda. Senin sayfan mı yoksa benim sayfam mı daha çok tıklanacak. Geceyi sorunsuz tamamlıyoruz. Aşkın Şef'in o telaş içinde keşkek kasesini elinden kaydırıp kırmasını ise nazara bağlıyoruz.

18 Şubat 2017 Cumartesi

İYİYİM, İYİYİM

18/02/2017 Cumartesi, Tire

Eşim beni yalnız bıraktı bugün. Oysa Kahvaltının Efendisiydi kendisi. Belinden rahatsızlandığı için gelemeyeceğini söyledi. Onsuz ilk kahvaltım olacak. Gelirken Fırat ve Alp'i aldım yanıma. Hemen bir iş bölümü yaptık. Önce neyin nerede olduğunu öğrenmem lazım.

Açılış saatimizden hemen sonra ilk araba geliyor. Hemen yumurtaları koyuyorum tencereye. Sırayla, reçeller, karadutlu lor, okma, zeytin, peynir vs. hepsini hazırlıyorum. Çaylarımız da hazır, nohut mayalı ekmeğimiz kızarmış. Dün akşam Aşkın Şef'in hazırladığı gözlemeleri ısıtıp gönderiyorum. Yine de listeye bir bakayım. Eyvah tereyağı eksik. Kaymaklı balına kadar her bir şeyi göndermişim de tereyağını atlamışım. Hemen onu da hazırlayıp gönderiyorum. Böylelikle ilk sınavımızı başarıyla vermiş oluyoruz.

Dün sadece üşüyüp titriyordum. Blog ve facebook dostlarından bir sürü öneri aldım soğuk algınlığımı kısa sürede atlatmam konusunda. Bugün düne göre çok iyiyim. Hatta o kadar iyiyim ki, yedi araba odun hazırladım. Üşümüyorum da üstelik. Bilgisayarımı yukarı, salona taşıdım. Şömine sobanın yanındaki masaya kuruldum.

Öğleden sonra eşime telefon ettim. Halini hatırını sordum. İstirahat ettiği sürece iyi olduğunu söyledi. Evde yine yapacak bir şeyler buluyor. Bu sebeple ev onun için dinlenecek bir yer değil. Yarın oğlumuzun yanına gidecek. Evde dinlenemiyor, belki orada dinlenir artık.

Hava kış mevsimi için güzel sayılır. Güneş yüzünü bir gösteriyor bir saklanıyor bulutların arkasına. Şömine sobamız sabahtan beri aralıksız yanıyor. Akşam rezervasyonları geliyor.

Akşama doğru Show TV adına işletmemizi tanıtacak "Gezelim Görelim" tarzında bir program yapmak üzere geldiklerini söyleyen iki genci karşımda buluyorum. Tecrübe böyle bir şey işte. "Biz reklam yapmıyoruz prensip olarak." diyorum. Bizim reklamımızı memnun kalan misafirlerimiz yapıyor. Bu şekilde yeni bir meslek grubu doğduğunu, aslında Show TV'nim falan tamamen hikaye olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde anlatmıştım. Nezaketen ilgilenmediğimi söylüyorum. Terasta yaptığımız bu görüşme esnasında garson iki kahve getiriyor. Kahve söylememiştik oysa. Getirilen kahvelerin diğer misafirlere ait olduğu çıkıyor ortaya. Nasiplerinde varmış madem, kahve ikram etmiş oluyoruz bizi kandırmaya gelenlere...

Telefon ediyorlar. "Açık mısınız?" diye soruyorlar. Demek kapalı gibi bir halimiz var. Bugün gelen misafirlerimizden biri de arabayla bahçeye girdi ve dönmeye çalışırken tesadüfen fark ettim. Yine aynı şey. "Kapalı sandık, dönüyorduk." Bahçe kapısına kocaman bir levha asıp açık olduğumuzu belirtmek lazım.

Saatler ilerledikçe hava sıcaklığı düşüyor. Yazı o kadar özledim ki. Dün meşhur Tire pazarında salatalığın kilosunu 8 TL gördüm ya. Nasıl istemem yazın gelmesini. Evet, biraz sıcaklardan bunalacağız ama üşümekten iyidir yine de.  Hem burası yayla o kadar sıcak olmaz değil mi?

ZZZZZZZ...

17/02/2017 Cuma, Tire

Soğuk algınlığı benim için dünyanın sonu. Basit bir hastalık aslında ama beni çok etkiler. Eşim bu hallerimi çok iyi bilir. Solunum yolları tıkanır, baş ağrısı, nezle, sanki sırttan buzlu sular dökülürmüş hissi... Yeter artık bu kadar yaşadığım. Ben öleyim artık. Bu duygular içinde boğuşurken çalan telefon kurduğum alarm sesine karıştı. Eşim telefonu getirdi yatağıma. Arayan Fırat, kendisini çarşıdan almamı istiyor.

Kalkıp hemen hazırlandım. Fırat'la buluştuktan sonra ekmekleri alıp yaylaya doğru yola koyulduk. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor ama yapmak zorunda olduğum işler var. Aşkın Şef geldikten sonra hazırladığı listeyi verdi. Küçük pazardan alacaklarım var. Kasaba da uğramam lazım.

Alışverişi tamamlayıp döndüğümde yukarıda Ödemiş'ten gelen hanım misafirlerimiz olduğunu söylediler. Yanlarına çıkıp ilgilendim. Arkadaşlarının tavsiyesi üzerine gelmişler. Bir müddet sonra terasa çıkıp orada oturdular. Öğleden sonra güneş ısıtıyor olmalı. Ama benim için değişen bir şey yok. Üzerimde bütün giyeceklerim olduğu halde üşümeye devam ediyorum.

Soğuk tatsız bir gün. Odama çekiliyor, battaniyeye sarılıyorum. Elektrikli ısıtıcı üşümeme çare olmuyor. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalışıyorum. Bir iki saat geçmişim kendimden. Hava kararmaya başlıyor. Şömine sobaya odun üstüne odun atıyoruz. Akşam misafirlerinin yemeklerini yiyip zamanında kalkmalarına çok seviniyorum. Yarın erken açacağız mekanı. Biraz dinlensem hiç fena olmayacak.

17 Şubat 2017 Cuma

KANT

16/02/2017 Perşembe, Tire

Eveeet, sonunda şifayı kapıyorum. Dün akşam belli etmişti kendini aslında. Nezle ile başladı. Eşim suda eritilen toz şeklinde bir ilaç önerdi. Anında kırıklığı gideriyor ama uyku yapıyor. Hemen hazırlıyorum bir bardak. İlacın etkisiyle oturduğum yerde sızıyorum.

Sabah titreme ve baş ağrısı ile uyandım. Hava çok soğuk. Elimde alınacaklar listesi hazır. Evden çıkmadan önce Fırat'ı aramıştım. Zamanından önce gelmiş, beni bekliyordu.

Yukarı çıkar çıkmaz işe koyulduk. Az sonra Aşkın Şef geldi. O geldikten sonra tekrar aşağı inip eksik kalan malzemeleri aldım. Arabayı tamirciye gösterdim. Ekran aydınlanmıyordu. Sigortası atmış olmalı dedim. Böyle durumlarda bir iğne ile reset düğmesine basmanın yeterli olduğunu unutmuşum. Ağaç motorlu testeresinin bıçkı zincirini bilettim.

Yaylaya vardığımda herkes işinin başındaydı. Benim durumum iyi değil. Aşkın Şef sıcak bir kant hazırladı. Kaynayan limonlu suyun içine bolca karabiber kattı. "Bunu içince hiç bir şeyin kalmaz." dedi. Bunu ilk kez deneyeceğim. Elimde sıcak bardak Taş Ev'deki odamıza girdim. Battaniyeyi sırtıma sarıp elektrikli ısıtıcıyı yaktım. Zırt pırt birileri aradı iki saat boyunca. En çok bankacılara kızdım. Efendim, "emekli maaşını hangi bankadan alıyorsunuz?" "Sizin için cazip önerilerimiz var. Beş dakika ayırabilir misiniz? Hayır kardeşim, ayıramam, çünkü ilgilenmiyorum.        

İki saat kadar kalıyorum odada. Akşam misafirlerinin çok geç kalmamaları için dua ediyorum. Dualarım kabul edilmiyor. Geç vakte kadar oturuyorlar. Bu akşamın misafirleri rüzgar enerjisi çalışanları. Bir kısmı ile meslektaşız. Hatta biri ile aynı okulu bitirmişiz. Sıcak bir ortam oluyor. Dünden rezervasyon yaptıran masayı alıyoruz.

Gece evlerimize dönerken üşümeye devam ediyorum. Umarım yarın biraz daha düzelir durumum.
                                                                                                                                          

16 Şubat 2017 Perşembe

SIRADAN BİR GÜN

15/02/2017 Çarşamba, Tire

Dünkü yorgunluğun ardından Fırat uyanamamış. Her zaman onu aldığım yerde yoktu. Beş on dakika bekledim. Uyuyup kalacağını tahmin ediyordum. İyi ki evini öğrenmişim. Yüz elli metre yürüyüp kapısına geldim. Giriş katında yan yana iki kapı var. Sağ taraftaki kapının ona ait olduğunu sanıyorum ama kesin bir şey söyleyemem. Nazikçe çalıyorum kapının zilini. Ses veren olmuyor. Bir daha basıyorum zile. Yine yok. Başka birinin evi olsa açardı kapıyı şimdiye kadar. Bu düşünceden cesaret alıp uzun uzun çalıyorum zili son defa. Ses gelmeyince bırakıp dönüyorum. Apartmanın önünden geçip giderken balkon kapısı açılıyor ve uykulu gözlerini açmaya çalışan Fırat'ı görüyorum karşımda. "Uyuyup kalmışım, hemen geliyorum." diyor. Telefonu su dolu kovaya düşürünce sabah saatin alarmını kuramamış (!)

Biraz bekledikten sonra birlikte çarşıya gidiyoruz. Kasap ve diğer alışverişlerimizi yapıyoruz. Fırat bu arada kendine cep telefonu bakıyor. Aradığını buluyor kısa zamanda. Kasapta oyalanıyoruz biraz. Öğlen yemeği için gelirlerse sıkışacağız. Telefonum çalıyor, eyvah şimdi yandık, birileri yemeğe geliyor olmalı. Telefonun ekranına bakıyorum aceleyle. Aşkın Şef'miş arayan. İlk kez yayla kapısında bekletiyorum onu. Ekmeğimizi alıp hemen çıkıyoruz yaylaya.

Temizlik devam ederken telefonum çalıyor. Arkasından bir telefon daha. Öğlen yemeğine iki rezervasyon. Aşkın Şef'ten rica ediyorum sobayı yakmasını. En kısa sürede ortalığı dumana gark etmeden sobayı yakan kişi o çünkü. Öğlen saatlerinde güneş ısıtıyor biraz ama hava yine çok soğuk. Ben terası yıkarken Fırat salonu temizliyor. Temizlik bitmeden ilk misafirler geliyor, şömine sobanın yanındaki masayı tercih ediyorlar. Hemen arkasından diğer misafirler de gecikmiyor. Öğlen misafirlerini uğurladıktan sonra serbest zamanımız oluyor. Odun stoklarımız bayağı azalmış. Şömine sobamız inanılmaz derecede odun yutuyor. Bizde çok fazla var nasıl olsa. Eğer bahçede bu kadar çok kuru odunumuz olmasaydı, dünya kadar odun parası verirdik. Bir an önce odun hazırlamam lazım. 

Ağaç motorlu testeresinin yağını, benzinini tamamlayıp işe koyuluyorum. Üç arabalık odun kısa zamanda hazır. Son kütüğü keserken zorlanıyorum. Bıçkı zinciri körlenmiş iyice. Belki de görmeden çiviye rast geldi. Unutmadan arabaya koyuyorum motoru yarın şehre götürmek için.

Akşam yemeği için yeni rezervasyonlar yapılıyor. Dünkü yoğunluğun üzerine bugün fazla yorulmuyoruz. Hava çok soğuk. Gözümüz sobadaki ateşte. Kocaman kocaman kütükleri anında yutuyor. Geç sayılabilecek saatlere kadar oturuyor misafirler. Kapıları kapatıp evlere dönüyoruz. "Sıradan Bir Gün" siz dostlarıma gelsin... Jülide ÖZÇELİK

15 Şubat 2017 Çarşamba

WOW Sevgililer Günü

14/02/2017 Salı, Tire


"Wow" Bugünü tek kelime ile anlatmak istesem "Vay canına" anlamına gelen bu kelimeyi kullanırdım. Hatta o da yetmezdi, gözlerimi açar, ağzımı biraz daha yayıp "Woaw" şekline çevirirdim. Açık söylemek gerekirse bu kadarını beklemiyordum. Aceleye getirmeden hepsini anlatacağım size.

Salı günü normalde bizim tatil günümüz. Bu salı Sevgililer Günü olunca durum değişti elbette. Yine de kafamda bir soru işareti duruyor. Salonu dolduracak mıyız? Herkes salı günleri kapalı olduğumuzu biliyor. Henüz sekiz kişi rezervasyon yaptırmış daha. Eşim dünden kalp şeklinde şirin pastalar hazırlamış sevgililer gününe. O yetmemiş, üzerinde şeker hamuru ile "love" yazan çubuklu enfes kurabiyeler yapmış.

Olağanüstü bir gün. Neler neler yapılacak daha. Bir yerden başlamak lazım. Bugün büyük pazar kuruluyor burada. Ne pazar korkutuyor beni ne de iş park yeri bulmak dışında. Bankacı dostumun tavsiyesine uyup dar sokaklar arasından pazarın kurulduğu yere yakın bir alışveriş merkezinin otoparkına giriyorum. İyi de oluyor. Alışveriş listem kabarık. Eşimi ve özel olarak yaptığı ikramları daha sonra alacağım. Hemen alışverişe başlıyorum. Saat on biri geçiyor. Fırat buluşma yerinde beni bekliyor olmalı. Telefon ediyorum cevap vermiyor. Onu düşünecek durumum da yok zaten. Alış verişe devam. Kasapta et hazır değil. Öğleden sonra hazırlayabiliriz diyorlar. Israrım üzerine kıyma ile birlikte iki kuzu but alıyorum. Arapsaçı çok fazla bulunmuyor pazarda. Kuzu etli olarak yapıyor Aşkın Şef. Bana göre bir numaralı yemeği bizim Taş Ev'in. Sadece bir yerde güzel arapsaçı buluyorum. Kilosu on lira. Sadece o mu ya. Bütün pazarcı anlaşmış gibi. Patlıcan, mantar, biber, salatalığın kilosu yedi lira. Hepsi bir tarafa nedense salatalığın kilosuna yedi lira ödemek ağırıma gidiyor.

Telefonum çalıyor. Değişik bir numara. "Benim, benim, Fırat" diyor. Telefonunu su dolu kovaya düşürmüştü, şimdi tamamen su koyuvermiş. Arkadaşının telefonundan aramış. Yarım saattir beklediğini söylüyor. Arabayı park ettiğim yere gelmesini istiyorum. Ekmek ve masa düzenlemeleri için süsler hariç alacağım her şeyi alıyorum. Telefonum çalıyor yine. "Biz kapınızın önündeyiz, kapalısınız her halde." Daha açılmamışız ki kapanalım. Ne diyeceğimi bilemiyorum. "Yemek için mi geldiniz?" diye soruyorum. "Hayır, kahvaltı etmek için gelmiştik." diyor telefondaki ses. Normal olarak salı günleri kapalı olduğumuz gibi hafta içinde de kahvaltı servisimiz olmadığını söylüyorum.

Yaylaya çıkarken telefonum durmuyor. Sürekli rezervasyon alıyoruz akşam yemeğine. Önce yirmi, sonra otuz kişiyi geçiyor rezervasyon yaptıranlar. Fırat hemen temizliğe girişiyor. Aşkın Şef geliyor. Onun da yapacak çok işi var bugün. Masaları özenle düzenliyoruz Fırat'la birlikte. Dakika başı yeni rezervasyon talepleri geliyor. Alp'i arıyorum, Bünyamin ile birlikte kendilerini alacağımı söylüyorum. Bünyamin iyi çalışmıştı bir önceki gece. Bugün işi olduğunu söylemiş Alp'e. Neyse bir şekilde halledeceğiz bakalım.

Geç kalmadan şehre iniyorum. Önce eve uğrayıp eşimi, onun özenle hazırladığı pastaları ve kurabiyeleri alıyorum. Hepsi çok şirin görünüyor. Eşim biliyor bu işi. Üstelik o kadar hoşuna gidiyor ki bu yaptıkları. Ah, bir de beli ağrımasa... Yaparken bu işleri belinin ağrıyacağını hiç düşünmüyor. Kalp şeklinde üzerinde "Love" yazan kırmızı balonlar, taze güller, masalara koymak üzere şık mumlar alıyoruz. Domates almamızı istemişti Aşkın Şef bir de. Pazar girişinde bir kasa domates alıyoruz halden daha uygun fiyata. Rezervasyon telefonlarının ardı arkası kesilmiyor. Salonu tamamen doldurduk. "Maalesef tamamen doluyuz, kusura bakmayın" açıldığımız günden beri özlem duyduğum sözcüklerdi. Nasip bugüneymiş. Üstelik canlı müziğimiz bile yok. Dakika başı rezervasyon telefonları gelmeye devam ediyor...

İlk gelen misafirler oldukça erkenci, saat altıyı çeyrek geçe geliyorlar. Daha sonra birden kalabalıklaşıyor salon. Kapıya kadar gelip yerimiz olmadığını söyleyenleri saymıyorum bile. Saat sekiz olmuş hala rezervasyon yaptırmak isteyenler oluyor. Erken kalkan masalar hiç boş kalmıyor. Sadece Nurullah Bey adına rezervasyon yaptıran bir misafirimizin yeri boş kalıyor. Gelemeyeceğini söylemediği için iki kişilik yer rezerve olarak kalıyor. Oldukça geç saatte gelebileceklerini söyledikleri için yerini başkasına da veremiyoruz Evet, bu misafirimiz ayıp etti biraz. Ama gece harikaydı. Herkes memnun ayrıldı. Salonu Fırat ile Alp hemen hemen sorunsuz götürdü. Fırat'ın on dört numaralı masaya rezerve yaptıranları yanlışlıkla dört numaralı en güzel masaya oturtması dışında tabii. Dört numaralı masa en güzel masalardan biri. Esas sahibi gelince ben kapıda gerine gerine karşılıyorum "Hoş geldiniz efendim, en güzel yeri sizin için ayırdık." diyerek. Yukarı çıkıp yol gösteriyorum. A, bir de ne göreyim dört numaralı masada birileri oturuyor. Masaların üzerine misafirlerin isimlerini, kaç kişi geleceklerini bile yazmıştım teker teker. "Fırat, hata benim." diyor. Misafirler en arka masaya oturmak zorunda kalıyor. Son derece olgun insanlarmış. Ben olsan çıngar çıkartırdım. Bu durum karşısında eziliyorum. Adamcağız ayağıyla kapıya kadar gelip rezerve ettirmişti yerlerini. Bu yetmemiş bir de telefonla aramıştı üstelik.

Akşam telefon edip yer olup olmadığını soranlar, kapıdan dolu olduğunu öğrenip dönen bir sürü insan. Çağatay Bey'i söylemeyi unutmuşum. Keşke Nurullah Beyin masasına alsaydım. Bir süre ayakta kalıyorlar. Neyse ki tanıdıkları bir arkadaşları kalkmak üzere, onların yerine alıyoruz kriz büyümeden. Derken kapıdan bir beyefendi giriyor. Az önce "Yerimiz yok maalesef." deyip uğurladığım kişi bu. Ağaçların arasında park etmiş bir başka aracın yanında. Çıkacağım diye önce geri geri gelirken ceviz ağacına bindirmiş. Sonra saplanıp kalmış. Bizim ceviz adamın tamponunu yamultmuş tabii. Yardım istiyor arabayı itmek için. Aşkın ızgaranın başında, Fırat ve Alp deseniz soluksuz koşturuyor. Ben varım sadece diyorum. Tek başıma koca minibüsü itiyor çekiyorum, sonunda biraz patinaj yapıp kurtarıyor kendini. Benim psikolojik desteğim daha etkili oluyor sanırım bunda.

Güzel bir geceydi vesselam. Canlı müziksiz daha güzel oluyormuş meğer. Çok güzel bir tanıtım fırsatı yakalamış olduk Taş Ev için. Bu vesile ile bütün sevgililerin Sevgililer Gününü de kutlamış olayım.

14 Şubat 2017 Salı

TEK BAŞINA

13/02/2017 Pazartesi, Tire

Dün yok sattık. Kasaptan aldığımız bütün malzemeler tükendi. Sabah ilk işim kasaba uğramak. Aksilik bu ya kasaptakiler pazartesi gününün kesim günü olduğunu, malzemeleri en erken öğleden sonra sağlayacağını söylüyor. Bugün yalnızım. Sadece kıyma alıp çıkıyorum yaylaya. Kapıyı açıp içeri girer girmez Ege Üniversitesinden gelen bir gurup öğretim üyesi öğlen yemeği için rezervasyon yaptırmak istiyor. Mezelerin çoğu dünden sıfırlanmış. Aşkın Şef bugün işinin yoğun olacağını söylemişti. Telefon ediyorum biraz panik halinde. İlk defa çalar çalmaz açıyor telefonu şef. On kişilik bir öğretim üyesi gurubunun öğlen yemeğine geleceğini söylüyor, hemen gelmesini istiyorum. Ne zaman geleceklerini soruyor. "Saat on iki'de burada olacaklarmış." diyorum.

Benim de bir saatten az zamanım var. Hemen temizlik işlerine girişiyorum başta. Arkasından sobayı rekor sürede tutuşturuyorum. Eskiden bir türlü yapamadığım bir işti bu. Saatlerce ateş yakamazdım. Aşkın Şef geliyor ve mutfağa giriyor hemen. Kısa sürede vitrine çeki düzen veriyor, eksiklerini tamamlıyor. Telefonum çalıyor. Bu da benim şansım. Bankacılar öğlen yemeği için misafirlerini getireceklerini söylüyorlar. Aşkın Şef, son derece sakin, gelsinler ya, daha da fazla gelsin diyor. Ama ben ilk kez tek başımayım burada. Önce masaları birleştirip öğretim üyelerine on kişilik servis açıyorum. Ondan sonra bankacılar için her zaman oturdukları masaya açıyorum servislerini. Misafirlerin yarım saat kadar geç kalması işimize geliyor her ikimizin de. Hafif enstrümantal müzik çalıyor fonda. Çay ocağımız hazır, yeni çay demleniyor. Nohut mayalı ekmekleri geldiklerinde kızartmak üzere hazır bekletiyorum. Her taraf temizlendi. Dün çalışanlar, dolaplara gelişi güzel yerleştirmişler temiz bardakları. Halbuki her birinin yeri belli. Rakı içenlere verdiğimiz kısa konçlu su bardakları sarı dolabın sağ alt gözünde. Sol üst dolapta kola, soda ve meyve suyu bardakları var. Ayran koyduğumuz bardakları mutfağa taşıdık. Sol tarafta orta dolabın üst iki gözü su bardağı ve bira bardaklarına ayrılmış. Sağında rakı ve şarap kadehleri yer alıyor. Sağ tarafın orta dolaplarında ise çay bardakları ve bardak altlıkları, alt tarafta kahve ve neskafe fincanları, tabakları yer alıyor.

Sıcak bir atmosfer doğuyor hocalar geldiğinde. Manzaraya ve mekana hayran kalıyorlar. Acelelerinin olmaması beni de rahatlatıyor. Öğretim üyeleriyle teker teker tanışıyorum. İçlerinden biri eşimle adaş. Hem de harfi harfine. "h" siz Nükhet yani. Manasını biliyorsunuz değil mi isminizin diye soruyorum. Abes bir soru oluyor tabii. Koca doçent nasıl bilmez isminin anlamını. "Nükte yapan anlamında." diyor "Diğer Nükhet ise güzel koku demek."

Mezelerin seçimini bana bırakıyorlar istedikleri bir kaç meze dışında. Masayı donatmaya başlıyoruz. Bu arada bankacı misafirlerimiz geliyor. Onların masası da hazır. Şansıma her zaman geldiklerinde sergiledikleri aceleci tutumlarının aksine aceleci görünmüyorlar.

Mezelere bayılıyorlar hocalar. "Bonfilemiz maalesef bir iki porsiyon kaldı." demek zorundayım. Hocalar genel olarak köfte çeşitlerini tercih ediyorlar. İçlerinden cam kenarında oturan biri "Ben kasap işlerinden anlarım, o bayat bonfileden alayım, bonfile uzun süre sosta kalırsa daha yumuşak olur, bu yüzden bayatını severim ben." diyor. Tatlı sohbet, güzel manzara, sıcak ortam hoşlarına gidiyor. Arada sobaya kocaman kütükler atıyorum. Şömine sobamız bir canavar gibi yutuyor hepsini, kısa zaman sonra yenilerini istiyor. Kısa bilgi veriyorum mekan ve işletme hakkında. Hepsi ayrı ayrı kartvizitimizi istiyor.

Bankacılar biraz bekliyor bugün ama her zamanki gibi anlayışlılar. Akşama bir grup rezervasyonu daha yapılıyor. Fırat'ı arıyorum. Telefonu cevap vermiyor. Akşam üzeri o arıyor beni başka bir numaradan. Şarjı bitmiş telefonunun. "Kendimi yorgun hissediyorum, bugün gelmesem olmaz mı?" diyor. "Dün söyleseydin yerine eleman bakardık." diyorum. Çocuk bunlar. "Tamam gelme." diyorum, "Ben hallederim." Aşkın merak ediyor. Fırat'ın gelmeyeceğini öğrenince, moral veriyor. "Takma kafana, biz hallederiz." diyor. Hallediyoruz da. Bir kez daha anlıyorum. İnsanın yapamayacağı bir şey yok, yeter ki yaparım desin. Yarın Salı Pazarı. Hem de Sevgililer Günü. Sabahtan pazar alışverişi yapacağım. Sonra sevgililer için masaları hazırlamaya başlayacağız.

Kızım dün internet bağlantımı kullanmıştı. Ayarında bir oynama yapmış olmalı ki interneti kullanamadım bugün. Geceye kaldı yine yazılarım.

İktidar panikledi mi ne? Sigaraya Hayır afişlerini toplatmaya başlamış. Hadi hayırlısı...

SOĞUK GÜNEŞLİ BİR PAZAR GÜNÜ

12/02/2017 Pazar, Tire

Kış geri geldi. Hava güneşli olduğunda daha soğuk oluyor. Yağmur yağdığında yumuşuyor. Bu ilginç bir durum hatta bir tezat değil mi? Yağış olduğunda ki bu kar bile olsa hava sıcaklığı artıyor ama yağışsız havalarda güneş soğutucu gibi çalışıyor. Denize çok uzak olmadığımız halde iç kesimlerdeki kara iklimini yaşıyoruz sanki. Gece gündüz sıcaklık farkı çok fazla. Ağaçlar çıplak. Üşümüyorlar mı onlar. Sıcaklar basınca yapraklarla koruyorlar kendilerini yakıcı güneşe karşı. Yoksa bizim için mi giyiyorlar yeşil renkli o güzel giysiyi.

Yoğun bir gün geçiriyoruz. Kızım da bizimle beraber. Hafta sonları ilave elemanlar alıyoruz. Baştan beri düşündüğüm bir şeydi bu ilave eleman konusu. Öyle görünüyor ki, havaların ısınmasıyla birlikte hafta sonları daha da arttırmamız gerekecek destek eleman sayısını.

Hareket olunca alışveriş ihtiyacı da artıyor. Günde birkaç sefer şehre inmem gerekiyor. Sabah kahvaltı servisi ile başlıyoruz. Çocuklar sobayı hemen yaktıktan sonra temizliğe girişiyorlar.

Yarın Fırat hastanedeki abisini ziyaret etmek üzere İzmir'e gidecek. Öğleden sonra saat dörde kadar döneceğini söyledi. Gündüz saatlerinde genelde sakin oluyor nasıl olsa. Gecenin geç saatlerine kadar oturuyor misafirler. Arada Sevgililer Günü için bilgi almak isteyenler ve rezervasyon yaptıranlar var. Yoğun geçen bir günün ardından evlerimize dönüyoruz. Akşam yazacak hal kalmıyor.

11 Şubat 2017 Cumartesi

CEVİZ MASASI

11/02/2017 Cumartesi, Tire

Havalar yeniden soğumaya başladı. Sıcaklardan bu yaz hiç şikayet etmeyeceğim. Bugün Alp de bizimle beraber. Geç kalmamak için kasap alışverişini sonraya bırakıyorum. Kahvaltı servisinden sonra havuz başında ceviz kırmaya başlıyoruz. Güneş biraz sıcaklığını hissettirse de hava yine soğuk. Misafirler gelmeye başlayınca ekip görevlerinin başına dönüyor. 

Hava puslu olduğu için şehrin yarısı görünmüyor. Aşkın Şef personel menüsünü hazırlıyor beş dakikada. Kereviz var bu günkü menüde. Bir kereviz altı üstü ama bu kadar lezzetli mi olur. Alışkanlık haline getirdiğimiz közlenmiş acı kırmızı biber yemeğimize eşlik ediyor. Yemekten sonra irmik helvası da hazır. Mis gibi tereyağı kokusu sinmiş tam kıvamında. İsteyene dondurmalı isteyene sade cevizli. Küçük bir tabağa koyup denememi istiyor. Utanmasam bir tabak daha ver diyeceğim. 

Yaylayı çevreleyen bahçelerden avcıların silah sesleri geliyor. Hava gittikçe soğuyor. Yukarıda şömine sobamızı canlandırıyoruz. Kızım da akşama bizimle beraber olacak.

Akşam misafirlerinin genel olarak iki geliş saati var. İlk parti 18.30'da geliyor sonraki 20.00'de. Rezervasyonlu masaların dışındaki konuklar ikinci saat diliminde baskın ediyor. Kızım geliyor bu arada. Şömine sobanın başında annesiyle sohbet etmeye başlıyorlar hemen. Yemeğini yedikten sonra Aşkın Şefin spesiyallerinden bonfile sotenin resmini çekip gönderiyor bana.

Misafirlerimizi keyifle ağırlıyoruz. Geç vakit iki masa daha Sevgililer Günü için rezervasyon yaptırıyor. 

Aşkın Şef akıllı telefonu aldığından beri elinden düşürmüyor. Haberleri ondan alıyoruz. "İrfan Değirmenci'yi Kanal D'den kovmuşlar." diyor. Sebep ne? "Hayır" mesajı paylaşmış sosyal medyada. Düzgün adamlardan biriydi. Gestapo iş başında...

FELLAH KÖFTESİ

10/02/2017 Cuma, Tire

Küçük pazardan alacağım bazı şeyler olduğu için Fırat'ı yukarı bırakıp hemen şehre geri döndüm bu sabah. Eşim koca bir tencere fellah köftesi hamuru hazırlamış. Taş Ev'in en fazla rağbet gören mezesi bu. Fırat'ı Aşkın Şef geldiğinde ilk olarak köftelere başlasın diye tembihliyorum eşimin talimatı üzere. Yapacağı şey basit ama zaman alıcı. Hamurdan küçük parçalar koparıp avucunda yuvarlatacak sadece. 

Aşağı inince şef arıyor. "Eğer fellah köftesine başlarsam akşama kadar başka iş yapamam." diyor. Biraz hasta olduğundan bahsediyor, dün iğne vurdurtmuş acilde. "Mezeler hazırlanacak daha, hala yapayım diyorsan yaparım." diyor bezgin bir ifadeyle. "Tamam, sen başla ben döndüğümde devam ederim."diyorum. 

Pazarda işimi kısa sürede halledip geri dönüyorum. Daha henüz işin başında. "Sen bırak şimdi işine bak." diyorum Aşkın Şef'e. Canına minnet, çekiliyor tezgahtan. Bu iş tam bana göre, sabır işi. İnce bulgurdan yapılmış harçtan küçük parçalar köparıp avucumda yuvarlıyorum. Tencere büyük, yap yap bitmiyor. Telefon çalıyor, ellerimi yıkıyor, telefona bakıyorum. 444 lü hatlardan bankanın biri yeni teklifler sunuyor. "İlgilenmiyorum." diyorum. Yine anlatmaya çalışıyor telefondaki. "Ne teklifiniz varsa bana e-mail ile ulaşın." diyorum. "Böyle bir uygulamamız yok efendim." diyor. İyi günümdeyim. Son derece nazik konuşmamı sürdürüyorum. "Üç dakika ayıramaz mısınız, vaktiniz yoksa sizi müsait olduğunuz başka bir zaman arayalım." diyor görevli hanımefendi. "Yok, beni hiç aramayın, sizden özellikle rica ediyorum." diyor, iyi günler dileyerek kapatıyorum telefonu.

Dönüyorum yine köfte yuvarlamaya. Bir telefon daha. Rezervasyon olabilir, açmak zorundayım. Yine elini yıka, telefona bak. Öğleden sonra iki gün önce gelen bir aile geliyor. Küçük tatlı bir kızları var. Adı Hayal. Benim ortaokuldaki Türkçe öğretmenimin adı olduğu için unutmadım. Trileçe yemişti geçen sefer. Babasını aramış çok güzel bir yer bulduklarını ve harika bir tatlı yediklerini söylemiş. Çektikleri bir sürü fotoğrafı da göndertmiş babasına. Adamcağız kızını kıramamış, ta İstanbul'dan bizi görmeye gelmiş. Hayal ile arkadaş oluyoruz. Yine trileçe yemek istiyor. Aile kalabalık. "Bütün tatlılarınızı denemek istiyoruz." diyorlar. Karadutlu lor tatlısı, ceviz krokan, kestaneli dondurma, sakız dondurmalı irmik helvası, trileçe ne varsa gönderiyoruz masaya. "Eyvah, birini unuttuk söylemeyi." diyorum şefe. Üstelik menüde olmayan tek tatlımız bu. Eşim yeni dahil etmişti menüye ama onu ekleyememiştim. Kaymaklı, cevizli ayva tatlısıydı unuttuğum. Yukarı çıkıp "Bir de ayva tatlısı vardı, unutmuşum." diyorum. "Önümüzdekileri bir bitirelim ondan sonra." diyorlar. Güle oynaya ayrılıyorlar. 

Tanınmış bir firmanın çalışanlarını misafir ediyoruz bu akşam grup olarak. Onların kalkmalarına yakın kapanış saatimizden yaklaşık kırk dakika sonra biri bayan üç misafir geliyor. Gece kuşlarına servisimizin bu saatte sona erdiğini, ocakların kapatılıp temizlendiğini söylüyoruz. Biraz bozulur gibi oluyorlar ama bu saatte gelirlerse kalkış saatlerini hayal etmek bile korkutuyor bizi. Kalkıp gidiyorlar. Onları yolcu ederken kötü bir yorum yapmayacaklarını umuyorum. Zor bu işler diyen dünkü misafirlerimizden birini hatırlıyorum. Tam da bunu kastetmiş olmalı diyorum içimden.

Taş Ev'i kapatıyoruz. Elemanlar kokoreç yemeyi teklif ediyor. Hiç hayır der miyim? Referandumda değiliz ya. Her zaman gittiğimiz yere gidiyoruz. Gecenin bir vaktinde afiyetle sonlandırıyoruz günü.

10 Şubat 2017 Cuma

İADE-İ ZİYARET

09/02/2017 Perşembe, Tire


Yukarı çıkarken artık Fırat'ı alıyorum yanıma. Yaylaya gelir gelmez temizlik başlıyor. Dünkü gibi, adeta bahar havası hüküm sürüyor. Telefonum çalıyor. Arayan bizim bankacı dostlar. Yanlarında önemli konukları varmış. Zamanlarının çok kısıtlı olduğunu söylüyorlar. Aşkın Şef yine ortada yok. Telefon ediyorum, cevap vermiyor. "Açıksınız değil mi?" sorusuna "Açığız efendim, buyrun," niye dedim ki ben? Ortada şef yok. "Hemen çıkıyoruz, mezelerle donatın masayı biz gelene kadar." demişler bir de. Arkası arkasına telefon ediyorum. Bir keresinde "Aradığınız numara kapsama alanı dışında" mesajı geliyor. Daha da kötü. Telefonu mu kapattı acaba? Ya da şarjı mı bitti? Bir kez daha arıyorum cevap yok. Bu bile sevindiriyor beni, hiç olmazsa aradığımı görecektir sonunda. Belki de müsait değildir telefonu açmaya. Bu ilk de değil. Eğer misafir gelir de kapıdan dönerse ve geçerli bir mazereti yoksa, bu sefer faturayı ağır kesmeye kararlıyım.

Bankacılar bir kez daha arıyorlar. "Biz yola çıktık on beş dakika sonra oradayız. Masa hazır değil mi?" Geldiklerinde hazır olsun diye sıcak siparişlerini bile söylüyorlar. Hiç beceremediğim halde yalan söylüyorum. "Buyrun efendim, her şey hazır sizi bekliyor." Tek ümidim az sonra şefin kapıdan içeri girmesi. Ümidi kestiğim bir anda son kez çaldırıyorum telefonunu. Nasılsa açıyor bu kez. "Beş dakika sonra oradayım." diyor. "Neden geç kaldın, beni zor durumda bırakıyorsun, bak bu ilk de olmuyor." demenin sırası değil. Misafirler gelmeden sadece beş dakika önce geliyor bizim şef. Anlatmaya çalışıyor geç kalmasının nedenini. "Sus" diyorum, "Sus, bir an önce mezeleri hazırla." 

Gelir gelmez çifter çifter bir sürü meze tabağı hazırlanıyor. Misafirler olayın farkında değil. Ah, bir de bana sorsanız. Mezelerin arkasından sıcaklara başlarken açıklıyor geç kalmasının sebebini. Onu getiren aracın lastiği patlamış. "Ne oldu, yetiştirmedim mi her şeyi." diyor bir de. Direkten dönüyor aslında benim direkten döndüğüm gibi...

Bankacılar çaya davet ediyor. Aşağıda işim var zaten. İade-i ziyaretim gecikmiyor, öğleden sonra uğruyorum, sıcak ilgi gösteriyorlar. İlk kez açacağımız ticari hesabın belgelerini imzalarken bu anı ölümsüzleştirmek için fotoğraflar çekiliyor.

Akşam yemeğine önemli bir kurumun yöneticileri rezervasyon yaptırıyorlar. Dünün aksine gelenlerin çoğu rezervasyonlu bugün. Haberleri yeterince takip edemiyorum ama sosyal medya, özellikle facebook' tan alıyorum haberleri. El-Bab'tan gelen şehit haberleri, referandum tartışmaları, Fetö göz altıları... İçim kararıyor. Başka bir gözle görüyorum bu gelişmeleri. Çanakkale Ayvacık'ta deprem sonrasında orada yaşayanlar kışın soğuk günlerini çadırlarda geçiriyor. Hayat devam ediyor. Kimi ağlıyor, kimi gülüyor. Ülke elden gidiyor. Kimse umursamıyor. Atatürk bile kandırmış bizi, "Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır." derken. Ne çalışkan ne de zeki bu millet. İktidar, para uğruna vatanımızı satar hale geldik. Önce en etkili makamlara getirip, ordumuzu çökerten  daha sonra da kol kola gezdikleri Fetö'cülere sözde darbe yaptıranlardan niye hesap sorulmaz. Her şey ellerinde, yaptıramayacakları bir şey yok ama yetmiyor, başkanlık yani diktatörlük, tek adamlık istiyor birileri. Dahası ne? Başkan olunca yapamadığı neyi yapacak? Sadece iktidar hırsı mı bu? Yoksa daha başka vahim planlar mı yapılmış ülkenin geleceği üzerinde. Onlar "Hayır" diyor deyip PKK ile aynı kefeye koyduğu muhalefeti köşeye sıkıştıran başbakan, utanmadan, o teröristleri şarkılarla türkülerle karşılamadı mı? Yok, yok bu milletin gözleri kör, akılları tutulmuş, yüreğinde gram vatan sevgisi kalmamış, dolduruşa gelen bir sürüden farksız. Muhalefeti desteklemiyorum. Çünkü muhalefet yok ki ortada. Neredeyse bütün gazeteler, televizyonlar iktidarın borazanı. YSK da artık karışmayacakmış eşit yayın ilkesine. Sabahtan akşama kadar ezberletecekler halka ne yapması gerektiğini... Benim yine psikolojim bozulmaya başladı. Amélie hayallerim arasında Yann Tiersen dinleyim biraz. Belki açılırım...        

8 Şubat 2017 Çarşamba

YAYLAYA BAHAR GELDİ

08/02/2017 Çarşamba, Tire

Yaylaya geldiğimizde bahar havası karşılıyor bizi. Böyle giderse ağaçlar çiçek açacak birkaç güne. Aman açmasın diyorum içimden. Birkaç güne don yapar meyve vermez sonra ağaçlar. Yolda bilgisayarımı yanıma almadığımı fark ediyorum. Eşim hazırladığı ayva tatlısını alırsın şehre inersen demişti. Başka yapacak bir şeyim olmadığı halde Fırat'ı bırakıp iniyorum şehre hemen.

Hava öğleden sonra kapanıyor, yağmur yağabilir düşüncesiyle motorlu testereyi çıkarıyorum. Eksik bıçkı yağını tamamlıyorum. Bu sefer hiç uğraştırmadan çalışıyor. Taş Ev'in hemen arkasında yığın halinde eski evden çıkan büyük kütükler var. Hem o bölge açılsın hem de yakacak odun çıksın diye oradan başlıyorum. Uzun ağaç kütükleri içinde kocaman çiviler var. Testereyi köreltmemek için çivilere dikkat ediyorum. Kısa sürede bize bir hafta yetecek odun hazırlıyorum.

Dün ilk kez dinlendim diyebilirim. Her ne kadar pazar alışverişi saatler sürse de uykumu aldım. Bugün kızımın flaş belleğe yüklediği müzikleri çalıyorum. Hem yerli hem de yabancı romantik parçalar. Mekana uygun hepsi. Sevgililer günü için canlı müzik olup olmadığını soruyorlar telefonla. Misafirlerimizden biri de yarın kahvaltı için rezervasyon yaptırmak istiyor. Kahvaltı servisimizin sadece hafta sonları olduğunu söylüyorum.

14 Şubat Sevgililer Günü etkinliğine canlı müzik yapalım mı yapmayalım mı konusunu son bir haftadır düşünüyorduk zaten. En sonunda eşimle yapmamaya karar verdik. Butik bir işletme burası. Güzel bir hafif müziğin eşliğinde özenle düzenlenmiş masalarda romantik bir akşam yemeği sade ve daha uygun olur diye düşündük. Sadece gitar bile olsa fazla gördüm. Kına gecesi gibi bir ortamın Taş Ev'i bozacaktı. Elemanlar aksini düşünüyor. "Sevgililer müzik eşliğinde eğlensin ister burada." diyorlar. O güne özel masalara vazo içinde bir gül ve loş ortamda birer mum yakarsak yeterli olur bence. Canlı müzik denedik ama dediğim gibi insanlar birbirinin lafını duyamıyor o zaman. Canlı müzik özel bir eğlence, ne bileyim arkadaşlar arasında nişan veya buna benzer bir ortam için düşünülebilir belki. 

Akşam misafirleri gelmeye başlıyor. Bugün gelenlerin çoğu yeni. Şehrin en büyük fabrikasında çalışan iki mühendisin ilgisini çekiyor Taş Ev. Onlarla sohbet ediyoruz. Son derece memnun ayrılıyorlar. Özellikle kartımızı istiyorlar. Pazar günü İzmir'den gelen üç aileden biri Trip Advisor'a harika bir yorum yapmış ve beş yıldız vermiş. Manzara, yemekler ve işletmenin çok güzel, fiyatların ise oldukça uygun olduğunu söylemiş. Doğal olarak gururlanıyoruz bu tablodan...