KATEGORİLER

15 Mayıs 2016 Pazar

YAYLA YEŞİLİ

14/05/2016 Cumartesi, Tire


Ailecek en mutlu günlerimiz... Dün gece kızım da katıldı aramıza, tamamlandık. Bugün hep birlikte kahvaltı ettik. Eşimin yeni sezon incir reçelleri harikaydı. Hiç reçel sevmeyen ben bile bayıldım. Çocukların şerefine bütün reçel çeşitleri masadaydı. Sonra birlikte çıktık yaylaya.


Kamil eksik malzemeleri getirmem için telefon ettiğinde yola çıkmak üzereydik. Dükkandan malzemeleri alıp bahçeye vardığımızda kuşların sesleri karşıladı bizi.



Ceviz ağaçları üzerindeki meyvelerin her geçen gün büyümelerini gözlemlemek çok keyifli. Bahçe yemyeşil. Biz gelmeden önce yağan yağmur tabiatı daha da canlandırmış. Yağmur devam edecek diye, Yakup Usta bahçe temizliğini bırakıp gitmiş. Kadir'i Kamil'e yardım ederken gördüm. Yumurta söylemiştim ona, unutmamış getirmiş. Bizim tavukları köpek kapalı beri yumurtayı yine dışarıdan almaya başladık.

Bahçe girişinde iki salyangoz gördük. Birbirleriyle sarmaş dolaş. O kadar mutlular ki. İnanılmaz bir görüntüydü. Kızım papatyalardan dilek tuttu, eşim resimler çekti. Dallarından erik topladık. Kirazlar biraz geç oluyor buralarda rakım yüksek diye. Erken olanları da kuşlar yemiş zaten. Öyle güzel ziyafet çekmişler ki kendilerine, ağaçların altı çekirdek dolmuş.

Dün  oğlumla tavla oynamıştık kahvede. Hiç kahve kültürüm de yoktur hani. İnşaat malzemelerini aldığım yere ödeme yapmak için uğramıştık. Hemen karşısında bir oto yıkamacı görünce bıraktık arabayı iç dış bir güzel temizlensin diye. İş uzayınca yan taraftaki kahveye girdik bir el tavla atarız diye. Birer de soda ısmarladık yanında. Yenilen hesabı ödeyecekti. Anlaştık. Bir mars yaptım sonra birer çay söyledik. Çetin bir maç oldu, sonuçta 5-2 kaybettim.

Bugün o oyunun rövanşı vardı. Daha kalabalık bir seyirci önünde başladı maçımız. Eşim ve kızım biraz zoraki de olsa eşlik ettiler bize. Sonra baktılar iş uzuyor, sıkılıp sonunu beklemeden ayrıldılar yanımızdan. Maçımız yine çok çekişmeli geçti. Emin adımlarla sonuca giderken ani bir mars yedim. Sonradan durumu toparladım ve dünkü skorla yani 5-2 aldım oyunu!

Çarşıyı dolaştık birlikte, alışveriş yaptık. Rutubet oranı fazlaydı. Biraz da serinlemişti hava. Başka nereye gideceksin burada? Eve döndük film seyredelim dedi kızım. Değişik bir filmdi, Anneler ve Kızları (Mothers and Daughters). Başta şaka yollu itiraz ettim filmin adına. Neden "Babalar ve Kızları" ya da "Babalar ve Oğulları" değil dedim. Sonra başladık seyretmeye ama film sarmadı beni. İç içe geçen hikayelerin konu edildiği film uykumu getirdi.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

ADOLF, BAK YİNE SEN DÜŞTÜN AKLIMA!

13/05/2016 Cuma, Tire


Oğlumla birlikte çıktık bugün yaylaya. Kapıyı kapalı görmek benim için sürpriz oldu. Yakup Ustayı aradım, bugün çalışmadıklarını söyledi. Ben de gördüm çalışmadıklarını zaten. Ama hani bugün gelemeyeceğiz, işimiz var, hastayız vs. bir haber vermek yok. En iyi ustamız bu n'apalım?

Anahtarım vardı yanımda, kapıyı açtık girdik içeri. Oğlum sekiz ay aradan sonra ilk defa gördüğü için yapılanlar onu şaşırtmış. "Bu kadar güzel olmasını beklemiyordum" dedi. Sırasıyla demirciyi, tesisatçıyı aradım. Pazartesi gününe mutfak montajı ile demir, ferforje işleri yapılacak. Yarın Kamil tesisat işlerine, Yakup Usta ile Kadir de ağaç budama ve temizlik işlerine kaldıkları yerden devam edecekler.

Avusturya seyahatimizin ikinci ayağı olan Salzburg resimlerini diğer bloğuma yerleştirmek epey zamanımı aldı. Bazen aynı şeyi defalarca tekrarladım.  Kaydet, yayınla tuşuna bastıktan sonra durup durduk yerde yazımın fontu değişti durdu. Resimler deseniz adeta haylaz bir çocuk. Koyduklarım yerde durmuyorlar. Epey resim yerleştirdim ama yayınlamadıklarım çok daha fazlası...

Geçen sene bahçede don vurdu diye ne kayısı, erik ne de ayva olmuştu. Kiraz ise tam tersine çok fazlaydı. Bu sene erik ve kayısı var, kiraz az. Olanı da zaten kuşlar yiyor. İlaç kullanmadık ya, ne kadar kuş varsa bizim bahçede. Organik ne de olsa.

Bahçeden dönerken cuma pazarına gidip acil ihtiyaçlarımızı aldık. Elektrik parasını yatırdık. Başımda kalan saçlarımı kestirdim.

Eve döndüğümde haberleri izlemek gelmedi içimden. Dinlesem ne olacak ki, hep iç burkucu haberler... Soma'nın yıl dönümü, unutmayacağızlar, öldürülen askerler, biz de onlardan şu sayıda öldürdükler... Ne yapmak lazım insanlarımıza gözlerini açmaları için? Siyasiler konuşuyor sadece, o da havanda su dövmek kabilinden. Takvim yaprakları değişse de ülkede yeni bir durum yok. Birileri ölüyor, birileri kazanıyor. Kazananlar hiçbir zaman cephede olmayanlar. Bu kandırmacanın adı demokrasi: Halkın kendi kendini yönetme şekli! Bugüne kadar keşfedilen en iyi yönetim biçimi! Ne yapsın efendiler, halk yönetmesini bilmiyorsa? Adolf, bak yine sen düştün aklıma... 

13 Mayıs 2016 Cuma

ALAÇATILI

12/05/2016 Perşembe, İzmir-Tire

Kontrol için bugün hastaneye uğramamız gerektiğini söyleyen doktor belli bir saat vermemişti bize. Çok acele etmedik bu yüzden. Eve tekrar uğramanın anlamsızlığını düşünüp eşyalarımızı arabaya yükledik. Dün ameliyattan çıkıp eve döndüğümüzde ağrısı vardı biraz. Yemeğini yiyip ağrı kesici aldıktan sonra sıkıntısız geçti gece. Sabahleyin uyandığında biraz kanlanmış olsa da mutlu açtı gözlerini, numarası sıfırlanmış gibiydi. Oğlumun artık gözlüğe ihtiyacı olmayacak!


Hastanede değişik cihazlarla yapılan kontroller beklendiği üzere operasyonun başarıyla sonuçlandığını kanıtladı. Oradan çıkıp dönüş yoluna koyulduğumuzda alışılmışın dışında bir trafik yoğunluğu vardı. Şehir dışına çıkana kadar bayağı bir zaman kaybettik.

Karabağlar' dan geçerken yayla ile ilgili bazı işlerimizi hallettik. Tam o sırada mutfakçı telefon etti. Eğer bizim için de uygunsa Pazartesi günü montaja geleceklermiş. Beklediğimizi söyledik. Neredeyse on gündür dışarıda olmamızdan dolayı işler birikti. Yarın sabahtan itibaren yukarıda hareket yine başlayacak...

Dün okumaya yeni başladığım bir kitaptan bahsetmiştim size. "Alaçatılı" adlı romanın yazarını şimdiye kadar bilmeyişimin verdiği utanç onun Çeşmeli olduğunu öğrenmemden sonra ikiye katlandı.  Mehmet Culum'un  üç romanından ikincisi olan Alaçatılı, muazzam bir araştırma, olağanüstü kalem gücünün eseri. Senaryolaştırılıp beyaz perdeye aktarılacak bir roman. Culum, her ne kadar romanda adı geçen kişilerin hayal mahsulü olduğunu söylese de, ben bunu pek doğru bulmuyorum. Zira konu, mekan ve kahramanlar o kadar güzel anlatılmış ki okur kendisini bir hayal aleminin içinde buluyor. Kendine soruyor gerçek olan ben miyim yoksa romandakiler mi?  Roman kahramanlarından Ömer ve Hollandalı karısı Jane'i ele alalım mesela. Bu karakterler yazarın ve karısının ta kendisi. Bunu yazarın özgeçmişinde buluyorsunuz. Sadece isimler değişmiş: Mehmet olmuş Ömer, karısı Hollandalı Jeanne olmuş Hollandalı Jane. 1948 doğumlu yazar ilk romanı Azab Ağa'yı 2004 yılında yazmış. Büyük zevk alarak okumaya devam ediyorum.     

12 Mayıs 2016 Perşembe

MOR ÇİÇEKLİ EV

11/05/2016 Çarşamba, İzmir

Gece geç yatınca sabah uykusu tatlı geliyor. Fakat bugün erken kalkmamız lazım. Oğlumuzun doktorla randevusu var. Lazerle çizdirip gözlerini atacak gözlükleri. Randevuyu kızım ayarlamıştı iki ay kadar önce katarakt ameliyatı olduğum doktordan.

Hiç ihtimal vermiyordum operasyonun bugün olacağına. Muayene olduktan sonra engel bir durumun olmadığı anlaşılınca ameliyat zamanı konuşulmaya başlandı. Oğlumun üç hafta kadar izninin olduğunu öğrendikten sonra doktorun bize dönüp "Hemen bugün mü ameliyat olsun istiyorsunuz?" sorusunu yöneltmesi sürpriz oldu. Şaşkın bir vaziyette "Neden olmasın?" deyince saat 17.00'de hazır olmamızı istedi. 

Hastaneden çıkıp Kıbrıs Şehitleri Caddesine doğru yürümeye başladık. Bir yerde oturup karnımızı doyurduktan sonra ara sokaklardan birine saptık. Cephesi mor çiçeklerle bezenmiş eski ve güzel bir Rum evi olan Must Gastropub'ın önünden geçerek Kordon'a doğru uzandık. Denizle arasında sadece faytonların dolaştığı bir caddenin bulunduğu sıra sıra dizilmiş balık lokantaları, birahaneler uzun zamandır yoklar. Dağlardan taşınan dolgularla denizi iyice uzaklaştırdılar lokantalardan. Bu bölge artık içinde "kahve" adı geçen ve serpme kahvaltı veren kafelerle dolmuş. Kahve Dünyası, Kahve Durağı, Kahve Molası... daha niceleri. Caz müziği çalan bir bara oturduk. Karşımızdaki tabelaya tam elli iki çeşit bira bulundurduklarını yazmışlar. Garson biralarımızı getirdi. Ancak henüz biralarınız masaya kavuşmadan tepsi kaydı elinden, biraların hepsi yerde... Utanıp özür dileyerek yenilerini almaya gitti. 

Randevu saatine kadar burada oyalandık. Daha sonra zamanı gelince kalkıp hastane yolunu tuttuk. Her şey yolunda gitti. İki saatten daha kısa bir süreyi hastanede geçirip evimize döndük. 3-4 saat gözler kapalı kalacakmış. Yarın sabah kontrol için uğrayıp oradan Tire'ye dönmeyi düşünüyoruz.

Güzel bir kitaba başladım. "Alaçatılı". Bizim buraları anlatıyor, Türklerle Rumların peş peşe gelen göçlerini, komşuluklarını, yoldaşlıklarını, aşklarını... O kadar sıcak bir dili var ki kitabın yazarı 1948 Çeşme doğumlu Mehmet Culum'un...     

11 Mayıs 2016 Çarşamba

KOKOREÇ KOKO KOKO

10/05/2016 Salı, İzmir

Dün gece döndüm İzmir'e. Oğlum gelecek ya, o bakımdan. İşler duruversin azıcık.
Sabah 8.30 da havaalanında olacak diye mesaj çekmiş. Başka bir bilgi yok elimizde. Hani bir aksilik çıksa havayolu şirketini bile bilmiyoruz. Gençler hep böyle şimdi, "Bir şey olmaz" diyorlar... Aslında ben de hep olumlu düşünürüm ama konu evlat olunca her şeyi düşünmek zorunda kalıyoruz. Neyse ki bir şey olmadı ve aslan parçamız tam zamanında geldi. Annesiyle birlikte karşıladık havaalanından. Annesi ilk defa çayını içmedi, kahvaltı etmedi oğluşu gelene kadar. Normal şartlarda tahammül etmesi mümkün değildi.

Birlikte kahvaltı ettik. Hasret giderdik, sohbet ettik. Sekiz ay dile kolay. Sonra gitti odasına, uyudu biraz, yol yorgunu malum. Annesi sabah serinliğinde üşürsün diyecek oldu, "Ben zaten üşüyecek yer arıyorum." diye cevap verdi. Umman'da çoktan sıcaklar başlamış, üşümeyi özlemiş!

O uyurken, blog dünyasına daldım. Yeni yazarlar keşfettim. Çok güzel yazanlar var aralarında. O yazı, bu yazar derken nereden geldiğimi, nereye gittiğimi unuttum. Okuyamadıklarım ise içimde ukde kaldı.

Akşama doğru kızım geldi. Çekirdek aile tamamlandı. İki kardeş birlikte sinemaya gittiler. "Sana göre değil bizim seyredeceğimiz film" dediler, beni almadılar yanlarına. Böyle işte hayat. Bir anda tersine döner. Hoş, ben de istekli değildim çok. Eşim evde rahatsız belinden. Ne olur ne olmaz, yalnız bırakılmaz.

Eskiden beri her İzmir'e gelişimde, en azından bir sefer, ya midye dolması yerdim ya da kokoreç. Bu aralar pirinçle arayı soğutturdu eşim bana. Ona ve kızıma göre bende şeker başlangıcı varmış. Yani şeker hastası olabilirmişim dikkat etmezsem yediğime, içtiğime. Ben inanmıyorum tabii bu dediklerine, hepsi tevatürden ibaret. Ama yine de kokoreç yemeyi tercih ediyorum midyenin yerine. Hem midye dolma yersem eğer, nerede duracağımı bilemeyebilirim, kendimi kaybeder çok fazla yiyebilirim. 

Çıktım evden dışarı, sadece kokoreç yemek için. Her yerden yenilmez böyle şeyler tabii. Sabit bir yerin olacak! Birkaç sefer yerinde görememiştim adamımı. Bu akşam da yerinde yok. Acaba ne oldu ki? Son günlerde bırakacağını söylüyordu bu işi. Hiç işime gelmedi bu düşüncesi. O kadar güzel yapıyor, hakkını veriyor ki! Baktım sağıma soluma, adamın ne kendisi ne de üç tekerlekli motoru var yerinde. 

Kafaya taktım ya, ben bu akşam kokorecimi yerim arkadaş. Eskiden sigaram bittiğinde gece yarısı, nöbetçi büfe arardım Ankara'da. Sigarayı bıraktım, kurtuldum ama aynı isteği şimdi kokoreç için duyuyorum. Ta Üçkuyular Meydanından aşağı kadar yürüdüm. Gözlerim caddenin iki yanında, sokak aralarında boşuna bir kokoreç arabası aradı. Derin derin kokladım havayı, ama hiç kokoreç kokusu yoktu havada. Naçar döndüm gerisin geriye.

Oturdum bilgisayarın başına. Viyana gezimizin resimlerini bloğumda yayımlamak için çalışmaya başladım. Çocuklar geldiler, uyudular ve ben hala buradayım... Blog yazmak kokoreç, midye dolması yemek gibi bir şey oldu benim için artık. Kötü bir şey mi bu?   

9 Mayıs 2016 Pazartesi

ÖRTÜ

09/05/2016 Pazartesi, Tire



Bu aralar uykuyu lüzumsuz görüp, çok az uyuyorum. Yazmak istiyorum. Yazarken hatalarım olsun. Hatalarım bana ders versin istiyorum. Yazmak için yaşamak lazım. Yaşamak derken sırça köşklerde bir elim yağda bir elim balda değil yaşamak maksadım.

Sabah kızçem bıraktı beni Gaziemir'e. İlk vasıtada yer olmadığı için yarım saat daha beklemem gerekecekti. Sabahın yolcuları fazla, servisin yeri azmış meğer. 8.00 otobüsünde şoförün arkasındaki ilk koltuğa yerleştim. Hemen doldu minibüs. Sonradan gelenler ayakta gitmeye razı. Şoför gelen yolcuları ne yer yok deyip geri gönderiyor ne de ileride trafik çevirmesinde ödeyeceği cezayı göze alıyor. Öyle yarım ağız yerimiz yok derken ayakta yolculuk etmek üzere binenlere sesini çıkartmıyor.

Orta yaşlı bir kadın sokuyor hantal gövdesini kapıdan içeri, üzerinde pardösü, başında hangi kültürün kalıntısı olduğunu hala çıkaramadığım bir bez örtü. Saçları görünmüyor, tek kılı bile... Şoföre soruyor "Oturam mı buraya?" Şoför sesini çıkarmıyor ama başıyla veriyor onayı. Yerleşiyor orta kapıda merdivenin yanına, plastik su şişelerinin konulduğu sandığın üzerine...

Az sonra sıcak basıyor muhteremi. Aslında yok o kadar bunaltıcı bir sıcak. Ama giymiş ya pardösüyü, sarmış ya kafasına naylon boneyi... Hele bir de günü özelse bilmem, basıyor işte ateşler birden. Rahat da durmaz, ister ki herkes ona uysun. "Kardeş, şu camı açar mısın biraz?" 

Şoför anlam veremiyor kadının bu talebine. Sarı kısa kollu bir tişört giymiş. Motorun sıcaklığından bile rahatsız değilken dönüp arkasına, soruyor bizimkine. "Sıcak mı oldu?"
"He, sıcak oldu!"
Yaz gelmedi henüz, o kafalarınızla daha çok sıcaklanacaksınız...

İşte budur yaşamak. Tahammül etmek bazı şeylere... Atatürk'ün çağdaş Türkiye'sinde...

Bana mı ne oluyor? İsteyen istediğini giyer mi? Birbirimize tahammül etmek zorunda mıyız? İşin doğrusu ben kabul edemiyorum bunları hala. Ağır geliyor bu görüntüler bana, bu iki yüzlülük, yalakalık... Kardeş, madem örttün kafanı niye giyersin daracık pantolonu kıçına. Kıldan tahrik olan sizin takım oranızdan tahrik olmayacak mı şimdi?

Ülkemiz insanının hangi görüntüsüne bakıp tanıyacak yabancı? Hangi imaj canlanacak kafalarında "Türk" ve "Türkiye" denilince... İşte budur benim rahatsızlığım. Yabancılar Anadolu kadınını kenarları oyalı yemenisiyle, yazmasıyla bilsin. Dünyaya entegre olmuş modern giyimleri olsun şehir kadınlarının. Ne çok yakışmıştı onlara Atatürk'ün yanında o çağdaş kıyafetler... Çıkaralım ulusal kimliğimizi, kültürel zenginliğimizi dini kaygılar kuyusundan... Sökelim içimizden Arap kültürünü, dönelim aslımıza...

Yaylaya çıktım bu duygularla. Su deposu, bahçenin kayrak taşı döşemeleri tamamlanmış. Yakup Usta, Kadir'le birlikte ağaç budamaya ve bahçenin tanzimine girişmişler. Haftalıklarını verdim. Ağaç testeresinin benzini bitmiş. Dönüp onu aldım şehirden. Erikler olmuş, kirazlar da öyle. Ama çoğunu kuşlar götürmüş.

Oğlum geliyor yurt dışından bu sabah. Aylardır görmedik onu. Çok özledik... Bir an önce kavuşmayı bekliyoruz birbirimize...
   

AYNI TAS AYNI HAMAM

08/05/2016 Pazar, İzmir

Bugünü dinlenmeye ayırdık. Annelerin gününü kutladık.

Memlekette değişen bir şey yok. Yanlış politikaların faturasını masum vatandaşlar canlarıyla ödüyor. Cenazeler kalkmaya devam ediyor. Diğer taraftan siyaset kazanı kaynıyor yine. Davutoğlu kenara çekildi. Meral Akşener meydanlara çıktı. Düşük profil başbakan arandığını duyan yüzlerce partili yalakalık yarışına girdi. Bakalım şimdi ne çoraplar örülecek milletin başına. Siyaset bu ülkenin en anlamsız işi bana göre. Kulakları çınlasın Aysun Kayacı geliyor aklıma siyaset deyince. O dağdaki çobanın oyu ile kendi oyunun eşit olmasından rahatsız olmuştu. Ben de aynı fikirdeyim ama önemli olan o değil. Çobanların verdiği oylar değil iktidarı belirleyen, iktidar maalesef o çobanların güttüğü koyunların vermiş olduğu  oylarla belirleniyor.   

Öğleden sonra Türkçe'ye "Gizli Dünya" olarak çevrilen ve dört dalda Oscar'a aday gösterilen 2016 yapımı "Room" adındaki gerilim filmini izledik kızımla birlikte. Film Emma Donoghue'un aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış.

Akşam Tire'ye dönecektim ama gecikince gidişim sabaha kaldı. Salı sabaha karşı yurt dışından oğlum gelecek. Çok özledik onu.