KATEGORİLER

31 Ocak 2017 Salı

GECİKME

30/01/2017 Pazartesi, Tire

Yine gecikmeli yazıyorum. Bir gün geçse dahi aynı tadı vermiyor böyle yazmak. Aynı günün sıcaklığı geçmeli satırlara. Detayların bir kısmı uçuyor aklımdan. Bugün çok erken kalkmak zorunda olmadığım için sevinçliyim. Fırat'ın ev işi hallolmadı hala. Onu yaylaya çıkarken almayacağım. Kiralık evlere baksın gündüz saatlerinde. Yaylaya geldiğimde gözlerim Zeytin'i arıyor. Gideli on gün oldu. Hiç bir iz bırakmadan sırra kadem bastı.

Soğuktan donan tuvaletleri çözebilmek için içinde kor ateş bulunan tenekeler yerleştirmiştik dün gece. Bu düzenek kısmen işe yaramış, biri hariç diğerlerinin musluk ve rezervuarları çalışmaya başladı. Şömine sobayı yakmak bana düştü. Bir işi yaparken kimseye muhtaç olmadığına kendisini inandırmış olmak mutlu ediyor insanı. Evet birinci defa olmuyor, ikincide zorlanıyorsunuz, üçüncü sefer sanki işi kıvırıyormuş gibi görüyorsunuz kendinizi ama sonunda gerçekten yapıyorsunuz.

Az sonra Aşkın Şef geliyor. Salon süpürülüp, paspas çekilecek, masalar silinecek. Aşkın Şefin mutfakta işleri var. Temizlik bitmeden kapı açılıyor, orta yaşlı bir beyefendi ve yaşlı bir kadın giriyorlar içeri. Gelen beyefendiyi hatırlıyorum hemen. Dün Karslı arkadaşı ile misafir olmuştu. Bu sefer annesini getirmiş. Birer tatlı siparişi veriyorlar. Annesi için karadutlu lor, kendisi için trileçe. Dün çaldığım klasik müziği çalmamı istiyor. Bu benim duymak istediğim en güzel şey. Aşkın Şef klasik müziğin uykusunu getirdiğini söylerken klasik müzik isteyen bir misafir beni hayli neşelendiriyor. Aşkın Şef'e bu talebi ağzım kulaklarımda aktarıyorum.

Anne nefes darlığından mustarip. Çaylar içildikten sonra Taş Ev'in önündeki avluya iniyorlar. Derin derin çekilen nefeslerle ciğerlere temiz hava doluyor. Yaşlı kadın ilk kez ciğerlerinin ve nefes yollarının açıldığını söylüyor.  "İki yıl burada kalsam bende nefes darlığı kalmaz." diyor.

Pos cihazının kablo girişinde bir temassızlık vardı dün gece. Sabah hiç şarj etmediğini görünce biraz kurcalamaya kalktım. Çıt diye bir ses çıktı. Bağlantı parçasının kırılma sesi bu. Hemen gidip bir çaresine bakmam lazım. Aşkın Şef hemen gidip halledersem iyi olacağını, gelen olursa kendisinin ilgileneceğini söylüyor.

Şehre inip önce pos cihazını tamire veriyorum. Eşimi alıp nüfus müdürlüğüne yeni çipli kimliğini almaya gidiyoruz. On beş güne hazır olur dedikleri kimlik için bir on beş gün daha ek süre istiyorlar. Fırat görüşmelerini bitirmiş ama henüz ev sorununu halledememiş daha. Onu alıp eşimi eve bıraktıktan sonra yaylaya çıkıyoruz. Bahçeden içeri girerken iki araba görüyorum içeride. Aşkın Şef bizi kapıda gülerek karşılıyor. İki masaya kadar hallederim demişti. Yedi kişilik bir aile Kuşadası'ndan gelmiş masayı mezelerle donatmış. Diğer masanın misafirleri Ödemiş'ten. Beklentilerimin aksine hareket erken başlıyor. Yukarı çıkıp misafirlerle ilgileniyorum. Gelenler son derece olgun. Aşkın Şef tek başına her şeyin hakkından gelmiş. Misafirlerin hepsi hallerinden memnun. Şöminenin durumu gayet iyi. Dışarı çıkıp tuvaletleri kontrol ediyorum. Hepsi faal durumda, buzlar çözülmüş.

Gece konuklarıyla vakit su gibi akıyor. Hepsi mutlu bir şekilde ayrılıyorlar. Aşkın Şef dünden beri personel gecesi diye tutturdu. Saat on bire doğru bütün misafirlerin kalkması Aşkın'ın yüzünü güldürdü. Fırat'la birlikte güzel bir masa hazırladılar. Şömine soba içeriyi gayet güzel ısıtmış. Buna benim de ihtiyacım olduğunu hissettim. Ölçüyü kaçırmadan güzel bir gece geçiriyoruz elemanlarla. Onların gelecekle ilgili önerilerini dinliyorum.

30 Ocak 2017 Pazartesi

BOZDAĞ

29/01/2017 Pazar, Tire

Uzun zamandır ilk kez bir gün gecikmeli yazıyorum. Ne kadar yazmak istesem de bedenim razı olmuyor. Geceleri yazmak üzere bilgisayarımın başına geçiyorum geçmesine lakin koltuğumda sızıyorum.

Neyse fazla uzatmadan pazar gününe döneyim. E, sabah kahvaltı servisini hazırlamamız lazım, şömine soba yanacak, hava soğuk mu soğuk. Fırat'ı bıraktığımız otelden alıyoruz. Eşim beni bugün yalnız bırakmıyor. Yaylaya gelip Taş Ev'e kapağı atıyoruz. Fırat sobayı yakmakla meşgul olurken benim aklımda tuvaletler var. Kötü bir sürpriz beni bekliyor. Erkek ve kadınlara ait dört tuvalet de donmuş, hiçbir musluk, rezervuar çalışmıyor. Bugün pazar, gelen insanlara ne diyeceğiz. Aklımda iki fikir çarpışıyor. Biri hiç kimse gelmesin de rezil olmayalım, diğeri gelsinler erkeklere ağaç altını gösterir, bayanlara kendi özel tuvaletimizi açarız.

Saatler ilerledikçe güneş ısıtmaya başlıyor. Kahvaltı servisinin arkasından yoğunluk artıyor. Tuvaletlere sıcak su döküyoruz, çaputlarla boruları sarıyoruz değişen bir şey yok. Bir önceki gece en soğuk gece olmuş burada. Her taraf buz.

Bahçe kapısına doğru yürüyorum. Kapıda bir araba var. İçinden iki kişi soruyor açık olup olmadığımızı. Bulunduğumuz yerden Bozdağların karlı zirvesi görünüyor. Kayalıklara manzara seyretmeye gelmişler. İçlerinden biri Kars'tan. Dönüşte uğrarız diyorlar. Yarım saat sonra gelip Taş Ev'e konuk oluyorlar. Seneler önce gittiğim Kars'ı ve oradaki Kaz Evi restoranı konuşuyoruz.

Güneş yüzünü gösterince insanlar evlerinden çıkıyor, oluk oluk araba akıyor Kaplan yollarına. Malzemeler bitiyor. Tam dört sefer şehre inip çıkıyorum. Akşama doğru ilave garson ihtiyacımız kaçınılmaz oluyor. Alp'i arıyorum. Evde dinleniyormuş. O da benim şansım. Hemen gidip alıyorum onu. Gecenin geç saatine kadar devam ediyor hareket. Güzel bir hafta sonu oluyor, tatlı bir yorgunluk çöküyor geceyi tamamlarken.

28 Ocak 2017 Cumartesi

NIGHTHAWKS

28/01/2017 Cumartesi, Tire

Şöyle uzun uzun yazmak istiyorum aslında. Hafta sonları ki, buna cuma günlerini de eklemek lazım, yorucu oluyor. Yorulmuyorum, şikayet etmiyorum ama yazmaya, okumaya zaman kalmıyor. Dün sabaha karşı ikiye doğru kalktı misafirlerimiz. Eski okul arkadaşlarının senelik buluşmasıymış. Sabah kahvaltı servisimiz olduğunu bilmiyorlar tabii. Misafire kalk denmez elbet.

Sabah eşime gelme dedim, biz hallederiz. Soğuğa daha az tahammül ettiğini biliyorum. Hazırlanıp kapıdan çıkmak üzereydik. Fırat'ı kaldığı otelden aldım. Belki de senenin en soğuk günü. Bayanlara ait tuvaletlerin her ikisi de donmuş. Erkekler tuvaletinin her ikisi de çalışıyor.

Aşkın Şef gelene kadar sobayı canlandırmaya uğraştık. Fırat'ın bir tanıdığı ona güzel bir ev bulmuş. Hem onu götürmek hem de alışveriş yapmak üzere Taş Ev'i Aşkın Şef'e teslim edip alelacele şehre iniyoruz. Ben işimi görürken Fırat da evi görüp beğenmiş. Yukarı çıkıyoruz. Aşkın tek başına kahvaltı misafirlerini ağırlamış.

Hava çok soğuk olmasına rağmen nem oranı düşük sanırım. Çünkü dünkü kadar üşümüyorum. Güneşi gören soluğu Taş Ev'de alıyor. Bugünkü misafirlerin kahir ekseriyeti gençlerden oluşuyor. Öğleden sonra oldukça meşhur bir internet gezi sitesinin sahibi geliyor eşimin tanıdıkları vasıtasıyla. Detaylı bilgi alıyor, bol bol resim çekiyorlar. Kartvizitini alıyorum. Özel olarak davet mi etsem bir gün?

Öğleden sonra gelen misafirlerimizden biri de kırımızı şarap ısmarlıyor. Rakı, bira değil de şarap içenlere daha farklı gözle bakıyorum. Taş Ev'de şarap içen misafirlerin sayısının artması daha çok hoşuma gidiyor.

Son masadaki gençleri uğurlamayı bekliyoruz. Şöminenin karşısında bira içiyorlar.  Keyiflerine diyecek yok. Yine nöbetçiyiz bu gece. Daha Fırat'a kalacak otel ayarlayacağız. Yarın sabah da kahvaltı servisi var üstelik.  

Resim Internetten - Nighthawks (Gece Kuşları) ABD'li ressam Edward Hopper'in gece geç bir saatte Amerikan tarzı bir restoranda oturan insanları betimleyen tablosu.

27 Ocak 2017 Cuma

SOĞUK

27/01/2017 Cuma, Tire
Soğuk, soğuk, soğuk. Hayatımda hiçbir dönem soğuktan bu kadar şikayet ettiğimi hatırlamıyorum. Ankara'dayken elbisemin üzerine mont, kaban, palto türünden hiçbir şey giymiyordum. Evet, dışarıda, otobüs kuyruklarında falan beklediğim de yoktu. Evden işe, işten eve. Ev sıcak, iş yeri sıcak. İş görüşmeleri için gittiğim yerler haliyle sıcak oluyordu. Aslına bakarsanız Ankara havası üşütmezdi beni. Bu bakımdan özlüyorum Ankara'yı. Erzurum'da eksi 25 santigrat derecede bile ceketim elimde dolaşırdım. Hoş, deli derlerdi bana. Eee, deliler üşümezmiş. Ben de üşümediğime göre deli olabilirdim. Hem delilik öyle sandığınız kadar kötü bir şey değil ki. Mesela deli olsaydım memleketin diktatörlüğe geçiş referandumu beni hiç ilgilendirmeyecekti. Hatta gidip "Evet" oyu bile kullanabilirdim. Sahi, oy kullanan seçmenlerin zeka seviyesini kontrol ediyorlar mı? Bildiğim kadarıyla nüfus kaydına göre 18 yaşını dolduran herkes oy kullanabiliyor. O zaman ülkenin durumu vahim. Delilerin sayısı bayağı artmış son yıllarda. Önümüzdeki referandum memlekette akıllıların mı delilerin mi daha fazla olduğunu gösterecek.

Ankara'dan İzmir'e göçeli beri ben de akıllandım maalesef. Çünkü üşümeye başladım. Hatta donuyorum. Dışarısı soğuk, buz gibi. Sular bile donuyor. Şömine sobaya kocaman kocaman kütükler atıp salonu ancak ısıtıyoruz. Yeni garsonumuz Fırat işe başladı bugün. Sabah onunla birlikte çıkıyoruz yaylaya. İlk işimiz sobayı yakmak. Şehirde ev tutmuş. Ev dayalı döşeli ama temizlik yapması gerekiyormuş. Elektrik, su bağlayacak ayrıca. Sobayı yaktıktan sonra işlerini görsün diye onu şehre bırakıyorum. Sabahın kör saatinde aradılar bugün de. Kahvaltı etmek için kapıya gelmişler, kapı duvar tabii. Kahvaltı servisimiz sadece hafta sonları diyorum telefondaki beyefendiye.

Çok geçmeden Aşkın Şef geliyor. Şömine sobaya devamlı odun atmasını tembihleyip Fırat'ı aşağı bırakıyorum. Dün onardığımız yollar iyi görünüyor. Yol kenarlarındaki su birikintileri donmuş. Yolun en kritik yerlerini onardık ama daha çok yer var yapılacak. Köy muhtarına telefon ediyorum. Sıcacık evinden çıkmak istemiyor. Hava soğuk çünkü. Nezleyim, soğuk algınlığım var diyor. Taş Ev'e henüz ayak basmadı daha. Israr ediyorum, seni gelip alacağım şöminenin başında sana çay ısmarlayacağım diyorum. Başka zaman diyor. Israrım bitecek gibi değil. Sonunda teslim oluyor. Ben gelirim diyor. İşi şansa bırakmak istemiyorum. "Yok, sen çık köy meydanına ben seni gelir arabamla alır, daha sonra geri götürürüm." diyorum.

Salı günleri kaymakam muhtarları topluyor, köylerin sorunlarını dinliyormuş. Hiç olmazsa yolların durumunu muhtara gösterir kaymakama iletmiş olurum. Hemen yola çıkıyorum. Köy meydanı bir kilometre aşağıda zaten. Muhtarı alıp yola çıkıyorum. Her adımda yoldaki tahribatı, risk oluşturan yerleri, dün onardıklarımı teker teker gösteriyorum. Bu köy Tire'nin en meşhur, en turistik köyü. Bütün şehrin kuş bakışı görüldüğü bir yer. Hem manzarası, hem havası hem de restoranları ile ünlü. Muhtara Taş Ev'i gezdiriyorum. Şaşırıyor mekanı görünce. Geç bir ziyaret. "Köye değer katmış burası." diyor. "Yazın daha da güzel olur." diyor. Şömine ateşinin karşısında çaylarımızı içiyoruz. Eşimin hazırladığı kurabiyelerden ikram ediyorum. Camdan şehre bakıyoruz. Eşimin dedesi Tayyar Bey'den bahsediyor. Yol yapılmadan önce at sırtında av tüfeği ile yukarı çıkışını, çocuklara simit dağıtışını anlatıyor. Havada hiç pus yok. Şehrin bütün ayrıntıları gözler önünde. Şehri temaşa edip sohbet ediyoruz uzun uzun.

Muhtarı köye bırakıp Fırat'ı almak üzere şehre iniyorum. Dönüş yolunda önce soğuğun sonra yeni inşa edilen rüzgar tribünlerinin resmini çekiyorum. Köye geldiğimde sıcaklık göstergesi eksi iki dereceyi gösteriyor. Rezervasyonlar başlıyor. Sobaya bir odun daha atıyoruz.  

26 Ocak 2017 Perşembe

YOLLARIMIZI ONARDIK

26/01/2017 Perşembe, Tire

Sabah kahvaltısını evde yapıyoruz birkaç gündür. Önce muhasebeye uğrayıp para bırakıyorum. Arkasından Alp'i alıyorum her zamanki buluşma yerimizden. Havaların yeniden soğuyacağı haberleri geliyor. İstanbul'da kar yağışı başlamış bile. Artık yağmasın, yollarımız kapanmasın diye dua ediyorum. Yaylaya geldiğimizde Alp'e sobayı yakmasını söylüyorum.  Hemen yakarsak salonu ancak ısıtabiliriz. Hava soğuk mu soğuk.

Henüz açılış saatimiz gelmeden bir araba giriyor bahçeye. Kahvaltı servisimiz olup olmadığını soruyorlar. Salonda şömine sobayı yaktık ama daha içerisi ısınmadı henüz. Normalde hafta içi günlerde kahvaltı servisimiz yok ama geri çevirmek istemiyoruz gelenleri. Küçük bir bebekleri var yanlarında. Arabadan tonla bebek eşyası indiriyorlar. Bebek puseti, çantalar, battaniyeler ve çantalar. Yardım edip içinde uyuyan bebeğin olduğu puseti üst kata çıkarıyoruz. Aşağıdan hemen bir elektrikli ısıtıcı getirip çalıştırıyorum. Aşkın Şef hemen kahvaltı hazırlığına başlıyor. Gelenler Denizli'den misafirlerini getirmişler kahvaltı için. Kısa bir süre sonra Alp beni yukarı istediklerini söylüyor. Salonun yeterince sıcak olmadığını ileri sürüp bin bir özür dileyerek kalkmak zorunda olduklarını söylüyorlar. Bebekleri hastaymış zaten. Anlayışla karşılıyor ve yardımcı olup bebek arabasını yeniden aşağı indiriyoruz. Onca bebek eşyası da gerisin geriye arabalarına yükleniyor.

Bugünü iyi değerlendirmem gerek. Kendimi enerjik hissediyorum nedense. Depoyu açtıktan sonra içeriden ağaç testeresini alıyorum. Bu sefer mutlaka çalıştıracağımdan eminim. Öyle de oluyor. Bir iki sefer ipini çektikten sonra motor çalışıyor. Bahçede yığılı ceviz ağaçlarının üzerindeki naylon örtüyü kaldırıyorum. Ağaçlar o kadar büyük ki, nasıl yüklemişler traktöre kocaman kütükleri anlamıyorum. Motorlu testerenin boyu ufak kalıyor ağaçların kutrunun yanında. Kırk yıllık ormancı gibi bir sürü kalın ağacı şömineye sığacak büyüklükte kesip hazırlıyorum. Bıçkı zinciri yeni olduğu için testere ağacın içinde kolay ilerliyor. Ağacın enine kesilmesi gerekiyormuş. Öyle ağaç parçaları var ki enine değil boyuna kesmek zorunda kalıyorum. Nedeni bu mu bilmem ama o canavar testere birden kör bıçak gibi oluyor. Epeyce bir hazırlık yaptım nasıl olsa deyip çalışmayı kesiyorum. Kestiğim iki araba odunu depoya taşıyorum. İki araba odunu da Taş Ev'in girişinde yaptığımız odun köşesine götürüyorum.

Enerjik hissediyorum dedim ya. Defalarca rica ettiğim halde belediyenin onarmadığı, büyük tehlike arz eden yol tamiratlarını yapalım diyorum Aşkın Şef'e. Alp'i Taş Ev'de nöbetçi bırakıp ölü saatlerde bu işi kaçırmak iyi bir fikir olabilir. Depoda birkaç torba çimentoyu arabanın arkasına atıyoruz. Yol boyunca akan su da kesildiğinden taşıma suyla harç yapacağız. Sağdan soldan bulduğumuz taşlarla büyük çukurları kapatıyor, derzleri çimento harcıyla dolduruyoruz. Suyumuz, çimentomuz bittikçe gidip takviye ediyorum. Çimentomuz bitinceye kadar devam ediyoruz. esas problem yaratan çukurları kapatıyoruz. Bir iki tane daha kalıyor. Kötü durumda olan bir çukuru taş ve toprakla dolduruyoruz.

Akşamın erken saatlerinde rezervasyonlar başlıyor. Misafirler bu akşam erken gelip erken kalkacağa benziyor. Soğuğun etkisi olmalı bunda.

DEMOKRAT DİKTATÖR

25/01/2017 Çarşamba, Tire

Sabah dalgınlıkla Alparslan'ı almaya gittiğimde jeton düştü. Doğru ya, onun "büt" ü vardı bugün. Evdeki hazırlıkları alıp çıktım yukarı. Hava oldukça mülayim, hafif yağmur atıştırıyor. Aşkın Şef biraz gecikince trileçenin karamelini dökme işi bana kaldı. Tam işe başlayacaktım ki verandada birilerinin dolaştığını fark ettim. Çalışma saatimizin başlamasına henüz on beş dakika kala gelip Taş Ev'in etrafında fotoğraf çekiyorlar. İçlerinden biri tanıdık geliyor gözüme. Daha önce defalarca konuk ettiğimiz bir hanım. Bu sefer Antalya'dan abilerini alıp gelmiş ve Taş Ev'i göstermek istemişler. Aşkın Şef çoktan gelmiş olmalıydı. Bu kez ben ve misafirler Taş Ev'de tek başımayım. Salona buyur ediyorum. Kahve içmek istiyorlar. O kadarsa sorun değil. Hemen trileçeyi dolaba kaldırıyorum. Kahve makinesini kullanmaya başladım artık ama yine de elim çok alışkın değil. Bütün kahvelerin sade olması işimi kolaylaştırıyor.

Kahveler içildikten sonra dışarı avluya çıkıyorlar. Fotoğraf çekimleri devam ediyor. Bütün ailenin fotoğrafını çekmek bana düşüyor. Arabalarına binip ayrılırlarken motosikletiyle Aşkın Şef görünüyor. Nerede kaldığını soruyorum. Bilemek için yanına aldığı bıçakları gelirken getirmeyi unutup geri dönmüş.

Öğleden sonra Alparslan arıyor. "Büt" ünden çıkmış. Onu almak üzere yeniden şehre iniyorum. Döndüğüm andan itibaren hava soğumaya başlıyor. Bu sefer soğuk havanın geldiği yer Balkanlar. Sibirya'dan gelen soğuk hava dalgasına kıyasla daha insaflı olacaktır mutlaka. Ben de kısaltma işine dahil olup Alparslan'a Alp demeye başlıyorum. Sabah temizlediğim şömine sobayı yakıyor hemen. Hava gittikçe soğumaya devam ediyor. Ateşi canlı tutmak ve salonu ısıtmak için mütemadiyen sobayı besliyoruz kestane ve ceviz odunlarıyla. Güme Dağını tamamen kaplayan sis akşama doğru dağılmaya başlıyor.

Akşam saatlerinde kadim dostlarımızla birlikteyiz yine. Memleketin halinden dem vuruyoruz. Ülke Evet'çiler, Hayır'cılar olarak karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş. Her tarafta her ortamda referandum konuşuluyor. Aklıma 12 Eylül darbesinden sonra eski siyasetçi yasaklarının kaldırılması üzerine yapılan referandum geliyor. Turgut Özal'ın bakanlarından Güneş Taner üzerinde "No" yazan tişört giymiş meydanlarda dolaşıyor. Tarafsız kalması gereken dönemimin darbeci Cumhur Reisi ise "Hayır'da hayır var." diyor. O zaman Demirel'in ya da Ecevit'in siyasete dönüp dönmemesi o kadar da önemli değildi belki. Ancak bu sefer ülkenin geleceği referandumun sonucuna bağlı. Bu adam Hitler'in yolundan gidiyor. Yasa kural tanımadan aklına geleni yapabildiği halde hâlâ yetkisinin artmasını istiyor. Türkiye demokratik yoldan bir diktatörü seçecek bu referandumda. Yandaş medya basit propaganda yöntemleriyle cahil halkı avlıyor. Berber koltuğunda oturan çocuk yaşta biri kafasını kazıtarak "Ülkem için Evet" diye yazdırmış. Kıyasıya eleştirdiğim bir yönetim sistemi olan demokrasinin bizim gibi eğitim seviyesi düşük, sorgulamaktan aciz toplumlarda seçimle diktatör seçeceğini hep söyler dururdum. 

25 Ocak 2017 Çarşamba

GÖK KUŞAĞI

24/01/2017 Salı, Tire

Günü gününe yazmak en iyisi. Dün tarihli yazımı da yeni yayınladım. Günleri karıştırınca "Bugün 24 Ocak" deyiverdim. Aslında o gün 23 Ocak'tı. Olsun varsın. Uğur Mumcu'yu bir gün önceden anmış oldum. Bugün kapalıyız. Salı Pazarından alışveriş yapmam lazım. Park sorunu yine korkulu rüyam.

Aşağıdaki Ayvalık Tostçusundan birer tost söylüyoruz kahvaltı için. Bütün malzemeleri yaylaya taşımışız. Bir an önce havalar ısınsa da yukarı taşınsak. Pazar alışverişine çıkmadan telefonum çalıyor. Arayan İzmir'den daha önce görüştüğümüz bir eleman. Anlaşırsak şef garson olarak başlayacak Taş Ev'de. Turizm konusunda eğitimli ve hayli tecrübesi var. "Bir saat sonra Tire'de olurum." diyor.

Orta Park'ta buluşuyoruz. "Pazar alışverişini birlikte yapalım, benim zamanım var." diyor. Alışveriş mesele değil de park yeri bulmak büyük sorun burada. Pazarın kurulduğu sokakların etrafında birkaç tur atıyorum. Hiç şansım yok. Bir türlü çalıştıramadığım ağaç motorunu gösteriyorum yetkili servisine. O da başta çalıştıramıyor. Müşterilerinden biri konunun uzmanı. Birkaç denemeden sonra çalışıyor. "Nedir peki sorun?" diye soruyorum. "Benzine yağ biraz fazla katılmış ondan start almıyor motor." diyor. 

Vakit kaybetmeden yaylaya çıkıyoruz. "Pazarı dönüşte yaparım." diyorum. Yolda konuşuyoruz. Evliymiş, bir buçuk yaşında bir kızı var. Ev tutup taşınmayı düşünüyor anlaşırsak. Bahçe kapısını açıp giriyoruz içeri. Sabah yağmuru ile yerler ıslanmış. Taş Ev'i gezdiriyorum. Bayılıyor. "Benim açımdan her şey güzel, eğer siz de tamam diyorsanız hemen başlayabilirim." diyor. Özellikle eğitimli kişilerin patronum olması benim açımdan daha da iyi diyor. Yapacağı işleri ve hedefimizi anlatıyorum. O zaten işi biliyor, anlaşıyoruz. Birkaç gün içinde işe başlayabileceğini söylüyor. Veranda manzarası bize güzel bir sürpriz hazırlamış. İlk kez buradan tam bir gök kuşağı görüyor, hemen fotoğrafını çekiyorum.

Dönüşte onu bırakıp pazarı yapıyorum. Olağanüstü bir kalabalık var bugün. Kuzu kulağı dışında her şeyi bulup alıyor yaylaya taşıyorum. Akşama yine balık ziyafeti var.

UMUTLARI DA GÖTÜRMÜŞTÜ GİDERKEN

23/01/2017 Pazartesi, Tire



Pazar yorgunluğunun ardından bugünü bir nefes alma günü olarak değerlendiriyorum. Bugün gibi hafta içi günlerde işe iki saat geç başlamamız bile yetiyor. Aşkın Şef bu aralar kendi imkanlarıyla geliyor. Sadece Ayten Hanım'ı alacağım. Alparslan'ın "büt" ü (!) varmış, onu sonra alacağım. Nedir bu "büt" diye sorduğumda bütünleme sınavı olduğunu söylemişti. Amerikalılar yapar bu kısaltmaları ve yerleşir dillerine. Bazen o anlamsız harf kümeleri anlam kazanırken esas isimler tamamen unutulur. Örnek mi? Laser, Türkçeye lazer olarak geçmiş İngilizce bir kelimedir. Yani "Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation". Bir de isimleri kısaltırlar. Arkadaşım David olan ismini Dave olarak kullanırdı. Yurdumuzun gençleri arasında da yaygın. Mesela kızımın Büşra adındaki arkadaşlarına hiç Büşra dediklerini duymadım. Onun adı "Büş" tü. Bizim zamanımızda ÖSYM vardı, Altan Günalp ile özdeşleşmiş Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi. Şimdiki gibi skandallar yaşanmaz, sorular hiç çalınmazdı ÖSYM de. Hep ÖSYM kurumuna güven ve saygı duyardık o zamanlar. Sonra sınav diye bol S'li bir sürü kısaltma icat ettiler sorularının çaldırıldığı, açılımının ne olduğunu bilmediğim.  

Bugün 24 Ocak. Uğur Mumcu gibi bir değeri kaybettiğimiz gün. Cenazesi kaldırılırken izlediğim TV yayını sırasında evde yalnız olduğumu hatırlıyorum. Koca adam hüngür hüngür ağlamıştım. Nasıl bir milletiz biz böyle. Uğur Mumcu değildi orada kahpe bir tuzağa kurban edilen sadece. Umutlarımızı da götürmüştü kendisiyle birlikte.  

Evden çıkmak üzereydim. Bir mesaj geldi telefonuma. "Siz çok iyi insansınız, kızım çok hasta ben çalışamayacağım artık. Sizden çok özür diliyorum." Mesajın sahibi Ayten Hanım. Hani iki gün önce bir hanım katıldı aramıza, dünyalar iyisi demiştim ya, işte o. İşin doğası bu demek. Şaşırmadım desem yalan söylemiş olurum. Hani telefon etse normal sayılabilirdi belki bir nebze olsun. Ama mesajla gelemiyorum demek, hele hele hiç beklemediğim bir kişiden. Kızının sorunları olduğunu biliyordum ama işe başlarken de aynı sorunları vardı. Yani iki günde değişen hiçbir şey yok. Bu olay bana bu işin doğasında elemanlarla ilgili devamlı sorun yaşanmasının olağan olduğu gerçeğini çarptı yüzüme. Kısa süren şaşkınlığımı üzerimden çabuk attım. Yeni birini bulana kadar iki tabak yıkamaktan aciz miydim ki?

Yaylaya yalnız çıktım. Aşkın Şef geldi az sonra. O mutfak işleriyle ilgilenirken ben şömine sobanın küllerini boşalttım. Sabah saatlerinde hava daha sıcak sanki. Bu havada sobayı yakmak için henüz erken. Aşkın Şef saat beşe doğru yakarız diyor. Dün akşamdan kalan birkaç parça bulaşığı ben hallederim diyerek elimden alıyor Şef. Sessizliği bozsun diye bir müzik başlatıyorum. Vakit çabuk geçiyor. Alparslan sınavdan çıkmış, telefon ediyor. Hemen onu almak üzere yola çıkıyorum. Henüz şehre inmeden telefonum çalıyor. "Açık mısınız? Üç kişi geliyoruz."

Ne diyeceğimi bilemiyorum. "Ne zaman?" diye soruyorum. "Az sonra." diyor telefonun ucundaki genç hanımefendi. "Şefimiz yukarıda ben de hemen geliyorum." diyorum. Beni şaşırtan bir cevap alıyorum. "Olsun canım biz yabancı değiliz."

Yolda konuşuyoruz Alparslan ile, iyi geçmiş sınavı. Vakit kaybetmeden çıkmamız gerektiğini söylüyorum. Yaylaya vardığımızda beyaz bir aracın Taş Ev'in önünde park ettiğini görüyorum. "Eyvah, geç kaldık diyorum." Aşkın Şef misafirlerin salonda olduğunu söylüyor. Yukarı çıkıp "Hoş geldiniz." diyorum konuklara. Gelen misafirlerden birini hatırlıyorum görür görmez. Defalarca konuk ettiğimiz bir hanımefendi bu. Masalara servis açılmış, mezeler söylenmiş bile. Aşkın Şef sıcakları hazırlamakla meşgul. Misafirler kalkınca Alparslan hemen sobayı yakmaya koyuluyor. İşini severek yapıyor. Daha çok genç ama sorumluluğunun bilincinde. Okullar açılana kadar onu yanımda tutmayı geçiriyorum aklımdan. Bu arada tecrübeli birini de bulmuş oluruz.

Temizlik henüz tamamlamadan misafirler basıyor bir kez daha. Bu sefer daha kalabalık bir grup. Aşkın Şef gözleme yapıyor onlara. Hayatlarında yedikleri en güzel gözleme olduğunu söylüyorlar. Uzun uzun sohbet ediyoruz. Arkadaşları tavsiye etmiş Taş Ev'i. Onlar da bayılıyorlar. Yine geleceğiz diyerek ayrılıyorlar.

Gündüzün hareketi akşam devam etmiyor. Ben de bu akşam erken kapatır dinleniriz diye geçiriyorum aklımdan. Salonun köşesindeki masadan aşağılara bakıyorum. Şehir karanlık geliyor bu gece gözüme. Köyden yukarı çıkan araçları tepeden seyretmek bir oyun oluyor bize. Köy içinden ayrılıp sapağa girenlerin yolu Çukurköy'e ya da diğer dağ köylerine gitmiyorsa bizim Taş Ev'de bitiyor. Zaman içinde kendimi bu konuda daha da geliştirdim. Artık arabaların gelişine göre yorum yapabiliyorum. Eğer ağır ağır çıkıyorlarsa yokuşu, kesin dışarıdandır. Bu bölgenin insanı artık nerede tümsek nerede çukur var gayet iyi bildiğinden dolayı daha hızlı çıkıyor yokuşu. İlk virajı dönen bir araca bakıyorum. Bu kesin bizim misafirimiz diyorum bizimkilere. Gerçekten öyle oluyor. Aslına bakarsanız oldukça geç oldu. Sadece mekanı kapalı bulmamaları için beklediğimiz bir saat yani. Araç bahçeden içeri giriyor. Genç bir çift iniyor aşağı. Rezervasyon yaptırmamışlar. Alparslan hemen tanıyor gelenleri. Ufak yerlerde böyle oluyor demek. Herkes birbirini tanıyor. "İki gün önce evlendi bu gençler." diyor. Güzel bir müzik eşliğinde hoş bir gece geçiriyorlar. Mutlu saatlere ev sahipliği yapmanın mutluluğuna eriyoruz her ne kadar geç saatlere kadar kalsak da.      

23 Ocak 2017 Pazartesi

KIZIMIN OBJEKTİFİNDEN

22/01/2017 Pazar, Tire

Sabah Taş Ev'e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Elemanlar geç vakitlere kadar kalacaklarından onları daha sonra almayı planladım. Nihat Dayı ve Cambaz Ali'nin bahçesinin önüne geldiğimde beyaz bir Kartal'ın yolu enlemesine kapatmış olduğunu görüyorum. Yol bu bölgede üzerinden akan suyun donmasıyla tamamen buzla kaplanmış. Kaymasın diye tekerleklerin altına birer taş koymuşlar önlem olarak. Bu tedbir gülümsetiyor beni. Altımdaki araca güvenip yanından geçmeyi düşünüyorum. Eğer ben de dikiş tutturamaz kayarsam Kartal araca çarpabilirim. Sol tarafta buzun olmadığı şeride sol tekerleği hizalayarak şansımı deniyorum. Çok kısa bir sarsıntıyı saymazsak sınavdan başarıyla çıkıyoruz. Hava sıcaklığı sıfırın altında bu sabah. Kahvaltıya gelen olsa bile bu virajdan ileri geçmesi çok zor.

Öğlene doğru sıcaklık hızla artıyor ve güneş yüzünü gösteriyor. Çay içip tatlı yemeye gelen misafirler bol bol fotoğraf çekiyor. Sosyal medyada Taş Ev'de çekilen resimlerin hepsi bir tabloyu andırıyor. Bugün tatlı günümüz diyebilirim. Trileçe yok satıyor. dondurmalı kestane, ceviz krokan, karadutlu lor tatlısı da ondan geri kalmıyor. Öğleden sonra trafik artıyor. Bugün ekibe katılan Alparslan'a bir arkadaşını daha çağırmasını söylüyorum. Eleman için geç bir saat. Aradığı bütün arkadaşları başka yerler için söz vermiş. Sonunda birini buluyor. Çocuğun motosikletinin de olması büyük şans. Alparslan üniversite öğrencisi. Sadece hafta sonları gelebilirim diyor.

Kızım çekmiş olduğu güzel bir fotoğrafını gösterdi. Hemen bana gönder bunu dedim. Zira fotoğraf üzerindeki renkler ve uçuşan kuşlar çok etkileyici geldi bana. Ben de Taş Ev'in batı köşesinden şehri gören bir pozu Instagram'a koymayı deniyorum. Başarılı mesajına rağmen İnstagramda yayınlanmıyor. 

Öğleden sonra başlayan yoğunluk ümit verici. Zira sabahki yol durumunu gördükten sonra kimse gelmez buralara diye düşünmüştüm.

Bugünkü genel misafir profili gençler, ailelerden oluşuyor. Dört kız arkadaş rahatlıkla içkilerini içmeye gelebiliyor. Erkek erkeğe içki içen kişiler mekanın havasını görüp kendilerini buraya ait kabul etmiyor, ortamı görür görmez soğuk havaya aldırmadan verandaya çıkıyorlar. Her yeni gelenin diğer masalarla sarılıp kucaklaşmalarına şaşırıyorum. Aslında şaşılacak bir şey yok. Herkes birbirini tanıyor burada. Ankara'da herhangi bir restoranda aynı durumu hayal ediyorum. Yeni gelen bir aile ile restoranda oturan bir masaya "Ooo Ahmet Bey siz de mi buradaydınız. Nasılsınız görmeyeli, çocuklar nasıl?" şeklinde seslenmesinin neredeyse imkansız olduğunu düşünüyorum. Alparslan arkadaşı Bünyamin'i çağırıyor. Her ikisi de öğrenci olan bu genç arkadaşlarla uyumlu bir şekilde çalışıyoruz. Normal kapanış saatimize yakın bir zamanda bir çift daha geliyor. Eşimi ve ekibi kızımın arabasıyla gönderiyorum. Alparslan ve Bünyamin ile son misafiri uğurlayana dek görev başında kalıyoruz. Gençlerden birinin doğum günüymüş. Onlar da meşhur trileçe tatlımızla sonlandırıyorlar geceyi. Ne güzel mutlu günlere ev sahipliği yapmak...   

Gece misafirlerini ağırladıktan sonra onları uğurlarken çıkışta sohbet ediyoruz. Hanımefendi kapıdan çıkar çıkmaz soğuktan titremeye başlıyor. Beyefendi şehirde herkesin Taş Ev'i konuştuğunu söylüyor. Taş Ev hakkında olumlu duyumlar alıyordum ama bu ölçüde olması şaşırtıyor beni yine de. Taş Ev'in sahibi olduğumuzu duyunca şaşırma sırası gençlere geliyor. Onlar Taş Ev'in şehrin göbeğinde tek petrol istasyonu bulunan tanınmış bir aileye ait olduğunu sanıyorlarmış. Taş Ev hakkında kısa bilgiler veriyorum. Beyefendi kapı önündeki sohbetimiz esnasında beni soru yağmuruna tutarken hanımefendi titremeye devam ediyor.

KOMŞUMUZ ORMAN KARŞIMIZ BOZDAĞ

21/01/2017 Cumartesi, Tire

Güneşli ama soğuk bir hava karşılıyor günü. Erkenden geliyoruz kahvaltı servisi için. Öğlen saatlerinde en ağır misafirlerimizden biri akşama rezervasyon yaptırıyor. "Açık mısınız?" sorusu şaşırtıyor önce. Sorunun hikmetini daha sonra anlıyorum. Hani bir pazar meteorolojiye inanıp hava ve yol koşullarından dolayı üç dört günlüğüne restoranı kapatmıştık ya, işte o gün gelen onca misafirden biri de o ağır misafirimizmiş meğer. Bunu duyunca bir kez daha üzüldük kapattığımıza. Bu akşam İstanbul'dan misafirlerini getireceklermiş. İnsanların özel misafirleri için Taş Ev'i tercih etmeleri gururlandırıyor beni.

Taş Evin güneybatı cephesi çam ormanı. Şömine sobamızı tutuşturmak için kozalak topladığımız güzel bir yer. Sabahları kırağı yağdığından kozalaklar ıslak oluyor. Epey kozalak topluyoruz kurutmak için. Şömine sobayı yakıyoruz.

Öğleden sonra şehrin üzerine hafiften bir sis çöküyor. Yine de Bozdağların zirvesindeki karı görmek mümkün buradan.
Salonumuzu ısıtsak da kahvaltı misafirleri havaların ısınmasını bekliyor. Öğleden sonra kafe tarzı hizmet veriyoruz. İzmir'den gelen misafirler ilk kez keşfettikleri Taş Ev'e hayran kalıyorlar. Akşam saatlerinde beklediğimiz misafirler geliyor. Eşim uzun zamandır ilk kez Taş Ev'de. Kızım da sürpriz yapıp geliyor yanımıza. Konuklarla özel olarak ilgileniyoruz. Bugün sanki yeniden doğmuş gibi hissediyorum.

Ne istediğimi keşfettim sonunda. Yok arkadaş ben misafirlerle bizzat kendim ilgilenmek istiyorum. Belki tabağı bardağı tutuşum acemice ama gelen misafirlerle kurduğum iletişimden büyük zevk alıyorum. Eminim onlar da bundan memnun. Profesyonel bir işletme olmayıversin Taş Ev. Ama orada sıcaklık, dostluk, samimiyet ve güven olsun.

İki eleman eksiğiyle en ağır misafirimizi harika bir şekilde ağırlıyoruz. Onlar mutlu, biz mutlu.

21 Ocak 2017 Cumartesi

ETİK

20/01/2017 Cuma, Tire

Güzel bir gün fantastik bir gece. Sevdiğim dostlar misafirimizdi. Geç vakte kadar oturdular. Güzel günümüz nazara geldi. Nazara inanmam aslında. Bir oyundur belki nazar dedikleri... Daha neler göreceğiz bakalım. Oyun oynayanlar, oyuna gelenler... Bir günde iki fire. Yok anlatmayacağım bunları size. Sel gelir kum kalır. Yeni ufuklara umutla. Size ben başka bir hikaye anlatayım bugün.

Çocukluk arkadaşımın bir marketi var, yanında iki eleman çalışıyor. Biriyle on beş yıldan fazla beraberler, diğeri ise daha bir kaç ay oluyor işe başlayalı. Kıdemli olan işini iyi bilmesine karşılık her yeni gelenin içine nifak sokan yalanı bol bir şahsiyet. Yeni eleman da işini biliyor lakin kıdemlinin tam aksine olabildiğince ketum. Sorulan sorulara cevap vermenin dışında ağzından bir kelime dökülmüyor.

Yazlıklara giden ana cadde üzerinde güzel bir market bu. İçeri giren mutlaka alacak bir şeyler bulur. Her gün kapısına bir sürü satıcı gelir. Peynir, zeytininden ununa, şekerine, jiletinden tuvalet kağıdına bin bir çeşit bulunur dükkanda. O kadar çeşidi nasıl yer bulur da raflara yerleştirir oldum olası merak etmişimdir. Günlerden bir gün bir pazarlamacı gelir kapıya. Adamın pazarladığı gıda ürünleri arasında yarım kiloluk paketler halinde fıstıklı, cevizli, kakaolu ve sade helvalar oldukça göz alıcıdır. Arkadaşım kıdemli elemanına her bir çeşidinden onar adet almasını söyler. Diğer eleman kolileri açıp helvaları cinsine göre raflara yerleştirir.

Arkadaşım elemanlarının her ikisine da dostça yaklaşır. Gücü yettiğince yardımcı olur yeri geldiğinde. Çoğu zaman dükkanı daha genişletmek için planlar yaparlar. Kıdemli eleman bir ara eline renkli ambalaj kağıtlarıyla bir şey paketlemekle meşgul olur. Dükkana giren müşterilerle ilgilenen arkadaşım bu paketin neyin nesi olduğunu anlamaz. Müşteri varken sormayı da unutur.  Yeni elemanın erken geldiği için mesaisi bitmiş, evinin yolunu tutmuştur. Bir süre sonra aklına düşer paket. Kıdemliye sorar: "O güzel güzel paketlediğin neydi az önce?"

Kıdemli eleman kıdeminin verdiği rahatlıkla "Ha, o mu yeni elemana bugün gelen helvalardan birini koydum evine götürsün diye." Arkadaşım şaşkın vaziyette sorar "Kime sordun?" Ses yok. "Benim adıma karar vermeye yetkili mi kıldım seni?" Cevap yok. "Benden isteseniz ben hayır mı diyecektim?" Yine cevap yok. Arkadaşım iyice zıvanadan çıkar. "Gözümün önünde bunu yapıyorsun, nasıl güveneyim ben size?" Hala cevap yok.

O akşam kıdemli arkadaşına telefon eder. Olayı çarpıtır. "Patron sana fena kızdı, seni hırsız yaptı, helvayı götürdün diye." Yeni eleman şaşkın vaziyette sorar. Sen patrona söylemedin mi helvalardan birini alıp akşam misafirliğe giderken götüreceğimi? Hatta önünde paket yaparken patronun haberinin olduğundan o kadar emindim ki." Kıdemli yediği fırçaya karşılık ısrarla iki yüzlülüğünü sürdürür. "Valla söyledim ben ama yine çok kızdı sana. Söylemediği laf kalmadı." Yeni eleman keşke kendim söyleseydim diye içinden geçirir ama kıdemlinin söylediklerine de inanmak gafletine düşer. Demek patron yarım kiloluk helvayı benden kıskanıyor der aklınca. Telefonun ucundaki kıdemliye "Söyle o zaman ben yarın gelmiyorum, başka birini bulsun patron."

Kıdemli arkadaşımı arar gecenin bir yarısında muzaffer bir edayla. "Yarın yeni eleman gelmeyeceğini söyledi helva yüzünden. Arkadaşım sorar, "Avukatı mısın sen onun? O niye arayıp söylemedi?" Hemen gidip yetiştirmiş demek. Halbuki yeni elemana söylenen en ufak bir söz yok. Arkadaşım sabah olunca telefon etmiş yeni elemana. Hani atılan fırça kıdemliye, sana söylenen bir şey yok diyecek. Cevap yok. Kıdemli sabah gelmiş. Bir kişinin başını yemiş olmanın verdiği rahatlıkla...

Mutlu hafta sonları. Ha bu arada dünyalar iyisi bir Ayten Hanım katıldı aramıza.


19 Ocak 2017 Perşembe

YANSIMALAR

19/01/2017 Perşembe, Tire

Havanın değişip durduğu bu günlerde Deep durmadan değişen hava durumuna güzel bir yakıştırma yapmıştı. Aynı İzmir'in kızları gibi... Bugün de aynı. Sağanak yağış beklerken sabah inanılmaz bir bahar havası karşılıyor bizi. Öyle ki henüz temizlik bitmeden gelen misafirler terasta oturmayı tercih ediyor. Güneş bu mevsimde bile ısıtıyor.

Güzel havalar çiçek özüne uçan bal arıları gibi misafirleri Taş Ev'e çekiyor. Dün yine müzik listemi oluşturamamıştım. İlk yaptığım işlerden biri olmalı şimdi. Hemen bilgisayarımı açıyorum. Biri yabancı biri de yerli olmak üzere iki liste hazırlıyorum. Bu arada üyesi olduğum Spotify'dan Müzeyyen Senar ve Zeki Müren parçalarından oluşan uzun iki listeyi de repertuvarıma ekliyorum. İşlem tamam.

O güzelim hava fazla kalıcı olmuyor. Biz meteoroloji ile dalga geçerken hava birden kapanıyor, yağmur atıştırmaya başlıyor. Derken güneş bulutların arkasına gizlenince hava kararıyor ve tek tük atıştıran yağmur sağanağa dönüyor. Neyse ki fazla uzun sürmüyor bu durum ama güneş saklandığı yerden çıkmıyor bir daha.  Zeytin'e yemek vermek üzere kulübesine gidiyorum. Bir de ne göreyim, tasmasından kafasını sıyırıp sırra kadem basmış. Ekipten arkadaşlar dalga geçiyor, "Senin Zeytin kocaya kaçtı." diye. Döneceğinden emin olmak istiyorum, nereden bulacak böyle yağlı kapıyı.

Akşam rezervasyonlarından misafirlerimizden biri beklediğimizden erken geliyor. Yanında tanınmış bir üniversitenin dekanı var. Taş Ev'i görmek istemişler. Salona çıkıp oturuyor, program değişikliği nedeniyle akşam gelemeyeceklerini söylüyorlar. "Madem yemek yemeyeceksiniz size tatlı ikram edelim." diyorum. Birer porsiyon trileçe, dondurmalı kestane tatlısı ve karadutlu lor tatlısı alıyorlar. Hesap ödemeden memnun bir şekilde ayrılıyorlar. "Adnan Şef sen de hesabı almadın mı?" "Hayır" diyor "Kimse hesap sormadı bana." Belki unuttular belki de ikram kabul ettiler. Ne yapalım olur böyle şeyler.

Acilen aşağı inmem, eksik malzemeleri tamamlamam lazım. Kasap alışverişini de yapıyorum bu arada. Yolda eşim arıyor. O da dışarıda bir yerde güne gittikten sonra eve dönüp kendine has tatlılar mezeler hazırlıyor. Yolda telefon ediyor. Şu da lazım, bunu da al gelirken.

Akşam Müzeyyen dinletiyorum misafirlere. Arkasından çaldığım Türkçe müzik beni eskilere götürüyor. Misafirlerin yaş grubuna bakınca eminim onlar da hoşlanarak dinliyor olmalılar.

Salondan şehrin gece manzarası harika görünüyor. Dün geceki konularımızdan biri yanındaki arkadaşıyla tablo gibi bir fotoğraf çekip instagramda paylaşmış. Mekan gerçekten harika görünüyor. Onu izinsiz paylaşamıyorum. Camdan manzarayı çekiyorum. Gölgeler yansımalarla ilginç görüntüler dökülüyor. Acemi Demirci'nin objektifinden ne kadar güzel görünür acaba? 

İnsanların beğenileri, damak tatları çok farklı. Aynı yemeği ya da mezeyi yan yana iki masadan biri eleştirirken diğeri göklere çıkarıyor. Bu durumda misafir her zaman haklı diyoruz ama ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Aynı durum eşimle benim aramda da var. Örneğin makarnayı ben Al Dente pilavı biraz geçkince severken eşim makarnayı geçkince pilavı tane tane sever. Her ikimiz de birbirimizin yediklerini eleştiririz.

Bugün yarınki tarihi görmeden günlüğümü yazmak şerefine nail oluyorum. Gecemi ara verdiğim blog dostlarımın bloglarını okumaya ayıracağım. Facebook'tan gördüğüm kadarıyla Evde Yazar hanımefendi de yazmış uzun bir aradan sonra. Yine sadık takipçilerimden Acemi Demirci'nin ve diğer dostların okuyacağım bir sürü yazısı olmalı.

AĞRI DAĞININ ETEĞİ

18/01/2017 Çarşamba, Tire

Meteorolojinin aksine güneşli bir gün. Ekibi alıp geldikten sonra herkes görevinin başına koyuldu. Küçük bilgisayarda yüklü müzik listelerinin tamamı silinmiş. Son haftalarda diğer bilgisayarımı yanımda taşımıyorum. Müzik olmazsa olmaz burada.

Hemen şehre inip bir şeyler yapmam lazım. Daha önce bazı müzik listelerinin bilgisayarımda yüklü olduğunu biliyorum ama onları ayıklamam gerek. Alelacele hazır bir liste buluyorum. Bu geceyi atlatırsam yarına daha iyisini düşünürüm.

Eve girer girmez eşimin istediği malzemeleri bırakıyorum. O kadar insan varken bazı spesiyal çeşitleri kimseye bırakmıyor, yoruyor kendini.

Yaylaya dönüyorum. Ekip güneşi arkasına almış ceviz kırıyorlar. Ne var ki ilerleyen saatlerde hava birden soğuyor. Adnan Şef şömine sobayı yakarken Aşkın Şefle birlikte yukarı yayladan bir araba odun getiriyoruz.  

Yanımda getirdiğim bilgisayardan müzik yayınına başlıyoruz. Yabancı müzik yerli müzik birbirine karışıyor. Arada sevmediğim müzikler de olsa yapacak bir şey yok. Tam otuz dokuz saat kesintisiz çalabileceğini düşünüp en azından bu geceyi kurtardım diyorum. Mutfakta Aşkın Şef ile konuşurken panik halinde Aydın Şef geliyor yanıma. "Müzik, müzik" diyor. Diğer müziklerin arasında garip bir müzik parçası başlamış çalmaya. "Ağrı dağının eteğinde..." Karizmayı çizdik şimdi işte. Koşup durduruyorum. Birkaç dakika sonra yeniden başlıyor müzik yayını. Yukarıdakiler anlamıyorlar bu durumu. Gece misafirleri geç saatlere kadar oturuyorlar.

18 Ocak 2017 Çarşamba

TUVALET ADABI

17/01/2017 Salı, İzmir

Bugün yaşadığım olağan dışı durum sebebiyle pazar alışverişini Aşkın Şef yapıyor. Son zamanlarda hayatı daha fazla sorgular oldum. Çok okumak, çok yazmak istiyorum. Nedenini bilemediğim bir güç alıkoyuyor beni. Bilgisayarımı yanıma alsaydım yazardım belki de. Sanki onu açmaya fırsatım olmayacakmış gibi geldi. Oysa o kadar çok zamanım varmış ki.

Saçma sapan, bölük pörçük şeyler takılıyor kafama. Mesela üniversiteye ilk başladığım yıllar... Henüz hazırlık sınıfındayım. Yurda güç bela atmışım kapağı. Ne kadar konforlu gelmişti gözüme, çeşmelerden hem sıcak hem de soğuk suyun akması. Çamaşır odalarında çamaşır makinesi, Hoover miydi neydi markası. Bir gözünde bir o yana bir bu yana dans ederek yıkanan çamaşırlar daha sonra yanındaki silindirik hazneye alınır yüksek hızla döndürülerek kurutulurdu. Oyun gibi gelirdi bana bu işler o zaman. Her perşembe akşamı çamaşır günümdü. Bilmezdim o zamanlar renklilerle beyazların birbirinden ayrı yıkanacağını. Bütün beyaz iç çamaşırlarım lacivert eşofmanımdan bir ton daha hafif mavi renge bürünmüştü.

Ütüyü danışmaya kimlik bırakarak alırdık. Ütü masasında gömlekleri pantolonları ütülerdim. Çamaşır yıkamak gibi zevk vermezdi bu iş. Bir an önce bitsin isterdim. Yurdun tuvalet ve banyoları güzeldi. Bütün tuvaletler alafrangaydı. Akşamları eğitim veren abilerimiz bizi her konuda bilgi sahibi yaparlardı. Siyasi konularda hele siyaset felsefesinde beyin damarlarım henüz açılmamıştı. Yarı korkarak yarı ürkerek abileri dinler görünürdüm. Emekçiler, sömürü, kapitalizm konularında yine de bir şeyler kapmaya başlamıştım ama önerdikleri Marx, Engels gibi Rus yazarların  kitaplarını ne kadar okumaya çalışsam da anlayamazdım. Tam bir şeyler anlamaya başlamıştım ki 12 Eylül darbesi oldu. Aldığım bütün kitaplar sobalarda yakıldı yine korkudan.

En komiği de tuvaletlerin kullanılmasına yönelik eğitim çalışmalarıydı. "Arkadaşlar, gavurun bu icadı son derece sağlıklıdır. Oturduğunuz zaman bağırsaklarınız alaturka tuvalette olduğu gibi büzüşmez. Hacetinizi zorlanmadan çok daha sağlıklı ve konforlu bir şekilde görürsünüz." Yurdun muhtelif yerlerinden gelen gençler hayatında ilk kez gördüğü bu gavur icadı tuvaletlere alışmakta çok zorlanıyorlardı. Pek çoğu klozetin üzerine tavuk gibi tüner her tarafı berbat ederdi. Kimisi alt kapağını açar kimisi açmazdı. Abiler kırsaldan gelen bu gençleri hor görmezler alafranga tuvaletin nasıl kullanılması gerektiğini temsili olarak gösterirlerdi. Zaman içinde tuvalete tüneyenlerin sayısı hızla azaldı ve yurttan ayrılırken artık herkes usulünce kullanmayı öğrenmişti.

Şimdi umumi ve kurumlara ait tuvaletlerin tamamı alaturka. Pek çoğu pislikten geçilmiyor. Alafranga tuvaletin kullanılmasını günah olarak görüyorlar. Zaman ülkemizde geriye doğru işliyor.      

YAĞMUR

16/01/2017 Pazartesi, Tire

Yağmurun ardı arkası kesilmiyor. Ekibi yukarı bıraktıktan sonra eşimin MR neticesini almak üzere yeniden indim şehre. Bu arada ekibe ayrı ayrı sordum ve bütün ihtiyaçları bir kağıda yazdım.

Eşimi evden alıp hastaneye gittim. Ankara'daki doktorumuz ayağı için oldukça zor bir ameliyat önermişti. Adeta bir heykeltıraş gibi topuk kemiğini kesip ayağın bilmem kemiğinin yanına yapıştıracakmış (!)

Daha doktoru dinlerken tansiyonum düşmeye başlamıştı. Başarı oranının ne olduğunu sorduğumda ise yüzde seksen olduğunu söylemişti. Yani yüzde yirmi sakat kalacak öyle mi? Bu nedenle hiç taraftar olmadım bu ameliyat işine. Bu sefer ayağıyla ilgili ameliyattan bahsetmediler hiç. Ayakta kalmamasını söyleyip bir sürü ağrı kesici, kas gevşetici ilaç yazdılar. Eşim bütün bunların pansuman tedavi olduğunu söylüyor.

Eşimi eve bıraktıktan sonra günlerdir arabamda taşıdığım motorlu testereyi gösterdim aldığım yere. Şu yağmur bir dursa yakacak odun hazırlığı yapacağım. Yetkiliye motorun çalışmadığını söylüyorum. Meğer 2T yağı benzinle karıştırmak içinmiş. Oysa bana bıçkı yağı olarak verildiğini hatırlıyorum. Artık bu tür konularda çok ısrarcı olmamayı öğrendim. Zihnim fazlasıyla dağınık. Esas önemlisi elimdeki diğer bıçkı yağını benzine karıştırıp kullanmış olmammış. İşte bu hareketim çok vahim sonuçlar doğurabilirmiş motor için. Hemen benzin deposu tamamen boşaltıyorlar. Yeniden benzin ve uygun motor yağı karışımı ile depo dolduruluyor. Bir iki denemeden sonra alet homurdanarak çalışmaya başlıyor.

Yaylaya döndüğümde yağmur hala hız kesmeden devam ediyor. Ekip içeride ceviz kırıyor. Gündüz saatlerinde pek gelen giden yok, hele bir de hava yağmurlu ise. Böyle günler bizim ceviz kırma günümüz oluyor. Hem sohbet ediyoruz hem de hoşça vakit geçiriyoruz. Yemeklerde, mezelerde veya krokan olarak ya da kurabiye çeşitlerinde bolca ceviz kullanıyoruz. Yine de o kadar çok ki. İç ceviz olarak satmamız iyi olacak bir kısmını.

Kasvetli bir hava. Artık bir an önce yazın gelmesini istiyor, avluya yayılıp taş fırınımızı yakmayı hayal ediyorum.

Çoktandır yukarı bilgisayar taşımıyorum. Bazen o kadar çok istememe rağmen blog yazmaya ve okumaya fırsatım olmuyor. Günlük gecikince tadı kaçıyor. Aynı gün yazabilirsem yaşadıklarımı daha canlı aktarma imkanım oluyor.  Akşam rezervasyonlu misafirlerimizi beklerken bir haber geliyor. Haber endişelendiriyor beni. İlk kez Taş Ev'i bırakmak durumundayım. Şeflere durumu anlatıyorum. Kısa süre içinde ayrılıyorum. Acilen İzmir'e gitmem gerekiyor. Aşağı inerken arabanın ikaz ışıklarından biri yanıyor. Bu tür sıkıntılar en olmadık zamanda çıkar zaten. 

Neyse ki İzmir'de beklediğim kadar sıkıntılı değil durum. Gecenin geç saatlerinde Adnan Şef arayıp durumu rapor ediyor.  


17 Ocak 2017 Salı

CEP DIARY

15/01/2017 Pazar, Tire

Yağmurlu günlerden biri daha. Kışa girerken geciken yağış biraz korkutmuştu ama son bir aydır yağan kar ve yağmur toprağa yaradı. Yaz ayları gibi olmasa da hafta sonları hava şartlarına bakmaksızın kahvaltı için gelen misafirlerimiz oluyor yine.

Havanın kasvetli hali gün boyunca devam etti. Yağış kah arttı kah kesildi. Gelen giden çok oldu. Neyse ki öyle geç vakitlere kadar kalmadık. Eve vardığımızda iki günün yorgunluğuna dayanamayan vücudum uykuya yenik düştüm. Bu satırlar büyük bir mücadelenin sonunda döküldi kalemimden. Cep telefonumdan günlük yazmanın zorluğunu yaşıyorum.

15 Ocak 2017 Pazar

EĞLENCELİ BİR GECE

14/01/2017 Cumartesi, Tire

Bugün kahvaltı günümüz. Sabaha kadar bölük pörçük bir uykudan sonra alelacele evden çıkıyoruz. Ekibi topladıktan sonra doğru yayla yollarına koyuluyoruz. Tahmin raporlarının aksine hava kapalı, neredeyse yağmur yağacak. Bahçeye vardığımızda soğuk esen bir rüzgar karşılıyor bizi. İşin doğrusu bugün havanın güneşli olmasını ve çok sayıda misafir bekliyorum.

Havanın düzelmesi yönündeki beklentim boşa çıkıyor. Şiddetini arttıran rüzgar fırtınaya dönüşürken yağmur bulutlarını da bize doğru sürüklüyor. Hafiften yağmur çiseliyor. Hazır kimse gelmemişken şehre inip alışveriş yapmayı düşünüyorum.

Bugün yerlerimizin yarısı rezerve edilmiş durumda. Uzun yıllar görüşmediğimiz bir lise arkadaşım eşi ile birlikte gelecek. Yaylaya dönüyorum. Yağmur yağmaya devam ediyor. Ben yokken sadece bir masa gelmiş kahvaltıya. Pazar gününü tercih ediyor halkımız daha ziyade. Bir de güneşli havaları tabii.

Yukarı yayladan bir araba odun getiriyorum. Sabahtan itibaren yanan şömine sobası salonu güzel ısıtmış. Gündüz saatlerinde kafe olarak gelen gidenler oluyor. Taş Ev'in gözdesi trileçe masaların olmazsa olmazı.

Akşama doğru arkadaşım arıyor. Yağmur nedeniyle gelmekten vaz geçmişler. Daha güzel bir havada geleceklerini söylüyor.

Gece oldukça hareketli geçiyor. Taş Ev, Taş Ev olalı en eğlenceli gruplarını ağırlıyor. Vur patlasın, çal oynasın tarzında gecenin geç saatlerine kadar eğlence devam ediyor. 

Dışarıda yağmur başlamış. Herkes yorgun ama görevini yapmanın huzuru içinde pazar gününü karşılamak üzere evlerine bırakılıyor.  

14 Ocak 2017 Cumartesi

AJVAR

13/01/2017 Cuma, Tire

Uzun bir aradan sonra güneşi gördük nihayet. Hava sıcaklığı da arttı. Yağışlarının etkisi ile demir kapının yanındaki duvar oturmuş bir miktar. Dün gece zor bela kilitlediğim kapı sabah bir türlü açılmıyor. Şeflerin ikisi birden yüklendikten sonra anahtarı döndürebildik. 

Temizlik işleri bittikten sonra havuz başında bir yandan güneşlenirken bir yandan cevizler kırılıyor. Depodan aldığım budama makasıyla Taş Ev'in yanı başındaki ortancayı budadıktan sonra ben de ekibe katılıyorum. Eşim telefon ediyor. Kendisine eşlik etmemi istiyor. Evden çarşıya az mesafe yok tabii. Üstelik ayağından da rahatsız. Önümdeki son cevizleri ayıklayıp yola çıkıyorum.

Son yağmurlar yolu tahrip etmiş. Aşağı inerken sık sık arabadan inip yolun durumunu fotoğraflıyorum. En kısa zamanda çukurların doldurulması lazım. Eğer belediye bu işe el atmazsa ben yapacağım sanırım. Belediye'de gelsin Taş Ev'i işletsin o zaman. Eskiden Köy Hizmetleri diye bir kurum vardı. Ondan öncesini de hatırlıyorum. Kısaltması YSE olan  Yol Su Elektrik. Bütün bu kurumları yap boz tahtasına çevirdiler. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün her devirde siyaset ile iç içe  olduğunu gayet iyi biliyorum. Seçim zamanı bu kurum aracılığıyla muhtarlara çimento yardımı adı altında rüşvet dağıtırdı iktidar partileri. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü kaldırdıklarında sevinmiştim bu yüzden. Daha sonra kuruma ait bina, ekipman ve ekiplerine vilayete bağlı il özel idareleri sahip oldu. Şimdi ise köy işleriyle sözüm ona büyükşehir belediyelerinin mahalli idareler müdürlükleri ilgileniyor. İt ite it kuyruğuna hesabı. Belediyelerin fen işlerine Muhtarlık İşleri Müdürlüğü adı altında garip bir teşekkül bağlandı, ellerinde ne teknik eleman ne de ekipman var. Onlar belediyenin fen işlerine bağlı bir kaç araçla kar yağdığında cenaze için köy yollarını açıyorlar (!) Kim daha fazla yalakalık yaparsa onun işi görülüyor. Memleketin ta içine ettiler sonuç olarak.

Yolun durumu benim için önemli. Çetin geçen kış koşullarında kar temizliği, buzlanmaya karşı tuzlama ve genel yol bakımı yapılması gerekiyor. Yol dediysem öyle yirmi otuz kilometre gelmesin aklınıza, topu topu bir kilometrelik bir kesim bu. Üstelik şehre en yakın ve turistik bir bölge Kaplan Köyü.

Aşağıda epey oyalanıyoruz. Biyometrik fotoğraf, muhtardan belge alınması vs. Bu arada zincirini değiştirmek üzere bıraktığım ağaç motorunu ve demir korkuluklar için gerekli asma kilitleri alıyorum.

Eşimle birlikte çıkıyoruz yaylaya. Şömine soba yanıyor. Misafirler arasında evlilik yıl dönümünü kutlamak için gelen bir çift var yine. Böyle özel gün kutlamaları için Taş Ev'in tercih edilmesi bir kez daha sevindiriyor beni. Ne var ki rezerve etme alışkanlığı olmadığından her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Hoş geldiniz demek üzere masaya gittiğimizde öğreniyoruz evlilik yıl dönümleri olduğunu. Hemen mumlar yakılıyor, çiçek kurularıyla masa süsleniyor.

Başka bir masada mezelerin tazeliğine, tatlıların güzelliğine methiyeler düzülüyor. Özellikle eşimin menüye yeni dahil ettiği Balkan mezesi "ajvar" ve "trileçe" bu konuda başı çekiyor. Daha ziyade sos olarak bilinen ajvara yapılan ufak dokunuşlar ile servis edilirken üzerine domates kurusunda olduğu gibi tereyağlı ceviz kullanılması bu mezeyi vazgeçilmez kılıyor.      

13 Ocak 2017 Cuma

ŞEHİR YIKANDI

12/01/2017 Perşembe, Tire

Yağmurla başladık güne. Havalar da bana benzedi. Bekliyorsun hiç yağmıyor, sonra bir başlıyor yağmaya hiç durmuyor. Neyse ki öğlene doğru kesildi. Yayla yollarında kardan eser kalmamış. Sadece yollar mı? Bahçedeki kar örtüsünü bile yıkayıp almış yağmur.

Aşkın Şef bugün havasında. Adeta şov yapıyor. Bir biri ardına yaptığı meze çeşitlerini teşhir dolabı almıyor. Eşimin yaptıkları var bir de. İnsan işini severek yapınca böyle oluyor demek. Şehir tertemiz görünüyor. Yağmur yolları, evlerin çatılarını hatta havayı bile yıkamış sanki. Görüş mesafesi oldukça fazla. Dağların çevrelediği her yer rahatlıkla görünüyor.

Genel tuvaletlerin dışındaki lavaboların muslukları donarak çatlamış. Her iki musluk da boydan boya yarılmış. Suyu açınca armatür gövdesinin her tarafından su fışkırıyor. İlk defa görüyorum bunu hayatımda.

Gecenin misafirleri geç vakte kadar oturuyorlar. Dünkü kar küreme işinden dolayı belim ağrıyor. Eğilip kalkarken daha da artıyor ağrılarım. Eve döndüğümde koltuk kollarına alıyor beni. Hemen sızıyorum. Bugün çok yorgunum.

12 Ocak 2017 Perşembe

BATI YAKASINDA YENİ BİR ŞEY YOK

11/01/2017 Çarşamba, Tire

Batı yakasında yeni bir şey yok. Defalarca kulaklarımda çınladı bu ses.

Güle oynaya çıktım evden. Hava güzel mi güzel, pırıl pırıl güneş. Öyle heyecanlıyım ki ekibi bir çeyrek saat önceden başlıyorum toplamaya. İyimserliğim zirve yapıyor. Dün konuşmuştum ya belediyenin ilgili elemanıyla. Hani bana söz vermişlerdi ya yolu açacaklarına. Sonra bir kez daha aramıştı da, yolun durumunu sormuştu ya. Tamam demiştim. Bu sefer beni üzmeyecekler. Gün boyu yağan yağmur, yukarıda kara dönmemişse, yoldaki karı önüne katmış ve ekibe pek iş bırakmamış bile olabilirdi.

Köye gelene kadar yol durumu gayet iyi. Köyün içinde de durum fena değil. Arabayı sapaktan ilk yokuşa vurduğumda yola hiçbir iş makinesinin değmediğini anlıyorum. Sadece bir vasıta geçmiş görünüyor benden önce. Artık işi biliyorum ya. Otomatikten manuele alıyorum vitesi. İkiye takıp ilk yokuşu tırmanıyorum. Bir iki ufak titremeyi saymazsak ilk kritik yokuşu çıkıyoruz. Yolun ilerleyen kısımlarında eğim azaldığı için daha rahat ilerliyoruz. Fatih Beyin damadının evinin önü ikinci kritik nokta. Burada görüş sıfır. Yol dar, üstelik yamaçtan kopan toprak yolun üzerine akmış. Şaşılacak bir durum ama gölgede kaldığı halde karlar neredeyse erimiş. Yolun üzerinden kar suları akıyor.

Nihat Efendinin virajına yaklaşıyoruz. Burası kritik yerler arasında bir numara. Gündüz saatlerinde yolun üzerinden akan sular gecenin soğuğunu yediğinde bir buz tabakası oluşur. Üstelik 300 derecelik bir viraj var burada. Bundan sonra geriye arabayı geçen gün kaydırdığım son düzlük kalıyor.

O da ne, araba patinaj yapmaya başlıyor birden. Kaderin verdiği izin buraya kadar. Zorlamaya gerek yok. Yer buz tamamen. Aşkın Şef, "Cambaz Ali'nin önündeki genişçe alana bırakalım arabayı." diyor. Arabanın içindeki erzakı alıp Taş Ev'e doğru yürümeye başlıyoruz. Yol üzerindeki kar iyice buz halini almış. Yürümek bile zor. Elli altmış metre sonra bahçe kapısına ulaşıyoruz. Dün yaptığım telefon görüşmeleri, yolu açacaklarına dair yetkililerin verdiği sözler geliyor aklıma. Falanca köyde cenaze varmış da bütün iş makineleri oraya sevk edilmiş. Ne cenazeymiş bu anlayamıyorum. Telefon ediyorum yetkiliye. "Hani bizim yolu açtıracaktınız dün akşam?"

Karşımdaki pişkin. "Dün akşam kepçeyi gönderdik oraya, yol açık olmalı" Siyaset böyle bir şey. Yalan, dolan. Kepçenin k si geçmemiş bu yoldan. Bozacı şıracıya veriyor telefonu. "Sizin oraya dün baktık, yol açık." Geriyorlar beni. Aptal yerine koyulmak en sinir olduğum şey. "Bahse konu yol aynı yol ise ben nasıl gidemiyorum 4x4 le?" Ağzıma geleni söylüyorum. Ve anlıyorum ki "Batı yakasında yeni bir şey yok."

"Arabam kaydı kenara çektim, hareket edemiyorum." diyorum. "Aman aman, arabayı siz bırakın gidin, iki saate kadar oraya ekibi yönlendireceğim." diyor. İnanayım mı? "Arabanın yanında bekliyorum." diyorum. "Yok yok, arabanın yanında beklemenize gerek yok, siz işinize bakın." Ne demek bu şimdi? Ben biliyorum, boşuna beklemeyin, size kepçe mepçe göndermeyeceğim.  

Elimi cebime atıyorum. Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. "Anahtar, anahtarlarım yok!" İhtimallerin iyisi arabada cebimden kayıp koltuğun arasına düşmesi. Kötüsü evde bırakmış olmam. Daha da kötüsü bir yerde düşürmüş ya da bırakmış olmam. Aşkın Şef "Ben gidip alayım." diyor. Peşinden gidiyorum. Ekip kapıda kalıyor. Arabada bulamıyoruz anahtarı. Evi arıyorum. Eşim kapının üzerinde bıraktığımı söylüyor. Yapacak bir şey yok. O buzlu yolda geri dönüp anahtarı alacağım. Köy Muhtarını arıyorum. Köyümüzün en büyük mülki amiri. Hani sonra bana haber vermedin demesin. Telefona cevap vermiyor önce. Birkaç dakika sonra dönüyor. Durumu anlatıyorum. İlgileneceğini söylüyor.

Arabama binip birinci vitese takıyorum. Ağır ağır, biraz ürkek karlı buzlu yoldan köye doğru inmeye başlıyorum. Hani karşıdan bir araba gelse yandığımın resmidir. Birkaç yüz metre sonra yolun kenarındaki düzlüklerden birine park ettikleri arabalarının önünde kar topu oynayan iki hanım ve çocukları çıkıyor karşıma. Herkesin derdi başka diyorum içimden. Yanlarından geçip köye bağlanan son viraja doğru yaklaşıyorum. Virajda bir minibüs görünüyor. Bana yol vermek için mi duruyor yoksa park mı etmiş anlamaya çalışıyorum. Minibüsün yanından geçebileceğim kadar yer yok. Asfalt tabakasının altı oyulmuş. Tekeri oraya indirirsem devrilebilirim. Hafifçe frene dokunuyorum.

Park halindeki aracın içinde hiç kimse yok. İki kişi arabanın etrafında dolanıyor. Durmak istiyorum ama kaymaya başlıyorum virajın başında. Kontrolü kaybettiğim anda kafamda alternatifler uçuşuyor. Ya arabaya vuracağım ya da sağ tarafta suların derinleştirdiği hendeğe düşeceğim. İkinci alternatif daha sıcak geliyor gözüme. Minibüsün etrafındaki adamalar kaydığımı görünce kaçışıyorlar. Ayağımı frenden hafif çekip ufak hareketlerle kısa kısa frene basıyorum. Minibüsle aramdaki mesafe gittikçe azalıyor. Artık son çırpınışlarım. Üzerimde paniğin zerresi yok. Kaderine razı büyük bir tevekkül içinde kaymaya devam ediyorum. Belki beş saniyeyi geçmeyen süre önümde uzadıkça uzuyor. Fren pedalından ayağımı çekip hafifçe dokunmalarım bazen yolu kavramamı sağlıyor. An kadar kısa süren bu kavramaların arkasından kısa süreli kızaklamalar ümidimi kırıyor. Geçen gün yukarıda geri geri kaydığım o birkaç saniye şimdiki duruma göre çok daha korkunçtu. Şimdi en fazla arabamın hasar göreceğini düşünüyorum. Ama bu durum bile bütün işi alt üst etmeye yeter görünüyor. Arabasız nasıl idare ederim onca zaman?

Yine de Allah'ın sevgili kuluyum. Bu kaçıncı oluyor bilmiyorum artık. Bu satırları okuyan ne düşünür acaba? Kurgu değil bu yazdıklarım. Ama adeta bir filmin içinde oynuyorum. Her zaman bu kadar şanslı olamam. Sadece iki metre kalmıştı aramda zınk diye durduğumda. Neydi beni orada durduran kuvvet? Tam da kaderime razı olduğum anda... Şans mı, kader mi bu yaşadıklarım? El freni kullanmadığım halde hazır durmuşken el frenini sonuna kadar kaldırıyorum. Tekerlekler kayınca el freninin işe yaramayacağını bildiğim halde.

Aşağı iniyorum. Biraz da korku var içimde. Geçen sefer arabadan indikten sonra kendiliğinden kaymıştı araba. Bu dik yokuşta aynı durum olabilir yine. Minibüsün başında duran adamların yanına gidiyorum. Benim gelişimi görünce kendilerini yana attıklarını söylüyorlar. Biraz geri çıkabilseler zor da olsa yanlarından geçebilirim. Ama onlar araçlarını yerinden oynatamadıklarını söylüyorlar. Arabadan çıkardıkları zincirleri arka tekerleklere takmaya başlıyorlar. Niyetleri zincirleri taktıktan sonra geri geri gidip yokuşun altında bana yol vermek. Fikir güzel de benim araba bulunduğu yerde o kadar sabredecek mi?

Bir ses duyar gibi oluyorum. Yukarıda kar topu oynayan hatunlar Allah vere oyunlarını bitirip dönmeye karar vermiş olmasınlar. Sese kulak veriyorum. İyi, gelen giden yok şimdilik. Ama kim gelirse gelsin beni son anda fark ederse kesin bindirir bana. Yolun en buzlu olduğu yer burası.

Korktuğum başıma gelmiyor. Minibüsün zincirlerini kısa sürede takıp aracı geri geri aşağı indiriyorlar. Ağır ağır virajı alıp kaymadan yokuşu iniyorum. Köyün altı açık. Evden anahtarı alıp geri dönüyorum. Fazlasıyla zaman kaybettim. Ekip kapıda beni bekliyor.

Dönüş yolu sorunsuz olmakla birlikte az önce takıldığım yerden ileri gitmeyi gözüm kesmiyor. Nihat Efendi'nin kapsının önündeki genişlikte arabamı park ediyor, yürüyerek bahçe kapısına geliyorum. Ekip kapıda beni bekliyor. Demir kapıyı açıp giriyoruz içeri. Her taraf bembeyaz. Bahçe içi yolumuz karla örtülmüş yine. Depodan kürekleri çıkarıp kar temizliğine başlıyoruz. Bugün böyle geçecek. Pazar alışverişleri dolaplara yerleştiriliyor. Bugün açığız ama yolumuz kapalı. Geçit vermez yola hangi misafir gelir ki.

Kızım arıyor. "Baba sen şeker hastasısın bak, hocama veriyorum seninle konuşmak istiyor." Bir anda karşımda kızımın hocası doktor hanımı buluyorum. Telefonda uzun uzadıya sohbet ediyoruz. Her gün bir kase yediğim dondurmanın bana zarar vereceğini söylüyor. Dondurmadan vaz geçemediğim için kızım taktik değiştirip hocasını aratıyor bu kez. Bana sigarayı bıraktırmak için yaptığı olağanüstü mücadele geliyor aklıma. "Tamam" diyorum "Bundan sonra dondurma sürmeyeceğim ağzıma. Sigarayı bıraktığım gibi dondurmayı da bırakacağım." Yerine bir şey koymak lazım bunun. Bir şeyi tutturduğum zaman suyunu çıkarmak gibi bir huyum var. Şimdi de ayva yiyorum. Sürekli elimde bir ayva var. Pazardan en kocamanlarından almıştım. Selçuk ayvaları ayva gibi sert değil. Yumuşak, sulu ve lezzetli. Ayva kötüyse, boğazıma takılır, hıçkırık tutar, sinir olurum. Bunlar öyle değil. Hiç ayva yerken görmediğim eşim bile "Bana da, bana da." deyip durmaya başladı.  

Muhtar arıyor. Kepçe göndereceklermiş yolu açmak için. "Bekliyoruz ama inanmıyorum artık bu sözlere." diyorum. Biri yine fısıldıyor kulağıma hafiften. "Batı yakasında yeni bir şey yok"

Aşkın ve Adnan Şefler ile birlikte bahçe yolunun üzerinde biriken karları temizlemeye başlıyoruz. Garip bir durum. İzmir'de bu işi yapacağımı rüyamda görsem inanmazdım. Yorucu bir iş bu. Bugün yolu açmamız şart. Bir müddet sonra avluya geçiyorum. Akşama kadar yüzlerce kürek kar atıyoruz. Yine de şaşırtmalarını bekliyorum, kulağım kepçenin sesinde...

Yolumuz kapalı. Muhtarı arıyorum. "Muhtar senin kepçe hala yok ortalarda." diyorum. Söylenip duruyorum. Burası şehrin içi sayılır. Ona da cenaze kaldırıyorlar, makineler o köye sevk edilmiş demişler. Ne cenazesiymiş bu, bütün belediye seferber...  Muhtar çaresiz.

Bahçe yolu ile avlumuz kardan temizlendi. Yoldan gelebilseler en az beş araç park edecek yerimiz hazır. Kapıları kapatıp çıkıyoruz. Hava henüz aydınlık. Belediye çalışanlarının mesaisi bitmiş olmalı. Daha kimse gelmez artık buralara.

Eve dönüyorum. Gün boyu kar küremekten her tarafım ağrıyor. Ayaklarım da bileklerime kadar ıslanmış. Gecenin saat on buçuğu. Telefonum çalıyor. Arayan belediyeden bir yetkili. "Nasıl" diyor "Yolunuz açıldı mı?" Kendi kendine açılmaz ki yol. "Gazetenin web sitesine yazdığınız eleştiriden sonra artık bir teşekkür yazısı yazarsınız herhalde."  diyor telefondaki ses. Az önce açmışlar yolu güya. Erken erken. Teşekkür mü? Teşekkür etmem diyorum. Dün söz verdiğiniz gibi kar henüz tazeyken açsaydınız elli metrelik yolu o zaman hakkederdiniz teşekkürü. O zaman don yapmaz yolumuz açık olurdu. Şimdi açmışsınız ne yazar. Bugün bahçe içinde yüz metrelik bir yol açtık üç kişi. Yarın altmış metrelik köy yolunu da açardık, ne olacak. Belki de siz bize teşekkür ederdiniz o zaman.

"Batı yakasında yeni bir şey yok." Kulaklarımdan gitmedi bugün bu ses. Aynı tas aynı hamam. Buradaki sözler bizim bildiğimiz sözlerden değil.

11 Ocak 2017 Çarşamba

YAYLADAN KAR MANZARALARI

10/01/2017 Salı, Tire

Sabah randevusuna gecikmemek için saati kurmuştum. Telefonu odada şarja bıraktığımdan dolayı alarm sesini duymasam da on beş dakika sonra kendiliğimden uyandım. Panjurları aceleyle açarken havanın durumunu merak ediyordum aslında. Mutfak penceresinden dışarı baktım. Karşımızdaki yeşil alandaki atlar yoktu bugün. Su birikintileri ve yerlerin ıslaklığı gece yağmur yağdığının işareti... Biraz daha dikkatli bakınca yağmurun çiselemeye devam ettiğini fark ediyorum.


Hemen hazırlanıp evden çıktım. Şehrin merkezinde meşhur pazarın kurulduğu gün bugün. Park yeri bulmak neredeyse imkansız. Ticaret Odasının yakınlarında boş bir yer bulabilsem iyi olacak. Büyük Şehir Belediyesinin mahalli işlere bakan müdürlüğü Ticaret Odasının hemen yanında. Tam girebileceğim kadar bir yer görüyorum yolun kenarında. İleriden dönüp yanaşıyorum. Arabayı park edip tam kapıdan aşağı adım atarken biri geliyor yanıma. Kamyon yanaşacakmış arabayı koyduğum yere. Yurt İçi Kargo servisinin önüymüş park ettiğim yer. Tartışmaya mahal yok. Arabama binip yeni yer arıyorum.

Her hafta aynı dert. Pazar alışverişi yapacağız bir de. Herkes halinden memnun, bir bana mı batıyor bu durum? Epey gittikten sonra yüksek bir kaldırımın üzerine çıkıyorum. Normal bir araba bunu yapamaz. Büyük Şehir Belediyesine ait binaya girip müdürü soruyorum danışmaya. İleride bir grup adamı işaret ederek, "İşte orada." diyor görevli. Grup kendi aralarında bir şey tartışıyor. Yanlarına yaklaştığımı görünce susup bakışlar birden bana dönüyor. Aradığım kişinin adını söyler söylemez içlerinden en uzun boylu olanı bir adım öne atılıp "Evet, benim." diyor. Kendimi tanıtıyor, Belediye Başkan Yardımcısının dünkü telefonunu hatırlatıyorum. "Evet, hatırladım. Buyrun yukarı çıkalım." diyor. Odasına geçiyoruz. Genç bir arkadaş. Güven veriyor. Yolların durumundan bahsediyorum. Uzun sayılabilecek bir sohbet ortamı doğuyor. Saygıyla dinliyor beni. İlgileneceğini söylüyor. Not alıyor. Teşekkür ediyor ve yanından ayrılıyorum.

Saate bakıyorum. Daha buluşma saatine on beş dakika var. Yağmur şiddetini arttırmaya başlıyor. Aşkın ortalarda gözükmüyor. Kasabın önünde bir on beş dakika daha bekliyorum. Yağmur dinecek gibi durmuyor. Kasap yaylanın durumunu soruyor. "Çok kar var mı yukarıda?" Yine mi kar. İnşallah yağmamıştır diyorum içimden. Şehirdeki sağanaktan medet umuyorum. "Belki yukarıda da yağmur vardır. Henüz çıkmadım yukarı."  

Aşkın Şef karşıdan görünüyor nihayet. Birer çay içiyoruz karşı kahvede, bir ihtimal yağışın biraz olsun hafifleme umudunu taşıyarak. Yağmur hiç oralı olmuyor bekleyişimizden. Bardaktan boşanırcasına yağıyor. Caddeler, sokaklar dere olmuş akıyor. Birer çay daha içtikten sonra çaresiz çıkıyoruz dışarı. Pazarcıların kurduğu branda ve naylon tentelerin altına gizlenerek ilerlemeye çalışıyoruz. İki kişi olunca daha çabuk bitiyor işimiz. Köşedeki Aygaz bayiine koyuyoruz eşyaları. Gidip arabayı getiriyorum.

Yayla yoluna çıkıyoruz. Kaplan Köyüne yaklaşırken beyaz örtü başlıyor. Henüz köye varmadan yollar kar tutmuş. Köyü ilk kez bu kadar yoğun kar altında görüyorum. Kızım arıyor telefonla. İzmir'de lapa lapa kar yağıyormuş. İnanılacak şey değil. Köyü geçtikten sonra bir kilometre kadar daha yolumuz var. Şu son yağmurlardan sonra delik deşik olan yol işte. Sapaktan yokuş yukarı çıkacakken bir an tereddüt ediyorum. Sadece bir araba geçmiş sanki yoldan. En az yirmi santim kar var yolda. Şansımı denemek istiyorum. Bu sefer vitesi manuele alıyor, üzerinde "winter" yazan düğmeye bastıktan sonra ikinci vitesle hareket ediyorum. Aracın göstergelerinde "winter" ışığı yanıyor. Bu düğmenin ne işe yaradığını tam bilmesem de zararı olmadığından emin gibiyim.   

Çukurlar karın altında kaybolmuş. Hava sıcaklığı sıfırın üzerinde olduğu için henüz kar yumuşak. Bu yol temizlenmezse gece ne olur, düşünmek dahi istemiyorum. Dün konuştuğum belediye yetkilisini arıyorum yine. Yolun durumu hakkında bilgi veriyor ve ilgilenmesini rica ediyorum. Yarın restoranımız yeniden faaliyette olacak. Hiçbir şey onu bu kararımızsan alıkoyamaz artık. Eski patronlarımdan birinin lafı geliyor aklıma. "Kar değil başınıza taş yağsa o iş devam edecek."

Yaylada bahçe kapısına kadar sorunsuz geliyoruz. Kapının önü karla kaplı. İçeri girmeyi gözüm yemiyor. Kapıyı açıp pazardan aldıklarımızı içeri taşıyoruz. Her taraf bembeyaz. Güzel bir görüntü ama beni esas düşündüren Taş Ev'e giden yolun kardan temizlenmesi. Gece don yaparsa işimiz daha da zorlaşacak.

Zeytin'e ve tavuklara yiyecek veriyor Aşkın Şef. Malzemeleri yerleştirdikten sonra kapıları kilitleyip ayrılıyoruz. Tek dileğimiz aşağıda yağan yağmurun gece yaylada da yağması ve yollarda biriken karı süpürmesi.

Eşimin MR çekimi var bugün. Tam zamanında arıyor. Pazardan aldığım balığı eve bırakıyorum. Sonra onu evden alıp birlikte hastaneye gidiyoruz. Yağmur durmaksızın devam ediyor. Akşama yine ziyafet var. İnsanın sevdiği yemeği hazırlayıp keyifle yemesi ne güzel. Balık işleri bende ama eşim boş durmuyor. Yeni mezeler, tatlılar deniyor. Ayva tatlısı süper olmuş. Bu işi biliyor bilmesine ama kendini yormaması lazım.  Doktor "Ayakta fazla kalmayın, dinlenmeniz lazım." dedi ya, o tam tersini yapıyor. Off, ne dik kafalı karım var. 

9 Ocak 2017 Pazartesi

VEBAL: VİCDANİ YÜK

09/01/2017 Pazartesi, Tire

Bugün resmi kurumlar çalışıyor. Devlet memurlarının şansından mı yoksa bizim şanssızlığımızdan mı bilinmez ne zaman ki onlara ihtiyaç var o gün ya hafta sonudur ya da bayram tatili. Çoğu zaman bayramın ilk günü hastalandığımı hatırlarım. Acilde vurulan iğne o an için acıları dindirse de bayramın bitmesi beklenir tedavi için. Bekleyecek durumu olmayanların vay haline.

Belediyeye gittim, önce Fen İşleri Müdürü ile görüştüm. Belediyenin internet sitesine Kaplan yolunun durumunu anlatan bir dilekçe yazdığımı söyledim. Gençten bir çocuk. Bu işlere Muhtarlık İşleri Müdürlüğünün baktığını, dilekçemin de oraya gitmiş olabileceğini söyledi. Koridorun sonundaki odaya yönlendirdi. Teşekkür edip ayrıldım yanından.

Koridorun sonunda iki oda var. Kapısının açık ancak içinin boş olduğu odanın kapısında Muhtarlık İşleri Müdürlüğü yazıyor. Hemen yanında diğer bir odada yedi sekiz kişi var. Kapısında muhasebe yazıyor. Köşedeki masada oturan hanımefendi ilgili. Telefon edip müdürü arıyor. Müdire dersem daha doğru sanırım. Aradığı üç dört yerden sonuç alamıyor. İçeri buyur ederek oturmamı istiyor. Karşı masalardan birisi merakını yenemeyip konuyu soruyor. Kendimi tanıttıktan sonra Kaplan yollarının şiddetli yağıştan sonra tehlikeli bir duruma geldiğini, görüşme konusunun bu olduğunu anlatıyorum. Taş Ev lafını duyunca genç kızın yüzünde bir gülümseme beliriyor. "Şimdi hatırladım, biz gelmiştik Taş Ev'e" diyor.

Beş dakika sonra geliyor müdire hanım. Yolun durumu nedeniyle restoranı  kapatmak zorunda kaldığımızı söylüyorum. O da bana dağ köylerinde karla mücadele kapsamında bütün araçların seferber olduğunu anlatıyor. Belediyenin internet sayfasına yazdığım dilekçenin eline henüz geçmediğini, birkaç güne kadar kendisine ulaşabileceğini söylüyor. Şaşırıyorum. Şehir merkezine en yakın köylerden biri Kaplan. Dağ köylerine ihtimam gösterilmesine diyeceğim yok ama şehir merkezi sayılabilecek bir noktada hayati önem arz eden yol kusurlarını kulak arkası etmek de kabul edilemez. Çukurköy' deki ekibi arıyor. Dönüş yolunda Kaplan üzerinden gelip yolun fotoğraflarını çekmelerini istiyor. Ekip Başı "Dönüş yolumuz üstünde değil." diyor. En geç yarın konuya el atacağına söz verirken Belediye Başkan Yardımcısı ile konuşmamı öneriyor bir de.

Bir kat yukarı çıkıyorum. Beyefendi odasında yalnız. Kendimi tanıtıyorum. Hatırlıyor beni hemen. Konuşmayı seviyor ama ben çözüm için yanındayım. Büyükşehir Belediyesine bağlı Mahalli İdareler Müdürü ile görüşürsem daha kolay çözüm bulunabileceğini söylüyor. Telefon edip benden bahsedecek. Bir türlü olmuyor. Telefon geliyor. Bilmem ne köyünün yolu bozulmuş. Telefon biter bitmez kapıdan içeri doğu şiveli iki adam giriyor. Onların yolu da bozulmuş bu son yağışlarda. Yolları dere yatağına dönmüş. Karayollarının bir menfezi yola açılıyormuş. "Karayollarına müracaat edeceksiniz." diyor. "Sizin işe ancak onlar bakar." Adamlar "Başkanım müracaat etmez miyiz? Tam iki yıldır ha bugün, ha yarın geleceklerini söylüyorlar ama ne gelen var ne giden." Tam bana sıra gelecek diyorum, telefonu çalıyor yine. Falanca köyün elektrik direkleri devrilmiş, iki gündür köyün elektriği yokmuş. Neredeyse yanından kalkıp gidesim geliyor. Telefonda konuyu uzattıkça uzatıyor.

Nihayet benim telefonuma geliyor sıra. Mahalli İdareler Müdürünü arıyor. Benden ve yolun probleminden bahsediyor. Yanına gelip kendisine ayrıntılı bilgi vereceğimi söylüyor. İzmir yolundaymış müdür. Yarın saat dokuz için randevu veriyor. 

Kaplan yoluna çıkıyorum. Bu sefer birkaç fotoğraf çeksem iyi olacak. Yolun kenarındaki ilk çukurda duruyorum. Telefonum çalıyor. Arayan belediyenin Muhtarlık İşleri Müdürlüğünden bir yetkili. Taş Ev'in önündeymiş. Bekleyin hemen geliyorum diyorum. Bu ekip "Yolumuzun üstünde değil, gelemeyiz." diyen ekip olmalı. İsteyince geliniyor, yeter ki niyet olsun.

Birkaç dakika sonra ekibin yanına varıyorum. Dağ köylerindeki sıkıntılı durumları anlatıyor ekibin başındaki arkadaş. Belediye meclisi üyesi görevinde bulunduğunu söylüyor. İşin içine siyaset girince bazı işler daha kolay halloluyormuş. Ama ben siyaseti daha farklı biliyorum. Çok söz az icraat. Dağ köylerinin birinden çektiği fotoğrafı gösteriyor telefonundan. "Yani sizin bu yol da bir şey mi?" dercesine. Gelin size göstereyim riskli yerleri diyor, önlerine geçiyorum. Yamaçlardaki hendeklerin greyderle açılması lazım. Yoksa yolu ne kadar onarırsan onar ilk yağışta yine aynı tahribat olacaktır. Menfez dolgularının yarısı açılmış. Korkuluk diye bir şey yok. Vatandaş cılız çalılarla işaret koymuş geçen vasıtalar düşmesin diye. Öyle bir yer ki burası eğer buradan bir araç düşerse kaç metre aşağı yuvarlanacağı bilinmez. "Büyük iş bu" diyor baş yetkili. "İhale edilmesi lazım burasının. Mevsim de müsait değil. Bak iki gün sonra kar geliyor yine."

"Şimdi siz bu tehlikeleri gördünüz ya, artık vebali üzerinizde." diyorum. "Ben görevimi yaptım. Hemen mi harekete geçersiniz sıraya mı koyarsınız size kalmış." Onlar bir yere yetişmek peşinde diğer çukurları görmüyorlar bile. Yanımdan geçip uzaklaşıyor arabaları. Bense geri dönüp bahçeye giriyorum. Zeytine yemeğini veriyorum. Taş Ev'i kapatalı beri o da kuru ekmeğe talim. Su kabı buz tutmuş. Buzu kırıyorum. Kana kana su içiyor. Genel tuvaletlerin dışarıda kalan lavabo çeşmeleri donmuş. İçeridekiler çalışıyor neyse ki.

Rezervasyon telefonlarından ve onlara verdiğim cevaplardan bahsetmeyeyim bugün. Yazımı okuyan eşim yine başlamasın söylenmeye.