KATEGORİLER

15 Ekim 2016 Cumartesi

SICAK ŞARAP & KESTANE

14/10/2016 Cuma, Tire

Mevsim itibarıyla havalar soğumaya başladı. İşlerdeki hareketlenmeden dolayı mubayaanın yapılmadığı gün yok artık. Hüseyin kapıya geldiğinde alışveriş için şehre inmeye hazırlanıyordum. Küçük pazar kuruluyor bugün. Elimdeki listeye göre alacaklarımı alıyorum.

Bugün ve yarın için rekor sayıda rezervasyon alıyoruz. Rezervasyonu olmayan orta masalara kalıyor.

Dünkü gibi bugün de esas hareketlenme akşama doğru başlıyor. Ben aşağıda alışveriş yaparken motosikletli bir genç gelip bir numaralı masayı rezerve ettirmiş akşama doğum günü kutlaması için. Telefon falan da almamışlar dalgınlıkla. Böylece en iyi masa gelmeyen misafirlerini bekledi gece boyunca.

Akşam olunca elemanlar dağıldı. Henüz hesabın istenmediği tek masa var yukarıda. Oğlum güzel bir çalışma yapmış Taş Ev Restaurant için: Maliyet kontrolü. Bir ay sonra en fazla satılan meze hangisi, en çok satılan ızgara hangisi bileceğiz. Mesela Fellah Köftesi... Hemen hemen her masanın sipariş verdiği ve çok beğenilen bir meze.

Gecenin ilerleyen saatlerinde kızım geliyor İzmir'den .Yine toplandı bizim çekirdek aile. Yaşasın:)

Yakın bir tarihte sıcak şarap ve kestane kebap menümüze dahil olacak.

14 Ekim 2016 Cuma

BENİM MESKENİM DAĞLARDIR DAĞLAR

13/10/2016 Perşembe, Tire

Uyumaya ihtiyacımız olmasa ne güzel olurdu. Buna itiraz edecek yoktur sanırım. Kahvede oyun oynayan daha fazla oynayacak, öğrenci daha çok çalışacak... Dükkanlar en az çift vardiya çalışacak, işsizlik sorunu büyük ölçüde çözülmüş olacak... Daha fazla kitap okuyacak bazıları, daha fazla yazacak diğerleri. Sıkılan da olacak içlerinde, bu fırsatı değerlendiren de. Uyku geliyor işte, sinsice çöküyor gözkapaklarımın üzerine.

Sabah eşimin sesine uyandım. "Saatten haberin var mı?" diyordu. Saate baktım. Kestaneciler güya saat sekiz buçukta geleceklerdi. Telefonuma göz gezdirdim. Arayan kimse yok. Büyük çöp torbasını el arabasına yükledim. Tekerleğin havası sönünce el arabasını taşımak Hüseyin için daha zor oluyordu. "Haklı çocuk." dedi eşim. Ben götürmeyi denedim. İki sefer yapınca çöpler atılmış oldu. İkinci seferde beyaz bir pikabın içinde yollarını gözlediğim kestaneciler belirdi kapıda. İçeri girmediler önce. Yok efendim taneler azmış da, kuruyan ağaçlar kesilecekmiş de. Yani "Ortaklıktan vazgeçtik, yevmiye usulü çalışalım." Cumartesi günü başlayıp bir sonraki cumartesi gününe bitireceklerini söylüyorlar. O zamana kadar bütün kestane dökülür gider. "O vakit başkalarını da bulur, bir an önce silkeletip, toplatırız."

Erken saatlerde telefonum çalıyor. Düzgün cümlelerle akşam için rezervasyon yaptırmak istediğini söylüyor genç bir kadın sesi. Dışarıda oturmak istediklerini söylüyor. İlk kez geleceklermiş. Üşürsünüz diyorum. Üşümeyeceklerini söylüyor. Yine de ceketlerinizi alın yanınıza diyorum.

Eşim Yaşar'ı sıkıştırıyor. O da ekibi ile birlikte pazar günü gelmeye söz veriyor. Hüseyin'in aradığı Çukurköylü İbrahim de pazar günü başlayabilirim demiş.

Fonda ilk kez Fransızca parçalar çalıyor. Misafirlerden birinin ilgisini çekiyor. "Sizin seçiminiz mi?" diye soruyor. "Evet, oğlumun" diyorum. Sonra öğreniyorum ki adamcağız kırk dört yıldır Paris'te yaşıyor. Memleket topraklarına gelmiş ama Fransızca peşini bırakmamış.

Akşama doğru pek hareket olmuyor. Ceviz ağaçlarının altı meyve dolu. Doğru dürüst silkmemiş, toplamamışlar. Bir ara Zeytin'i serbest bırakıyoruz, Hüseyin ile oynuyor. Akşam saatlerinde hareket başlıyor. Bir biri arkasına masalar dolmaya başlıyoruz. Sabah rezervasyon yaptıran kişiler verandada bir numaralı masaya oturuyorlar. Genç insanlar. İçlerinden biri inanılmaz özelliklere sahip. "Ben Kaplan kayalıklarından çöp toplarım." diyor. "İşim bu, zevk alıyorum bu işten. Millet yiyip atıyor, her taraf kırık cam şişeleriyle dolu. Ben onları teker teker toplayıp atıyorum. Herkes deli diyor bana ama ben bu işten büyük haz duyuyorum. Benim meskenim dağlar." diyor. "Çadır kurup dağlarda yatarım. Benim yaşadığım yerler buraları, yani Kaplan kayalıkları. Bir ihtiyacın olursa buralardayım."

Salonumuz doluyor yine. Yüzlerde gülümseme. Gelen misafirlerin tamamı hoşnut ayrılıyorlar bugün. Önemli olan da bu zaten.

13 Ekim 2016 Perşembe

"SÖZ"

12/10/2016 Çarşamba, Tire

Sabaha kadar uyudum, uyandım ama biriken günlüklerimi tamamladım. Gün ışıyınca bir iki saat uyku yetti. Eşimle birlikte çıkıyoruz artık evden. Önce kasaba uğrayıp etimizi, kıymamızı alıyoruz. Pirzola yok diyorlar yine. Kızacak oluyorum. "Abi" diyor, "Sen anlamıyorsun bu işlerden. İstersen sana hemen pirzola verelim. Verelim ama hayvan yaşını geçmiş, memnun kalmazsın. Her Kurban Bayramından sonra yaşanır bu olay. Haftası dolan kuzular yeni kesime alınacak. Yarın veya yarından sonra alalım siparişi."

Haftaya yine bizim için büyük bir organizasyon var. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin vereceği kahvaltıya ev sahipliği edecek Taş Ev. Aşağı yukarı yüz kişilik bir katılım bekleniyor. Dua edelim de yağmur yağmasın. Aksi takdirde onca sayıda insanı kapalı bir yerde ağırlamanın imkanı yok burada. Bir hafta sonraki cumartesi günü ve ondan iki hafta sonra İzmir'den gruplar gelecek. 

Yaylaya varıp kapıya doğru yanaşıyoruz. Demir kapının kilidini açıyorum. Marko ortalıklarda görünmüyor. Ama Zeytin beni görünce havlamaya başlıyor. Az sonra Hüseyin geliyor. ancak Marko'yu bulamadığını söylüyor, Kısa bir süre sonra Hüseyin'in telefonu çalıyor. Akıllı bir Kangal köpeği olan Marko, Kaplan Köyündeki eski yerine dönüyor.

Dün berbere gidememiştim. Çıkmak için Şef ve eşinin gelmesini bekliyorum. Geç kalmaya kalıyorlar. Telefon ediyorum, kapsama alanında değil ya da şarjı bitmiş görünüyor. Bundan böyle her Çarşamba elemanlarla toplantı yapacağımı, gidişatı değerlendireceğimizi ve aksayan kısımları masaya yatıracağımızı söylüyorum. İşe geç kalmasının doğru bir davranış olmadığını, birbirimize güvenin önemini hatırlatıyorum.

Dündarlı Köyünden Yaşar da açmıyor telefonlarımı. Yayla komşularımızdan Bilal, Kiraz'dan işçi topladığını söylemişti geçen yıl. Onu arıyorum, çalıyor ama cevap veren yok. Dün akşam beni arayan bir kişi kestane toplama işini üzerine alabileceğini bugün için saat on ikide görüşmek için geleceklerini söylemişti. Güvenilmez bu insanlara. Telefon ediyorum. İşleri bitmemiş. Şehirde buluşmaya karar veriyoruz.

Bir saat kadar sonra bir kahve önünde bir araya geliyoruz. Birer çay içerken kestaneler için yevmiye değil de yarıcı düşündüğümüzü söylüyorum. Prensipte anlaşıyoruz. Yarın sabah gelir, yeri gördükten sonra cumartesi gününe başlarız diyorlar. İçimde bir ses bu işin olmayacağını söylüyor. Eşim Hüseyin'in telefonundan Yaşar'ı arıyor.

Yaşar telefonu açtığında onun ısrarı sonuç veriyor, cumartesi günü kestane işine başlayacaklar. Bana dün söylediği aynı fiyattan toplarız lafı havada kalıyor. Köşeye sıkıştığımızı düşünerek yüksek yevmiyeler istiyor.  Akşama Hüseyin'den Çukurköylü İbrahim'i aramasını rica ediyorum. O da bizimle çalışabileceğini, yarın yeğeniyle konuşacağını söylüyor. Böylelikle üç kişiyle konuşmuş oluyoruz. Biri olmazsa öbürü olur artık. Belki de baştan böyle yapmalıydım. Hiç kimsenin birbirinden haberi yok. Erken başlayan kazanır. Diğerleri havasını alır.

Bugün bir söz daha verilmişti bana. Coca Cola bayii mutlaka siparişlerimi getirecekti. O da telefonlarıma cevap vermedi. Bayii el değiştirdiği için işler biraz laçkalaşıyor haliyle. Ama en önemlisi insanların verdiği sözleri bu denli hafife almaları. Korkunç bir şey bu.

Yaylaya döndüğümde güzel insanlar misafirimiz oluyor. Tire'li bir çift 1998 yılından beri Paris'te yaşayan oğulları ve gelinleri ile birlikte geliyorlar. Taş Ev'i merak etmiş, gelmişler. Oldukça uzun boylu bir beyefendi bu. Boyunu soruyorum, 2,05 diyor. Roma'yı konuşuyoruz, darbeyi konuşuyoruz, memleketi konuşuyoruz. Fikirlerimiz uyuşuyor. Memleket hasreti çekiyormuş hala. İzmir'in denizini özlüyormuş Fransa'da. 

Baba tam bir zanaatkar. Ahşap işlerinden iyi anlıyor. Taş Ev'in herkesin hayran kaldığı çatısını o da beğeniyor. Terasa açılan kapıda bana çatlakları gösteriyor. "Birleşim yerlerinden su alır doğramayı mahveder." diyor. Hakikaten bu kapı şıvgın alıyor. Terası kapatıp kapatmamak arasında kararsız kaldığımız için kapıya sundurma yaptırmadık henüz. Sundurma ne kadar koruyacak o da ayrı bir konu... 

Sabah erkenden bir rezervasyon yapılmıştı. Hanımefendinin doğum gününü kutlamak isteyen bir beymiş arayan. Beyefendi tam bir centilmen. Çiçekler sunuluyor, pastalar kesiliyor, hediyeler veriliyor. Mekan tam istediğim havaya bürünüyor.

Derken iki beyefendi geliyor. Aşkın Şef önceden tanıyor gelenleri. "Eğer memnun kalırlarsa buradan ayrılmazlar." diyor. Diğer misafirlerimle olduğu gibi onlarla da ilgileniyorum. Cam kenarındaki masalar dolu ya da rezerve. Bir masa var sadece cam kenarında ama az önce bahsettiğim Fransa'da yaşayan aile ve onların büyüklerinin oturduğu masanın hemen yanında. Adam cam kenarındaki son masayı gösterince irkiliyor. "Orada aile var rahatsız etmeyelim." Fesuphanallah çekiyorum içimden. Ya kardeş, sen onları rahatsız edecek bir şeyler yapmayı mı düşünüyorsun? Ha, oturup efendi efendi yemeğini yiyip içkini içeceksen diğer masaları rahatsız etmeden bu işi başarabileceksen niye rahatsız olsun aile? Gösterdiğim masaya oturup siparişlerini veriyorlar. Yemeklerini çabucak yiyip hesabı ödemek üzere aşağı iniyorlar. İçeriye Aşkın Şefe sesleniyor içlerinden birisi. "Burada balık olacak mı? Hani getirsek balığı yapar mısın?" Aşkın benden terbiyeli. "Izgara küçük o yüzden burada balık yapamıyoruz." diyor.

Tam göndermeyi düşünürken elemanları bankacı arkadaş arıyor. Kıbrıs'tan misafiri gelmiş. Ondan önce gelebilirseniz servis veririz diyorum. Tam ona beş kala alıyoruz servisi. Sıcaklar servis ediliyor hemen. Yukarıda iki masa demlenirken ekibi gönderiyorum.
                                                                                                                                                              

12 Ekim 2016 Çarşamba

KAYSTROS NEHİRLERİN TANRISI

KAYSTROS NEHİRLERİN TANRISI
Değerli dostum Ergün Bey, Kaystros Taş Ev Restaurant' ın açılış haberini Haber Tire gazetesi facebook sayfasına koyarak bir jest yapmış. Çok sayıda takipçisi olan Haber Tire facebook sayfasında yayınlanan bu habere bazı yorumlar yapılmış.
Bu yorumlara orada cevap vermenin doğru olmayacağını düşündüm.

Bir kısım zevat "Kaystros" adına takmış (!) "Vay ne demeye "Kaystros" adını kullanırlar. Burası Yunan adaları mı? Türkçe isim bulamamışlar mı? Milli birliğimizi bozuyorlar." diyerek veryansın ediyorlar. "Kaystros" topraklarında yaşayıp bundan haberi olmayanlar, milli birliğimizi lokanta isimleriyle korumaya çalışanlar sadece siz anlayasınız diye restaurant' ımızın adına "Taş Ev" i ekledik. Size "Restaurant" sözcüğü de dokunuyorsa o zaman "Taş Ev Lokantası"  da diyebilirsiniz.

Neden Kaystros?
Restaurant fikri oluşmaya başladığında yoğun turist akımına uğrayan Efes ve Selçuk bölgelerinden Tire'ye günü birlik bir destinasyon sağlamaktı hedefim. Özellikle Girit'ten gelen dedeler ve nineler sayesinde özellikle ot yemekleriyle tanınan yöresel mutfak kültürümüzün yabancı misafirlerimiz için ilgi çekeceğini düşündüm. Yabancı misafirlerimiz için Taş Ev ilginç gelmese de mitolojiye meraklı olan bu insanlar "Kaystros" u çok daha iyi anlayacaklardı.

Mitoloji ile ilgilenmeyenlere bu konuda eleştiri hakkı olmamalıdır. Onlar daha iyisini yapıp adını "Menderes Aşevi" koyabilirler. Kimse karışmaz onlara. Niye Lokanta değil derseniz eğer, size şunu söylemek isterim. Lokanta dilimize İtalyancadan, restoran ise Fransızcadan geçmiş. Dünyaca tanınan uluslar arası bir kelime olmuş restaurant. Hatta İtalyanlar bile lokanta sözcüğünü bırakıp bunun yerine "Ristorante" demeye başlamışlar. Yok siz Arap kültürüne yakın hissediyorsanız kendinizi, o zaman "Mataam Menderes" de diyebilirsiniz. Bunu yaparsanız milli birliğimiz acayip korunur. Benden söylemesi.

Diğer bir husus. Benim ailem Girit'ten göçmüş Anadolu'ya. Eşim Selanik Karaferiya'dan. Bir sürü hatıralar bırakmış oralarda atalarımız. Restoranımızın adını Hanya ya da Karaferiya koysaydık ne olurdu? Bu isimlere itiraz edenlerle aynı değil bakış açımız. Bizim kültürümüz bu topraklardan ya da suyun öte yakasından gelir. Oraları da bizimdi zamanında. Rumca konuşup Türkçe bilmeyenler vardı aralarında. Ama hepsi kendilerini her zaman Türk bildiler. Anadolu'ya göç türlü güçlükler içinde oldu. Bu topraklarda dışlandılar. Bazılarının hazımsızlıklar o zamanın kalıntıları.

Evet, Kaystros bir zamanlar K.Menderes'in adıydı. Akan aynı nehir. Siz Küççük Menderes deyin, ben Kaystros. Ha, bir de şunu hatırlatayım. Bozdağlardan doğup Tire'ye can veren Küçük Menderes'in adını Türkçe mi sandınız? Vah ki ne vah (!) O da halis muhlis Yunanca. "Meandros", yani suların dirsek yaptığı yer anlamında. Ankara'da "Meandros" adında bir lokanta vardı. İlk uzoyu orada içtim. Milli birliğim kayboluverdi. Aşağıda birkaç küçük bilgi daha vereyim. Belki faydası olur.

Efes Kentinin kuruluşu:
Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler…”


Tire kent coğrafyası antik dönemdeki ismiyle Kaystros Havzası (Küçük Menderes) üzerinde konuşlanmıştır. Bereketli alüvyonlu araziler bu kenti büyük bir tarımsal depo niteliğine dönüştürmüştü. İlkçağlarda Ephesos gibi büyük bir metropol kentin art alanında yer almış olmasından dolayı, Ephesos kentinin tarımsal ihtiyaçlarını karşıladığı düşünülmektedir.

KABAK ÇİÇEĞİ

11/10/2016 Salı, İzmir

Geciken günlükleri tamamlamak için son fırsatım bugün. Tatil günümüz bundan böyle salı günleri olacak. Böylelikle rahat rahat salı pazarında alışveriş yapabileceğiz. Yazın Tire pazarını gezmeye gelecek misafirleri düşünerek yeniden tatil günümüzü çarşamba gününe alabiliriz. Bu şekilde yaz ve kış sezonunda tatil günümüz farklı günlerde olacak.

Eşimin zorlamasıyla kalktım, düştüm pazar yoluna. "Gecikirsen kabak çiçeği bulamazsın." Haklıydı. O olmazsa diğerlerinin önemi yoktu. Pazar yerinin etrafını dört döndüm park yeri bulmak için. Alışveriş yapacağım yerlerin biri pazarın bir ucunda diğeri başka ucunda. Ev yapımı karadut reçeli yapan bir aileden reçelleri aldım ama taşınacak gibi değil. Bir dükkana emanet bıraktım. Pazarın bir kısmını dün yaptığım için alışveriş hafifler sanmıştım. Bu işin zor yanlarından biri de bu olmalı. Kilolarca malzemeyi pazar boyunca taşı. Arabayı mecburen uzak bir yerde bırakmış olmam nedeniyle bu iş daha da zorlaşıyor. Otlar pazarda yavaş yavaş boy gösteriyor. Bu hafta ilk kez cibez görüyorum. Dün bulamadığım ısırgan otundan alıyorum. Kabak çiçeği bol.

Pazar alışverişinde beni tanıyanlar her geçen gün artıyor. "Lokantaya alıyorum" sihirli kelime. O zaman satıcı hem uygun fiyat veriyor hem de malın iyisini seçiyor. Bir de hava atmayı ihmal etmiyorlar. "Kaplan'daki lokantalar hep benden alır." Kaplan'ın lokantaları hepsinin referansı olmuş.

Eşim pazar alışverişi sırasında evde kalmayı tercih etti. Benim İzmir'den soba borularını almam lazım. Ayrıca grup yemekleri için eksik tabakları tamamlayacağım. Pazar yükünü yaylaya bırakıyorum. Zeytin'in suyu bitmiş, havlayarak beni uyarıyor. Tatlı Kaplan suyunu koyuyorum önüne. Kana kana ağzını şapırdatarak içişini seyrediyorum. Önüne yemek koyuyorum. Taş Evin önündeyken kocaman bir kangal köpeği geçiyor önümden. Bu bizim Marko. Evvelsi gün George Bey getirmişti arabasıyla. Bizim Hüseyin'inmiş köpek. Sabah kimseyi görmeyince zincirini koparmış, bahçede keşfe çıkmış. Hemen Hüseyin'e haber veriyor, demir kapıyı kilitleyip çıkıyorum.

Dönüşte eşimi alıp İzmir yoluna çıkıyorum. Soba borularını alıyoruz ilk olarak. Birkaç yere uğruyor, alışveriş yapıyoruz. Dönüşümüz yine geç oluyor.       

KESTANELER DALDA KALDI

10/10/2016 Pazartesi, Tire

Hafta sonu yoğunluğundan sonra sabah biraz geç kalkıyoruz. Neredeyse tüm malzemeler tükenmiş. Normalde cumartesi günü gelecek meşrubat servisi bayinin el değiştirmesi sebebiyle bugün geleceğini söylemişti.

Toplu konut pazarından acilen almam gerekenler var. Ardından kasaba gitmem lazım. Son günlerin alımları kasabı şaşırtmış olmalı. Sadece kasabı değil elbette. Bu konuda en iyi koku alan bankalar. Çalıştığım banka hergün arıyor beni. Konuşmalar kayıt altındaymış. Bireysel müşterileri olarak taşıdığım bir kartım varmış. Kurumsal kart vermek istiyorlarmış. Pos cihazındaki hareketlenmenin kokusunu nasıl da aldılar hemen. Bugün ikinci kez aradılar. Aynı cümleleri dün bir erkek sesinden bugün bir kadın sesinden dinledim. "Aramayın beni hergün, gerekirse bana şube müdürlüğünüz aracılığıyla ulaşın lütfen." dedim. Olup olmadık zamanlarda 444 lü numaralar arayınca ifrit oluyorum.

Öğlenin ilk konukları İstanbul'dan iki aile. Kaplan'a gelince tabelamız ilgilerini çekmiş. Alışverişten dönünce onları verandada oturur buldum. Beyefendilerin ikisi de ODTÜ mezunu olunca muhabbet daha da ısındı. Biri elektrik diğeri ekonomi mezunu. Benimle aynı dönemde okumuşlar. Hatta ekonomist olanı ile kampus içinde üniversiteye ait yurtlarının aynı odasında kalmışız. Benim bölümümden samimi oldukları bir arkadaşları var. Verandanın keyfini çıkarıyorlar.

Her gördüğüm kişiye kestaneleri toplayacak eleman soruyorum. Bahçede kestanelerin çoğu açılmaya başladı. Yukarı yaylada durum aynı olmalı. İnsanların sözüne güvenip bu sene daha da geç kaldık.

Öğleden sonra bir telefon geliyor. "İyi günler." "İyi günler" diyorum. Sonraki konuşmalarımız şöyle:
- "Orası Taş Ev Restaurant mı?"
- "Evet, efendim."
- "Açık mısınız?"
- "Açığız, buyurun."
- "Ben biraz balık almıştım, orada pişirirsiniz değil mi?"
- "Maalesef efendim, dışarıdan yiyecek kabul etmiyoruz. Kusura bakmayın lütfen."
- "Olur mu canım, niye kusura bakayım, hadi iyi günler."

Bu misafirimiz de bizi balık pişiricisi sanmış olmalı. Dünkü yoğunluktan sonra bugün sakin geçiyor. Tatil günümüzü çarşamba yerine salı gününe almayı konuşuyoruz. Aşkın Şef'in kızını dün uğurlamıştık. Bugün eşi başladı işe. Aşkın Şef dün yapmaya fırsat bulamadığı keşkeği yaptı bugün. Bir tabağa koyup tattırdı. Akşam gelen misafirlere ikram ettik. Keşkeği çok beğendiler ama sosunun değişik geldiğini söylediler. Burada yaşayan misafirler tuzlu, biraz ekşimtırak köy salçasından yapılan sosa alışkınlar. Bizim kullandığımız salça ise İzmir'den temin ettiğimiz süper kalite ve lezzette bir salça. Damak tadı neye alışırsa onu arıyor. Bizler damak tadını biraz değiştireceğiz burada galiba.

Akşam saatlerinde Dündarlı Köyünden Yaşar'ı arıyorum. Geçen sene onlar toplamıştı kestanelerin bir kısmını. "Ben adamları ayarlarım. Araba da var gelir, toplar döneriz. Senin de yorulmana gerek kalmaz." diyor. Yeniden doğmuş gibi oluyorum. "Ben seni saat on gibi arayacağım." diyor. "Ücretler geçen seneki gibi değil mi?" diye soruyorum. "Tabii, tabii geçen seneyle aynı, ayıp ettin." diyor. Eşime bu mutlu haberi iletiyorum hemen. Saat on oluyor, ne arayan var ne soran. Arıyorum, cevap veren de yok. Kaldı yine bizim kestaneler... 

Elemanlar gitmeye hazırlanırken bir aile daha geliyor. Hiç hoşlarına gitmiyor bu elemanların. Benim de elemanların bu tutumu hoşuma gitmiyor. Yarına alıyoruz tatil gününü. Çarşamba sabahı elemanlarla bir toplantı yapmayı düşünüyorum. Kalitede ve hizmette verilecek taviz en affedemeyeceğim bir husus.

VALLAHİ YORULMADIM, AMA ÇOK EĞLENDİM

09/10/2016 Pazar, Tire
Sabahın oldukça erken saatlerinde başlar pazar gününün hazırlıkları. Her pazar yeni bir sınav... Dün gecenin geç saatlerine kadar Taş Ev'in keyfini çıkaran misafirlerimizden sonra masaların toparlanması ve bulaşıkların yıkanması iki buçuğa kadar sürdü. Sabah erken gelecekleri için elemanları erken gönderiyoruz. İş başa düşünce benim yatma saatim eşimin kalkış saatine denk geldi. Günlüğümü yazmayı denedim denemesine ama kısa zamanda uyku teslim aldı. Hiç arzu etmediğim halde aynı gün yazamadım. Aradan bir gün bile geçse bazı şeyler insan zihninden kayboluyor zira...

Birkaç saatlik uykudan sonra kalktım. Eşim hazırlıkların büyük bölümünü tamamlamış. Börekler hazır, okma dedikleri yöresel lor peyniri salatası tamam, şık zeytinlikler, peynir ve lor tabaklarda yerlerini almış, yumurtalar kaynatılmış. Gelecek misafirlerin sayısı bana göre gereğinden fazla tutulmuş ama sesimi çıkarmıyorum. Bu işler böyle, çok iş olacak dediğin günler yaprak kımıldamıyor ama işler kesat dediğin günler yok satıyor. Benim işim kolay bundan sonra. Küçük porselen kapları çeşit çeşit reçellerle doldurmak. Beş çeşit reçel olunca sabır isteyen bir iş oluyor bu tabii. Söğüş için domates ve salatalıkları yıkayıp geniş bir kabın içine koyuyorum. Tabakların süsü maydanoz yıkanmış ve sapları kesilmiş olarak elimin altında. Hüseyin erken geldi ve gelir gelmez temizliğe başladı. Aşkın Şef öğlene doğru gelecek. Onun çağırdığı iki garson ne zaman gelecek tam olarak bilmiyorum.

Bugün için rezervasyon yapılmadı. Açılış saatinden hemen sonra birkaç aile geldi. Geçen haftanın verdiği tecrübeyle bugüne daha hazırlıklıyız. Ancak geçen haftaki hareket yok henüz. Eşim yaptığı onca hazırlığı düşününce kafasında soru işaretleri doğmaya başlıyor. Oysa geçen hafta açılış saatinden sonra birden kalabalıklaşmış, Aşkın Şefi kızıyla birlikte yardıma çağırmıştık. Eşime "Dur bakalım henüz erken, bu işler böyle, daha iyi de olabilir daha kötü de." diyorum. Yığılma olmuyor ama devamlı olarak gelen giden var.

Aşkın Şef gelene kadar bütün hazırlıklar tükendi. O gelince derin bir nefes alıyoruz. Arada kahvaltı dışında sucuklu yumurta, omlet vs. isteyenler oluyor. "Biz iki yağda yumurta istiyoruz, birisi tereyağında diğeri zeytin yağında. Ha bir de sucuklu yumurta, o da tereyağında." Bu tür işleri genel olarak ben üstleniyorum. Aşkın Şef gelince hemen ona devrettim bu işleri. Adam pratik, şak şak çıkartıyor işleri elinden hemen.

Hava güzel olunca gelenler verandaya, avluya ve üst salona yayıldılar. Defalarca servis açıldı toplandı. Zaman geçtikçe kalabalık daha da arttı. Bir ara fırsat bulup Aşkın Şef'e beklediğimiz garsonları sordum. "Geleceklerdi, söz verdiler, ama gelmediler." dedi. Yöresel bir klasik daha... Sadece bu konuda bir inceleme yazısı yazılabilir. Karnı tok insanlar. Çalışmak onlar için olsa da olur olmasa da...

Öğleden sonra restaurant servisi ile birlikte tempo devam ediyor. Yukarıdaki salonda yemek yiyenler, kahvelerini aşağıda boşalan masalarda içiyorlar. Ya da daha manzaralı masa boşalınca hemen oraya geçiyorlar. Adisyon açılıyor ama sık sık masa değiştirmeleri takibi zorlaştırıyor. Bir de masa başında değil de insanların yılların verdiği alışkanlıkla içeride hesap ödemeye gelmeleri kontrol içinden çıkılmaz bir boyuta sürüklüyor.

Akşama yaş günü partisi var. On altı on yedi kişi gelecekler. Ödemişten gelen misafirleri yukarıda dört numaraya alıyoruz. "Orada saat yedi buçuğa kadar oturabilirsiniz daha sonrası için rezerve edildi." diyoruz. Bir müddet sonra iki masanın terasa çıkarıldığını görüyorum. Masa ve sandalyeler ağır. Onca ağırlığa rağmen taşıma işini kendileri yapmış olmalı. Plansız da olsa teras bu şekilde ilk kez misafirlere açılıyor. Tempo arttıkça artıyor. Sevgili dostum gazeteci Ergün Bey'ler yakın arkadaşları ile birlikte gelecekler. Aşağı ve yukarıda tüm masalar ful. İnanılmaz bir gün artık yok satmaya başlıyoruz. Takviye malzemeler zor yetişiyor.

Ergün Bey sıkı bir takipçim. Yazılarımı merakla okuyor. Sadece o mu? Tanıdığım ya da tanımadığım bir çok misafir merakla bekliyor Taş Ev'de bugün neler olmuş. Arkadaşların ile birlikte bana poz verirken ben de günlüğümde onlara yer vereceğime dair söz veriyorum.

Yaş günü partisi çok güzel geçiyor. Faruk Bey eşine çok şık bir sürpriz yapmış. Arkadaşları ile birlikte eğleniyorlar. Ergün Bey'ler ve misafirlerinin aşağı yukarı aynı yaşlarda akıllı mı akıllı üç dört yaşlarında iki çocukları var. Sıkı arkadaşlar. İlerleyen saatlerde salonun ortası onlar için tam bir oyun bahçesi oluyor. Beni de arkadaş olarak görüyorlar. Asker komutlarını öğretiyorum onlara. Hemen kapıyorlar. "Hazır ol, rahat, selaaam dur." Deklanşöre basıyorum. Bu yaşlar çocukların en sevilecek yaşları. Misafirlerimiz çok candan. "Siz ne zaman isterseniz biz getiririz onları." diyorlar.

Gençler rahat etsinler diye aşağıda oluyorum genellikle. Müziğin kapatılmasını istiyorlar bir ara. Kapatıyorum. Arkasından bir ses. Aman tanrım sanat müziğinin en güzel parçalarını bu seslendiren kim? Yanlarında bir müzik düzeni mi getirdiler yoksa. Yukarıdan inen Hüseyin'le göz göze geliyoruz. Nedir bu diyorum? "Ergün Bey'in eşi." diyor. Eşimi çağırıyor, "Bak, dinle." diyorum. "Eğitimli bu ses, kesinlikle amatör değil. " diyor. Elemanları gönderiyorum. Yukarıda istedikleri saate kadar oturabilirler. İçeriye bir masa atıp bilgisayarımı çıkarıyorum. 

Gece yarısı ayrılıyoruz. Hanımefendiye takdirlerimi sunuyorum. "Yılbaşında yapacağımız programın assolisti hazır." diyor Ergün Bey. Ne gündü, ne geceydi. İşler rekor kırdığımız geçen pazarı katlıyor bu hafta. Önemli olan gelenlerin mutlu ayrılmaları. Bunu da başarıyoruz galiba. Yorulmak mı? Hayır, yorulmadım. Sadece günlüklerimi yazmaya zaman kalmadı.