İzmir, Eşrefpaşa. Doğduğum, çocukluğumun ve gençliğimin ilk yıllarını geçirdiğim semt. İstanbul'un Kasımpaşa'sı gibi İzmir'in Eşrefpaşa'sı da eski kabadayıları ile nam yapmış. "Nerede oturuyorsun?" sorusuna karşılık "Eşrefpaşa" cevabı verildiğinde yüzlerde manalı bir gülümseme eşliğinde "oooo" nidası yükselir her daim. Girit'ten Anadolu'ya göçen ninelerimizin, atalarımızın, onca badireyi atlattıktan sonra sığındıkları bir liman olmuş Eşrefpaşa. O zamanın insanları yardımsever, komşuluk ilişkileri gelişmiş, kabadayıları bile haktan adaletten ayrılmazlarmış.
Ben de yıllar önce Sultan II. Abdülhamit'in (1842-1918) Girit'ten gelen dullar için yaptırdığı "Dulhane" dedikleri bitişik nizam, arkasında ufak bir avlusu olan iki göz odalı evlerden birinde açmışım gözlerimi dünyaya. Aşağıda adı geçen Behlül'ü, Muhtar Nejat Pakkanlar'ı ve hatta onun babasını, Kako durağını, Kız Ahmet'in kahvesini bilirim. İlkokula giderken yaz tatilinde Nejat Pakkanlar'ın Çankaya semtindeki büfesinde çalışmış ilk defa alnımın teriyle para kazanmıştım. Giritli dostumuz, Sn. Mustafa Bung'un Eşrefpaşa ile ilgili güzel bir derlemesini birkaç imla hatasını düzelterek aşağıda paylaşmak istedim.
Eski külhanbeylerine babacanlık, Eşref Paşa'nın yardımseverliğinden miras. Üçüncü kuşak esnafın sokaklardaki tezgahlarının müdavimi kadınları, gözü pek erkekleri ile hala tarihini yaşıyor burası..
Paşalar, dinine düşkün Müslüman Türkler, mübadelede gelen Giritliler, Kırım Tatarları, yardımsever babacanlar, yumurta topukların üstündeki külhanbeyleri, "eli maşalılar", kuşaktan kuşağa aktarılan ekmek teknesine sahip çıkan esnaf bu semtle kader birliği etmişçesine birbirine bağlandı. Yaklaşık 150 yılda, mütevazı görüntülerine karşın küçük taş binalarıyla gösterişli camileri, dulhaneleri, kibrit kutusu gibi evleri, sokaklara açılan dükkan tezgahları, artık her köşe başında anlatılan külhanbeyi hikayeleri, gözü pek gençleri ile 20 mahalleye yayıldı bu kültür. Semt, kentin merkezine bile indi, adını taşıyan caddeyle; kendisi de bir merkez oldu...
Önce Sultan adını sıralayan dört mahalle vardı burada. Sonra Sultanlar yerlerini "paşa"lı ve "tepe"li adlara terk etti.
Suriye Vilayeti vali muavinliğinden emekli olduktan sonra İzmir'e yerleşerek Vilayet İdare Meclisi'ne üye olan; Ekim 1895'de, vekaleten İzmir Belediye Meclisi'ne reis olarak atanan Hacı Eşref Paşa adlandırdı semtin kimliğini. Eşref Paşa, Mart 1896 seçimlerinde birinci sıradan belediye meclisine girdi ve sağlığı nedeniyle başkanlıktan ayrılmak zorunda kaldığı Mart 1907'ye kadar vilayet yönetimi ile son derece uyumlu çalıştı. Şehir yollarının genişletilmesine ve yeni caddelerin açılmasına yönelik çalışmalarıyla ün kazandı. İşte o yollardan biri, İzmir'in en uzun caddelerinden biriydi. İkiçeşmelik'ten başlayarak, Yağhanelere kadar uzanan Eşrefpaşa Caddesi, semtin tam ortasından geçti. Caddeye, paşanın adaşı cami de eşlik edince, semtin kimlik kartı tamamlanmış oldu..
Atilla Mahallesi Muhtarı Necdet Pakkanlar'ın söylediğine göre, Eşref Paşa'dan başka üç Paşa'sı vardı semtin. Birinin adı Salih Paşa Camii ile yaşarken, Hıfzı Paşa'dan tek hatıra olan konak yıkılıp yakılmış; Osman Kibar İlköğretim Okuluna dönüşmüş. Semtin insanları ise, paşalarının ününün aratmayacak denli zengin bir miras bıraktı bugüne. Eşrefpaşa Caddesinin İkiçeşmelik yokuşu bitiminden sola dönünce, ya da Varyantın sonunda yukarı devam edince semtin kapısından girmiş oluyorsunuz. Sağınızda Eşrefpaşa Nikah Salonu, solunuzda Kadifekale yolu ve trafik keşmekeşinin içinde bile soluklanabildiğiniz bir esnaf mekanı, tarihi Nikah Salonunun hemen yanındaki Merkez Kıraathanesi. 1960'tan sonra yol genişletme çalışmasından etkilendi ama yaklaşık 70 yıldır faaliyette. Kahvenin son 30 yılında var olan Nazım Günay, mekanın dördüncü sahibi. Günay, "Olgun insanlar, kafasını dinlemek isteyenler gelir. Burası Eşrefpaşa 'nın en eski kahvesi olduğu için, eski kuşaktan ayakta kalanlar gelir" diyor. Günay, eski kuşağı "mahalle kabadayıları" ile tanımlıyor ve bugünkü kuşağa ulaşamadıklarını söylüyor.
Eşrefpaşa 'nın insanlarına sıfat olan külhanbeyleri, yumurta topuklu, sivri uçlu ya da çekme potinli imajlarını, Behlül'de tamamlardı. Behlül Bey, 1923'te kurduğu ayakkabı imalathanesi ve dükkanında, İtalyan modasını uygulamış. Çünkü mübadele öncesi ve sonrasında Yunanistan'dan gelen ustalar, beraberlerinde İtalyan mafyasında hakim olan ayakkabı modasını da taşımış. Dükkanı babası Cafer Güldallar'dan devralan Mustafa Güldallar, mekanın ününün, Cumhuriyet kutlamalarına bile ulaştığını anlatıyor:
"Atatürk Cumhuriyeti ilan ettiğinde, dedem esnaflığa başlamış. Karşıyaka'daki kutlamalara giderken, kendi yaptığı rugan çizmeleri giymiş. Bekçi çok beğenmiş ve dedeme kime yaptırdığını sormuş. Dedem kendisinin yaptığını söyleyince bekçi almak istemiş. Dedem; şimdi veremem, yarın dükkana gel sana başka çizme yapalım demiş. Dükkana döndüğünde bekçiyi kendisini beklerken bulmuş ve çizmeleri o gece vermiş".
Güldallar, ayakkabı modasının "o devrin insanları "nın giyimine verdiği önemi yansıttığını söylüyor: "Bu modanın tarihçesi İtalya'ya dayanıyor. Giritli, Yunan ustalar getirmiş. Mesela Selanikli Hafız Usta, Atatürk'e çizme yapmıştı. Tepecik'te dükkan işletti uzun yıllar. Eşrefpaşalıların ayrıcalığı vardı. Giyime meraklı oluşlarından, o devrin insanına yakışır şekilde sivri burun, yumurta topuk ayakkabılar yada yanları lastikli çekme potinler giyerlerdi."
Eşrefpaşa 'nın yardımseverliğinin insanlara yansıdığı görüşünde Güldallar: "Merttiler, dürüstlüğe çok önem verirlerdi. Gariban babasıydılar, ezileni koruyan bir tarafları vardı. Örneğin kasap Bingazi, o dönemin ileri gelenlerindendi, yoksulu korurdu. Paşanın kendisi de iyiliği seven insanmış; Eşrefpaşa'nın bu özelliği belki oradan gelir. Külhanbeylerini taklit eden bir zümre de vardı. Nam için birbirleriyle kavga ederlerdi. Onlar hergele takımıydı. Bugüne de onlar kaldı. "O nedenle meyhanelerdeki, kahvelerdeki yuvarlak saç masaların üstünde bıçak izleri varmış.10 yaşında babasının yanında öğrendiğinden beri bu dükkanda Güldallar. Kadın ve erkek olmak üzere iki ayrı Behlül dükkanını işletiyor. Eskiden ayakkabının tamamı elde yapılırken, en iyi usta günde bir çift, bir tek ayakkabı çıkarırmış. Makineleşince günde 16 çift çıkıyormuş. Kısmen de olsa burada üretim sürüyor, bir kısmı da fason olarak dışarıdan alınıyor. Güldallar, Behlül geleneğini, yetiştirdiği kayınbiraderleriyle yaşatmayı hedefliyor.
Her kesimden göçenlerin, kendi bölgesi var semtte. Bir zamanlar her mahallenin külhanbeylerinin ayrı olması gibi.
"Varyant'a yakın bölgede Tatarlar, caddenin ortasındaki camiye gelmeden önce sola dönünce başlayan Atilla Mahallesi'nde Giritliler ve doğu kökenliler yoğun" diyor muhtar Nejat Pakkanlar. Semtin en eski yapıları; camileri, tek tük kalan dulhaneleri ve küçük küçük evleri. Horasanlı Cami'nin 50 yıllık imamı Mümin Temizsütlü, "Camiyi Erzurum'un Horasan'ından gelen camcı Hacı Ali Bey yaptırmış" diyor. Arabistan'dan gelen İmam Hasan Bey ise kendisi ve eşi adına iki cami yaptırmış. Eşi adına yaptırdığı, Atilla Mahallesi'nin merkezindeki Küçük İhsaniye Cami'nin üstünde 1857 tarihi var. "Arap" adıyla da anılan Büyük İhsaniye ise, Eşrefpaşa Caddesi genişletilirken yapılan kamulaştırmanın ardından, yolun tam ortasında kalarak, semtin simge mekanlarından biri haline gelmiş. 2. Abdülhamit'in savaşta dul kalan kadınlar için Yapıcıoğlu tepelerinde yaptırdığı dulhanelerin bir kısmı da buraya ulaşıyor. Pakkanlar,"30-40 kadar dulhane vardı" derken, birinin de elektrik trafosu olduğunu gösteriyor. Küçük İhsaniye'nin karşısındaki "furun" da camiyle yaşıt, belki ondan daha yaşlı Bahadır Dalgıç fırını "Dalgıçlar" adıyla işletiyor ama geçmişten kalıma adını da "Osmanlı Kara Furun Ekmeği" tabelasıyla koruyor.
Semtte Selanik göçmenleri de çok. Onlardan biri, caddedeki Selanikli Baltalılar Kasap. İsmail Baltalıların dedesi, 92 yıl önce Balkan harbi zamanında Selanik'ten gelmiş. Dükkanı, oğlu Rıfat Kamil Baltalılar ile işletiyor. Üç kuşaktır süren gelenek, dükkânın 39 yıllık fotoğrafları ile duvarlarda yaşıyor. İsmail Baltalılar, dükkanını üstünde evinde yaşamış uzun yıllar. Bir süre önce Denizmen'e taşınmışlar. "Eski komşular yok. Eskiden birinci sınıf meskendi burası, dördüncü oldu. Akşam olunca hırsızlık, yollarda yatanlar, sarhoşlar..." diyor ama haftada,10 günde bir tüm ailenin eski evde buluştuğunu da ekliyor. Ve aile hala, Eşrefpaşa seçmeni.
Bir dönem İzmir ticaretinin merkeziymiş Eşrefpaşa. Sebze hali 1950'ye kadar buradaymış, aynı dönemde kerestecilerin yer aldığı sokak da halen Keresteciler Sokağı olarak anılıyor. "İzmir'in neresinden taksiye binerseniz binin, şoföre, Kız Ahmet'in kahvesine ya da Kako'ya götür, deyince getirirdi" diye anlatılıyor buranın ünü. Şimdi de o ticaret geleneğini, sokaklara yayılan dükkan tezgahlarıyla yaşatıyor. Cadde üstünde, sokak aralarındaki dükkanlarda ne varsa, kapı önlerinde o var. Hatta bir sokak baştan başa, her gün açık pazaryeri gibi; 60 yıl kadar önce İngiliz Bahçesi'ni geçerek denize akan bir derenin üstündeki, merdivenli Dere Sokağı. Gündüzleri sokakların hakimi ise, elinde pazar çantasıyla dolaşan kızlar, kadınlar. Gece ise sokaklar herkesi tedirgin ediyor; "Hırsızlık ve kavga çok oluyor" diyorlar.
1960'larda tek tük apartmanların görüldüğü semt, 1970'ten sonra genişliyor, 1980'den sonra ise imar dokuz kata çıkarılıyor. En fazla üçer katlı binaların yerinde apartmanlar yükselmeye başlıyor. 60'ların Atilla Mahallesi'nde bulunan tek apartman, gençlerin dikkatini çekiyor; birbirinden güzel üç kızı sokağa çıktı mı "Apartman geliyor "diyorlar. 1958-60'ta Yeşilçam'ın yıldızı Eşrefpaşa'da, Şenocak, Lozan ve sevgi sinemalarında parlıyor. Kimi film izliyor Eşrefpaşalıların, kimi de sinemadan dağılanları.
Sokaklar, eskisiyle yeninin karması haline gelmiş; beton blokların yanında iki katlı cumbalı yada tek katlı bahçeli evler olmasa, Eşrefpaşa, Eşrefpaşa olmayacak sanki. Caddenin sağ yanındaki sokaklar büyük oranda apartmanlara teslim olmuş. Parmakla sayılan eski, nohut oda bakla sofa evlerden birkaçı, İzmir'in en dar sokağı 233 Sokak'a toplanmış. Ezici apartman üstünlüğüne karşın güç almak ister gibi sokulmuşlar birbirlerine; öyle ki 233 Sokak'tan ancak bir kişi geçebiliyor. Ama burası da yıkılacak yakında. Caddenin sol yanındaki sokaklarda küçük, temiz badanalı, özenilmiş evler çok. Çöp dolu sokaklar ise onlara hiç uymuyor. Yarım yüzyıllık ömrünü burada geçiren İkbal Aksoy'da şikayetçi bakımsızlıktan. "Işıkları, kaldırımları yaptılar ama sokaklar bakımsız ve pis. Eşrefpaşa, İzmir'in en unutulmuş yeri. Halbuki çok güzel" diyor. Eski evine de sahip çıkıyor: "Evimiz, eski Eşrefpaşa evlerinden. Milyarlar verseler değişmem. Yeğenim mimar. Evin planlarını çıkardı. Üniversitede planları var. "Eski evlerle dolu sokaklar, Kadifekaleye giden Kako yokuşuna dek sıralanıyor Sakin bir 60'lı,ve 70'li yıllar muhiti gibi burası, tabii caddeden araba geçmezse. Yine de aşağıdaki Eşrefpaşa Caddesi'nin trafik yoğunluğunu yaşayan kimyası ulaşmıyor buraya. Bu bölgede sayısı artmaya başlayan apartmanlar, sokakları, semtin eski insanlarının hüzünlendiriyor. 1928'te Kako Mustafa'nın açtığı Kako Bakkal bile artık bir apartmanın altındaysa, Çin Seddi gibi betonlaşmanın egemen olması uzak değil gibi görünüyor. Ancak mekanın, babasından kaldığı şekliyle korunamayışı, ağır gelmiş Ali Çetin Çoban'a. Diğer hissedarlarında etkisiyle geçen yıl yıktırıp yerine apartman yaptırdıkları eski dükkanın fotoğraflarını gösterirken, gözünden inci taneleri dökülüyor. Semtin Çimentepe sınırındaki bakkalın Kako'su da hüzünlü bir öykü: "Babam yemiş mağazasında çalışıyormuş. Kako Mustafa adında bir arkadaşı varmış. Genç yaşta ölmüş. Kako Mustafa seninle yaşasın ,demişler, onun lakabını almış."
Çolpan Tınaztepe Mahallesi'nin 30 yıllık muhtarı aynı zamanda. Mahallesinin en önemli sorunu olarak yoksulluğu gösteriyor Çolpan," çok fakir var, asgari ücretle geçiniyorlar" diyerek.
Çolpan en çok da geçmişin havasını ve namuslu insanlarını arıyor. 20 mahallesinde yaklaşık 25 bin nüfusu barındıran Eşrefpaşa'da zaten herkes eskiyi arıyor. Bir bakışta denizin görülebildiği, güneşin beton bloklara takılmadan doğrudan temas ettiği toprakları. "Şimdi güneş görmüyor, hava almıyor burası, gençler kaçıyor" diyorlar. Peki herkes ebeyse, bu oyunda ebenin peşine düştüğü oyuncular kim oluyor?