KATEGORİLER

2 Aralık 2016 Cuma

KIŞIN İLK GÜNÜ

01/12/2016 Perşembe, Tire


Kışın ilk, haftanın en soğuk günü. Öğlene doğru ekip toplanıyor yavaş yavaş. Hüseyin salonun şömine sobasını yakıyor. Bugün ilk kez Taş Ev'in kapısı kapalı. Dışarıdan gelen misafirler kameradan görülüyor ama bunun için devamlı kameraya bakmak gerek. En mantıklısı kapıya kocaman bir "Açık" levhası asmak. Öğlen gelen giden pek yok. Kışın böyle mi olacak? Aşkın Şef boş kalmıyor hiç. Bugün Tire şiş köfteler hazırlanıyor. Keşkek hazırlıkları da başladı. Şehre inmem lazım. Hüseyin ikinci horozu için kümes yapma derdinde.

Bugün Zeytin için de yeni bir kulübe yapalım diyorum. Hüseyin'in hiç hoşuna gitmiyor. "Şimdi mi?" diye soruyor. "Ya ne zaman yapacaksın Hüseyin? Hafta sonu mu?" Kararlılığımı görünce biraz duraksayıp düşünüyor. "Evde benim iki kümes var, onları söküp Zeytin'e bir kulübe yapalım o zaman."

Benim şehirde işlerim var seni kümesleri sökmen için köyde bırakayım. Dönüşte seninle birlikte malzemeleri alırım. "Amca, senin arabaya sığar mı o kadar büyük parçalar? "Sığar Hüseyin, olmazsa koltukları yatırırız." Pek ikna olmuş görünmüyor. "Amca, o zaman gelirken biraz da çivi alıver sana zahmet."

Hüseyin'i köye bırakıp yoluma devam ediyorum. Biraz alışveriş yaptıktan sonra OSB nin yolunu tutuyorum. Dün zamanım olmadığından yetiştiremediğim faturayı teslim ediyorum önce. Geçen sene muşmulaları koyduğum plastik kasalardan almam lazım. Biraz aradıktan sonra buluyorum aradığım fabrikayı. Ana giriş kapısı kapalı. Kapıdaki zile basıp beklemem lazım normalde. Geçen sene benim kapıda beklediğimi gören bir çalışan yan kapıdan girebileceğimi söylemişti. Bu kez tecrübeliyim ya, zile basmadan açık olan yan kapıya yöneldim hemen. Bu geniş kapıdan mal almak üzere büyük tonajlı kamyon ve TIR'lar giriyor. Arabamla hemen sıvışıp ana binanın önüne park ettim. İdari binadan içeri girdiğimde kimseyi göremedim. Sağa sola baktım, kimse yok. Seslendim, cevap veren yok. Merdivenlerden bir üst kata çıktım. Kapısında Genel Müdür yazan oda hemen merdivenin başında. Tam o sırada odadan orta yaşlı bir hanım çıktı. Aşağıda kimseyi bulamadığımı söyledim. "Siz aşağıya inin biz haber verelim." dedi. 

Aşağı indiğimde görevli bayanın yüzünden düşen bin parça. Hayır bir şey demedi ama canının çok sıkıldığı belli.Telefonda biri ile konuşuyor. Üst katta karşılaştığım hanımefendi olmalı. "Efendim, sadece birkaç dakikalığına ayrılmıştım bir şeyler atıştırmak için." Benim yüzümden fırça yemiş belli. Özür diliyorum. "Biraz bekleseydiniz keşke." diyor. Karşılaştığım hanım yönetim kurulu başkanıymış. Koca fabrikanın yönetim kurulu başkanı (!) Kadıncağızın haline acıdım ama yapacak bir şey yok artık. "Nasıl girdiniz buraya?" diye soruyor merakla. "Yan kapıdan" diyor ve devam ediyorum. "Çalışanlarınızdan biri söylemişti geçen sene." Kadın yediği fırçanın etkisinden kurtulamamış. "Çok biliyor onlar." Meslek hayatımda her kademeden insanlarla haşır neşir oldum. Sonuçta parasının fazla olması ya da bir yerin üst düzey yöneticisi olması, hatta bakan veya başbakan olması insanı daha fazla insan yapmıyor. "Şeyh uçmaz, mürit uçurur." hesabı, insanları ulaşılmaz kılan yine onun altındaki insanlar oluyor. Türkiye'nin dev kuruluşlarından birinin yatırımlardan sorumlu genel müdür yardımcısının kabul salonundayım. Aralık kapıdan içeridekiler görülüyor. Koyu bir muhabbet var içeride. Şakalaşmalar, kahkahalar birbirine karışıyor. Çoğunu tanıyorum. Aynı kuruluşun üst düzey yöneticileri. Daire Başkanları vs. Birkaç tane tanımadığım insan daha var ama sohbet havadan sudan. Salondaki asistanın telefonu çalıyor. "Efendim şu anda kendileri önemli bir toplantıdalar, bir notunuz varsa ben ileteyim ya da siz telefonunuzu bırakın daha sonra size dönelim." Kahkaha sesleri kesinlikle karşı tarafa ulaştığı halde asistanın bu sözlerine çok şaşırmıştım o zaman. Benim orada ne işim vardı. Ben de kendisiyle bir iş görüşmesi yapmak üzere randevulu gelmiş sıramı bekliyordum. Yılbaşı ve diğer bayramlarda ilişkide olduğumuz üst düzey kişilere hediye almak adettendir. Sadece ona mı? Asistanı veya sekreterine de tabii. Yoksa sizi asla görüştürmezler, işiniz kalır.

Neyse, bir kaç kez daha özür dileyip bir daha geldiğimde zile basacağıma dair söz verdikten sonra kasaları aldım ve arabaya zor bela sığdırdım. Tam fabrikadan ayrılıyordum ki telefonum çaldı. Arayan Hüseyin. Kümesi sökmüş beni bekliyor. Arabanın içi kasa doluyken bir de Zeytin'in kulübe malzemelerini almam mümkün değil. Biraz daha beklemesini söylüyor ve doğrudan Taş Ev'e çıkıyorum. Hemen kasaları ve aldığım malzemeleri bırakıp yeniden köye iniyorum. Hüseyin köyün aşağı meydanında beni bekliyor. Zor da olsa malzemeler sığıyor arabaya. Dönüş yolunda Taş Ev'i görüyoruz karşıdan. Ağaçlar yapraklarını dökünce tamamen ortaya çıkmış artık.  

Yaylaya varınca hemen işe koyuluyoruz. Güzel bir kulübesi oluyor Zeytin'in . Üşümesin diye dört bir yanını naylonla kapatıyoruz. Hüseyin Çarşaf'ın yanına bir kümes daha yapmış. Bu da onun ikinci horozu ama adını sormadım.

Pazarcı Ahmet'i arıyorum. "Benim muşmulaları alacak mısın?" diye soruyorum. Ne fiyat istediğimi soruyor. Ahmet bu memlekette güvenimi kazanmış nadir insanlardan biri. "Sen kaça satarsan pazarda sat, bana hakkım ne ise onu verirsin." diyorum. Yarın İzmir pazarına gidiyormuş. Muşmulaları yeni aldığım plastik kasalara dolduruyorum. Yüz kiloya yakın geliyor. Eşime aşağı Pazarcı Ahmet'lere gideceğimi söylüyorum. Ahmet'in karısı da dünyalar iyisi, her zaman güler yüzlü. Sebze yapıyorlarmış. Hemen iniyoruz bahçelerine. Bizi görünce çok seviniyorlar. Muşmula kasalarını indiriyoruz. Bize tarladan kopardıkları lahana, karnabahar, ıspanak, turp otu ve pancar hazırlıyorlar. Parasını verelim diyoruz, kabul etmiyorlar.

Döndüğümde Zeytin'in kulübesi param parça. Bütün naylonları parçalamış. İyilik de yaramıyor  bu çocuğa. Akşama doğru rezervasyonlar başlıyor. Demek ki soğuk da olsa Taş Ev'in misafiri eksik olmayacak.

Telefonum çalıyor. Yabancı bir numara, muhtemelen yeni bir rezervasyon talebi olmalı. Kısa bir süre sonra yanıldığımı anlıyorum. Halk Evlerinde ders veriyormuş. Ege Üniversitesinde bilmem ne yapmış. Türkiye'nin ilk on fasıl yapan mekanında çalmış. Kanun sanatçısıymış. Adını soruyorum. İki gün önce görüştüğüm kişinin oğlu çıkıyor. Baba oğul birbirinden habersizmiş. Babası son derece alçak gönüllü iken bu zat-ı muhteremin ayakları yerden kesik. Babası hem kendi hem de onun için son derece mütevazı bir ücret talep ettiğini söyleyince babasına çok kızdığı hissine kapıldım. İşte bunun adı satış. Bazı insanlar kendini öyle bir satar ki ayağa kalkar önünü iliklersin. Sonra işin hiç de öyle anlattığı gibi olmadığını anlar kahrolursun. Ama atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. Profesyonel hayatta kendini satış çok önemli. Bence o da ayrı bir meziyet.

Bu gece önce sanat müziği sonra yöresel olmaktan çıkıp ünü sınırların dışına taşan Muammer Ketencoğlu çalıyorum misafirlere. Sevdiğim bir genç arkadaşımız gelip Rumca şarkı çalmamı isteyinceye kadar devam ediyor bu. Rembetiko ezgileriyle geceyi tamamlıyoruz.

1 Aralık 2016 Perşembe

ARTIK ÜŞÜYORUM, O HALDE AKILLANDIM

30/11/2016 Çarşamba, Tire

Havalar çok soğudu. Taş olmayan evimizde geçirmiştik geceyi. Bütün gece kombi yandı. O yetmedi odadaki klimayı çalıştırdık. Hüseyin'den önce yaylaya varmalıyız. Eşimi acele ettiriyorum bir an önce evden dışarı çıkmak için. Daha kasaba, mandıraya uğrayacağız. Nihayet sonunda yola çıkıyoruz.

Hava kapalı, yağış yerini nemli bir soğuğa bırakmış. Buraların soğuğu insanın ciğerine işliyor, hasta ediyor adamı. Ankara'nın en çok havasını severdim ben. Soğukları serttir ama hasta etmez. Kuru soğuk her zaman iyidir. Bu yüzden Ankara'nın eksi on derecesini İzmir'in sıfır derecesine her zaman tercih ederim.

Yayla yollarında dünkü yağışın etkileri açık bir şekilde görünüyor. Yamaçlardan kopup gelen toprak ve taş parçaları yer yer yolu kapatmış. Asfaltın kenarları yağmur suları tarafından kemirilmiş, yüzeydeki çukurlar büyümüş. Eskiden Taş Ev yolunu uzak, dar ve virajlı bulanlar yolun son halini görünce kim bilir başka neler diyecekler? Bütün  bu olumsuzluklardan etkilenmeyip manzaraya, şöminede usul usul yanan kestane odunlarını seyretmeye, hayran kaldıkları yemeklere gelenler de yok değil hani. Eski misafirlerimizden birileri geldi yine. Öğlen olmuş neredeyse. Açılış saatine daha on dakika var. Kahvaltı istiyorlar. "Maalesef hafta arası kahvaltı vermiyoruz" diyemiyor ve genç çifte servis açıyoruz. Henüz çay bile hazır değil. Aslında bu durum büyük bir tartışmayı ateşliyor. Eşim "Ne oldu yani elimizde mi yapıştı?" derken oğlum bu durumu eleştiriyor. Hafta arası kahvaltı servisimiz olacak mı, ya da olmayacak mı? Adnan Şef de fikrini söylüyor. "Burası ufak yer. Birine ver, birine verme olmaz."

Üşüyorum, Ankara'da üşümezdim. Adım deliye çıkmıştı. Neymiş efendim, delilerle ölüler üşümezmiş. "Evet" derdim, "Ben deliyim."

Şehre iniyorum. İki bankaya birden yeni kredi kartlarım gelmiş, onları alacağım. Muhasebeciye uğrayıp fatura, z raporu ve pos cihazı çıktılarını vereceğim. Banka müdürü az önce öğlen yemeğine bir arkadaşını getirmişti. "İade-i ziyaretim çabuk oldu." diyorum, gülüyor. Sağ olsun kuryenin getirdiği kartı benim adıma teslim almış. Orkestracı arıyor, Taş Ev'e çıkmışlar. Benim şehirde işim var daha. OSB'ye fatura götüreceğim. Bir de elemanlardan biri için vergi dairesine para yatıracağım. Bankacılarla işim uzuyor. Onları da bürokrasi teslim almış. Orkestracı ile eşinin dükkanında buluşuyoruz. Taş Evi çok beğendiklerini söylüyorlar. Yılbaşı programları doluymuş. "Para önemli değil, hafta sonları gelelim başlayalım." diyorlar. Ne tür müzik yaptıklarını bilmiyorum. "Müşteri bizi yönlendirir." diyorlar. "Onlar ne isterlerse onu çalarız. Arabesk derlerse arabesk." Yüzüm düşüyor birden. Yok bunlar bana göre değil. Yılbaşı için istedikleri fiyat da çok yüksek olurmuş zaten. Yanlarındaki genç çocuğu gösteriyorlar. "Bu arkadaş "O ses" yarışmasında şarkı söyleyenlerden." Bunu duyunca tam tersi etki yaratıyor bende. İki, roman vatandaş çağırsak daha iyi mi ola? 

Saate bakıyorum. Bu vakitten sonra OSB ye falan gidilmez, fatura işi yarına kalıyor. Tam yaylaya vuruyorum arabayı, telefonum çalıyor. Hiç durmadı ki zaten bugün. Bu sefer arayan eşim. Neymiş, yumuşatıcı alınacakmış, acilmiş. Yeniden dönüyorum şehre. Hava artık kararmaya başlamış.

Kızım Whatsapp' tan mesaj gönderiyor. Pazar günü öğlen yemeğine gelecek  doktorlar grubu otuz beş kişiye ulaşmış. Pazar günü kahvaltı tamamen iptal gibi. Eşim "Birkaç ilave masayı kahvaltı için hazırlayalım, geri göndermek olmaz." diyor. Gelen misafirlerin çoğu saat on ikiye doğru geliyorlar kahvaltıya. "Hadi artık kalkın, öğle yemeği için masaları hazırlayacağız rezerve misafirlerimize." diyemeyeceğimize göre bir karar vermemiz gerek.

Bir orkestracı daha arıyor yılbaşı eğlencesi için. İstediği fiyat makul ama vatandaşın çalıp söylemesi nasıl bilmiyorum.  Bir de rezil olmak var.  

Taş Ev bir kutlamaya ev sahipliği ediyor yine bu akşam. Bir genç kızımız on sekizinci yaşını kutlamak üzere annesi ve babasıyla yemeğe gelmişler. Bir bakıma en güzel yaş. Bir bakıma da sorumlulukların yüklenilmeye başlandığı bir yaş. 

Misafirler erken kalkıyor. Hava buz kesiyor. Adnan Şefi şehre bırakıyor ve hemen geri dönüyorum. Salon sıcacık. Şömine tam seyirlik. Bu gece ilk kez yukarı salona taşınıyoruz.

30 Kasım 2016 Çarşamba

PAZAR YAĞMURU

29/11/2016 Salı, Tire


Aylardır beklenen yağış nihayet geldi. Gece boyunca yağan yağmur akşama kadar devam etti. Salı Pazarı kurulmaz deseler de pazar alışverişini yaptığım en önemli gün bugün. Dışarı bakıyorum, hava karanlık, sağanak yağış devam ediyor. Caddeler, kavşaklar göle dönmüş.

Yan blokta yeni bir Ayvalık tostçusu açıldı. Geçen gün hayırlı olsun demek için uğramıştım. Bu sabah kahvaltımızı Ayvalık tostuyla yapalım teklifime eşim itiraz etmedi. Bina dışına çıkıp saçakların altına sığınarak geçtim yan bloğa. On metrelik mesafe bile sırılsıklam ıslanmam için yetti de arttı bile.

Aklım yaylada. Fırtınadan sonra gelen aşırı yağış iş çıkarmasa bari. Öğlen vakti oldu ama yağmurun kesileceği yok. Evden dışarı atıyorum kendimi. Elimde uzun bir liste var. Yağmur eritmeyecek ya. Pazarın kurulup kurulmadığı bile belli değil aslında. Şehrin merkezine doğru yaklaştıkça artan yoğun taşıt trafiği pazarın kurulduğunun habercisi. Bu havada yine park edecek yer bulamıyorum. Pazar yerinden arabayı park ettiğim yere kadar uzak mesafelerde yük taşımaya alışmıştım. Şimdi bir de sağanak altında yapacağım bu işi. Her taraf araba dolu. Pazarın üst kısımlarına, tarihi camilerin arka taraflarına çıkıyorum. Sokak ortalarında dereler oluşmuş. Bu bölge her zamankinden biraz daha tenha. Tarihi caminin duvarına yanaşıyorum. Yağmur hiç hız kesmiyor.

Pazarcılar tezgahlarını açmış ancak alışveriş yapmaya gelen insanların sayısı her zamankinden az. Dar sokakların üzerinde esnafın gerdiği naylon ve brandaların üzerinde biriken yağmur suları zaman zaman kendiliğinden boşalıyor. Tesadüfen yanından geçen kim varsa ayak üstü bir duş almış oluyor. Örtülerin delik kısımlarından aşağı akan sular sıçramasın diye yol ortasına plastik kovalar konulmuş. Aniden karşılaşılan çukurlardaki birikinti sulara girmemek için kıvrak olmak lazım. En büyük sıkıntı, kaldırımların kenarından yokuş aşağı dere misali akan sular. Bazı bölgelerde suların üzerinden atlamak mümkün değil. Önce sağ ayağımla basıyorum derenin ortasına, ayakkabımın içi su doluyor. İlk anda hissettiğim serinlik kısa sürede kaybolsa da çoraplarım tamamen ıslanıyor. Alınacak malzemeleri bir seferde taşımak mümkün değil. Sudan ikinci geçişimde bu sefer diğer ayağım aynı akıbete uğruyor. Şimdi iki ayakkabıma su dolmuş durumda. İyi ki spor ayakkabılarımı giymişim. İlk tur taşımasından sonra pazara daha yakın boş yerler fark diyorum. Buraları muhtemelen yağmur nedeniyle işlerin kesat gideceğini düşünüp tezgahlarını toplayan pazarcıların boşalttığı yerler.

Salı günleri geniş bir alana yayılan pazarın içinde kalan kasaba uğramam mümkün değil. Yakın yerlerde park yeri göremedim. Telefon edip yarın alacağım et siparişlerimi hazırlamasını söylemekle yetiniyorum.  Oğlumu karşılamam lazım bir de. O da eşyalarla gelecek. Mandıradan alacaklarım ve muhasebeciye vereceğim evraklar yarına kalıyor. Yağmur yağmaya devam ediyor. Oğlumu karşılıyor onu eve bıraktıktan sonra alışverişe devam ediyorum.

Fırtına ve yağmur kim bilir ne zararlar vermiştir yaylaya. Sundurma yapılmadan evvel Taş Ev'in içerisi göl oluyordu. Terastan içeri de epey su giriyordu eskiden. Her ikisi için önlem aldık ama o günden bu yana ilk kez bu kadar yağmur yağdı. Bahçe yolları bozulmuş mudur? Yayla yollarını tırmanırken yol üzerinde selin getirdiği enkaz beni biraz daha endişelendiriyor. Üst taraftaki bahçelerden akan sular drenaj hendeklerini doldurmuş, yola bir sürü enkaz taşımış.Ürkek adımlarla bahçe kapımıza yaklaşıyorum.


Girişte anormal bir durum görünmüyor. Olağan dışı görünen tek şey depodan savaklanan suyun havuza akmaması. Borular mı tıkandı acaba? Bu yağmur altında onunla uğraşacak zamanım yok. Taş Ev'in önünde, yani yolun bittiği yerde su oymuş bazı yerleri, uzun ve derin izler bırakmış. Bir su mühendisi olarak suyun kudretinden her zaman korkarım. Endişeli bir şekilde ana kapıyı açıyorum. Neyse ki içerisi beklediğim gibi değil. Yerler kuru  görünüyor. Mutfak servis kapısından da su girmemiş gibi. Hemen yukarı çıkıyorum. Önceleri teras kapısından aşırı su girdiği için ahşap döşeme zarar görüyordu. Eşiğe çift kat mermer döşetip içeri giren suların bırakılan oluktan dışarı akışı sağlanmıştı. Terasta sundurma yapmadık ama düşünülen sistem iyi çalışmış. Teşhir dolabının üzerinde su birikintileri var sadece. Bu su nereden gelmiş olabilir ki? Çıkıp terasa bakıyorum yine. Fırtına terastaki sandalyeleri dört bir yana savurmuş. Silindir biçimindeki ayaklı küllük devrilmiş, üzerindeki tablaya su dolmuş. Yerlere sigara izmaritleri dağılmış, her taraf sararmış yapraklarla dolu. Giderin üstü tıkandığından zeminde sular birikmiş. Boşa endişelenmişim. Çok fazla etkilenmemişiz fırtınadan ve aşırı yağıştan. Buna seviniyorum. Taş Ev'in yol üzerindeki  tanıtım levhalarının yerinde olduğunu görmek de güzel. Sanırım önceki fırtına daha kuvvetliydi ama bu seferki de fena sayılmazdı hani. Levhalar tek profille yere tespit edilmişken yerinden sökülünce bu kez her birine iki bacak yaptırmıştım. Belki de bu değişiklik işe yaradı.

Aldıklarımı özenle soğutucu dolaplara yerleştirdikten sonra Zeytin'e yemeğini verdim. Su kovası ağzına kadar yağmur sularıyla dolmuş. Kötü bir huy edindi bizim kız. Ona ne zaman yemek versem hemen önünden alacağımı zannediyor. Dişlerini gösterip hırlarken üzerime saldırmaya çalışıyor. Hele verdiğim kemikse eğer daha da korkunçlaşıyor. Ağzında bir kemik parçası varken garip hırıltılar çıkarması çok komik. Adeta küfür ediyor. Sanki hanımefendinin önünden almışız yemeğini. Nereden edindiyse bu huyu...

Bu kötü hava koşullarında bile telefon edip rezervasyon yaptırmak isteyenlerin olması ümit verici. Daha önce eşiyle görüştüğüm bir orkestracı arıyor yılbaşı programı için. Menüyü üç aşağı beş yukarı belirledik.  Ana yemeğimiz Aşkın Şefin kattığı lezzetle doruğa ulaşan özel bir et tabağı. Mantarlı Dana Fleminyon. Çocuk kabul etmesek nasıl olur ki? Eşim itiraz ediyor. Çocuklar için ayrı bir masa koymak çözüm olabilir belki. Yılbaşı partisine katılacak misafir sayısı çocuklar hariç kırk kişiyi geçmeyecek. Erken davranan yerini alacak.

28 Kasım 2016 Pazartesi

RAINBOW

28/11/2016 Pazartesi, Tire

Dört günlük yoğunluktan sonra bu sabah tembellik ettim. Kafamda yapılacak hiçbir şey yok gibi. Saat 11'e doğru Hüseyin'e kapının açılması gerektiği geldi aklıma sadece. O bile kapıya gelmiş, telefonla aramış ama duymamışım. Kapıda beni bekliyordu. Tam yedi dakika olmuş arayalı ama duymamışım.

Dün geceden beri hava çok kötü. Fırtına veranda ve terastaki sandalyeleri sürüklüyor. Gece geç saatlerde başlayan yağmur fırtınayı durdurmaya yetmedi. Zeytin zincirini koparmış kapının önünde havlıyordu. Hüseyin şehre inip inmeyeceğimi sorunca hala ayılamadım Adnan Şefin alınması gerektiğine. Oğlumun göreviydi bu ya. Şimdi o da bir iş görüşmesi için Kocaeli'ne gidince Adnan Şefi almak bana düştü. Hemen fırladım yerimden. Yapılacak fazla bir alışverişim yoktu ama yine de mandıradan almam gereken bir iki malzeme vardı. Yola çıktığım anda yağmur yağmaya başladı, sonra güneş açtı. Garip bir hava var bugün. Kararsız. Şehre doğru baktığımda gök kuşağı çıkmış. Fırsatı kaçırır mıyım? Çektim arabayı kenara çekiverdim fotoğrafını. Kuş olsa kaçardı. Neyse ki gök kuşağı biraz daha fazla zaman tanıyor insana. Alt kısımda çöpleri bırakmış birileri yine. Ne zaman insanlığı öğreneceğiz?

Gün boyu fırtına devam etti. Bu fırtınada evden çıkmak zor. Kapıları kapattık. Hafta arası kahvaltı vermediğimiz halde erkenden gelen bir genç çifti eşim geri çevirmemiş. Döndüğümde keyifle kahvaltılarını yapıyorlardı. Web sitemizin İngilizce versiyonu için metin tercümelerini yapabileceğim sakin bir gün. Hava muhalefeti nedeniyle kalan birkaç muşmula ağacı da toplanamadı. Yarın zaten tatil günümüz. En erken çarşamba günü el atabileceğiz bu işe.

KEMANCI

27/11/2016 Pazar, Tire

Keyifli bir pazar daha. Eşim çoktan kalkmış hazırlıkları tamamlamış. Onun seslenmesiyle uyandım. Saat dokuz olmuş, bir saat sonra kahvaltı vermeye başlayacağız. Hüseyin gelmiş midir? Gelse telefon eder. Hemen giyinip kapıya koşuyorum. Henüz yolun yarına gelmişken telefonum çalıyor. Tahmin ettiğim gibi arayan Hüseyin. "Geldim" diyorum.

Hüseyin hemen temizliğe koyuldu. Domates, salatalık söğüş işi bende. Dolaptan salatalıkları ve domatesleri, süslemek için maydanozu çıkarıp güzelce yıkıyorum. Halde normal salatalık bulamamış, silor almıştım dün. Hibrit bir tür ama kütür kütür yeniyor. Tarla salatalığına kusur bulan olmuştu ama bugün hiç şikayet almadım. Çok geçmeden telefonum çalıyor. Kahvaltı veriyor musunuz?, "Ne kadar fiyatı?, Tek kişilik yok mu?, Söylediğiniz fiyat iki kişilik mi?" gibi soruların ardı arkası kesilmiyor. Henüz temizlik tamamlanmamış. Hava biraz serin olduğundan sobayı da yakmamız lazım. Soruları teker teker cevaplayınca, "Tamam o zaman, eşimle konuşup size dönerim." diyor. Bu ve benzeri hallerde genellikle dönüş olmaz. Ancak bu sefer öyle olmuyor. On dakika sonra geliyor günün ilk misafirleri. Daha açılış saati gelmemiş ve temizlik tamamlanmamış. İlk defa gördükleri Taş Ev'e hayranlıklarını gizlemiyorlar. Gerçekten bu durumu çok kişide yaşıyorum ben. Dağın başında ahırdan bozma bir yer hayal eden insanoğlu bizim Taş Ev'i görünce ters köşe oluyor. Onlar gidip arkadaşlarına anlatıyorlar ballandıra ballandıra. Arkadaşları geliyor ne var bu kadar anlatılacak buranın deyip. Görünce onlar da şok oluyorlar. Belki de reklam yapmamanın sonucu bu. Eğer reklam yapsaydık, en azından resmini, nasıl bir yer olduğunu biraz da olsa tanımış olacaklardı. O zaman yüksek beklenti içine gireceklerinden, kusur arayacaklardı.

Kahvaltı servisi bittikten sonra yemeğe, çay kahve içmeye gelenler hiç eksik olmadı. Hele akşam üzeri çılgın bir kalabalık vardı. Gelen misafirlerden birinin telefon edip müzisyen çağırması gecenin sürprizi oldu. Salon tamamen doldu. Rezervasyon taleplerinin ardı arkası kesilmiyordu. Bir ara terastan içeri masa taşıdık insanlara yerimiz yok dememek için.

Kemancı hem çaldı hem söyledi. Diğer masalar bu sürpriz eğlenceye şaşırdılar. Bir ara yukarı çıkıp bir kaç resim çektim. "Bir telefonun yeter, hemen gelirim." dedi. Tarzım olmasa da haftanın bir günü fasıl yapsak nasıl olur ki. Ekip olarak konuştuk aramızda. Belki bir hafta fasıl, diğer hafta gitar diletişi sunmak en iyisi. "Yılbaşı için de ben yardımcı olurum." dedi Kemancı Hasan Bey. "Allah'ın istediği bir göz." dedim ben de içimden.

Elemanlar iyi çalıştı bugün. İyi iş çıkardılar. Gecenin ilerleyen saatlerinde Hüseyin'in sigortaları atmaya başladı. Tek rakı yerine bardağa duble koydu. Hemen farkına vardı bu yanlışın. "Tüh," dedi "yanlış yaptım. Tamam amca, sen bunu benim hesaba yaz, ben yenisini koyarım." Yeni koyduğu kadehe yine duble boşalttı. "Tüh, Allah kahretsin, yine kaptırdım. Tamam amca, bunu da yaz sen benim hesaba." "Hüseyin, istersen şişeyi al götür." dedim. "Böyle duble duble biraz zor oluyor."

Gecenin sonunda herkesin yüzü gülüyordu. Hüseyin bana dönüp "Amca" dedi. "Bitti mi mesaim?" "Bitti, bitti Hüseyin." Aldı o yanlış koyduğu iki dubleyi yanına, Aşkın Şefe bir de kavun peynir hazırlatmış, çıktı yukarı salona. Bir dubleyi kendine diğerinin Adnan Şefe vermiş keyif yapıyorlar. "Ne o, Hüseyin Taş Ev'i kapattınız galiba. Bari Aşkın Şefe de söyleyin kadro tamamlansın." Aşkın Şefe izin vermedi eşi. Benim de eşlik etmemi istediler. Bir bira açıp yanlarına gittim. Geceyi güzel sonlandırdık.

27 Kasım 2016 Pazar

Fidel CASTRO

26/11/2016 Cumartesi, Tire

İtiraf edeyim özellikle hafta sonları biraz yorucu geçiyor. Keyifli bir yorgunluk bu. Öğretmenler Günü dolayısıyla bu hafta, hafta sonuna iki yoğun gün daha eklendi. Ekip olarak erken toplandık bu sabah. İzmir'den salonumuzun yarısını dolduracak misafirlerimiz vardı. Nilgün Hanım organizatörlüğünde güzel bir etkinlik oldu. Kahvaltımızı ve Taş Ev'i çok beğendiler. Onlar bizden memnun kaldılar biz onlardan.

Grubu karşıladıktan sonra alışveriş için şehre indim. Esas niyetim yılbaşı için canlı müzik programını ayarlamaktı. Bir müzisyenle görüştüm. Pazartesi günü bana döneceğini söyledi. Alışveriş yaparken kızım aradı. Hafta sonu için yanımıza gelecekmiş. Buna çok sevindim.

Öğleden sonra Kuşadası'ndan gelen konuklar Hollandalı misafirlerini de yanlarında getirmişler. Hepsi Taş Ev için övgü dolu sözler söylediler.

Fidel Castro hayatını kaybetmiş. Kafamdan bir sürü şey geçti bu haberi izlerken. İlk aklıma gelen öğrencilik yılları... Devrim deyince aklımıza Küba, Küba deyince de devrime destek veren Arjantinli doktor, büyük devrimci Che Guevara ve Fidel Castro gelirdi. Her iki kahramanın Atatürk'e olan sevgisi ve saygısı geçti ak
lımdan. Sonra ölümü düşündüm. Ne olursan ol, sonuçta bu dünyada sayılı günün bitince çekilip gideceksin sahneden. Bundan ötürü hayat anlamsız geldi gözüme. Evet onlar iz bıraktılar arkalarından. Güzel şeyler yaptılar tıpkı Atatürk'ün yaptığı gibi. Ama kaç yıl kalacak akıllarda? Yüz yıl, iki yüz yıl? Ya daha sonra. Unutulacak. Belki tarih kitaplarının bir köşesinde bir müddet daha yer alacak ama o bile silinecek zamanla.
Şöyle bir düşündüm. En uzun süreli iz bırakan insanlar halk kahramanları değil filozoflar ve sanatçılar olmalı. 

Akşam misafirleri de güzeldi. Keyifli bir gece geçirdik.   

26 Kasım 2016 Cumartesi

ÖZEL MİSAFİRLER

25/11/2016 Cuma, Tire

Yazmaya ancak fırsat bulabildim. Saat sabaha az var. Dün olduğu gibi bugün de öğretmenleri ağırladık ağırlıklı olarak. % 30 indirime denk gelen güzel bir menü sunduk kendilerine. Her şey beğenildi. Özellikle eşimin yeni tatlarından Çin pilavı ve patates ezmesi çok takdir topladı. Öğretmenlerimize günün anlamına binaen birer karanfil hediye ettik. Bugün öğlen yine "Gün" ümüz vardı. En iyi "Gün" lerden birisiydi aslında. Gelenler kaliteli insanlardı. Mesela "Restoranda çekirdek mi yenirmiş?" dedi içlerinden birisi. Hava çok güzeldi. Güneş tepede parlıyordu. "Salon soğuk, şömine sobayı yaksınlar." dediler. Soba yanar yanmaz hepsi terasa çıktılar. İnanması zor ama patlamış mısır bile yemediler salonda. Çok takdir ettim bu grubu çoook.

Kalabalık bir öğretmen grubu vardı, rezervasyonlu. Dört kişi gelmedi. Az önce mazeret bildirdikleri söylendi Masada onların ordövr tabakları ve salataları hazır. Rezervasyonu yapan hocama "Keşke daha önce söyleseydiniz, ben sizin söylediğiniz sayıda hazırlattım bunları." dedim. Hoca "Tamam, mezeleri ve salataları biz paylaşırız siz gelmeyen dört kişi için sıcak attırmayın sadece." dedi. Bu kabullenme utandırdı beni. Garsonu gönderip dört kişilik servisi kaldırmalarını söyledim. Sayı değişikliğini önceden haber vermeseler de misafir her zaman haklıdır prensibini uyguladım.

Hareketli bir gün. Yarın da öyle olacağa benzer. Ben artık buralarda fazla oyalanmasam iyi olacak. Yarın sabah işler beni bekler.