KATEGORİLER

4 Ocak 2017 Çarşamba

2016-2017

Yeni yıl çoğu insan için yeni umutlar demektir. Henüz gerçekleştiremedikleri hayallerine doğan yeni bir fırsattır. Küçükler için büyüme, büyükler için sona bir adım daha yaklaşmadır.

Yarım asrı aşan yaşam serüvenimde bazı yıllara ailemle, bazılarına arkadaşlarla birlikte girdim. Ama içlerinde bir yıl var ki onu hiç unutmadım. 1977 yılıydı. Yani tam kırk yıl önce...

Yalnız başıma soğuk bir otel odasında karşılamıştım o yılı. Soğuk derken hava değil anlatmak istediğim. Odanın kendisiydi soğuk olan. Küçücük odada kare bir masa, eski bir ahşap sandalye ve ahşap bir dolap. O yılın ilk saatlerine saatler kala uykuya çoktan teslim olurken önceki yılın son saatlerini burada anlatmıştım geçen yıl.

Bazıları ise 2017 yılının ilk saatlerini hiç unutmayacak. Her yılbaşı eğlence değil bir matem gecesi olacak onlara. Her yılbaşı gecesinde göz yaşı dökecekler, bir gece kulübünde yitirdikleri sevdikleri gelecek akıllarına. Hayatını kaybeden şanssız insanların hepsi de genç. İhtiyarın ne işi var Reina'da. Onlar yoklar şimdi. Hangi alemde oldukları bilinmez. Cehennem ateşi sarmış yakınlarını, annelerini, babalarını... Çocukları varsa eğer, bundan sonra her yılbaşı gecesi onlar için de buruk geçecek.   

2016 yılı ülkemiz için kötü bir yıl oldu. Bir değil, iki değil bir sürü bombalar patlatıldı, masum insanlar neyin uğruna olduğunu bilmeden canını verdi. Hep kanları yerde kalmayacak denilen kanları yerde kaldı. Şehit dediler hatalarının vebali genç insanlara. "Terör kanlı yüzünü gösterdi." türünden saçma sapan beyanlar bulandırdı midemizi. 

Ülke yönetimine doldurdukları yandaşlarını terörist ilan ettiler, yetmedi, onlara darbe  yaptırdılar. Milyonlarca insanımız inandı buna. Ülkem adına içinde bulunduğum duruma üzüldüm 2016'da.  

İnsanın umut mu kalır hiç bu ahval içinde. Atatürk gibi bir önder hafızalardan silinmeye çalışıldı. Her türlü pisliğin cirit attığı, ne idüğü belirsiz hanedan hortlatılmaya çalışıldı onun yerine.

2016 yılı benim için nasıl geçti onu anlatacaktım size. Hedeflerimden belki de sonuncusunu gerçekleştirdim. Bir sene geçtikten sonra çıkacak ortaya, doğru karar verip vermediğim. Ama bir sene sonra ülkemin sınırları nasıl olacak bilmiyorum. Sorgulayan nesil yok edildi. Yeni neslin gençleri öyle Atatürk'ün gençleri gibi vatanın emanet edileceği türden değil. Onlar yabancı devletlerin dünyayı yeniden şekillendirebilmeleri için kendi topraklarında darbe yapıyor, elçi öldürüyorlar.

2017 yılına umutlu mu giriyorum? Çok fazla değil. Siyasilere kızmıyorum. Onlar bir şekilde üstlendikleri misyonun neferleri. Para ve makam uğruna satıyorlar ülkeyi. Umutsuzluğum halktan yana. Güvenmiyorum halkıma. Ayıp bir şey mi bu? Eskiden tencere, tavayı kapan dökülürdü sokaklara. Yurdu yanarken sorumlu aramıyor halk şimdi. Terörist diyorlar, yasa dışı örgüt mensubu diyorlar artık bu ülkede sorumlu arayana. Ülkemizin birliğine kastetmiş oluyor geldiğimiz bu noktanın sorumlusunu arayan insanlar.  Halkımızın kahir ekseriyeti kaderine razı. Bu yüzden umudum yok 2017 yılından.

2017 yılı için öyle büyük hedef koymak da gelmiyor içimden. Yazarken "bile, de, da, dahi" edatlarını gereksiz yerde kullanmamaya çalışacağım sadece. Bir de eşime daha fazla vakit ayırsam hiç de fena olmayacak şu fani dünyada...      

3 Ocak 2017 Salı

TATİL TEMBELLİĞİ

03/01/2017 Salı, Tire

Yeni yıla tatillerle başlamış oluyoruz. Yılbaşı gecesinden bir gün sonra salı tatil günümüzün gelmesi bize iki gün üst üste dinlenme imkanı vermiş oldu. Uzun süredir alışık olmadığım bu durum iyice tembelleştirdi beni. Dünkü günlüğümü yazmak bile bugüne kaldı. Oysa en sıkışık günümde bile gecenin üçü de olsa sabaha bırakmazdım bu işi.

Haber Tire gazetesinin web sayfasından öğrendiğime göre pazartesi günleri yanı başımızda kurulan toplu konut pazarına artık belediye izin vermeyecekmiş. On üç senedir kurulan pazar site yönetiminin rant sağladığı gerekçesiyle belediyece yasaklanmış. Belediye "Pazarları ben kurar ben kaldırırım." diyormuş. Küçük ölçüde yine bir iktidar ve rant kavgası.

Salı pazarından alacak fazla bir şeyim yok. İki gün sonra küçük pazar kurulacak nasıl olsa. Her zamankinden kısa sürüyor alışveriş. Eşimle birlikte yaylaya çıkıp aldıklarımızı yerleştiriyoruz. Bahçe kapısında Zeytin bize sevgi gösterisinde bulunuyor.

Hava düne göre hayli ısınmış. Karlar hızla eriyor. Gece yol üzerindeki su geçişleri donacak yine. Zeytini besledim, çarşıdan aldığım zincir kelepçesini takarak kulübesine bağladım.

Fazla zaman kaybetmeden şehre dönüyoruz. Bugünü kendimize ayırmayı düşünmüştüm. Eşimi uzun zamandır görüşmediği arkadaşına bırakıp eve dönüyorum. Akşama güzel bir balık sofrası hazırlıyorum. Çok istediğim halde balık yememiz bir türlü mümkün olmuyordu. Eşim dönüp eve geldiğinde her şey hazırdı. Balığın yanında buz gibi bir bira açıyorum. Basit bir hazırlık ama senenin ilk mutlu anı oluyor bu bizim için.

SOĞUK

02/01/2017 Pazartesi, Tire

Eğer söylenenler doğruysa son yirmi yılın en sert kışını yaşıyoruz. Ekiple birlikte bahçe kapısına vardık. Zincirini kopartıp demir parmaklıklara tırmanan Zeytin'in sevinci görülmeye değerdi. İyice irileştiğinden artık zincir kelepçesi dayandıramıyorum. Kapıyı açar açmaz süratle oradan oraya koşmaya başladı. Son sürat üzerime gelirken ani bir hareketle yanımdan geçiyor. Bazen çarpışmamak için aynı yöne kaçıyoruz. Bütün gücüyle ayaklarıma bindiriyor. Eğer ayaklarım sağlam basıyorsa düşen o oluyor, aksi takdirde beni düşürüyor. İlk olarak kontrol ettiğim su kabının içindeki su tamamen donmuş. Onun için getirdiğim taze suyu ağzını şapırdatarak içiyor.

Sabah elbirliğiyle işe girişiyoruz. Yılbaşı gecesinden kalan süsleri ve çam ağacını kaldırılıp depoya koyuyoruz. Tuvaletlerdeki lavabolar donmuş. Neyse ki çeşmeler akıyor. Alt taraftaki helezon şeklindeki plastik gideri kıvırarak sifon yapmışlar. Bu güzel düşünce sayesinde lavaboya kaynar su döktükten sonra donu çözmem kolaylaşıyor. Kadınlara ait tuvaletlerin birinin vana ve boruları tam da yılbaşı gecesi donmuştu. Bugün diğeri de donuyor. Bütün gün don çözmeye çalışıyoruz.

Öğleden sonra ilk misafirlerimiz geliyor. Tepemizdeki güneş havanın biraz olsun ısınacağını gösterir gibi. Öyle ki gelen konuklar yanan şömineyi bırakıp çaylarını terasta içmeyi tercih ediyorlar. Yerdeki buzlar henüz duruyor. Masaların üzerinde pasta şeklinde kar kalıpları ağır ağır kaymaya başlamış. 

Güneşin etkisi çabuk geçiyor. Dışarıda durulacak gibi değil. Şömine sobamız koca ceviz kütüklerini yutuyor. Depodan baltayı alıp odun hazırlamayı düşünüyorum. Hüseyin kütükleri çok uzun kesmiş. Bu yüzden baltayla parçalamak oldukça zor. Alışkın olmadığım bu iş belimin ağrımasına yol açıyor. Yine de bir araba odun hazırlıyorum. Çalışmanın etkisi ile hava sıcaklığı birden artmış gibi geliyor.

Yazacak çok şey var ama istek yok bu aralar. Televizyon haber kanallarında hükümet yalakaları ve hükümet düşmanlarının söz düellolarını izliyorum. Terörü konuşuyorlar...

2 Ocak 2017 Pazartesi

KRALİÇE VURULDU

01/01/2017 Pazar, Tire

2017 nin ilk tarihini atıyorum. Her yılın başında zorlukla alışırım yeni yıla. Eskiden bir önceki yıl yapışırdı aklıma. Bu kez nedense 2017 yerine 2007 yılına takılıyor elim. Yılların geriye akmasına bilinç altından duyulan bir özlem mi bu?

Oğlum ve kızımı yolcu ettikten sonra bir süre daha yatıyorum. Bilgisayar önümde ama değil bugünkü, dünkü yazımı dahi yazmaya takatim yok. Televizyonu açıyorum. İstanbul Reina'da katliam haberleri veriliyor.

Reina İspanyolca kraliçe demek. Yurdumuzda terör her nasılsa krala kraliçeye dokunmaz, kurbanlarını maiyetten seçerdi. Haberlerde CB "Her kim ki sosyal medyada terörü öven yazılar yaza, başı kesile." demiş. Kim terörü över ki? Aklıma 17 Ağustos depremi geldi. O zaman da yobaz takımı, depremin içki içilen yerleri vurmasını ilahi bir ikaz olarak yorumlamıştı.
 
Zeytin benden yemek bekler. Yukarı çıkmam suyuna bakmam lazım. Sular donuyor artık. Geçen gün kar yiyordu. Üşütür mü midesini acaba?

Öğleden sonra çıkıyorum yaylaya. Kaplan yokuşunda karşıdan gelen çok sayıda araçla karşılaşıyorum. Belli ki kar merakı insanları dağlara çekiyor. Dün yukarı yaylaya çıkıp biraz odun toplamak istedim. Kar üzerinde oldukça yorucu bir yürüyüş oldu. Yorgunluğumun bir sebebi de bu olmalı.  

Yayla kapısını arabalar kapatmış. Neyse ki araç sahipleri yakındalar. İçeri girebilmem için önümü açıyorlar. Demir kapıdan geçip Taş Evin önüne yanaşıyorum. Mutfaktan yiyecek torbasını alıyor, Zeytin'e götürüyorum. Bahçenin önünden geçen yol oldukça hareketli. Kapıları kapatıp çıkıyorum. Yolda giderken birbiri ardına telefonum çalıyor. Kimi açık olup olmadığımızı soruyor, kimiyse yol tarifi istiyor. Bugün iş olmaz düşüncemizin ne kadar yersiz olduğunu anlıyorum.

Yoldan geçen araçların üzerinde kardan heykeller var. Bazıları kardan gelin yapmış. Buzun üzerinde durmak zor iken hareket halindeki araçların ön kaputları üzerinde bu heykelleri  nasıl tutuyorlar anlamıyorum. Şehre varınca hepsinin eriyeceği belli ama o kadar eğlence yetiyor insanlara işte. Hayat bu işte. Bir taraftan yeni yılın ilk saatlerindeki terör saldırısı sonucu sevdiklerini kaybeden, içi yanan insanlar, diğer taraftan karın keyfini çıkaranlar...

Eve dönünce bir türlü başlayamadığın yılın son gününe ait günlüğümü yazıyorum. Sanki üzerimde yılların yorgunluğu var. Televizyonda hamasi nutukların ardı arkası kesilmiyor. Cani sırra kadem basmış. Yıla terörle başlamak iyi değil. Ölenlerin çoğu yabancıymış. Devletin itibarı yerle bir. Sosyal medyada bazıları terörü destekler mahiyette yorumlar için hükümet göz dağı vermeye devam ediyor.

Yeni yılın ilk günü yılın yorgunluğunun yanı sıra TV'den üzücü haberleri izlemekle geçiyor.

YILBAŞI

31/12/2016 Cumartesi, Tire

Yılın son gününde yılbaşı programına hazırlanıyoruz. Senenin en soğuk günlerinden biri. Mutfakta hummalı bir çalışma var.Yılbaşı için süslemeler tamamlanmak üzere. Öğleden sonra müzisyenler geliyor, salonda oturma düzenini değiştiriyoruz. Masalardan birkaç tanesini yan tarafa alarak ortada pist olarak kullanılabilecek bir alan yaratılıyor.

Bahçeye çok kişi gelip resim çektiriyor. Kar bir mıknatıs gibi buraya çekiyor insanları. Gelenleri görenler de akın akın koşuyor, demir bahçe kapısının önüne park ediyorlar arabalarını. Yapraklarını döktükten sonra çırılçıplak kalmış ağaçlardan dolayı Taş Ev artık yoldan rahatlıkla görünüyor. Taş Ev'in bahçesine resim çektiren, kar topu oynayan, çoluk çocuk kardan adam yapanlar dolmuş. İçlerinden sadece biri soruyor bana bir sakıncası var mı diye. "Yok canım ne sakıncası olabilir." diyorum. Kocaman çocuklar bin bir emekle temizlediğimiz yola karla dolduruyorlar. Ben ise onların yeniden donup araçları kaydırmasından endişe ediyorum. Gelenlerin gitmeye hiç niyetleri yok, telefon edip diğer arkadaşlarını çağırmaya başlıyorlar. Bahçemiz bir anda milli park havasına giriyor. Kapının tam önüne park etmeye çalışan araç artık yeter dedirtiyor. Kocaman restoran levhası, etrafı çitle çevirmemiz, demir kapı yetmemiş olacak ki soruyor arabadaki sürücü "Burası özel mülk mü?" Soruya şaşırsam da sükûnetle cevap veriyorum. "Evet, burası bir restoran." İkna olmuyor arabanın içindeki sürücü beyefendi. "Ama içeride bizim arkadaşlar var." Bu konuşmadan habersiz kardan adam yapmaya kalkışan bir aileyi baktıktan sonra iç çekip adama dönüyor "Onlar da çıkmak üzereler zaten." diyorum.

Orkestra nihayet geliyor, cihazlar salona birer birer taşınıyor. Amfilerin büyüklüğü korkutuyor. Çalışan gençlere "Buradan çıkacak sesin titreşimi bile Taş Ev'i çöktürür." diyorum yarı şaka yarı ciddi. Şaşkınlığım kocaman bir davulun salona getirilmesiyle tavan yapıyor. Bütün aletler yerleşince provalar başlıyor. Şarkı provasına başlayan birine sesin çok yüksek olduğunu söylüyorum. Seslerini açmak için çalıştıklarını, ses düzeyinin istenilen seviyeye düşürmenin ellerinde olduğunu söylüyor.

Mutfağı kontrol ediyorum. Şef her şeyin hazır olduğunu söylüyor. İlk gelen grup İzmir'den. Neşeli bir grup. Telefon numaraları bile yoktu. Bu yüzden geleceklerinden emin olamıyordum. Facebook üzerinden yaptığımız bir rezervasyondu. Facebook sayfasında görüp beğenmişler Taş Ev'i. Öğretmen Ev'inden yer ayırmışlar.

Ağaçların arasındaki kar örtüsü erimedi hala. Kendi arabamla birlikte orkestracıların minibüsünü kar üzerinde olabildiğince geriye yanaştırıyorum. Araçları park ettiğimiz yerin hafifçe aşağı doğru eğimli olması sayesinde çıkışta sorun yaşanmayacağını düşünüyorum.

Misafirler yavaş yavaş gelmeye başlıyor. Hava oldukça soğuk. Gündüz saatlerinde yumuşayan kar, üzerinde gezildikçe buzlaşmış. İlk gelen misafirlerden biri her zaman park ettiğimiz ağaçların arasındaki alanda sorun yaşıyor. Uzun uzun uğraştıktan sonra zor bela üzerini temizlediğimiz parke döşeli yola atıyor kendini. Havuzun kenarında bugün karları temizlenen avluya park ettiriyorum. Daha sonra gelen araçları da mümkün olduğunca ağaçların altına park ettirmiyorum.

Gelen misafirler eğlenmeye hazır. Müzikle birlikte bütün masalar coşuyor. Ortada bıraktığımız alan dans edenler, oynayanlardan boş kalmıyor. Ordövr tabağı ile başlatılan servis kusursuz. Ekip görevini kusursuz yapıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde program gereği çekiliş yapıyoruz. Önce her misafire birer numara dağıtıyoruz. Aslında kafamda bu numaraları sandalyelerin altına yapıştırmak vardı. Yıllar önce Ankara Hilton otelinde ülke temalı bir eğlence esnasında görmüştüm. Önce kura çekilmiş daha sonra "Şimdi herkes oturduğu sandalyenin altına yapıştırılmış kağıt üzerindeki numaraya baksın." demişlerdi. İzmir'den rezervasyon yaptıran misafirlerimiz erken gelince düşündüğüm olmadı. İlginç bir şekilde iki büyük hediye aynı masada oturan iki kişiye çıkıyor. İlk şanslı misafirlerimiz onlar oluyor.

Yeni yıla girmeden az önce tombala oynuyoruz. Büyük mekanlarda uygulaması pek mümkün olmayan bu aktivite burada çok prim yapıyor. Bu sefer şanslı masa İzmirlilerin masası oluyor. Birinci ve ikinci çinkolarla birlikte tombalayı yapınca otel parasını bedavaya getirmiş oluyorlar. Tombala oyunu misafirleri çok mutlu etse ve ikinci kez oynamak isteseler de saatler on ikiye epey yaklaşmış olduğundan tekrarlamak mümkün değil.

Sessizce aşağıya, dışarıdaki elektrik panosunun yanına iniyorum. Geriye sayım başlıyor. 6,5,4... Tam sıfır denirken şalteri aşağı indiriyorum. Her taraf kararıyor. Müzik kesiliyor. Birkaç saniye sonra tekrar elektrik veriyor ve yukarı çıkıyorum. Herkes birbirini kutluyor.

Eğlence devam ediyor. Biri gelip haber veriyor. Yeni gelen araçlardan biri kaymış. Hemen çıkıyorum dışarı. İki genç ağaçların arasında patinaj yapıp çıkmaya çalışıyor. Araba otomatik vitesli olduğu için boşuna uğraşıyorlar. Manuele alıp ikinci vitesle çıkmaya çalışmalarını öğütlüyorum. Tekerleklerin altına çuval, paspas gibi şeyler atıyoruz. Kısa bir süre sonra aracı kurtarıyoruz.

Bu yılbaşı Adnan Şef hepimize misafir muamelesi yapıyor. Gönlümüzce bir gece geçiriyoruz. Orkestranın Ferdi Özbeğen'i bir ara beni ve eşimi dansa davet edince utanıyorum. Misafirler hep birlikte alkışlayınca kalkıyoruz piste. Daha sonra kızımla dans ediyorum. Oğlum gürültüden rahatsız, yemeğini yedikten sonra odamıza atıyor kendini.

Misafirlerden biri sesleniyor. "Jandarma, iki minibüs jandarma geldi." Hemen iniyorum aşağı. Araçlardan inen bir sürü asker durmadan fotoğraf çektiriyorlar. İki üç rütbeli içeri görmek istiyor. Merdiveni çıkar çıkmaz aile ortamını görünce hemen geri dönüyorlar. Onlara çay ikram edip gönderiyoruz.

Son misafir ayrılana kadar canlı müzik devam ediyor. Bedenen olmasa da zihnen yoruluyoruz. Herkes mutlu ayrılıyor. Bu teşebbüsten de alnımız ak çıkıyoruz. Madalyonun diğer yüzü var bir de. On beş kişilik yerimizin boş kalıyor. Neyse ki çoluk çocuk bu boşluğu dolduruyor,  hiç olmazsa kendimizi eğlenceye dahil etmiş oluyoruz. Yılbaşı organizasyonumuz bize iki şey öğretiyor: Bunlardan ilki, ilave oturma gruplarıyla elli kişiye tamamladığımız kapasitemiz bu geceki yerleşim düzeni sayesinde ortada misafirlerin dans edebileceği bir pisti dahi mümkün kılıyor. Diğeri bir konu Kaplan'daki diğer restoranlarda yapılmayan yılbaşı eğlencesinin Taş Ev için de beklediğim düzeyde ilgi uyandırmadığı... Kendi kendime bunun nedenlerini sorguladığımda bazı tahminler yürütüyorum. Nedenlerden biri hava şartları: Kaplan dağlarına kar yağması ve yolda buzlanma olması zaten en olumsuz yanımız olan yol şartlarına tuz biber ekiyor. Yolun emniyete alınması ancak dün yapılan tuzlamadan sonra mümkün oluyor. Diğer bir neden ise farklı beklentiler. Oldukça kaliteli bir menü ile Taş Ev kendini göstermesini istediğim halde, telefon edip menüde tavuk şiş olup olmadığını soranlar oluyor. Fiyatın yüksek bulunması menüde sunulanların yanı sıra canlı müzik bedelinin kişi sayısına bölünmesi. Bazı misafirler, yemeğimizi evde yedikten sonra içki içmeye gelelim teklifinde bulunuyor. "O zaman diğer misafirlerin menü içinde ödediği canlı müzik bedelini siz içkinizle ödersiniz diyorum." Velhasıl ya istediğim hedef kitleme ulaşamadım ya da öyle bir kitleyi boşuna bekliyorum burada. Bazen insanlar arıyor rezervasyon yaptırmak için. Misafirlerimiz gelecek diyorlar. Kendileri yemek yemek için başka yere gidiyor ama misafir ağırlamak için bize geliyorlar. Bu yönden bakınca gurur verici.

Sabahın dördünde müzisyenlerle birlikte çıkıyoruz Taş Ev'den. Yarın pazar ama personele izin verdik. Eve geliyor birkaç saat uyuduktan sonra çocuklarla birlikte kahvaltı ediyor, onları işlerine uğurluyoruz.

31 Aralık 2016 Cumartesi

YILBAŞINA HAZIRLIK

30/12/2016 Cuma, Tire

Ekibe yeni katılan hanımefendi ve diğer elemanlarla birlikte yola koyulduk. Dün görüştüğüm belediye yetkilisi biraz rahatlatmıştı beni. Taş Ev'e yaklaşınca yolun durumunda bir değişiklik olmadığını gördüm. Canım sıkıldı tabii. Uzatmadan söyleyeyim. Aramadık yer kalmadı. Efendim, tuzlama araçları yukarı çıkamamış. Uzak köy yolları kapalıymış. Oradaki diyaliz hastaları için dağ köylerine öncelik vermeleri gerekiyormuş. İnsan bir işi yapamayınca bahaneler bulması kolay. İyi ki burası İzmir, kar yağınca halkın sokaklarda bayram ettiği belde. Hani Erzurum falan olsa yandık demek. Elli metre yeri tuzlamak için elli yeri arıyorum.

Sabahtan küçük pazara uğrayıp eksikleri tamamlıyorum. Öğleden sonra belediyenin yol bakım ekibi geliyor. Greyder ve bir tuz kamyonu işe koyuluyor. Tuzlama hemen etkisini gösteriyor. Dün bahçe içi yolları temizlediğimiz için rahatız. Arabayla Taş Evin önüne kadar giriyoruz artık. Bugün de yol açılmasa yılbaşı programı tehlikeye girecekti.

Olağanüstü bir soğuk hava var. Yolun buzlanmış olduğundan ve tehlike arz ettiğinden bahsetmem iyi olmadı galiba. Bugün gelen giden çok kişi yok. Aşağıdan gelirken diğer restoranlara baktım. Aslına bakarsanız oralarda da durum pek farklı değil. Kimse kapı dışarı çıkmak istemiyor olmalı. Dolu olan tek yer kahveler. Kışın ara mı vermek gerekiyor. Ama gün günü de tutmuyor hani. Geçen pazar yaz günlerinden biri gibiydi Taş Ev. Hava durumu ile ilgili olmalı.

Geçmiş olsun  mesajları geliyor dün yaşadığım olaydan dolayı. Karın sevincini yaşayanlar da yok değil. Bir çok araba kar görmeye geliyor. Kar ziyaretçilerin bazıları bahçeye girip  aileleriyle birlikte neşe içinde kar topu oynuyorlar. Oyunları bittikten sonra da Taş Ev'e konuk olup sıcak bir şeyler içiyorlar. Esen ayaz daha fazla üşümemize sebep oluyor. Sıcaklık sıfırın altında üç ya da dört derece civarında. Daha önce bizi ziyaret eden misafirlerimizden biri eşiyle birlikte geç vakte kadar oturuyor.

Yarına hazırlıklarımız tamam. Kızım yılbaşı süsleri yapıp Taş Ev'i donatıyor. Terasta, masaların üzerindeki karlar pasta gibi duruyor. Ortalık bembeyaz ama yollarımız açık. Sabah oğlum da gelecek. Bütün aile fertleriyle gireceğiz yeni yıla. Var mı daha büyük mutluluk? 

30 Aralık 2016 Cuma

YAYLADA ADRENALİN PATLAMASI

29/12/2016 Perşembe, Tire
Nereden başlamalı bilmiyorum. Sabah ekibi topladım. Alışverişi birlikte yaptık. Kaplan Köyüne kadar yolda herhangi bir sorun yok. Köy meydanında Aşkın Şef, Zeytin'i fark ediyor. Dün tel çitin altından çıkıp peşimizden gelmiş köye kadar bizi takip etmişti. Bugün yaylaya çıkış nedenim biraz da Zeytin'i görmek. Bu karda kışta ne buldu da ne yedi. Ona yemek vermek lazım. Bizi görünce koşturuyor yanımıza, uzun süre görmediği bir yakınına kavuşmuş gibi sallıyor kuyruğunu. Köyden ayrılınca yayla yolu sapağında belediyenin tuz yüklü kamyonu beklemekte. Belediyenin bir pikabı geri geri çıkarak yokuşu tuzlamaya başlamış. Yolun durumunu soruyoruz. "Yol kapalı, çıkamazsınız." diyorlar. Arabama güveniyor, onları dinlemiyorum. Taş Ev'e elli metre yaklaşana kadar teklemeden çıkıyorum yokuşları. Tam geldik derken son elli metrede takılıyoruz. Halen bulunduğumuz yer, dün araçlarıyla yolda kaldıktan sonra halen lastiklerine zincir takmaya çalışan arkadaşlardan otuz metre ilerisi. Az önce yanlarından  geçerken, "Eğer durursam kalkamam bir daha." diye seslenmiştim. Yolun bu kesimi çok kaygan. Araba artık ilerleyemiyor. Yolu kapatmamak için sol tarafa doğru yanaşmaya çalışırken bir yandan hendeğe düşmemeye çalışıyorum. Arabanın yarısı hendeğin içinde, arka sol tekerleğin arkasında ise kocaman bir ağaç kütüğü var. Yoldan geçen araçlar kayıp arabama çarpabilirler, huzursuzum ama yapacak bir şey yok.

Arabayı o halde bırakıp Taş Ev'e doğru yürüyoruz. Her taraf yirmi hatta yer yer otuz santime varan kar örtüsü altında. İzmir için inanılacak bir manzara değil bu. Hoş, burası İzmir değil. Şehirde yerler kar tutmamış bile. Ama burası yayla. Sefasının yanında cefası da olacak elbette. Bahçe kapısından Taş Ev'e kadar kilit parke taşı döşeli yolun üzerindeki karı donmadan önce temizlemek gerek. Aşkın ve Adnan Şeflerle birlikte ellerimize kürek ve fırçaları alarak yolun üzerinde biriken karları kürüyoruz. Epey bir zamanımızı alıyor bu iş, ellerimiz su topluyor. Hava sıcaklığının artması karları eritmeye başlamış yavaş yavaş. Arabanın yanına gidip son bir kez daha hendekten çıkmayı denemeliyim. Daha olmazsa yardım isteyeceğim. Bir çekici gelmesi lazım. Aracın yanına geldiğimde kapıyı açamıyorum. Yan tarafta kocaman bir ağaç kütüğü kapıya dayanmış. Biz ayrıldıktan sonra elli santim kadar daha kaymış hendeğe doğru. Sağ kapıdan girerek sürücü koltuğuna geçiyorum. Aklıma otomatik vitesli arabanın buz üzerindeki başarısızlığı geliyor. Vitesli arabaları buz üzerinde oynatan ben, otomatik vitesli arabada şişiyorum. Ankara'da da aynı durum başıma gelmiş, aniden bastıran yoğun bir kar yağışından sonra Portakal Çiçeği Sokağını çıkamamıştım. Vitesi manuel konuma alıyorum. Yanımızda getirdiğimiz külleri lastiklerin altına serpiyoruz. Tekerleklerin altını karton kutu parçaları ile besliyoruz. Birkaç başarısız denemeden sonra çalışmalara ara veriyoruz. Tekrar lastiklerin altını temizliyor arkadaşlar. Bir kez daha deniyorum.. Biraz sarsılıyor önce.  Zor da olsa arka taraf hendekten kurtuluyor. Patinaj yaparak ağır ağır ilerliyorum. Taş Ev'in önündeki meydana çok yaklaşmışken yerimde saymaya başlıyorum. İşte o andan sonra olanlar oluyor.

Araba yavaş yavaş geriye doğru kaymaya başlıyor. Kontrolü kaybetmiş durumdayım. Sağ tarafım uçurum. Yolun doğrultusuna paralel kalmam mümkün değil. Aklıma "Araç kayarken frene basılmaz." sözü geliyor. Ayağımı frenden kaldırmamla birlikte geriye doğru rampa aşağı hızlanıyorum. Direksiyonu çevirip, hiç olmazsa zor bela çıktığım hendeğe atayım kendimi diye uğraşıyorum. Araba beni dinlemiyor. O bildiği yöne kaymaya devam ederken çaresizlik içinde sonuma razı oluyorum. Hızla yaklaştığım bölgede yol iyice daralıyor. Şansım varsa ağaçlardan biri tutar beni. Geri geri kaymaya devam ederken aracın burnu sağa tarafa kayıyor. Bu iyi bir şey mi? Tersi olsa gerisin geriye uçabilirim. Ancak bu dönüş benim iradem dışında. Belki döne döne uçacağım. O çıktığım hendeğe saplansam diye dua ediyorum. Dün yolda aynı durumu yaşayan genç arkadaşım geliyor aklıma. "Böyle durumlarda ateist olsan imana gelirsin." demişti: Benim durumum da ondan farksız. Artık yapacak bir şey yok. Hakkınızı helal edin dünyalılar. Bu durumu sanırım birkaç kez yaşadım. İlki Karakaya Barajındaydı. Yolda ne kar ne buz vardı. Daha ehliyetim bile yoktu. Bir arkadaşla yarışa tutuşmuştuk. Gençlik işte. O önde ben arkada. Yanımdaki arkadaşın dolduruşuna gelmiştim. Allah ne verdiyse köklemiştim gaz pedalına. Önümdeki aracı geçmiştim geçmesine ama ilk virajda dans etmeye başlamıştık. Yol stabilize kaplıydı, oldukça da geniş. Süratimiz çok fazlaydı, çılgınca dönmeye başlamıştık yolun ortasında. Karşıdan gelen kamyon durmuş bizi izliyordu bir film sahnesi gibi. Bir taraf uçurum. 150 metre aşağıda Fırat Nehri akıyor. O zaman da aynı duayı etmiştim. Yolun uçurum tarafına doğru yaklaşan araç birden yönünü çevirip yanlamasına dağ tarafına çarpmıştı. Arabanın sağ tarafı iyice yukarı doğru havalandıktan sonra pat diye yere oturmuştu. Yürüyecek hali kalmamıştı ne arabanın ne bizim. Çekici ile çekmişlerdi arabayı. Bende hiçbir hasar yoktu ama arkadaşım kolunu incitmişti. Kaza yaptığım arabayla gidecektim Diyarbakır'a, ertesi günkü ehliyet sınavına. Sakinleştikten sonra inip arabanın durumuna baktık. Direksiyonu sağa çevir dedi müdürüm. Sol teker sağa dönmüştü. Sağ teker ise hala sola bakıyordu...

Nasıl olduysa yolun tam ortasında durdu arabam. Derin bir nefes aldım. Karşıdan gelen arabalara yol verecek halim kalmamış. Kimse kıpırdatamaz beni yerimden. Yaşayacak günlerim varmış demek. Yok, zincirsiz olmaz, bu kadar macera bana çok. Tamirci Olgun Usta'yı arıyorum. Telefona cevap vermiyor. Böyle günlerde usta bulmak zor zaten. Yürüyerek gidip çağıramam başka birini. Taş Ev'de ocak temizliği için aldırdığı çaput bezleri aklına geliyor Aşkın Şefin. "Lastiklere çaput bezlerini bağlayalım, o zaman yavaş yavaş ilerleyebiliriz." diyorlar. Yapacak başka bir şey yok. Gidip bezleri alıyor, kapıları kapatıyoruz. Elimizdeki bütün çaputları lastiklerin etrafına bağlıyoruz. Geri vitese takıp yavaş yavaş kaydırıyorum arabayı Cambaz Ali'nin kapısındaki meydana kadar. Oraya arkamı verip yönümü aşağı çeviriyorum. Buradan aşağıya kadar tuzlama yapılmış, yol açık görünüyor.  Köyden aşağı rahatlıkla iniyor, köy meydanında çaputları çözüyoruz.

Hiç aklımda yokken Aşkın Şef "Bilgisayarı almayacak mıydın?" diyor. Bilgisayarımı yukarda bırakmıştım. Hava ısınınca karlar yumuşamış. Bu cesaretle, "Bilgisayarımı bırakamam yukarıda, dönüyoruz." diyorum. Hemen geri dönüyor, öğlen saatlerinde takılıp kaldığım yerleri rahat bir şekilde geçiyorum. Burada işin püf noktası, aracı otomatik vitesten alıp manuele çevirmiş olmam. Bahçe kapısının önüne park ediyor, Taş Ev'de bıraktığım bilgisayarımı alıyorum. Yolda trafik artmış ama o son rampa araçlara kök söktürüyor. Vişne çürüğü renkli bir Şahin patinaj yaparak ilerlemeye çalışıyor. Gelirken bana yol veren Audi, biraz ileriden döndükten sonra Şahin'in gelişinden korkarak önüme yanaşıyor. Bir müddet bekledikten sonra neyi beklediğimizi soruyorum arkadaşlara. Audi neden ilerlemiyor önümüzde? Şahin rampayı çıkamayıp geri döndü. Audi'nin sağından çıkıyorum yola ağır ağır. Bu belalı rampayı aşarsam karada ölüm yok. İlk yüz metreden sonra karşımda hızla kaptırmış gelen vişne çürüğü renkli Şahin'i görünce karşımda onu kızgın boğa kendimi matador gibi hissediyorum. Yol dar, adam son şansını deniyor. Sürati çok ama tırmandıkça hızdan düşüyor. Az önce saplandığım hendeğin bulunduğu yerdeyim. İyice yanaşıyorum yolun kenarına sürtmesin diye araba. Aramızda beş santim mesafe kalıyor. Rahat bir nefes alıyorum. Cambaz Ali'nin evinin önü ana baba günü. Hayatında kar görmemiş insanlar kar yağdı diye dağlara atıyorlar kendilerini. Arabalarında ne zincir var ne çekme halatı. Yol dar ve hala buzlu. Greyder bıçak atmış ama hendekler tamamen karla dolu. Arabaların arasından geçerek aşağı inmeye devam ediyorum. Karşıdan bir araba daha. Biraz ileride yolun nispeten geniş yerinde dursa problem yok. Hızını kesmiyor. Yolun en dar yerinde burun buruna geliyoruz. Biraz sağa yanaşıyor, yolun kenarındaki fiberglas kilometre çubuğunun üzerine sürmek zorunda kalıyorum arabayı. Yan yana geldiğimde lise talebesi yaşlarında bir kızın sürücü koltuğunda oturduğunu görüyorum. Hala ilerlemeye çalışıyor, araba patinaj yapıyor. Biraz kaysa üzerime yapışacak. O neyse de diğer taraf uçurum. Arabanın arkasında iki kız daha var. Çılgın bu insanlar. Arabayı güç bela biraz salıyorum yokuş aşağı. İlerledikçe mesafe daralıyor. İki araç birbirinden ayrılırken dikiz aynasından mesafenin milimetreye düştüğünü görüyorum.

Şehre iniyoruz. Önce Adnan Şefi bırakıyorum. Sabahtan beri bir şey yemedik. Köşedeki kokoreççiden bol acılı birer yarım ekmek arası söylüyoruz Aşkın Şefle. Adnan Şef garip. Güzel şeyleri sevmiyor. Afiyet olsun deyip ayrılıyor yanımızdan. 

Eve gidiyorum. Canım durmadan bir şeyler yemek istiyor. Marketten kek, bisküvi türünden bir şeyler alıyorum. Evde onları yerken telefonum çalıyor. Arayan eşim. "Karnım aç geliyorum, gelince pideciye gidelim." diyor. Evden çıkıp karşılıyorum onu. Birlikte pidemizi yedikten sonra bir kase dondurma alıyorum. Kızım "Şekerin yükselecek." diyecek yine, biliyorum. Ama bugün ben bedava yaşıyorum.

Yine de şanslı günümdeyim. Bir sürü badireden sonra sapasağlam ayaktayım. Bu tür olayların insanı şoka soktuğunu biliyorum. Üniversiteden bir arkadaşım çok ciddi bir trafik kazası geçirmiş, araçta bulunan dört kişi ölürken onun burnu bile kanamamıştı. Kazadan hemen sonra, cenazelerin başında oynamaya. başladığını söylemişti, "Bana bir şey olmadı, bana bir şey olmadı" diyerek.

Bir de güzel tarafı vardı bu karın pek tadına varamadığımız. Bütün gençler koştu dağlara bugün. Neşe içinde kar topu oynadılar. Tam da Taş Ev'in bahçe kapısının önünde bir de kardan adam yapmışlar. Yayla kar örtüsü altında harika görünüyor. Bahçemiz ve Taş Ev kartpostallara konu olabilecek nefis manzaralar çıkarmış ortaya. Bu hengamede ne fotoğraf çektim, çektim mi çekmedim mi hiçbir şey hatırlamıyorum...