Biraz kararsızdık bugün Taş Ev'i açma konusunda. Alkollü içki yasağı gece 12.00 ye kadar sürecek. Diğer restoranlar açmazlar bugün diyordu bizim şef. Kahvaltı servisine yetişebilmek için erken kalkıyoruz. İlk olarak oyumuzu kullanacağız. Daha sonra oyunu İzmir'de kullanacak olan kızımızı uğurlayacağız.
Günün ilk oy kullananları oluyoruz, eşim, oğlum ve ben. Sandıktan ne çıkacağı hususunda kuvvetli bir kanaatim yok. "Aaa ne kadar ayıp." deseler de ne halka ne de demokrasiye inancım kaldı bu memlekette. Kenan Evren'in anayasa oylaması bile daha demokratik ortamda olmuştu.
Sabahın güneşi güzel bir havayı müjdeliyor. Kızım Venüs'ü kucağına alıp bana poz veriyor, "Venüs'le birlikte hiç fotoğrafım yok." derken. Hemen evin önünde fotoğrafını çektikten sonra uğurluyoruz onları.
Eşim, oğlum ve diğer elemanlarla birlikte yayla yoluna koyuluyoruz. Rutin hazırlık işlerimiz tamamlandıktan sonra misafirler gelmeden güzel bir yayla kahvaltısı hayalini kurduğum esnada telefonum çalıyor. Ekranda "Kızçem" yazısını görünce heyecanla açıyorum telefonu. Torbalı'ya varmadan arabasının arıza ışıklarının yandığını ve ön kaportadan dumanlar çıktığını söylüyor. Hemen yakındaki benzinliğe çekmiş arabayı. "Araba çalışır durumda, yardım için gelen birileri Torbalı'ya kadar gidebileceğimi söyledi." diyor. Buna karşı çıkıyorum. "Dur bakalım, bir ustaya göstermeden sakın hareket etme, bekle." diyorum. Pazar günü ne tamirci bulunur, ne de sanayide açık bir dükkan. "Bırak orada arabayı, otobüsle git." diyecek oluyorum. Bana "Venüs'le nasıl gideceğim?" sorusunu yöneltiyor. Ali Usta'yı arıyorum, telefona cevap vermiyor. "Şimdi yedik ayvayı."
Birkaç dakika sonra Ali Usta dönüyor bana. Durumu anlatıyorum. "Ben gideyim bakayım." diyor kendi aracıyla. "Yok, ben gelip seni alayım." diyorum. "Muhtemelen radyatör su kaynatmıştır. Su ilave edilmesi gerekir." diyor. Şehre inip ustayı dükkandan alıyorum. Bir an önce kızımın yanına ulaşmak için hızlanıyorum. Ali Usta uyarıyor. "Burada radar olabilir." Yavaşlıyorum.
Yarım saat sonra kızımın tarif ettiği benzin istasyona varıyoruz. Ön kaputu açıyor usta. Venüs dışarıda rahat durmuyor, oradan oraya koşuyor. Ayaklarımın altında dolaşırken neredeyse üzerine basacağım. Ciyaklayınca üzerine bastığımı düşünerek sendeledikten sonra kontrolümü kaybediyor, beton zemine yuvarlanıyorum. Ben de bir şey olmadığını söyleyip yanımdakileri rahatlatırken Venüs'e zarar vermemiş olmam rahatlatıyor beni. Haylaz bir çocuk bu bizim Venüs, sakatlayacak bir gün beni. Usta radyatöre su ilave ediyor. Arabayı çalıştırır çalıştırmaz alttan şıpır şıpır sular damlıyor. Radyatörün lastik bağlantı borusu delinmiş. Bu şekilde yürümez bu araba diyor.
Torbalı'ya gidip açık parçacı arıyoruz ama nafile. Her yer kapalı. Ne yapacağız şimdi? Kızım dedesine uğrayacak, oyunu kullanacak, ertesi gün işe gidecek. "Ali Usta benim arabayı alsın." diyor. "Sadece otomatik araba kullanabilir." diyorum. Sonunda kendi arabamı vermeyi kararlaştırıyoruz. Yol üzerindeki bir lastikçiden bir parça şambrel alıp dönüyoruz arabanın yanına. Kızım eşyalarını benim arabaya aktarıp Venüs'le birlikte yola çıkıyor. Usta delinen lastik borunun etrafına şambrel lastiğini sıkıca doluyor. Yola çıkıyoruz. Birkaç km de bir durup su ilave ediyoruz radyatöre. Öyle dura kalka sanayideki dükkanına varıyoruz ustanın. Kendi arabasını bana verip kızımın arabasını ona bırakıyorum.
Aksilik başladı mı bitmek bilmiyor. Arabamın arkasında bir koli rakıyı gelirken önce kızımın arabasına, daha sonra ustanın verdiği arabaya alıyorum. Yaylanın virajlı ve yokuş yollarında koli bir sağa bir sola kayıyor arkamda. Burnuma anason kokuları geliyor. Kenara yanaşıp arabadan iniyorum. Niyetim koliyi arka koltuğa alıp hareket alanını kısıtlamak. Arabanın arkasından bir sıvının damladığı görünüyor. Korktuğum başıma geliyor. Koliyi aşağı alıyorum hemen. İki şişe kırılmış, içindeki rakılar önce kolinin karton altlığına oradan da bagaja dökülmüş. Kesif bir anason kokusu burnumun direğini sızlatıyor. Koliyi boşaltıp kalan sağlam şişeleri arabanın tabanına diziyorum. Şişelerin kırılmasına değil emanet arabayı berbat ettiğime yanıyorum. Zira bu koku çıkacak cinsten değil.
Güne böylesine problemli başlıyoruz. Yaylaya vardığımda işlerde bir aksaklık olmadığını görünce rahatlıyorum. Bir şeyler atıştırıyorum ayaküstü. Kahvaltı servisimiz devam ediyor. Gün boyunca veranda, salon ve teras olmak üzere üç ayrı mekanda hizmet veriyoruz. Aydın, İzmir'den gelen misafirlerimiz var. Hiç olmazsa birer duble diyorlar yalvaran gözlerle. "Yasaklara uymak zorundayız." diyoruz. Anlayış gösteriyorlar hepsi. Aydın'dan gelen eşi eczacı kendisi doktor olan bir misafirimiz Taş Ev'e hayranlığını ifade ederken koyu bir sohbet başlıyor aramızda. Konu kestane ağaçlarının geleceği. Konuyu yakından biliyor. Profesör bir dostlarının araştırma konusuymuş bölgede bütün kestane ağaçlarını vuran kanser hastalığı. Ağaçlar teker teker kuruyor göz göre göre. Buraların kestanesi cevizi özeldir. Öyle hormonlu ithal ürünlere benzemez tadına, lezzetine doyum olmaz.
Kızımı arayıp sağ salim evine vardığını öğreniyorum. Akşam saatlerinde oğlumu şehre indirip yolcu ediyorum. Yaylaya geri döndüğümde televizyonu açmamı istiyor eşim. Referandum sonucunu merak ediyoruz. İlk gelen sonuçlara göre halkımız % 65 evet demiş başkanlık sistemine. Bu oran yavaş yavaş düşüyor ama % 50'nin altına düşeceğini sanmıyorum. Akşam saatleri oldukça sakin. Millet televizyonun başından ayrılmıyor. Şehirde atılan cılız bir kaç havai fişek dışında ölüm sessizliği hakim. Ege'nin ve Akdeniz'in sahil şeridi ile Trakya ve Kürtlerin yoğunlaştığı illerde hayır oyları daha fazla. En şaşırtıcı sonuç İstanbul ve Ankara'dan geliyor. Hayır oranı bu şehirlerde daha yüksek. Harita üzerinde evet ve hayır diyen bölgeler gösteriliyor TV'lerde. Sevr Antlaşmasından sonra Osmanlı'nın elinde kalan İç Anadolu ve Karadeniz sahil şeridi "evet" demiş başkanlık sistemine. Kurtuluş Savaşı öncesi işgale uğrayan topraklarımızın halkın kararı ise "hayır" olmuş. Basit bir tesadüf mü yoksa başka bir açıklaması mı var? Bu tahlilde istisna olarak gözüme çarpan şey Fransızların işgal ettiği, Kahraman Maraş, Kilis ve Gaziantep'te "evet" oy oranının yüksekliği. Bu vilayetlere Kahraman, Gazi unvanları verilmiş olmasına rağmen sonu yeni bir işgale, ülke topraklarının parçalanmasına kadar gidebilecek bir karara evet demeleri oldukça ilginç. Diğer istisnalar Bursa, Kütahya ve Afyon. Bu illerin dışında kalan ve topraklarında işgali yaşayan insanlar bir daha aynı acıları yaşamak istemiyor. "Evet" oyunun ezici bir şekilde tezahür ettiği İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesinde yaşayanlar daha önce şahit olmadıkları büyük acılara davetiye çıkarttıklarının farkında bile değiller.
İzmir'den gelip terasta yemeklerini yiyen misafirlerimize açıklanan ilk referandum sonuçlarından bahsediyorum. Yemekten sonra avluda uzun uzun sohbet ediyoruz. Evet-hayır arasındaki fark gittikçe kapanıyor. Bu sonuç ülkenin istikrarı için yeterli olur mu bilinmez ama benim için sürpriz olmuyor. Erken dönüyoruz evimize.