Sıcak bir yaz havası karşılıyor bizi. Giritli Köyündeki festivalin bize etkisi nasıl olacak merak ediyorum. Geçen yıl yurt dışında olduğumuz için festivale katılamamıştık ama evvelki yıl yaptığımız ziyaret uğurlu gelmiş, gelen ziyaretçilerle köy dolup taşmıştı . Taş Ev'e bağlandığımızdan dolayı festivale bu sene de gidemiyoruz. Giritli bir aileye mensup olmam sebebiyle benim kalbim de onlarla birlikte atıyor. Eminim her şey güzel olacaktır. Dışarıdan gelmesi beklenen binlerce ziyaretçinin birinci adresinin törenlerin yapılacağı Turgutlu Köyü olacağı, bizim Taş Ev'e çok fazla misafir gelmeyeceğini düşünüyorum. Kahvaltı için ayırtılan birkaç masa dışında rezervasyon olmaması düşüncemi doğrular yönde.
Bugünün diğer bir özelliği doğduğumuz günden beri arkadaşım olan ve yaklaşık altmış yıldır ilişkimizin devam ettiği yakın dostum Mustafa ile çocuklarımızın kocaman dayıları, onların çocukları gelinler damatlar, torunlardan oluşan kalabalık aile bireylerini ağırlayacak olmamız. Ailenin ilk göz ağrısı Metin Efe ile Prenses Ayliz ilk kez şereflendirecekleri Taş Ev'i beğenecekler mi acaba?
Hava sıcaklığı artınca favori mekanlarımız değişiyor. Terasın pabucunun dama atılıp misafirlerin verandaya yayılmaları beklediğim bir şeydi zaten. Elbirliğiyle hazırlıklarımız tamamlanıyor. Erkenden kahvaltı misafirleri gelmeye başlıyor. Bu kadar kısa sürede verandanın dolması güzel bir sürpriz. Kahvaltı etmek için fırsat bulamadan hızlı başlıyoruz güne.
Kalabalık bir grup geliyor. Daha önce görmediğim insanlar. Kendi başlarının çaresine bakıyorlar. Masaları uzun kenarları korkuluğa dayanacak şekilde manzaraya yönüne çeviriyorlar. Dört kişilik masalar iki kişilik masaya dönüşüyor, hem de en manzaralı yerinden. Bozuluyorum. "Yine bizim restoranı kır bahçesine çevirdiler." diyorum kızgınlıkla içimden. Gelenlerin tavır ve kıyafetleri bu tür davranışlarına ters düşmüyor. Söylemek istediklerimin yarısını tutuyorum içimde. "Rezervasyonunuz var mı efendim?" diyorum yanlarına yanaşıp. "Hayır, yok" diyor biri. "Peki, kim bu masaların yerini değiştirdi böyle?" diye soruyorum. Cevap beklediğim gibi, "Biz değiştirdik." Ne yapsam, ne desem ki. Aklıma bir fikir geliyor. "Bu masalar rezerve." diyorum. Onların vereceği cevap da hazır. "Üzerinde rezerve yazmıyordu ama." Benim teslim olmaya niyetim yok. "Siz de kimseye sormadan masaların yerini değiştirdiniz." Beyefendiler kendi aralarında sözüm ona bana göz dağı vermek için konuşuyorlar. "O zaman başka yere gidelim." İçimden "Allah rızası için gidin başka yere, sizlere hizmet etmek gelmiyor içimden." demek geçiyor, susuyorum. Yanlarında taşıdıkları tesettüre bürünmüş kadınların ayrılmaya hiç niyetleri yok. "Yukarıda yeriniz var mı?" diye soruyorlar. Yukarıda yerimiz var deyip önlerine düşüyorum. "Burada manzara daha güzelmiş." diyor biri. Bir diğeri "Açık havada terasta oturalım." diyor. Beyler benden pek hoşlanmıyor, gurur yapıyorlar. "Burası güneşli, başka yere gidelim." diyor diğerlerine. "Durun durun, en güzel yeri size vereceğim, ne olur gitmeyin, siz giderseniz ben ne yaparım?" demiyorum elbette. Yüzümde güller açıyor. "Siz bilirsiniz efendim, maalesef sizin istediğiniz gibi şu an için gölgede, manzaralı ve havalı yerimiz yok"
Venüs ve Fifi bahçemize tamamen uyum sağladılar. Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar. Kahvaltıdan sonra yoğunluk hız kesmiyor. Beklentimin çok üzerinde misafir ağırlıyoruz. Bugün yeni tecrübeler kazanıyorum. İşte öğrendiğim bir şey daha. Telefon edip manzaralı yerden güzel bir yer ayırmamı istiyor bir misafirimiz. En güzel yeri ayırıyorum. Yalnız olarak geliyor, "Arkadaşlarım gelecek, bana bir çay getirin." diyor. İki saat oturduğu en güzel yerde sadece bir çay içtikten sonra aşağı inip hesap istiyor. "İki lira ama ben sizden bu parayı almaya utanırım şimdi." diyorum. "Ben arkadaşlarımı alıp geleceğim." diyor. Misafirimizi uğurluyorum, arkadaşları hala gelecek (!)
Önce çocukluk arkadaşlarım, daha sonra hısım akrabalar geliyor. Onlarla yeterince ilgilenemiyoruz. Tam tersine onlar bizimle ilgileniyor, ellerinde tabaklarla masaları boşaltmaya başlıyorlar. Kimler gelmiyor ki bugün. Salonda yer ayırdığımız gençler verandada boşalan bir numaralı masayı kapıyor. Hepsi ODTÜ mezunu mühendis. Doğal olarak ODTÜ'yü konuşuyoruz uzun uzun. Yaptığım işe bayılıyorlar. İçlerinden elektrik-elektronik mühendisi olan "Bizim bu işlere girmemiz için daha erken değil mi?" diye soruyor. Gülüyorum, "Daha gençsiniz, çok çalışmanız lazım çook" diyorum. Güzel bir kırmızı şarap sipariş ediyorlar. Tadım için kadehe az miktarda boşaltıp hanımefendiye uzatıyorum. Hanımefendi "Siz zahmet etmeyin, biz kadehlere koyarız, hem bu şarabı biliyoruz." diyor. "Efendim, tadasınız diye size sunum yapıyorum, hani mantardan hava almış, bozulmuş olabilir." Arkadaşları gülüşmeye başlıyor. "O anlamaz ki." Ben şarabı ve kadehi masalarına bırakıyorum. Gülerek, "Bozuk çıkarsa sorumluluk kabul etmiyorum." diyorum. Gülüyorlar hep birden. Bir müddet sonra masalarına uğruyorum. "Nasıl, şarap sağlam çıktı mı bari?" diyorum gülerek. Kahkahayı basıyorlar. "Güzel, güzel, problem yok."
Akşamın ilerleyen saatlerinde ışığa duyarlı kanatlı böcekler mesaiye başlıyor. Işıkların bir bölümünü kapatınca etkileri azalıyor. Hem salonda hem verandadaki masalarla ilgilenirken geceyi yorgun ama mutlu sonlandırıyoruz.