KATEGORİLER

4 Haziran 2017 Pazar

BİR UMUTTUR YAŞAMAK

03/06/2017 Cumartesi, Tire

Alışveriş nedeniyle biraz geç kalıyoruz. Venüs bizi dört gözle bekliyor. İlk işimiz onu serbest bırakmak. Kara kızlar yumurta sayısını epey arttırmışlar. Artık yumurta almadığımız gibi köy yumurtası satacak hale geldik.

İki gündür gündüz saatlerinde ortaya çıkan hareketlilik bugün yok. Havuz başında otururken üzerime bir uğur böceği konuyor. Hayra yoruyoruz kızımla birlikte.

Akşama doğru birden bastırıyor misafirler. Ekiple birlikte üstesinden geliyoruz. Şeref konuğumuz diyerek andığım sayın meslektaşım eşi, annesi ve kayınvalidesi ile birlikte gelmek istediklerini belirterek rezervasyon yaptırıyor. İftar masaları, rezervasyon yaptıranlar, çat kapı gelenlerle bir anda veranda, avlu, salon hatta terasta bıraktığımız tek masa bile doluyor.

Kızım iftarı yapacak misafirlere kendi elleriyle Ramazan şerbeti hazırlıyor. O yetmediği gibi nefis bir güllaç yapıyor. İlk olarak biz nasipleniyoruz elbette. Bugün yoğunluk gece boyunca devam ediyor. Misafirlerimiz yemeklerden ve bizlerin ilgisinden hoşnut. Geç vakte kadar ağırlıyoruz onları. Yorgun ama mutlu dönüyoruz evimize.

Güzel bir ekip kurduğumuza inanıyoruz. Güzel insanları ağırlıyoruz. Yarına daha umutla bakıyoruz.

3 Haziran 2017 Cumartesi

GÜN BATIMI BİR BAŞKA OLUR TAŞ EV'DE

02/06/2017 Cuma, Tire

Huzur gibisi yok. Daha bir keyifle açıyoruz gözlerimizi sabahın ışıltılı yüzüne. Ah, bir de üzerimizden atamadığımız şu soğuk algınlığı illeti olmasa... Evet, bugün küçük pazar. Dört beş parça var alacağımız. Eşim yanımda. Onun kafasında oluşturduğu liste farklı. Şef telefon ediyor. Venüs kulübesinde kilitli kalmış. "Geliyoruz, az sonra." diyoruz. Bir telefon daha. Bir taksi gelmiş, Taş Ev'den çağrıldığını söylüyor. Yok bizimle ilgisi yok. Belki Kaplan Köyündeki konserve fabrikası sahibi olan aileye ait Taşlı Köşkten çağırmışlardır. Taksicilerin Taş Ev'i ilk akla getirmeleri güzel bir gelişme.. Artık tanınıyoruz.

Alışveriş bittikten sonra yaylaya varıyoruz. İlk kez açık kapıdan giriyoruz içeri. Şefe anahtarı vermiştim bir gün önce. Onlar çalışmaya başlamış bile. İnsanların birbirlerine güven duyması ne güzel. Eşimin işi bitmiyor, o her zaman kendine bir iş çıkarıyor. Havlular, bezler çamaşır makinesine atılıyor, katlanıp dolaplara yerleştiriliyor. Gel gelelim en sevdiği iş folluktan yumurta toplamak. "Hadi gidip yumurtalarını toplayalım kara kızların." deyince yüzünde içten bir gülümseme beliriyor. Birlikte çıkıyoruz. Kümesin içine girip etrafımızda toplanan tavukları yemliyoruz. Folluk ve yem kovasının içindeki yumurtaları alıyoruz. Ayağımızın altında dolaşan yaramaz Venüs ne bizi ne tavukları rahat bırakıyor. Tavuklara attığım yemleri yiyor, sularını içiyor manyak (!)

Bahçedeki Napolyon kirazlarının son günleri. Biz toplamakta gecikirsek kuşlar gelecek hakkından. Her boşlukta eşim kiraz ağaçlarının arasında alıyor soluğu. Sık sık bölünüyor çalışma, gelen misafirlerle. Ramazan ayında gündüz işlerimiz artmış görünüyor. Şefimiz de mutfakta harikalar yaratıyor. Her servis bir sanat şaheserine dönüşüyor. Misafirler dokunmaya kıyamıyor, bol bol fotoğrafını çekiyor yemeden önce.

Çevre İl Müdürlüğü aracıyla üç konuğumuzu karşılıyoruz. Birinin üzerinde beyaz bir tayt pantolon. Venüs bütün haylazlığıyla aralarında zıplamaya başlıyor. Hanımefendinin çok hoşuna gidiyor bu şımarık hareketler. Ne var ki o bembeyaz tayt Beşiktaş renklerine dönüyor bir dakika içinde. Eşim kolonyalı mendillerle Venüs'ün pati izlerini yok etmeye çalışıyor. Hemen alıp kulübesine hapsediyoruz.

Gündüz konukları genelde dışarıdan. İçlerinden bir tanesi daha önce yanında Yemenli karı koca misafir getirdiğini hatırlatıyor. Bu sefer eşiyle gelmiş Ankara'dan. Uzun ve keyifli bir yemek yiyorlar, verandanın köşe masasında gün batımını seyrederek. Akşama doğru hava biraz serinliyor. Verandada oturan konuklarımızdan bazıları üst salona geçiyor. Hepsi ilgiden, manzaradan ve yemeklerden, mezelerden hoşnut. Taş Ev'i hayranlıkla süzerken "Ne güzel düşünmüşsünüz." diyorlar.

1 Haziran 2017 Perşembe

YAYLA CEVİZİ

01/06/2017 Perşembe, Tire

Ne biçim illet bu anlamıyorum. Sabah uyanır uyanmaz dinliyorum kendimi. Yine başım ağrıyor, burnum akıyor, vücudum kırık. Hava benim bu halime nazire yaparcasına güneşli ve canlı. Eşimle birlikte ekibi bekletmemek için doğrudan yayla yoluna vuruyoruz.

Hem Ramazan hem cuma akşamı gelen olmaz pek bugün diyerek şehre iniyorum. Henüz köye varmadan telefonum çalıyor. "Açık mısınız? Yoldayız geliyoruz." Eşimi arıyorum, ben olmadan da idare edebileceklerini söylüyor. Çarşıdan alışveriş işlerimi tamamlıyorum. Reklamcıya gidip bir dostumun (!) yerinden söküp üzerine pankart açtığı yönlendirme levhamız için yeni ayak ve çerçeve yaptırmasını istiyorum. Köy meydanına gelen misafirlerimiz yön levhası eksikliğinden bahsederek bizi bulmakta zorluk çektilerini söylüyorlardı son günlerde. Bir haftadan önce yapamayacağını söylüyor reklamcı. 

Torbalıya doğru yol alıyorum. Sanayide dürüst bir usta buldum sonunda. Yücel Usta sipariş ettiğim ızgaranın hazır olduğunu söylüyor. Dükkanı bir kaç kişiye sorduktan sonra kolaylıkla buluyorum. Yücel Usta yerinde yok. Telefon ettikten beş dakika sonra yanımda bitiyor. Izgaraya bir tutacak yaptıktan sonra arabanın bagajına yerleştiriyor özenle.

Hiç vakit kaybetmeden dönüyorum yaylaya. Gün boyunca terliyorum. Hava kapanır gibi olup sonra yine açıyor. Kiraz reçelleri terastan bir içeri bir dışarı taşınıyor. Venüs'ü serbest bırakıyor, tavukları beslemeye gidiyorum. Beş yumurta daha yapmış kara kızlar. Onlara karpuz ikram ediyorum. Gün boyunca misafirlerimiz geliyor bizi üzmeden, sıkıştırmadan. Günün son misafirleri genç doktorlarımız. Yeni bir operasyondan çıkmış, kafalarını dağıtmak istiyorlar. Taş Ev'in verandası onlar için biçilmiş kaftan. Ne var ki hanımefendi Venüs'ten çekiniyor. Bizim haylazın sonu yine kulübesinde bitiyor. 

Şefle bir fırsatını bulup alt bahçeye dolaşmaya çıkıyoruz. Her tarafı ot sarmış. Kadir askerden dönmüş olmalı. Bir an önce bir ot biçme makinesi alıp temizletmeliyim. Dönüşte her tarafımızı diken ve yapışkan otlar sarmış. Bize eşlik eden Venüs'ü de öyle. Sık tüylere sahip Fifi'de bir şey yok. Hep birlikte temizleniyoruz dikenlerimizden.

Akşam hava kararmaya başlıyor. Bahçedeki ceviz ağacı bu sene bayağı yüklü. Bugünün fotoğrafı olmaya aday. Akşamın rezerve konuklarını ağırlıyoruz. Onlar da evlilik yıldönümlerini kutluyorlar.  bitiriyoruz bugünü. 

VENÜS: YARAMAZ ÇOCUK

31/05/2017 Çarşamba, Tire

Güneşli bir gün karşılıyor bizi bu sabah. Başımda hafif bir ağrı var hala. Dün daha iyiydim sanki. Bir tylol hot daha hazırlıyorum kendime. Bir iki alışverişten sonra yaylaya çıkıyoruz eşimle. 

Ertuğrul Şef ve Selma Hanım karşılıyor bizi. Bir yandan temizlik diğer yandan mutfak işleri devam ediyor. Eşime en sevdiği işi yapmasını öneriyorum. "Kümesten yumurta toplamaya ne dersin?" Hemen kabul ediyor. Elindeki işi bitirir bitirmez kümese gidiyoruz. Yemleri koyduğum kovanın içi yumurta dolu. Gözleri parlıyor eşimin. Avuçlarına sığmıyor yumurtalar. Venüs sıçrayıp duruyor üzerine, elindeki yumurtalara göz dikmiş belli. Kazasız belasız onları kaptırmadan mutfağa kadar geliyoruz. Venüs bugün tam gününde. Bir ara bir bağrışma duyuyorum. Eşimin ayağından ayakkabıyı aşırmış kaçıyor. Gidip zor bela ağzından alıyorum. Onu bırakıyor paspasa saldırıyor. 

Mutfakta mezeler usta ellerde şekilleniyor. Skordaki, fellah köftesinin ardından zirveye oynuyor. Güzel klasik bir müzik çalıyor fonda. Başımın ağrısını alıyor, gözlerim kapanmak üzere. Telefonum çalıyor ard arda. Rezervasyon için arıyorlar. Bu arada oğlum arayıp kendisini aramadığım için sitem ediyor. Her sabah annesiyle konuşurken haberlerini alıyorum desem de boşuna. "Bak ben arıyorum seni." diyor. Haklı aslında. İş güç derken asıl görevlerimizi unutuyoruz.

Şehrin tanınmış ailelerinden bir hanımefendi arıyor rezervasyon için. Selçuk'tan yola çıktıklarını bir saate kadar geleceklerini söylüyor. Beklediğimiz saatte son model bir arazi aracından birbirinden zarif dört hanımefendi iniyor. İçlerinden sadece biri Venüs'ten çekiniyor. Hemen alıp kulübesine koyuyoruz. Hanımefendilerden biri çaktırmadan bir pasta kutusunu mutfağa bırakıyor. Verandada keyifli bir yemeğin arkasından Reyhan Pastanesinin pastası servis ediliyor. Doğum günü kutlanan hanımefendi için tam bir sürpriz oluyor bu. Bol bol sohbet ediyor, keyifli saatler geçiriyorlar. Taş Ev bu güzide misafirlerden tam not alıyor. Mekanımızı ilk kez ziyaret eden üç hanımefendi ayrılırlarken kartvizitlerimizi alıyor, en yakın fırsatta yeniden geleceklerini söylüyor.

Ramazan ayında gündüz misafirlerindeki artışı şehirde pek çok yerin kapalı olmasına mı bağlamalıyız? Gözlemlerime göre oruç tutan fazla sayıda insan yok. Telefonum çalıyor. "Taş Ev mi?" Evet, doğru adres. "Sulu yemeğiniz var mı?" Yok maalesef, bizim yemeklerin hepsi kuru. Izgara çeşitleri ve mezelerden müteşekkil. "Peki, paket servisiniz var mı?" Yok, anam bacım, işi daha o kadar ilerletemedik.

İftara on dakika var. Kalabalık bir grup geliyor. Çok acıkmışlar. "Çorbanız var mı?" "Geleceğinizi haber verseydiniz size harika çorbalarımızdan birini hazırlardık. Menümüzde çorba var lakin rezervasyon yaptıran gruplar için sadece." Yaşlı bir teyze var yanlarında, babaanneleri. Belinden ameliyat olmuş yürütgeçle zor adım atıyor. Bu kadar zor yürüyen ve de bir o kadar yürüme sevdalısı birini görmedim. Verandanın en uzak köşesine oturuyorlar. On dakika içinde şefimiz onlara harika bir sofra donatıyor. Acıktıkları o kadar belli ki masaya sipariş ettikleri mezeleri sığdırmakta zorlanıyoruz. Kalabalık aile son derece memnun. Çaylar kahveler içildikten sonra teşekkür ederek ayrılıyorlar.

Keyifli bir günün ardından kapanış hazırlıkları başlıyor. Keyfim yok, hafiften bir baş ağrısı ve kırgınlık hala devam ediyor. Eve varır varmaz kafayı yastığa vuracağım yine. 

30 Mayıs 2017 Salı

KAPLAN'DA BİR GÜN BATIMI

30/05/2017 Salı, Tire

Dün gece uzun zamandır ilk kez gelir gelmez yatağa attım kendimi. Ne günlüğüme el atacak halim vardı ne başka bir şey yapacak. Başımın ağrısı belki uyursam geçerdi. Öyle de oldu. Bugün tatil günümüz. Sabah saat sekizde gözlerimi açtığımda yokladım kendimi. Evet, dünden beri beynimi kemiren o ağrı kalmamış. Tüy gibi hafiflemiş hissediyorum. Eşimle her zaman farklı kutuplarda olduğumuz için onun başı ağrımaya başlıyor sabahın ilk saatlerinde.

Hemen çıkıp pazar işini halletmeli... Her zaman bir yer bulduğum otoparkta bir santimetrekare yer yok. Güçlükle çıkıp dışarıda başka bir yere park ediyorum. Şefimiz salatalara farklı lezzetler katmaktan zevk alıyor. Sipariş ettiği taze nane, reyhanı bulmam lazım. Pazarda ot kalmamış artık. Alışverişi bir an önce tamamlayıp yaylaya çıkıyorum. İlk işim Venüs'ü özgürlüğüne kavuşturmak. İyice şımarmış bu soytarı. Üzerime sıçrayıp duruyor. Fifi beni ondan kurtarıyor. Bu sayede malzemeleri dolaplara yerleştiriyorum. Dünkü havadan eser yok, zaman zaman güneş yüzünü gösteriyor. Yayla bir cennet. İşim bittikten sonra Venüs ve Fifi'ye mamalarını veriyorum. Venüs arsızca saldırıyor önce, sonra bırakıp uzaklaşıyor. Fifi bütün zarafetiyle gelip bir kaç parça alıp kenara çekiliyor.

Kümese yem ve su götürürken peşime takılıyorlar. Venüs benimle birlikte kümese giriyor. Tavukları yemliyorum. O da ne? Tavukların peşinden koşup kümesi boşalttığı yetmiyormuş gibi onların yemlerini yemeye başlıyor. Bu Venüs tam bir manyak. Ne bulursa yiyor. Şaşkınlığımı üzerimden atmadan bir de ne göreyim. Peşime takılan tavuklar gelmiş, köpeklere koyduğum mamaları yiyorlar. Arkamı dönene kadar çanakta mama kalmamış. Gidip içeriden biraz ekmek alıyor, kümese tavuklara atıyorum. Tavuklara yeniden yem götürüyor, çanağı tekrar mamayla dolduruyorum.

Bugün tamamen iyileşmesem de düne göre oldukça iyiyim. Döndüğümde eşimi de biraz toparlanmış görünce seviniyorum. Kızım telefon ediyor. Venüs'ün maceralarını anlatınca kahkahalarla gülüyor.
"Kapattın mı, kulübesine?"
"Suyunu koydun mu?"
"Nereye koydun?" soruların arkası kesilmiyor.
"Evet su koydum çanağına ama seninki patilerini yıkadı o suyla çanakta su bırakmadı tepinerek." diyorum.
Kızım hız kesmiyor.
"Akşam yine gideceksin su vermeye değil mi, yoksa susuzluktan ölür."
"Yok başka vaktim, Ne bu? Koyduğum suyu patileriyle heba etmeseydi."
"O zaman ben gelir, suyunu koyarım."
"Duygu sömürüsü ha?"
Tamam tamam akşam yine gider suyunu koyarım. Eşime soruyorum. Birlikte gider dolaşır mıyız?

Akşam çabuk oluyor. Hava kararmadan bir kez daha eşimle çıkıyorum yaylaya. Tek amacımız Venüs'e su vermek. Hazır gitmişken yaylanın meşhur Kaplan suyu getirmeden olmaz. Yanımıza plastik bidon almayı unutmuyoruz. Malum şehir suyunun Kaplan suyunun yanında tadı saman. Bahçeye girer girmez Fifi karşılıyor bizi. Sürpriz gelişimiz sevindiriyor onu. Venüs, kulübesinin penceresinden cin cin bakıyor. Hemen kilidini açıp serbest bırakıyorum. Her ikisi birden üzerime sıçrıyor, bir sevgi yumağı oluyoruz.

Eşim üzerine sıçramasın diye çaktırmadan mutfağa geliyor. Dışarıdan sesler duyuluyor. "Kimse yok mu?" Bahçe kapısını açık bıraktığım geliyor aklıma. "Açık değil misiniz?" Genç çift kapıyı açık görünce haklı olarak girmiş içeri. "Maalesef bugün salı, salı günleri kapalıyız." Bugün bereketli bir günümüz. Sadece onlar değil, telefonla arayan arayana.

Su bidonunu doldururken Venüs yine iş başında. Ölü bir kuşu almış ağzına, kafasını sallayıp duruyor. Zavallı küçük kuş, avcıların hışmına uğramış belli. Ama ya hastalıktan öldüyse (!) Venüs'ün peşinden koşuyorum. Ben kovalarken o kaçıyor. Sonunda yakalıyorum. Başını tutarken çenesini aralamaya çalışıyorum. İmkanı yok ağzından almanın. Fifi yanımda bana destek olacak ama ne yapacağını o da bilmiyor gariban. Ellerim Venüs'ün çenesinde bekliyorum. Ağzını açarsa kuş düşecek. Sonunda başarıyorum. Kuşu kaptığım gibi yukarı kaldırıyorum. Venüs peşimde, sıçrayıp elimden kurtarmaya çalışıyor kuş ölüsünü. Verandadan iyice ileriye savuruyorum. Suyunu koyup kulübesine kapatıyorum bizim yaramaz çocuğu sonunda. Soylu bir aileden geldiği her halinden belli Fifi, zarifçe elini uzatıyor bana. Onunla da vedalaşıyor, kapıları, kameraları kontrol edip dönüyoruz.

Yolda güneşin batışı nefis bir manzara çıkartıyor ortaya. Telefonum eşimde, kızımla konuşuyor. Bu konuşma bitmez. Durup bir mola vermelerini istiyor, güneşin batarken Selçuk Belevi yolundaki bir gölete düşen aksini fotoğraflıyorum.

KİRAZ SEVEN SİNCAP

29/05/2017 Pazartesi, Tire

Gecenin bir yarısında başlayan baş ağrısı sabah hız kesmeden devam ediyor. Bugün soğuk algınlığımda zirveye ulaşacağım anlaşılan. Hava mı soğuk bana mı öyle geliyor? Arkadaşlara soruyorum. Eğer onlar da benim kadar üşüyorlarsa mayısın son günlerinde sobayı mı yakacağız yoksa? Hava kapalı, aralıklarla yağmur yağıyor. Facebook'ta bir post ve ona yapılan yorum hoşuma gidiyor. "Ne biçim mayıs ayı bu?" El cevap: "İçine şubat kaçmış."

Şefimiz ve yardımcısı yağmur altında güçlükle ulaşıyorlar evimize. Venüs'ü kulübesinden çıkardıktan hemen sonra yağmur şiddetleniyor. Bizimkinin aklı ermez ıslanır hasta olur diye verandaya çekiyorum. Fifi'yle birlikte güreş tutmaya başlıyorlar her zaman olduğu gibi. Üşüyorum, benden hayır gelmez bugün. Bu yağmurda kim gelir dağ başına zaten derken bir araba yanaşıyor. Gelen bizim misafir dostlarımızdan biri. Üşenmeden, yağmur çamur demeden baş sağlığı dilemeye gelmiş sadece. İnceliği karşısında ne yapacağımı bilemiyorum. Henüz çay da olmamış bir bardak çay ikram edeyim. "Uzak durun benden, fena halde gribim, size de bulaştırmayım." demekle yetiniyorum. Hemen bir tylol hot hazırlayıp içiyorum. Bana mısın demiyor.

Odama çekilip battaniyeye sarılıyorum, gelen olursa haber verirsiniz diyerek. Ense kökümden şakaklarıma inen şiddetli bir ağrı devam ediyor. Ekip arkadaşlarımız yapılması gereken her şeyi ziyadesiyle yapıyorlar. Ne tavuklara bakabiliyorum ne de köpeklere. Öğleden sonra bir şeyler atıştırıp bir voltaren alıyorum. Esasen mümkün olduğunca uzak dururum ağrı kesiciden, ilaçtan. Vücudum alışkın olmadığı için bana daha etkili olacağını düşünüyorum. Olmuyor, ne yapsam fayda yok. Dışarıda yağmur hızını kesmiş. Hava kış havası. Titreyerek içeri atıyorum kendimi. Şefimiz özel bir karışım hazırlıyor, elma kabuğu, tarçın, karabiber, baldan oluşan. Bu sıcak karışımın biraz faydası mı oldu içeride battaniyeye sarılmaktan sıkıldım mı bilmiyorum, yukarı salona çıkıyoruz. Yağmur altında şehri seyrediyoruz. Kiraz ağacının üzerinde bir sincap ilgimizi çekiyor. Uzun uzun poz veriyor. Dalların tepelerindeki kirazları yiyor. Sincapların kiraz yediğini bilmiyordum. Kestane ceviz ağaçlarının arasında birkaç tane sincap daha oradan oraya zıplıyor.

Bugün benden hayır yok. Ancak her ne olursa olsun mekan kapanmaz. Nitekim bir telefon canlandırıyor ekibi. Herkes işinin başına. Selma hanım benim yapmam gereken servisi hazırlamış bile. Müziği değiştirmek için köşeme gidiyorum. Sıtma nöbeti geçirircesine bir titreme sarıyor bedenimi. Tepsiyle yukarı çıkarken ellerim titriyor. Misafirlerimiz hiç fark etmiyor benim bu halimi. Onlarla tatlı tatlı sohbet ediyoruz içimin soğuktan titremesini bastırarak. Şefimiz ısrarla kendisinin servisi yapabileceğini söylüyor. Kabul etmiyorum. Belki merdivenden çıkarken elimde tepsiyle birlikte düşüp bayılacağım. O ana kadar vakit var daha. Her geçen dakika sona yaklaşıyor. İnşallah bugünü kazasız belasız atlatırım. Nefis meze ve yemekler şefin usta ellerinden sanat eserlerine dönüşüyor. Hanımefendi tereddütle sipariş ettiği bonfileye bayılıyor, ustaya özel teşekkür ediyor. Gençler ızgara köfteleri çok lezzetli buluyorlar.

Ekip arkadaşları ile birlikte ayrılıyoruz Taş Ev'den. Onlar motosikletleriyle önde, ben arkada. Ben onları merak ediyorum başlarına bir şey gelmesin diye, onlar beni merak ediyor bu halimle aşağı uçmayayım diye. Güzel bir dostluğa yelken açıyoruz birlikte.    

29 Mayıs 2017 Pazartesi

HUZUR

28/05/2017 Pazar, Tire

Kaplan Köy meydanında köylü kadınlar tezgahlarını kurmuş, yöresel ürünler satıyorlar. Köy kahvesinin önündeki bilgilendirme levhamızın haber verilmeden yerinden sökülmesi ve onun yerine "Kaplan Köy Gavesi, Köy Kahvaltısı" yazan pankartın çekilmesi ne büyük saygısızlık. Telefon ettiğimde "Elemanlar yapmıştır." savunması komik geliyor. Taş Ev'e varır varmaz keyfimiz yerine geliyor. Bütün aile bireyleri arı gibi çalışıyor. Hava değişken. Bazen güneş parlıyor, bazen kara bulutlar kaplıyor her yanı. Yağmur kah yağıyor kah duruyor.

Venüs'ü kulübesinden çıkarmakla başlıyor işim. Tavukların beslenmesi ve kümesin açılması da oldukça zevkli meşguliyetler. Kara tavukların bağıra çağıra etrafımda kümelenmeleri, günlük yumurtalarının toplanması çok hoş.

Günün ilk konukları İzmir'den. Merak edip gelmişler Taş Ev'i görmeye. Her tarafı geziyor, inceliyorlar. Verandada üşüyünce salona çıkıyorlar. Yağmur başlıyor. Yağmur altında şehrin manzarası bir başka güzel. Yemeklerini keyifle yiyorlar. Şefimiz usta bir heykeltıraş edasında tabakları süslüyor. Selma Hanım onun en büyük yardımcısı.

Düne göre daha hareketli geçiyor günümüz. Orta yaşlı bir çifti karşılıyoruz. "Sizlerle tanışmaya geldik." diyorlar. "Ben Tire'nin paşasıyım." diyor beyefendi. Hiç paşaya benzemiyor. Son derece mütevazı ve samimi bir şekilde konuşuyor. Uzun saçları ve sakalları ile dış görünüş olarak da asker tipi yok. Eşi güler yüzlü ve konuşkan. Konuklarımıza Taş Ev hakkında bilgi vermeye başlıyorum mekanı gezdirirken. Oysa onlar hazırlıklı gelmişler. Bizi ve Taş Ev'i facebook sayfamızdan ve web sitemizden inceleyip gelmişler. Hem Taş Ev'i hem de bizi iyi öğrenmişler. 

Eşime haber veriyorum. Verandada sohbet koyulaşıyor. Beyefendi gerçekten de paşaymış. Ailesini eşim tanıyor. Tuğgenerallikten emekli olduktan sonra geniş araziler satın almışlar Kocaeli'nde. Bizim gibi ufaktan başlamışlar işe. Hanımefendi "General karısı olduğuma aldırmadan masaları siliyor, bulaşık yıkıyor, yemek servisi yapıyordum." diyor. Kendimden çok parçalar buluyorum onlarda. Her işi yapabilme mutluluğundan söz ediyoruz. Gelen konukların hepsi aynı mı? Değil elbette. Onların bir kısmı ilk önce karşısındakini kendisinden aşağı görüp farklı davranışlarda bulunabiliyor. Ne zaman ki, kim olduğunuzu anlıyorlar, tavırlar değişiyor hemen. "Ye kürküm ye" kıssası geliyor aklıma. Belli kültür seviyesine erişmiş kişilerde bu durum gözlenmiyor. Karşısındaki insanın kim olduğuna aldırmaksızın her zaman nazik ve minnettar.

Bu sıra dışı konuklarımızla ortak yanlarımız artıyor. Beyefendinin kökleri eşimin dede memleketi olan Selanik Karaferiye'ye dayanıyormuş.  Çocuklukları aynı mahallede geçmiş, aileleri tanıyorlar. Daha bir ısınıyoruz birbirimize. Sekiz yüzden fazla yerli tohum bulunuyormuş ellerinde. Bir sonraki gelişlerinde bize yerli tohum hediye edeceklerine dair söz veriyorlar. Şimdi Kocaeli'nde 150 dönüm arazi üzerinde otuz çalışanın olduğu bir eğitim oteli ve restoranları bulunuyor. Defalarca TV ekranlarında yer alan bu çifti ağırlamaktan mutlu oluyoruz. Onlar da Taş Ev'in bizlerle birlikte Tire'ye değer kazandırdığını söylüyorlar.

Akşama doğru genç, eğlenceli grupları ağırlıyoruz. Yeni ekibimizle birlikte uzunca bir zamandır hasret kaldığımız huzurlu ortamı yakalıyoruz sonunda.