Bugün yoğun bir program beni bekliyor. Hem büyük pazardan büyük alışverişler, hem yayladaki dostlarımızın bakımı yapılacak, hem de iş güç nedeniyle uzun zamandır ihmal ettiğim sevgili eşime bir sürpriz planlıyorum.
Sabahın erken saatinde Ertuğrul Şef arayıp halde beklediğini söylüyor. Arabanın içi erik ve kiraz kasalarıyla dolu. Öncelikle onları halde satarak bagajı boşaltmam lazım. Halin kapısında karşılıyor beni şef güleç yüzüyle. Her zaman alışveriş ettiğim manav hemen bagaj kapağını açıyor. "Bize mi getirdin?" diyerek. "Hayır, diyorum bu sahipli." yan tarafındaki komşusuna doğru yürüyorum. Eriklere bakıyor. İçinde olgunlaşması nedeniyle çatlamış bir kaç tane eriği bahane ederek söylediği fiyattan cayıyor. Verdiği fiyat ise komik. "Tamam, anlaşıldı." diyorum, bagaj kapısını kapatırken. Çöpe döksem daha iyiymiş. "Tamam" diyor başka bir alıcı, "Elli kuruş daha fazla vereyim." diyor. Pazar alışverişi için arabanın boşalması şart. Çaresiz kabul ediyorum. Kirazları da indirip komisyona bırakıyorum. Eşimi arıyor, durumu anlatıyorum. "Keşke vermeseydin." diyor. Ama ben çaresizim, nerede muhafaza edeceğim onca meyveyi?
Pazara gidiyorum. İlk olarak erik ve kiraz fiyatlarına bakıyorum. Aynı ayardaki kirazlar 8-10 TL, Erikler ise 6-8 TL. Ben ise erikleri 2 TL vermek zorunda kaldığıma yanıyorum.
Erken çıkmamın avantajından dolayı park yeri bulacağımı tahmin ediyorum. Domates fiyatını halde pahalı görüp almadım. Pazardan domates alacağım için kapalı oto parkta yer bulduğuma seviniyorum. Bir sürü alınacak şey var listemde. Taşıyabileceğim kadar yüklenerek defalarca taşıyorum arabaya. Son olarak kasap alışverişini yapıp yaylaya çıkıyorum. Eşim kuaförde saçlarını yaptırmakla meşgul.
Özel bir ana okulundan arıyorlar ben yukarıdayken. Bir sınıflarına velileriyle birlikte iftar yemeği vermek istediklerini söylüyor telefondaki beyefendi cuma gününe. Bir telefon daha geliyor. "Maalesef salı günleri kapalıyız." Bahçeye varır varmaz ilk işim Venüs'ü kulübesinden çıkarmak. Dünden beri yeni alışkanlığı patileriyle su kabını boşaltmak. Bunu yapınca içecek suyu kalmıyor. Henüz çevreyi tanımadığı için akşamları giderken kulübesine kilitlemek zorunda kalıyoruz.
Sırada kara kızlar var. Beni görünce bir bağrış, bir çağrış kümesin kapısının önüne yığılıyorlar. Kümesin kapısını açıyor, onlara Selma Hanım'ın ayırdığı yeşillikleri veriyorum. İki folluk ve yem kovası yumurta dolu. Özenle yanımda getirdiğim plastik kovaya dolduruyorum onları.
Fifi dostça ve zarif bir şekilde etrafımda dolaşıyor. Venüs ona biraz dalaştıktan sonra su kovalarının yanına gidip oynamaya başlıyor. Yine gidip iki patisini ve kafasını su dolu kovanın içine sokup pata pata suyu çalkalıyor. Bundan çok zevk aldığı belli. Ona bir havuz almak lazım yaz günleri için.
Tavukların yemi kalmamış, gidip yemlerini dolduruyorum. Ellerimi yıkadıktan sonra aldığım malzemeleri dolaplara boşaltmaya devam ediyorum. Venüs geldikten sonra günde elli sefer yıkanıyor bu eller. Eşim arıyor, "Nerede kaldın?" Venüs'le uğraştığımı söylüyorum. Kovasına mamasını koyuyorum. Bir pati vuruyor, kova bir yana mamalar bir yana. Fifi sakince suyunu içiyor. Bunu görür görmez Venüs gidiyor yanına, ona bir omuz vuruyor onca su kabı olmasına rağmen gidiyor Fifi'nin içtiği kovadan su içiyor. Fenalık olsun işte. Kime benzedi ki bu bilemiyorum? Zavallı Fifi kaderine razı bir şekilde çekiliyor bir köşeye...
Tavukları kümeste topluyor, kapısını kapatıyorum. Venüs'ü de kapatma zamanı geldi. Suyunu tamamlıyor kulübesine sokuyorum. Eve varışım saat üç. Hemen çıkıyoruz evden. "Nereye gidiyoruz?" diye soruyor eşim. "Bilmiyorum." diyorum eskiden olduğu gibi. Her zaman böyle yapardık biz. Saatin kaç olduğuna aldırmadan çıkardık yollara. Çoğu zaman milletin dönüş saatine denk gelirdi bizim gidişimiz. Böyle olunca rahat olurdu seyahatimiz. Bizim yön bomboş. Karşı yön yani dönenler kuyruk. Bir bakmışsın Akçakoca yollarındayız, bir bakmışsın Amasra. Gideceğimiz yere vardığımız saatler gün batımı saatleri olurdu genelde. Eşim, "Kuşadası olmasın ama (!)" "Yok, Kuşadası'na gitmiyoruz, sürpriz bir yere götüreceğim seni."
Kızım arıyor. Eşim konuşuyor dakikalarca. Merak edince söylüyorum Akyaka'ya balık yemeğe gittiğimizi. Eskiden sıklıkla DSİ li misafirlerimizi ağırladığımız güzel bir restoran vardı. "Halil'in Yeri."
Selçuk Belevi yolundan çıkıp otoyola giriyoruz. Aydın üzerinden Çine ve Yatağan. Aydın ve Çine yolları ne kadar çok değişmiş. Aydın'a yakışan kocaman bir otobüs terminali yapılmış. Yirmi sene sonra köy irisi durumundaki Aydın artık şehir görüntüsü veriyor. Çine yollarında bir Zekeriya Öz bir de Köfteci Tahsin geliyor aklıma. Zekeriya Öz burada Cumhuriyet Savcısı iken benzinciye para ödememiş ve güzel bir kötek yemiş diye anlatırlardı. Çine'den çıkıp Yatağan yolunda ilerliyorum. Bu yol Çine Barajı altında kalan yolun yerine yapılmıştı. Yani biz yapmıştık. İnsanın kendi yaptığı yolda seneler sonra seyahat etmesi heyecanlandırıyor insanı. Hemen arkasından Seyir Tepesini arıyor gözlerim. Hemen yönümüzü çeviriyor, Seyir Tepesinde mola veriyoruz. Çine Barajı, masmavi gölü ile muhteşem görünüyor. Yaklaşık yirmi sene iç içe olduğum her taşının altında ayrı bir hatıramın gizlendiği baraj bu. Yasin beyle geri geri gidip yoldaki çatlakları takip ederken aşağı uçmamıza ramak kaldığından mı bahsedeyim, Silt Kapanına Ulaşım Tünelinde meydana gelen bir göçükle ilgili acilen yapılması gereken bir iş için işçilerle birlikte bayram gününde çalışmamdan mı? Küçük, salaş bir kafe açmış birileri Seyir Tepesine.
Yolumuza devam ediyoruz. Yatağan'dan Gökova istikametine dönüyoruz. Akyaka Bodrum ve Datça yarımadalarının tam kesiştiği noktada. Gökova körfezinde şirin bir belde burası. Önce Akyaka'da kısa bir tur atıyoruz. Hafta arası olmasına rağmen oldukça hareketli görünüyor. Halil'in Yeri'ni bulmakta zorlanıyorum. Restorana girince şaşırıyorum. Evet, burası eskiden sık sık geldiğimiz yer. Cam çerçeveler kaldırılmış, Azmak Çayı restoranın aralarından akıyor. Ne var ki gece camekanın arkasında bir akvaryum gibi manzarayı seyretmek daha hoş geliyormuş gözüme. Bu halini yadırgıyorum biraz. Sanki, yok sanki değil, gerçekten de daha salaş bir havaya bürünmüş. Fiyatlar bizim fiyatlarımızdan % 20 - 30 fazla. Mezeler bizim mezeler kadar iyi değil. Balık güzel olan tek şey. Yine de Azmak Nehri içinde bembeyaz ördekleri seyrederken yemek yemek güzeldi.
Saat 21.00 gibi kalkıyoruz restorandan. Eşim bir an önce eve dönmek istediğini söylüyor. Eee, az yol değil kısa sürede yaptığımız. Süratimi biraz arttırıyorum. Gece radarlarının daha az olduğunu düşünüyorum. Nerede radar var nerede yok üç aşağı beş yukarı biliyorum zaten. Yine de tuzak kuracak yeni yerler bulmuş olabilirler.
Belevi yoluna girince önümde dev bir çekici beliriyor. Işıkları yanmıyor. Radar tuzağı kurmak yerine bu tarfiğe çıkan bu ışıksız araçları kontrol etseler daha iyi olacak.
Saat 23.00 gibi evimize varıyoruz. Eski günlerimizi, eski çılgınlıklarımızı hatırlıyoruz. Olmayacak bir saatte "Falanca yere gidelim mi?" diye sorduğumda eşimin ağzından çıkacak "Gidelim." sözcüğünden evvel yola çıkmış oluyorduk. Bir zamanlar...