KATEGORİLER

10 Haziran 2017 Cumartesi

TATLI YİYELİM

08/06/2017 Perşembe, Tire

Gittikçe daha çok seviyorum bu işi. Her şeyden önce eşimle birlikteyim. Bu birliktelikte yeni ekibimizin payı büyük. İş yerinde huzursuzluk olunca mücadeleye yalnız devam etmek zorunda kaldım bir müddet. Artık güle oynaya birlikte çıkıyoruz yaylaya. Sabah alışverişinden sonra bahçeye varıyoruz. Hava kapalı, yağmur ha yağdı ha yağacak. Rüzgar bulutları bir o yana bir bu yana savuruyor.

Yumurtaları folluktan toplama zevki eşime ait. Fakat bu kez mutfaktaki işini bırakamıyor, ben gidiyorum. Halde komisyoncuya verdiğim kirazlar için ödenen fiyatı duyunca kızmaya başlıyor. "Niye verdin, ben onları reçel yapardım." Ağaçlarda toplanacak kiraz var daha diyorum. Hemen ağaçların yanına koşuyor. "Merdiveni getir."

Kuşlar yemeye başlamış bir kısmını. Bugün ne toplasak kâr. Hemen işe koyuluyoruz. Yağmur başlamak üzere. Tanelerin her biri irileştikçe irileşmiş, renkleri siyaha yakın bir hal almış olmasına rağmen kütür kütür. Selma Hanım da katılıyor bize. Kısa zamanda iki üç kova topluyoruz. İşimiz bittikten sonra yağmur atıştırmaya başlıyor.

Yağmur ancak toprağı ıslatmaya yetiyor. Havuz başındaki masamıza kuruluyoruz ekip arkadaşlarımızla birlikte. Şefimiz çok sevdiğim mantarlı makarna hazırlamış. Afiyet ve neşe içinde yiyoruz birlikte.

Yarın için büyük bir organizyon var. Dün özel bir anaokuldan aramışlar, bugün Taş Ev'i görmeye geleceklerini söylemişlerdi. Bir sınıflarına karne töreni ile birlikte çocuklara ve velilerine iftar yemeği vermek istiyorlarmış. Gecikince telefon ediyorum. "Yoldayız, beş dakika sonra yanınızdayız." diyor özel anaokulunun sahibesi hanımefendi. Fifi'nin havlamasıyla birlikte bahçede üç kişinin yaklaşmakta olduğunu fark ediyorum. Yolumuzdan şikayet ediyorlar. İlk gelen misafirlerimizin olağan tepkisi bu. Güzelliklere ulaşmanın bir bedeli olduğunu söylüyorum. Taş Ev'i geziyoruz birlikte. Misafirlerin sayısı salonu dolduruyor. Yarına başka misafir kabul etmeyeceğimi söyleyince hanımefendi teşekkür ediyor. Menü ve net kişi sayısı üzerinde anlaşıyoruz.

Çalıştığımız bankalardan birinin personeli arıyor. "Yurt dışından misafir gelmiş, sizin orayı tavsiye ettim." diyor. Teşekkür ediyorum. Akşam misafirleri gelmeye başlarken en güzel masalardan birini yabancı konuklarımız için hazırlıyorum.

Ödemişte iş makineleri imalatı yapan bir firmanın Avusturya'dan gelen müşterileriymiş konuklarımız. Vitrinden soğukları seçiyoruz. Girit ve Yunan mezeleri ilgilerini çekiyor. Çok sayıda meze tabağı sipariş ediyorlar. Salonda yerlerini gösterdikten sonra servislerini açarken Taş Ev hakkında bilgi veriyorum. Onların anladığı lisandan konuşmam hoşlarına gidiyor. Menüleri dağıtırken İngilizce menümüzün olmadığı düşüyor aklıma. Yabancı konuklarımızdan özür dilerken bir an önce İngilizce menü hazırlamam gerektiğini düşünüyorum. Ramazan dolayısıyla alkollü içki almak konusunda tereddüt ettikleri anlaşılıyor. Onları getiren beyefendiler rahat olmalarını söyleyince birer bira söylüyorlar. Viyana'dan, Salzburg'tan konuşuyoruz. Salzburg'un en güzel şehirlerden biri olduğundan bahsediyorum. Onların bulundukları yer de Salzburg yakınlarındaymış. Mezelere bayılıyorlar, tabaklar tertemiz geliyor. Sıcakların arkasından sıra tatlılara geliyor. Kestaneli dondurma, dondurmalı irmik helvası ve trileçe sipariş ediyorlar. Tatlı tabakları da boş geliyor. Ödemişten gelen konuklarımız ve onların yabancı misafirleri son derece memnun bir şekilde ayrılırken yeniden geleceklerini söylüyorlar. Biz de mutlu oluyoruz bu durumdan.  

8 Haziran 2017 Perşembe

VİŞNE GÜNÜ

07/06/2017 Çarşamba, Tire

Havalar iyice ısındı artık. Bugün geç çıktık yaylaya. Bu rahatlığımız biraz da güvene dayalı. Allah nazardan saklasın. Huzur içinde böyle bir yaşam çok daha güzel. Her şey yolunda. Eşim kiraz toplamamı istiyor. Dün halde yok pahasına sattığım kirazlardan sonra gözüm ne kiraz ne de erik görmek istiyor. "Tamam, satmayacağız, reçel yapacağım." dese de ben inat ediyorum. "Hayır vişne toplayacağım, sen vişneden yaparsın reçelini."

Tam işe başlayacakken bir baba kız geliyor. Verandaya alıyoruz. Servisi yaptıktan sonra elime bir kova alıp vişne ağaçlarına gidiyorum. Dört kilo kadar vişne topluyorum. Hava oldukça sıcak. Yayla bunaltmasa da şehirde yaşamak daha zor artık. Sakin bir gün yaşıyoruz. Öğleden sonra menümüzün ağır toplarından biri olan mantarlı bonfile sote yapmasını istiyorum şefimizden. Son zamanlarda benim ne tavsiye edeceğimi soran çok oluyor. Ben yeni şefimizin elinden yemediğim bonfile sotenin tadına bakmak istiyorum bu sefer. Ekibimizle birlikte havuz başındaki masaya kuruluyoruz. Gerçekten de muhteşem bir yemek bu. Şefimizi tebrik ediyorum. Bundan böyle gururla önereceğim mantarlı bonfile sote. Etler yumuşacık, biber ve mantarlarla birlikte kullandığı baharatlar müthiş uyum sağlamış. Venüs yanımızda türlü maskaralıklar yapıp hakkını istiyor. Ekmeği yemeğin yağına batırıp veriyorum. Bir lokma daha alsın diye talimat vermeden önümüzde oturuyor, yatıyor, patisini uzatıyor. Fifi kenarda sırasını bekliyor.

Uzaklardan bir telefon geliyor. Son çalıştığım şirketin büyük patronu arayan. Hal, hatır soruyor. Uzun bir aradan sonra araması sevindiriyor. "Nasıl memnun musun hayatından?" diye soruyor. Hani zor bu işler yeniden mühendisliğe döneceğim desem çağıracak sanki. "Gayet memnunum." diyorum. 

Önce oğlumla, daha sonra kızımla telefon görüşmeleri yapıyorum. Genellikle, "Misafir geldi.", "Misafir hesap istiyor." deyip kesmek zorunda olduğum konuşmalar bugün için geçerli değil. Doyasıya konuşuyoruz.

Türkiye gündemini uzaktan takip ediyorum. Zeytinlikler imara açılacakmış, Katar'la birçok ülke diplomatik ilişkilerini kesmiş. Bizim cumhurbaşkanı teröre destek veren Katar'a asker gönderiyormuş. İran "Bölgemizde önemli gelişmeler oluyor." demiş. Gerçekten de kara bulutlar görüyorum yurdumun üzerinde. Çaresiz bir sessizlik içinde uzaktan seyrediyorum olup biteni. Gözlerimizi, kulaklarımızı kapatıyoruz. Ama şu Songül yarbaya içim yanmadı desem yalan olur. 

7 Haziran 2017 Çarşamba

ESKİ ÇILGINLIKLARIMIZ ANISINA

06/06/2017 Salı, Akyaka


Bugün yoğun bir program beni bekliyor. Hem büyük pazardan büyük alışverişler, hem yayladaki dostlarımızın bakımı yapılacak, hem de iş güç nedeniyle uzun zamandır ihmal ettiğim sevgili eşime bir sürpriz planlıyorum.

Sabahın erken saatinde Ertuğrul Şef arayıp halde beklediğini söylüyor. Arabanın içi erik ve kiraz kasalarıyla dolu. Öncelikle onları halde satarak bagajı boşaltmam lazım. Halin kapısında karşılıyor beni şef güleç yüzüyle. Her zaman alışveriş ettiğim manav hemen bagaj kapağını açıyor. "Bize mi getirdin?" diyerek. "Hayır, diyorum bu sahipli." yan tarafındaki komşusuna doğru yürüyorum. Eriklere bakıyor. İçinde olgunlaşması nedeniyle çatlamış bir kaç tane eriği bahane ederek söylediği fiyattan cayıyor. Verdiği fiyat ise komik. "Tamam, anlaşıldı." diyorum, bagaj kapısını kapatırken. Çöpe döksem daha iyiymiş. "Tamam" diyor başka bir alıcı, "Elli kuruş daha fazla vereyim." diyor. Pazar alışverişi için arabanın boşalması şart. Çaresiz kabul ediyorum. Kirazları da indirip komisyona bırakıyorum. Eşimi arıyor, durumu anlatıyorum. "Keşke vermeseydin." diyor. Ama ben çaresizim, nerede muhafaza edeceğim onca meyveyi?


Pazara gidiyorum. İlk olarak erik ve kiraz fiyatlarına bakıyorum. Aynı ayardaki kirazlar 8-10 TL, Erikler ise 6-8 TL. Ben ise erikleri 2 TL vermek zorunda kaldığıma yanıyorum.

Erken çıkmamın avantajından dolayı park yeri bulacağımı tahmin ediyorum. Domates fiyatını halde pahalı görüp almadım. Pazardan domates alacağım için kapalı oto parkta yer bulduğuma seviniyorum. Bir sürü alınacak şey var listemde. Taşıyabileceğim kadar yüklenerek defalarca taşıyorum arabaya. Son olarak kasap alışverişini yapıp yaylaya çıkıyorum. Eşim kuaförde saçlarını yaptırmakla meşgul.

Özel bir ana okulundan arıyorlar ben yukarıdayken. Bir sınıflarına velileriyle birlikte iftar yemeği vermek istediklerini söylüyor telefondaki beyefendi cuma gününe. Bir telefon daha geliyor. "Maalesef salı günleri kapalıyız." Bahçeye varır varmaz ilk işim Venüs'ü kulübesinden çıkarmak. Dünden beri yeni alışkanlığı patileriyle su kabını boşaltmak. Bunu yapınca içecek suyu kalmıyor. Henüz çevreyi tanımadığı için akşamları giderken kulübesine kilitlemek zorunda kalıyoruz.

Sırada kara kızlar var. Beni görünce bir bağrış, bir çağrış kümesin kapısının önüne yığılıyorlar. Kümesin kapısını açıyor, onlara Selma Hanım'ın ayırdığı yeşillikleri veriyorum. İki folluk ve yem kovası yumurta dolu. Özenle yanımda getirdiğim plastik kovaya dolduruyorum onları.

Fifi dostça ve zarif bir şekilde etrafımda dolaşıyor. Venüs ona biraz dalaştıktan sonra su kovalarının yanına gidip oynamaya başlıyor. Yine gidip iki patisini ve kafasını su dolu kovanın içine sokup pata pata suyu çalkalıyor. Bundan çok zevk aldığı belli. Ona bir havuz almak lazım yaz günleri için.

Tavukların yemi kalmamış, gidip yemlerini dolduruyorum. Ellerimi yıkadıktan sonra aldığım malzemeleri dolaplara boşaltmaya devam ediyorum. Venüs geldikten sonra günde elli sefer yıkanıyor bu eller. Eşim arıyor, "Nerede kaldın?" Venüs'le uğraştığımı söylüyorum. Kovasına mamasını koyuyorum. Bir pati vuruyor, kova bir yana mamalar bir yana. Fifi sakince suyunu içiyor. Bunu görür görmez Venüs gidiyor yanına, ona bir omuz vuruyor onca su kabı olmasına rağmen gidiyor Fifi'nin içtiği kovadan su içiyor. Fenalık olsun işte. Kime benzedi ki bu bilemiyorum? Zavallı Fifi kaderine razı bir şekilde çekiliyor bir köşeye...

Tavukları kümeste topluyor, kapısını kapatıyorum. Venüs'ü de kapatma zamanı geldi. Suyunu tamamlıyor kulübesine sokuyorum. Eve varışım saat üç. Hemen çıkıyoruz evden. "Nereye gidiyoruz?" diye soruyor eşim. "Bilmiyorum." diyorum eskiden olduğu gibi. Her zaman böyle yapardık biz. Saatin kaç olduğuna aldırmadan çıkardık yollara. Çoğu zaman milletin dönüş saatine denk gelirdi bizim gidişimiz. Böyle olunca rahat olurdu seyahatimiz. Bizim yön bomboş. Karşı yön yani dönenler kuyruk. Bir bakmışsın Akçakoca yollarındayız, bir bakmışsın Amasra. Gideceğimiz yere vardığımız saatler gün batımı saatleri olurdu genelde. Eşim, "Kuşadası olmasın ama (!)" "Yok, Kuşadası'na gitmiyoruz, sürpriz bir yere götüreceğim seni."

Kızım arıyor. Eşim konuşuyor dakikalarca. Merak edince söylüyorum Akyaka'ya balık yemeğe gittiğimizi. Eskiden sıklıkla DSİ li misafirlerimizi ağırladığımız güzel bir restoran vardı. "Halil'in Yeri."

Selçuk Belevi yolundan çıkıp otoyola giriyoruz. Aydın üzerinden Çine ve Yatağan. Aydın ve Çine yolları ne kadar çok değişmiş. Aydın'a yakışan kocaman bir otobüs terminali yapılmış. Yirmi sene sonra köy irisi durumundaki Aydın artık şehir görüntüsü veriyor. Çine yollarında bir Zekeriya Öz bir de Köfteci Tahsin geliyor aklıma. Zekeriya Öz burada Cumhuriyet Savcısı iken benzinciye para ödememiş ve güzel bir kötek yemiş diye anlatırlardı. Çine'den çıkıp Yatağan yolunda ilerliyorum. Bu yol Çine Barajı altında kalan yolun yerine yapılmıştı. Yani biz yapmıştık. İnsanın kendi yaptığı yolda seneler sonra seyahat etmesi heyecanlandırıyor insanı. Hemen arkasından Seyir Tepesini arıyor gözlerim. Hemen yönümüzü çeviriyor, Seyir Tepesinde mola veriyoruz. Çine Barajı, masmavi gölü ile muhteşem görünüyor. Yaklaşık yirmi sene iç içe olduğum her taşının altında ayrı bir hatıramın gizlendiği baraj bu. Yasin beyle geri geri gidip yoldaki çatlakları takip ederken aşağı uçmamıza ramak kaldığından mı bahsedeyim, Silt Kapanına Ulaşım Tünelinde meydana gelen bir göçükle ilgili  acilen yapılması gereken bir iş için işçilerle birlikte bayram gününde çalışmamdan mı? Küçük, salaş bir kafe açmış birileri Seyir Tepesine.

Yolumuza devam ediyoruz. Yatağan'dan Gökova istikametine dönüyoruz. Akyaka Bodrum ve Datça yarımadalarının tam kesiştiği noktada. Gökova körfezinde şirin bir belde burası. Önce Akyaka'da kısa bir tur atıyoruz. Hafta arası olmasına rağmen oldukça hareketli görünüyor. Halil'in Yeri'ni bulmakta zorlanıyorum. Restorana girince şaşırıyorum. Evet, burası eskiden sık sık geldiğimiz yer. Cam çerçeveler kaldırılmış, Azmak Çayı restoranın aralarından akıyor. Ne var ki gece camekanın arkasında bir akvaryum gibi manzarayı seyretmek daha hoş geliyormuş gözüme. Bu halini yadırgıyorum biraz. Sanki, yok sanki değil, gerçekten de daha salaş bir havaya bürünmüş. Fiyatlar bizim fiyatlarımızdan % 20 - 30 fazla. Mezeler bizim mezeler kadar iyi değil. Balık güzel olan tek şey. Yine de Azmak Nehri içinde bembeyaz ördekleri seyrederken yemek yemek güzeldi.


Saat 21.00 gibi kalkıyoruz restorandan. Eşim bir an önce eve dönmek istediğini söylüyor. Eee, az yol değil kısa sürede yaptığımız. Süratimi biraz arttırıyorum. Gece radarlarının daha az olduğunu düşünüyorum. Nerede radar var nerede yok üç aşağı beş yukarı biliyorum zaten. Yine de tuzak kuracak yeni yerler bulmuş olabilirler.

Belevi yoluna girince önümde dev bir çekici beliriyor. Işıkları yanmıyor. Radar tuzağı kurmak yerine bu tarfiğe çıkan bu ışıksız araçları kontrol etseler daha iyi olacak.

Saat 23.00 gibi evimize varıyoruz. Eski günlerimizi, eski çılgınlıklarımızı hatırlıyoruz. Olmayacak bir saatte "Falanca yere gidelim mi?" diye sorduğumda eşimin ağzından çıkacak "Gidelim." sözcüğünden evvel yola çıkmış oluyorduk. Bir zamanlar...



6 Haziran 2017 Salı

KEBAP ERİĞİ

05/06/2017 Pazartesi, Tire

Nasıl bir iş anlamıyorum. Yakamdan düşmüyor bir türlü. Sabaha kadar kuru bir öksürük illallah dedirtiyor. Solunum yollarım biraz açıldı gibi. Burnumdan nefes alabildiğim için şanslıyım. Bu sayede öksürük nöbetleri biraz hafifliyor. Biri gelmiş nefes borumu elindeki tüyle gıdıklıyor sanki.  

Kahvaltı ertesi alışveriş yaptıktan sonra eşimle birlikte yaylaya çıkıyoruz. Hava kararsız. Bir ara yağmur çiseler gibi oluyor. Çok geçmeden güneş kendini gösteriyor. Kızımla telefonda görüşüyoruz. Bize hatırlatıyor, "Erikler, kirazlar toplanmazsa kuşlar yiyecek." Bugün tam günü aslında. Kilolarca erik topluyoruz ekip olarak. Ense kökümdeki ağrı gittikçe şiddetleniyor fakat ağrı kesici almamakta direniyorum. Eşim eline bir kova almış erikleri toplamaya çoktan başlamış bile. Ekip olarak onu yalnız bırakmıyoruz. Bir kısmımız ağaç üzerinde, bir kısmımız merdiven tepesinde ağızlara layık kebap eriklerini kovalara dolduruyoruz. İhtiyacımızdan çok fazla topladıklarımız. Yarın halde satar, onun yerine ihtiyacımız olan sebzeleri alırız.

Bugün kendimize bir güzellik yapmaya karar veriyoruz. Havuz başındaki masayı kendimize rezerve ettik. Menümüzden seçtiğimiz ızgara çeşitlerinden karışık bir tabak hazırlıyor şefimiz. Selma Hanım yanına güzel bir mevsim salata ekliyor. Bütün personel hep birlikte oturup keyifle yiyoruz. Misafirlerimizin beğenmeleri boşuna değilmiş demek. Şefimiz gerçekten işinin ustası olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Yemekten sonra başımın ağrısının geçtiğini neden sonra fark ediyorum. Boş durmayı sevmiyor eşim. Bir de bakıyorum kiraz ağaçlarının yanına koşmuş. Yalvar yakar bırakmasını istesem de nafile. Talimatlar yağdırıyor. "Merdiveni getirin, bak burada çok var."

"Artık misafirler dökülmeye başlar, ne olur bak sonra yaparız." demem boşuna. Telefonum çalıyor. "Hah bak gördün mü? On dakika sonra misafir geliyor." İnanmıyor. Ne zaman ki iki araba aynı anda bahçeye girince çaresiz kabulleniyor. Yine de bir kova kiraz toplamış olmanın yarım kalmış huzuru içinde dönüyoruz.

Misafirlerimizi verandada ağırlıyoruz. Böylesi düz ayak olması bakımından daha iyi. Gelen bayılıyor Taş Ev'e giden bayılıyor. Şefimiz ile birbirimizi tanıdıkça daha iyi kaynaşıyoruz. Huzur içinde çalışmanın zevki bir başka. Venüs ile Fifi ayrılmaz bir ikili oldular. Bir ara kapının önünde ikisi oturmuş içerde bizi seyrederken yakalıyorum. İçeri girmeleri yasak. Venüs da anladı sonunda içeri girilmeyeceğini. Bazen çekinerek ayağını eşikten içeri atar gibi oluyor, seslenince geri adım atıp oturuyor. Misafirlerimizden bir beyefendiyi aşırı şekilde korkutunca eşim hemen onu alıp kulübesine hapsediyor.

Akşam misafirleri için verandada yer ayırmış olmamıza rağmen onlar üst salonu tercih ediyorlar. Son masa halinden son derece memnun. Epey gecikecekler gibi görünüyor. Topladığımız erik ve kirazları arabaya yükledikten sonra ekibi gönderiyorum. Eşimle birlikte mekanı kapatıp ayrılıyoruz.

5 Haziran 2017 Pazartesi

ROMEO

04/06/2017 Pazar, Tire

Ramazan ayı boyunca hafta sonu kahvaltılarına ara verdik. Ne kadar güzel bir karar vermişiz kendi adımıza. Hafta sonları bir kabus haline gelmeye başlamıştı. Sabahın dokuzundan gece geç saatlere kadar nereye kadar dayanacaktık bu tempoya. Şimdi o kadar rahatız ki... Hatta "şu kahvaltı işini tamamen kaldırsak nasıl olur?" hususunu bile ciddi ciddi tartışmaya başladık. Biz bu işin keyfine varmayacak mıydık? O halde niye bu kadar heba ediyoruz kendimizi? Hadi, başta tanınmak için gerekliydi. Şimdi tanıyan tanıdı, belli bir misafir kitlemiz oluştu zaten. Artık rahatımıza bakmak bize iyi gelecek. Yol boyunca bu konuyu konuşuyoruz.

Tahmin raporlarının aksine havada neredeyse bulut yok. Kızımın arkadaşları arıyor. "Hava yağmurlu görünüyor, gelmek istiyoruz ama ne yapacağımıza karar veremedik." Kızım havanın harika olduğunu söylüyor. Her zamanki gibi tavuklarla ilgileniyor, yumurtalarını topluyorum. Gökyüzü bulutlanmaya başlıyor.


Sabah kalktığımda kendimi çok hafif hissediyordum. İlerleyen saatlerde hafiften bir baş ağrısının ardından burun akıntısı baş gösteriyor. Yine de belirgin bir düzelme var durumumda. Yayla yolunda önümüzden giden bir arabayı takip ediyoruz. Tahmin ettiğimiz üzere son durakları Taş Ev. Şefimiz bizden önce gelip kapıları açmış. Peş peşe giriyoruz bahçeye. Gelenler yabancı değil, tanıdık. Kahvaltı etmek üzere gelmişler. Eşim bütün kuralları yok sayıp onlara kahvaltı hazırlıyor.

Canım nedense bahçedeki hamakta biraz uzanmak istiyor. Üzerine yatınca yerden birkaç santim yükseklik kalıyor altımda. Venüs yanıma gelip hamağın iplerine dişlerini geçiriyor. Beni sallamaya başlıyor. Kızım yanıma gelip uzanıyor. İkimizi taşıması mümkün görünmüyor. O yine de uzanıyor yanıma. Artık sallanacak pay da kalmıyor alttan.

Hava kapandıkça kapanıyor. Öyle bir yağmur boşanacak ki, Taş Ev'e zor kaçacağım. Umursamıyorum, ilk damlayı yüzümde hissedene dek. Önce kızımı gönderiyorum Venüs'ü kulübesine kapatması için.

Bütün vücudum iliklerime kadar dinleniyor. "İşte budur hayat." diyorum içimden, gelen yağmuru umursamadan. Evet, ilk damlalar düşmeye başlıyor. Hemen toparlanıp verandaya sığınıyorum. Aniden bastıran yağmur şiddetini arttırıyor. Şehrin üzerine kalın bir sis örtüsü yerleşiyor. Verandadan yağmuru seyrediyorum. Oğlumla uzun bir telefon görüşmesi yapıp hasret gideriyoruz. Bulutlar üzerimize doğru yürüyor. Harika bir görüntü bu. Kızım mahcup bir şekilde gülümseyerek geliyor yanıma. "Arkadaşlarıma hava çok güzel dedim bir de." diyor. Merak etmemesini söylüyorum. Bir de bakarsın birazdan yağmur kesilmiş güneş açmış...

Öyle de oluyor. Hiç kesilmeyecek gibi öfkeyle yağan yağmur yarım saat sonra sakinleşiyor, gök yükseliyor. Kızımın misafirleri yanlarında Romeo adındaki cooker cinsi köpekleriyle birlikte geliyorlar. Hareketli bir köpek, sekiz aylık. Venüs'le nasıl anlaşacaklar merak ediyoruz. Birbirlerini görür görmez Romeo havlamaya başlıyor. Venüs temkinli. Fifi'ye verdiği rahatsızlığı onda denemek istemiyor. Biraz tırsıyor belli. İlginç olan Fifi'nin tavrı. Fifi arkadaşı Venüs'ü korumaya alıyor. Romeo'nun yanına yaklaşmasına izin vermiyor. Tuhaf bir şekilde Venüs Fifi'nin sözünü dinliyor. Belki de erkek olan Romeo'ya hanım gözükmek istiyor.

Öğleden sonra hareket başlıyor. İzmir'den, Karşıyaka'dan, Aydın'dan gelen misafirlerimizi salonda ağırlıyoruz. İftar için rezervasyon yaptıran misafirlerimiz için çorbamız, iftariyeliklerimiz hazırlanıyor. Misafirlerimiz vakitlice kalkıyor. Güzel bir pazar gününün ardından kapılarımızı kapatıyoruz.   

4 Haziran 2017 Pazar

BİR UMUTTUR YAŞAMAK

03/06/2017 Cumartesi, Tire

Alışveriş nedeniyle biraz geç kalıyoruz. Venüs bizi dört gözle bekliyor. İlk işimiz onu serbest bırakmak. Kara kızlar yumurta sayısını epey arttırmışlar. Artık yumurta almadığımız gibi köy yumurtası satacak hale geldik.

İki gündür gündüz saatlerinde ortaya çıkan hareketlilik bugün yok. Havuz başında otururken üzerime bir uğur böceği konuyor. Hayra yoruyoruz kızımla birlikte.

Akşama doğru birden bastırıyor misafirler. Ekiple birlikte üstesinden geliyoruz. Şeref konuğumuz diyerek andığım sayın meslektaşım eşi, annesi ve kayınvalidesi ile birlikte gelmek istediklerini belirterek rezervasyon yaptırıyor. İftar masaları, rezervasyon yaptıranlar, çat kapı gelenlerle bir anda veranda, avlu, salon hatta terasta bıraktığımız tek masa bile doluyor.

Kızım iftarı yapacak misafirlere kendi elleriyle Ramazan şerbeti hazırlıyor. O yetmediği gibi nefis bir güllaç yapıyor. İlk olarak biz nasipleniyoruz elbette. Bugün yoğunluk gece boyunca devam ediyor. Misafirlerimiz yemeklerden ve bizlerin ilgisinden hoşnut. Geç vakte kadar ağırlıyoruz onları. Yorgun ama mutlu dönüyoruz evimize.

Güzel bir ekip kurduğumuza inanıyoruz. Güzel insanları ağırlıyoruz. Yarına daha umutla bakıyoruz.

3 Haziran 2017 Cumartesi

GÜN BATIMI BİR BAŞKA OLUR TAŞ EV'DE

02/06/2017 Cuma, Tire

Huzur gibisi yok. Daha bir keyifle açıyoruz gözlerimizi sabahın ışıltılı yüzüne. Ah, bir de üzerimizden atamadığımız şu soğuk algınlığı illeti olmasa... Evet, bugün küçük pazar. Dört beş parça var alacağımız. Eşim yanımda. Onun kafasında oluşturduğu liste farklı. Şef telefon ediyor. Venüs kulübesinde kilitli kalmış. "Geliyoruz, az sonra." diyoruz. Bir telefon daha. Bir taksi gelmiş, Taş Ev'den çağrıldığını söylüyor. Yok bizimle ilgisi yok. Belki Kaplan Köyündeki konserve fabrikası sahibi olan aileye ait Taşlı Köşkten çağırmışlardır. Taksicilerin Taş Ev'i ilk akla getirmeleri güzel bir gelişme.. Artık tanınıyoruz.

Alışveriş bittikten sonra yaylaya varıyoruz. İlk kez açık kapıdan giriyoruz içeri. Şefe anahtarı vermiştim bir gün önce. Onlar çalışmaya başlamış bile. İnsanların birbirlerine güven duyması ne güzel. Eşimin işi bitmiyor, o her zaman kendine bir iş çıkarıyor. Havlular, bezler çamaşır makinesine atılıyor, katlanıp dolaplara yerleştiriliyor. Gel gelelim en sevdiği iş folluktan yumurta toplamak. "Hadi gidip yumurtalarını toplayalım kara kızların." deyince yüzünde içten bir gülümseme beliriyor. Birlikte çıkıyoruz. Kümesin içine girip etrafımızda toplanan tavukları yemliyoruz. Folluk ve yem kovasının içindeki yumurtaları alıyoruz. Ayağımızın altında dolaşan yaramaz Venüs ne bizi ne tavukları rahat bırakıyor. Tavuklara attığım yemleri yiyor, sularını içiyor manyak (!)

Bahçedeki Napolyon kirazlarının son günleri. Biz toplamakta gecikirsek kuşlar gelecek hakkından. Her boşlukta eşim kiraz ağaçlarının arasında alıyor soluğu. Sık sık bölünüyor çalışma, gelen misafirlerle. Ramazan ayında gündüz işlerimiz artmış görünüyor. Şefimiz de mutfakta harikalar yaratıyor. Her servis bir sanat şaheserine dönüşüyor. Misafirler dokunmaya kıyamıyor, bol bol fotoğrafını çekiyor yemeden önce.

Çevre İl Müdürlüğü aracıyla üç konuğumuzu karşılıyoruz. Birinin üzerinde beyaz bir tayt pantolon. Venüs bütün haylazlığıyla aralarında zıplamaya başlıyor. Hanımefendinin çok hoşuna gidiyor bu şımarık hareketler. Ne var ki o bembeyaz tayt Beşiktaş renklerine dönüyor bir dakika içinde. Eşim kolonyalı mendillerle Venüs'ün pati izlerini yok etmeye çalışıyor. Hemen alıp kulübesine hapsediyoruz.

Gündüz konukları genelde dışarıdan. İçlerinden bir tanesi daha önce yanında Yemenli karı koca misafir getirdiğini hatırlatıyor. Bu sefer eşiyle gelmiş Ankara'dan. Uzun ve keyifli bir yemek yiyorlar, verandanın köşe masasında gün batımını seyrederek. Akşama doğru hava biraz serinliyor. Verandada oturan konuklarımızdan bazıları üst salona geçiyor. Hepsi ilgiden, manzaradan ve yemeklerden, mezelerden hoşnut. Taş Ev'i hayranlıkla süzerken "Ne güzel düşünmüşsünüz." diyorlar.