18/06/2017 Pazar, Tire
Bugün Babalar Günü. Tarihçilerin araştırmalarına göre ilk olarak ABD'de kutlanmaya başlamış. Bugüne ilham veren Amerikan iç savaşı gazisi William Jackson Smart, eşi altıncı çocuğunu doğururken vefat edince geride kalan çocuklarına hem analık hem babalık yapıyor, onlara şefkatle bakıyor. Kızlarından biri, Sonora Smart Dodd, senede bir günün anneler gününe benzer şekilde kendisini ve kardeşlerini yetiştiren babası için kutlanması gerektiğini düşünüyor. İlk aklına gelen tarih babasının doğum günü olan 5 Haziran. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için bir yıldan fazla uğraşıyor, yazışmalar yapıyor, en sonunda istediğine kavuşuyor. İlk Babalar Günü hazırlıkların yetişememesi nedeniyle 19 Haziran 1910 tarihinde kutlanmış. ABD Başkanı tarafından 1966 yılında yayınlanan bir bildiride Babalar Gününün haziran ayının üçüncü pazar günleri kutlanmasına karar verilmiş. 1972 yılında ise bu özel gün resmi tatil ilan edilmiş.
Zaman zaman düşünürüm; Annelik iç güdüsünden bahsedilirken babalar bir adım uzakta bırakılıyor. İstisnai durumlar dışında bunun bir haksızlık olduğundan şüphem yok. Çocukları için nasıl anneler canlarını feda etmekten kaçınmıyorsa babalar için de durum farklı değil bence. Babamı kaybedeli çok olmadı. O bakışlarındaki gurur, özlem, sıcaklık gözlerimin önüne geliyor. Babalar genellikle hislerini açığa vurmazlar. Ben ise bu konuda o kadar başarılı olduğumu söyleyemem. Sabah ilk olarak kızım arıyor. Arkasından oğlum. Onların sağlıklı, başarılı ve mutlu olduklarını duymak kadar güzel bir hediye olur mu?
Hava kapalı, yağmur yağdı yağacak. Babamı hatırlatıyor bana. Ne çabuk geçiyor yıllar. Sağ sol olaylarının yoğun olarak yaşandığı bir dönemdi. Henüz on sekiz yaşındayım. Arkadaşlarla Alsancak'taki pub'lardan birinde kocaman bardaklar içinde bilmem kaç tane fıçı bira içmiştim. Pamukkale Turizm'in üniversitelerin açılış döneminde Ankara'ya kaldırdığı sekiz on otobüsten biriyle başlayacak yolculuğuma daha iki saat kadar zamanım var. Otobüs terminaline vardığımda midem bulanıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Oradan oraya dolaşırken, bir büfeden ilk sigaramı alıyorum. Sigara içen biri değilim o zamanlarda. Bir sigara içersem midemin bulantısını alır belki. Şimdi düşünüyorum da, ne alaka? Bir de kibrit alıyorum yanında. Zor bela sigaramı yakıyorum. İlk nefeste aldığım dumanla birlikte daha fazla kötüye gidiyor durumum. Gözlerim yaşlanıyor dumandan. Tam o esnada karşımda tanıdık bir yüz beliriyor. Bana doğru yaklaşıyor, gülerek. Elimde sigara, karşımda babam, başım dönüyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ne yapacağımı bilemediğim gibi ne diyeceğimi de bilemiyorum. "Baba, sigara içmiyorum ben, biraz bira içtim, midem bulanıyor ondan." Eyvah, bir de bira içtiğimi kaçırdım ağzımdan. Ne aptalım ben. Sigarayı atıyorum elimden. Sarılıyor bana. "Gel, gel bir soda alalım sana, o iyi gelir." Babamdan hiç beklemediğim bir davranış bu. Beni uğurlamaya gelmiş. Karşılaştığı manzaraya bak. Yerin dibine batıyorum. Hiç kızmıyor. Kızsa daha iyi. Yakındaki bir büfeden aldığı soda şişesini dayıyorum ağzıma. O ise gülümsemeye devam ediyor. "Demek bira da içiyorsun?" diyor kızmadan. Otobüslere doluyor öğrenciler. Pencereden babama bakıyorum. Kim bilir neler geçiriyor aklından. "Benim oğlum büyümüş de bira içiyor."
Ben sert baba olmayacağım. Çocuklarımla arkadaş olacağız. Dediğimi yapıyorum. Hiç bir zaman resmiyet olmuyor aramızda, bazıları yanlış bulsa da. Baba korkusu bilmesinler istiyorum. Saygı, sevgi doldursun yüreklerini. Neden korksunlar ki. Pırlanta gibi çocuklarım var, tam istediğim gibi. Onlarla her zaman gurur duyuyorum.
Fırından ekmek alıyoruz. Fırıncı dünyalar iyisi biri. Yeni bir çırak almışlar. Fırıncı fırının başında hareketsiz duruyor. Üzgün ve düşünceli bir hali var üzerinde. Meselenin iç yüzü anlaşılıyor az sonra. Müşterilerden biri bir tepsi biber dolması göndermiş fırına. Acemi çırak tepsiyi kapkara çıkarmış. Fırıncı üzgün. Teselli ediyorum, "İnsanız olur böyle şeyler." "Olmasa iyiydi." diyor, dokunsan ağlayacak. Eşim, "Şuradan biraz dolmalık biber al, yenisini yapalım." diyor. Fırıncının yerine koyuyorum kendimi. Zor bir durum.
Venüs'ün keyfi yerinde. Su kovasının içine patilerini, kafasını sokup cıp cıp suyla oynuyor. Onun babası kim acaba? O da babasını özlüyor mu? Ya annesini? Onun annesi benim kızım. Geçen geldiğinde sarmaş dolaş olmalarını görmeliydiniz. Mutfakta dün topladığım vişneler reçel olma yolunda. Öğlen yemeğimiz köri soslu kremalı tavuk. Olamaz böyle bir lezzet. Keyifle yemeklerimizi yiyoruz, yağmur çiselerken. Venüs masamızın başında "Bana da verin." dercesine sırasını bekliyor. Yemek sonrası Selma Hanım kahve ikram ediyor. Ramazan ve havanın etkisi ile önceki pazar günlerinin yoğunluğu yok. Telefonlar geliyor iftar yemeği rezervasyonları için. Fonda Beatles çalıyor. Selma Hanım "Bu parça çok hoşuma gitti, bir kağıda yazar mısınız adını?" diyor yanıma gelip. Ekip arkadaşlarım ayrı ayrı babalar günümü kutluyor, ben de Ertuğrul Şefin babalar gününü kutluyorum.
Sohbet esnasında ramazandan sonra deniz ürünlerini menümüze dahil etmeyi öneriyor eşim. Ertuğrul Şef'in bu konuda harikalar yaratacağından eminim. Kiremitte alabalık da aklımın bir köşesinde duruyor.
Facebook sayfaları babalar günü mesajlarıyla dolu. Herkes tanıdığı, tanımadığı, yaşayan ya da vefat eden babaların babalar gününü kutluyor. Baba deyince kiminin aklına Atatürk, kiminin aklına meşhur "Baba" filminin baş aktörü Marlon Brando geliyor. Bu aralar facebook çok zamanımı alıyor çok arzulamadığım halde. Bazı sayfalardan çok faydalanıyorum. Özellikle klasik müzik üzerine açılmış sayfalar, Fadiye Hanım'ın her postu sanat ve kültür kokan Tire sayfası, Leman Hanım'ın sayfası en beğendiklerim. Diğer taraftan karşıma bol miktarda çıkan, "Şu çocuğa bir geçmiş olsun demek yok mu?", "Bakalım kaç kişi amin diyecek?" "Oram ağrıdı, geçmiş olsun diyen yok mu?" türünden paylaşımlara birinci derece gıcık kapıyorum.
Yağmurun bastırmasıyla hava kararıyor. Verandada oturan misafirlerimiz böylesine yoğun bir bitki örtüsüne az rastladıklarını söylüyorlar. Hanımefendi Datça, beyefendi Fethiyeli oysa. Yağmuru seyrederek huzurlu bir ortamda yemeklerinin tadını çıkarıyorlar. Sipariş ettikleri keşkeğin çok hoşlarına gittiğini söylüyorlar. Avukatlık yapıyorlarmış İzmir'de. Yeni bir yer keşfettikleri için çok seviniyorlar. Adaletin anlamını yitirdiği ülkemizde ne kadar zor bir meslek seçtiklerini konuşuyoruz. Bu güzel ortamı şefimizin hünerli ellerinden çıkan dondurmalı irmik helvası ve eşimin meşhur trileçe tatlısı ile taçlandırıyorlar.
Akşam saatlerine yaklaşıyoruz. Genç bir çift ilk kez geldikleri Taş Ev'in salonunda oturmayı tercih ediyor. Bu manzara karşısında fonda Edith Piaf çalıyor. Uzun uzun oturacaklar gibi. Hiç aceleleri yok belli. Tadını çıkarıyorlar. Eee, Taş Ev keyif yeri değil mi? Henüz iftar saatine çok var. Efsane çorbamız eşim tarafından hazırlanıyor. Fırsat bulup toplayamadığımız kara kızların yumurtalarını topluyoruz birlikte. Venüs bizim peşimizi bırakmıyor. Domates, salatalık ve sebze artıklarını tavuklardan önce kapıyor önlerinden.
Akşam misafirlerimize ikram ettiğimiz özel çorbamız büyük takdir topluyor. Ramazan dolayısıyla önceki haftalardaki yoğunluk olmasa da salonun ön cephesindeki bütün masalar dolu. İftardan sonra çat kapı gelecek misafirlerimiz orta masalara oturmak zorunda kalacak.
Misafirlerimizi vakitlice uğurluyor, Venüs'e ilaçlarını verdikten sonra günü sonlandırıyoruz.