KATEGORİLER

14 Temmuz 2017 Cuma

SALIMIZ SALLANMADI

11/07/2017 Salı, Tire

Tatil günümüz değil bugün. Her ne kadar facebook sayfamızda duyurmuş olsak da misafirlerimizin çoğunun kafasında kalan bugün kapalı olduğumuz. Bu nedenden ötürü sakin bir gün geçireceğimizi düşünüyoruz.

Sanırım bundan böyle en fazla yorulacağım gün olacak haftanın bugünü. Sabah bana göre erken, eşime göre geç kalktım. Salı pazarından alacağım çok şey var. Erken vakitlerde daha rahat park yeri bulmak mümkün. Eskiden hiç sevmediğim pazar alışverişinden zamanla zevk almaya başlıyorum. Pazar esnafı, köylü kadınlar beni tanıyorlar. Pazar yerinin dar sokaklarından güçlükle kendime yol bulmaya çalışırken beni gören satıcılar hararetle tezgahlarındaki yerli sebzelerden almamı istiyorlar.

Taşıyabilecek kadar yükümü tutup aldıklarımı arabaya bırakıyorum. Ellerim pazar torbalarıyla dolduğunda zaman zaman kalabalığın akışı kesiliyor. Yarım dakikayı bile bulmayan bu kısa beklemelere tahammülüm yok yaz sıcağında, ama elden ne gelir. İçimden kızıyorum, koca bebek arabalarını iki insanın zor yürüyebileceği dar pazar sokaklarına sokan kadınlara, iki tekerlekli pazar arabasını yolun ortasında bırakıp alışveriş yapanlara. Yarım saat önce kapıda selamlaştığı komşusunu pazarda görünce geyik muhabbetine başlayan hanım teyzelere de kızıyorum. Ya öyle bir pazar yeri yapacaksın; arabanın park yeri sorunu olmayacak, tezgahların arasında insanlar bebek arabası, pazar arabası ile dolaştığında bile tıkanmalar olmayacak yahut böyle daracık yollara bebek arabasıyla insanları sokmayacaksın arkadaş. Belediyenin yaptığı tek iş zabıtalarını gönderip tezgah kiralarını toplamak burada. Sanırım meşhur Salı Pazarında bu durumdan rahatsız olan benden başka biri yok. İnsanların duydukları bir takım rahatsızlara karşı kayıtsız kalmaları, zaman içinde bunları kabullenmeleri bir alışkanlık ya da kültür olarak çıkıyor karşımıza. İdareciler geniş park yeri ve düzenli tezgahlara sahip bir pazar yeri kurulursa o meşhur Salı Pazarı'nın büyüsünün kaçacağını mı sanıyorlar, kim bilir?

İşlerimi bitirince eşimi alıp yaylaya doğru yola çıktıktan sonra şefimiz arıyor. "Yanlış anlamayın, misafirlerimiz var, şimdi sıcaklarını vereceğiz, her şey yolunda. Sadece bilgi vermek için rahatsız ediyorum." Şu şefimiz kadar kibar şef yok. Gel gelelim şu "Yanlış anlamayın" sözünü çok sık kullanıyor. Bu durumda benim onu hep yanlış anladığım sonucu çıkıyor.  Şaka yollu takılıp "Ben seni hep yanlış mı anlıyorum?" diye soruyorum. Kısa süren bir sessizliğin ardından hafiften bir gülümseme beliriyor şefimizin yüzünde. Alışkanlık işte... 

Çok güzel bir gün geçiriyoruz bugün. Hayır, öyle çok yoğun bir gün geçirdiğimiz anlaşılmasın. Yoğunluk her zaman güzel olmuyor bazen. Nitelik değil nicelik olsun istiyorum. Güzelliği bazen sakinlikte, seçkin misafirlerimizle yapılan tatlı sohbetlerde, eski anılardan bahsetmekte ararım ben. Aylardır kapalı olduğumuz salı günü kimsenin kapımızı çalacağını beklemiyorduk aslında. Nasibi olan geldi yine. Tesadüfen çat kapı gelenler bizden öğrendiler eskiden salı günleri kapalı olduğumuzu. Tatil günümüzde değişiklik yapmasaydık kapıdan döneceklerdi. İki hanımefendi yalnız başına bazılarının dağın başı dedikleri yere geliyor, denizden gelen hafif esintinin eşliğinde lezzetli yemeklerini yiyor, içkilerini içiyorlar. Onların burada yakaladıkları huzur ortamını sağlayabiliyorsak doğru yoldayız.

Gece yine geç dönüyoruz eve. TV kanallarında destanlaştırılan bir film gösterime girmiş. 15 Temmuz algı operasyonu bütün medyayı ele geçirmiş. Falanca kişi tankın önüne geçmiş, tank da üzerinden geçmiş. Şehit diyorlar ona artık. Babasının ağzından duygusal cümleler yazılıyor ekranlarda. "Oğlum demokrasiyi çok severdi, onu korumak için canını verdi, sağ olsaydı yine aynısını yapardı. Çalışkan çocuktu, etrafında çok seveni vardı." Önceden belli köşelere titizlikle yerleştirilmiş kameralar oynanan tiyatroyu filme almışlar TV kanallarına emir komuta zincirinde yayınlatıyorlar. CNN'den bahsediyorum. Aydın Doğan'a aba altından sopayı gösterdiklerini bilmeyen yok. Falanca yeri böyle bastı darbeciler. Fonda savaş sahneleri. Aman Allah'ım bu algı operasyonuna dayanamıyorum artık. Sayın Cumhurbaşkanını demokrasi kahramanı yaptılar ya, bunların şeriatı getireceklerinden hiç kuşkum kalmadı artık.

12 Temmuz 2017 Çarşamba

PAZARTESİ SENDROMU

10/07/2017 Pazartesi, Tire

Bundan böyle artık pazartesi günleri istirahat günümüz. Henüz buna alışamadığımız için dün geceden hazırlanan alışveriş listesini kolaylamaya çalışıyoruz. Erken saatlerden itibaren rezervasyon yaptırmak isteyenlerin telefonlarına cevap veriyorum. Dün geç vakitlere kadar eve dönemediğimizden tatil günümüzün değiştiğini facebook, trip advisor, foursquare gibi sosyal sitelerde duyurmaya fırsat bulamadık.  Eşim kahvaltı etmeden duramaz. Yine bir an önce kahvaltıya oturmam için sesleniyor. Erken saatlerde kalkarak evde bir sürü iş yapmış. Bakıyorum ki artık dayanacak hali kalmamış, "Bugün değişik bir şey yapalım, kahvaltı önümüze gelsin." önerisinde bulunuyorum.

Bunaltan bir sıcak şehri kavuruyor. Dere Kahve'deki Asmaaltı Kafe'ye gitmeye karar veriyoruz.

Dışarıdan bakıldığında birkaç masadan ibaretmiş gibi görünen bahçeli evin kapısından içeri adımımızı atıyoruz. Ayşen Hanım bizi güler yüzle karşılıyor. Israrla üst kata çıkmamızı öneriyor. Alçak rıhtlı ahşap merdivenlerden çıkınca içimize ferahlık veren bir esinti karşılıyor bizi. Derenin kenarındaki yeşil bitki örtüsü gözlerimizi okşuyor. Zengin bir kahvaltı tepsisi geliyor önümüze. Sunulan çeşitlerin hepsi taze ve lezzetli. Sipariş ettiğimiz menemen tam istediğim gibi pişirilmiş. Keyifli kahvaltımızı yaptıktan sonra Ayşen Hanım'ın eşi Çağlayan Bey ile sohbet ediyoruz. 

Bugün tatil günümüz ama daha buna alışamadığımız belli. Sudan çıkmış balık gibiyiz. Yaylaya çıkmadan olmaz. Tavuklar yemlenecek, Venüs ve Fifi'ye yiyecek verilecek. İşin doğrusu Fifi'yi çok merak etmiyoruz. O bir şekilde başının çaresine bakar. Venüs daha küçük olduğu için onu görmeden içimiz rahat değil. Aldığımız malzemeleri arabadan indiriyoruz. Venüs şaşırtıcı derecede sakin görünüyor. Gece başına bir şey gelmiş olmasa bari. Yoksa bize darıldı mı? Tavukları besleyip yumurtaları topluyor eşim. Gündüzün ilk ışıklarında kümesin üzerindeki çatıya, çatıdan ceviz ağacının dallarına, oradan da yere inen kara kızlar, hava kararmaya başlarken kümeslerinin içinde tüneyip uyuklamaya başlıyor. Onları sansara, tilkiye kaptırmamak için akşam üzeri yeniden gelmemiz kümesi kapatmamız lazım.

Dönüşte biraz alışveriş yapıyoruz. Biraz dediysem yanımda alışverişi seven bir hanım olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Zaman su gibi akıyor. Uzak bir yere gitmeyi aklımızdan geçirirken eve gidip dinlenmek fikri ağır basıyor. Bir an önce tatil günümüzün değiştiğinden sosyal medyayı haberdar etmek lazım. Eve döner dönmez ilk işim bu oluyor. Telefon edip rezervasyon yaptırmak isteyen iki misafirimize daha bugün kapalı olduğumuzu söylüyorum.

Akşam ezanında yeniden yayla yollarındayım. Yaylada tek işim kümesin kapısını kapatmak. Venüs koşuyor yanıma. Öğlenki durgunluğundan eser yok. Bacaklarımın arasında dolanıyor, üzerime sıçrıyor. Bu durum sevindiriyor beni. Venüs'ün yaramazlıklarına alıştığımız için sakin durduğunda acaba hasta mı, ya da başka bir hayvanla mı boğuştu soruları kafamı kurcalıyor. Bahçeye girerken başkası açık zannetmesin diye demir kapıyı sürüp kapatıyorum. Kümesi doğru giderken bahçe kapısının önüne gelen bir aracın farları kamaştırıyor gözlerimi. Arabadan inen biri demir kapıyı iterek açıyor. Hemen o yöne doğru koşar adımlara ilerliyor, bugün için kapalı olduğumuzu söylüyorum. Onlar dönmek için manevra yaparken diğer bir araba süzülüyor açık kapıdan içeri. Açık olduğumuzdan emin bir şekilde Taş Ev'e yöneliyorlar. Özür dileyip bundan böyle pazartesi günleri kapalı olduğumuzu söylüyorum. Biraz bozuluyorlar sanki. Haksız da değiller. Arabanın arka koltuğunda oturanlar misafirleri olmalı. Hiç tereddüt etmeden o kadar yol tepmekle kalmamış bir de yanlarında misafirlerini getirmişler.

Eve dönüyor, eşime durumu anlatıyorum. Bizim daha bilmediğimiz kaç kişi kapıyı kapalı bulup geri dönmüştür acaba? Bugün kapımızı kapalı görüp geri dönen misafirlerimiz için üzülüyoruz. Pazartesi günlerini tatil günü olarak görmemiz biraz zaman alacak gibi. Bu değişikliğe bizim adapte olmamız, misafirlerimizin alışması gerekiyor. Bugünkü tatilden bir şey anlamadık. Pazartesi sendromunun bir değişik versiyonun yaşadık adeta.

11 Temmuz 2017 Salı

EĞLENCELİ BİR HAFTA SONU

08/07/2017 Cumartesi, Tire

Hafta sonu çabuk geldi. Cumartesi kahvaltı servisini kaldırmanın keyfini yaşıyoruz. Hava yine sıcak. Biraz alışveriş yaptıktan sonra yaylaya çıkıyoruz. Dünden itibaren bariz bir yoğunluk yaşanıyor. Bu nedenle günü gününe yazamıyorum. Misafirlerimizin bazıları "Bizi hatırlamadın galiba?" derken hafif bir gülümseme yansıyor yüzlerine. Demek bu işte her gelen misafiri hafızaya almak gerekiyor. Aslına bakarsanız gelen misafirlerin yanında körleşip sağırlaşmanın daha doğru bir davranış olduğunu düşünüyorum.

Bu nedenle gelen misafirlere ilişkin gördüklerim, duyduklarım hemen hafızamdan siliniyor. Uyanık geçinen garsonlar misafir masalarında yapılan mahrem sohbetleri sünger gibi çekmekle kalmaz, insanların giyim kuşamlarından mimiklerine kadar her şeyi akıllarının bir köşesinde muhafaza ederler. Sohbete konu olan ne varsa; geçmişte yaşadıklarından tutun da gelecek planlarına kadar ne varsa kazınır beyinlerine.

Dolayısıyla misafirlerin bir sonraki gelişlerinde hatırlanması onlar için hiçbir zaman sorun olmaz. Bir çırpıda şekillenir zihinlerinde mahrem ilişkiler. "Şu köşedeki masada oturan inşaat yapıyormuş, hani geçen geldiğinde şuradaki masaya oturmuştu. İşleri kötü gidiyormuş. Her geldiğinde mutlaka fellah köfte sipariş eder. Karısıyla kıskançlık yüzünden araları açılmış. Bu sefer yanında başka biri var." Bunun gibi onca bilginin beyinde buluşması unutmayı zorlaştırıyor olmalı. Ben bu tiplerin tam aksi bir yapıdayım. Benim için önemli olan rahatsız etmeden, rahatsız edilmeden, huzurlu bir ortamda lezzetli yemek yemeleri, keyifli sohbetler eşliğinde hoşça vakit geçirmeleri misafirlerimizin. İş olsun aşk olsun orada konuşulan hepsi özel. Masaları gezerken kimin ne konuştuğunu duymamaya çalışırım. Bazen ortamı samimi bulup aralarındaki tatlı çekişmelere hakem tayin ederler beni. "Abi, sizce ben kaç yaşında gösteriyorum?" Esprili bir cevap ortamı neşeye boğmaya yeter böyle durumlarda. "On sekiz (!)"

Yoğun geçen günün sonrası bende yazacak hal kalmayınca detaylar uçuyor aklımdan. Ödemiş'ten sadık misafirlerimiz bu kez yanlarında genç bir çift ile birlikte geliyorlar Taş Ev'e. Genç hanımefendi hamileliğin son aşamalarına gelmiş. Soğukları gösteriyorum. Amacım neyimiz var neyimiz yok sayıp, seçimi onlara bırakmak. Hanımefendi ağzımdan ne çıkarsa "Tamam, biraz da ondan alalım." diyor durmadan. Artık bir yerde susmam lazım. Çünkü ne var desem aynı yanıtı alıyorum. "Tamam biraz da ondan alalım." Bir sürü mezenin tadına bakıp yemeği yedikten sonra dondurmalı kestane tatlısı sipariş ediyor. Beş dakika geçmeden tabak bomboş. "Ya ben bunu çok sevdim, bir tabak daha almak istiyorum." Nihayet yanındaki eşi müdahale ediyor. "Bir daha geldiğimizde yersin artık." Genç kadın ısrarcı, "Ama o zamana kadar ben doğururum." Güzel duygularla ayrılıyor misafirlerimiz, bizi mutlu ederek.

09/07/2017 Pazar, Tire

Hazır elim değmişken dünkü maceralarımı da not düşeyim. Ramazan ayından bu yana beklemediğimiz yoğunlukta bir pazar günü. Oldukça erken çıkıyoruz yaylaya, rezervasyon yaptırılan masaların kahvaltı servislerini hazırlamak için. Ekip arkadaşlarına bir saat sonra gelmelerini söylemiştik. İçleri rahat etmiyor, beklediğimiz saatten on beş dakika önce yaylaya geliyorlar.

Güne tatsız başlıyoruz aslında. Dün rezervasyon yaptıran misafirlerimizden sonra gelen ilk masa rezervasyon yaptırmamış. Erken saatlerde yerimiz var nasıl olsa. Üç yetişkin için üç kişilik kahvaltı istiyorlar. Mutfağa siparişi iletiyorum. Üç kişilik kahvaltı tepsisi hazırlanıyor. Tam masaya götürecekken beyefendi, "Bizim kahvaltı iki kişilik olsun, fazla yemiyoruz, ziyan olmasın." Kızıyor muyum? Evet kızıyorum. Eşim emek vermiş tabakları kişi sayısında göre hazırlamış. Kızıyor mu? Kızıyor. Birbirimizi sakinleştirmeye çalışıyoruz. Serpme kahvaltı veren bu tür yerlerde ister yesin ister yemesin kişi sayısı üzerinden hesap alınır. Bizim buna yüzümüz tutmuyor. İki kişilik kahvaltı yeter diyorsun ama önüne servis açılıyor, ekmeğini yiyor, sınırsız çayını içiyorsun. İcabında biz biraz daha şundan istiyoruz diyor kahvaltıyı üç kişiliğe çıkarıyorsun, sonunda iki kişilik kahvaltı ücreti ödeyeceğini düşünüyorsun. Bu davranış biçimi biraz tuhaf geliyor bana. Hani israf olmasın, bize fazla gelir derken uyanıklık yapıyor olmasınlar? İnsanız ya, benim de damarım tutuyor. Son derece nazik bir şekilde "Peki efendim, nasıl isterseniz?" deyip servis açıyorum. İki servis tabağı, ikişer çatal bıçak, ikişer çay ve su bardağı... Başı örtülü hanımefendi duramıyor. Biraz şaşırmış halde "Bize bir servis daha açar mısınız?" diyerek ikaz ediyor. İşte bunu ben yapmam, yapamam. "Hanımefendi, siz önce üç kişilik kahvaltı istediniz, ona göre hazırlık yapıldı, daha sonra iki kişilik olsun diye değiştirdiniz. Ben de size iki kişilik kahvaltı servisi açıyorum." Cevap hazır, "İsraf olmasın diye." Zaten bu tepkiyi bekliyorum; "Hanımefendi, biz servis sayısına göre kahvaltı ücreti tahsil ediyoruz." Hanımefendi bakıyor ki uyanıklık bir yere kadar, "O zaman üç kişilik olsun." Beklediğim cevap bu. "Peki efendim, size bir servis daha açıyorum." Mutfağa gidip önce üç, sonra iki kişilik dediğim kahvaltı siparişini yeniden üç kişiliğe çevirince eşim "Oyun mu oynuyorsunuz?" diyerek tepki gösteriyor. Haksız değil elbette.

Misafirlerimiz önlerinde ne varsa silip süpürüyorlar. İsraf olmasın diye (!) Olaya biz nasıl bakardık diye konuşuyoruz aramızda. Daha önce kızım ve eşimle birlikte gittiğimiz bir yerde iki kişilik kahvaltı istemiştik. Kahvaltıdan ziyade sucuklu yumurta, menemen türü şeyleri kahvaltıya tercih ederim şahsen. Çay da içmem. Onun yerine soğuk bir meşrubat alırım. "Biz iki kişilik kahvaltı istiyoruz." dediğimizde garson "Kişi sayısı kadar ücret alırız." dediğinde tepki gösterip, bunun üzerine mekanı terk etmiştik. Eğer kabul edip iki kişilik servis açsalardı üçüncü kişiye kahvaltı servisi açılmasını istemeye utanırdık. Çünkü bunun adı literatürde israf değil uyanıklık olarak geçer.

Çay kahve misafirleri için de bir formül bulduğumuzu sanıyorduk ama bu kez karşımıza çetin bir ceviz çıkıyor. İki araba dolusu kalabalık bir aile grubu yer göstermemizi beklemeden verandaya yöneliyorlar. Davetsiz misafirler gözlerine kestirdikleri en güzel masaya yerleşiyor. Aynı masadan önceki misafirlerimiz yeni kalkmış bulunduklarından ötürü temizlik bile yapılmamış henüz. Menüyü uzatıyorum aile reislerine. "Menüye gerek yok, biz yemeğimizi yedik, sadece kahve içmek üzere geldik." Geçen haftadan tecrübelendik ya, "Beyefendi bu bölüm yemek misafirlerimiz için, arzu ederseniz sizi yan tarafa alalım." diyorum. Beyefendi ısrarcı. "Yok burası daha iyi." "Geleni bekletmek doğru olmaz." diyorum. O hala "Sen bize kahve getiriver hadi, gelen olursa kalkarız hemen." diyor. Bu ısrarcı tavır canımı sıkıyor, bir süre hareketsiz bekliyorum. Hiç oralı değiller. "Beyefendi prensiplerimizi değiştirmek istemiyoruz, bu bölüm sadece yemek misafirlerinin." Homurdanarak kalkıyorlar sonunda. Yanındakilerle birlikte, "Başka yer mi yok, hadi başka tarafa gidelim." Bu kadar düzeyli misafirleri kaçırdığım için bir üzülüyorum, bir üzülüyorum ki, sormayın gitsin. Ama haklarını vermek lazım. Ayakları uğurlu geliyor. Israrcı misafirlerimiz bahçe kapısından çıkar çıkmaz Ödemiş'ten yeni misafirler geliyor. Onların kalktığı aynı masaya oturuyorlar hemen. Yoğun bir gün yaşıyoruz. Güzel insanları ağırlıyoruz. İzmir'den çocuğu ile gelen bir çift kiraz ağacının altında güzel vakit geçiriyorlar. Misafirlerimiz mezelerden sıcak yemeklere, tatlılara kadar yedikleri her şeye methiyeler düzüyorlar. Böyle olunca gündüzün ufak tatsızlıkları unutuluyor. Bu yorgunluğun ardından yarın tatil yapacağımız için sevinçliyim. Bundan böyle daha fazla dinleneceğimizi düşünüp salı günleri yaptığımız tatili pazartesi günlerine kaydırmaya karar veriyoruz. Salı pazarı ve diğer alışverişler tatil günümüzü yok ediyordu çünkü. Bu değişikliğin beklediğimiz sonucu getireceğini umuyoruz.  

9 Temmuz 2017 Pazar

ÖZEL GÜNDE EVLİLİK TEKLİFİ

07/07/2017 Cuma, Tire

Günün tarihi, ilgimi çeken ilk şey oluyor bugün. Mesleki yaşantımda takıntı boyutuna varan bir adetiydi DSİ'nin. Veysel Eroğlu, Genel Müdürlüğe getirildikten sonra hem kulağa hoş gelmesi bakımından hem de akılda daha kolay kalması için böylesi tarihleri hiç kaçırmadı. Yedi, yedi, on yedi. Bakan olmayıp hala Genel Müdürlükte kalsaydı muhtemelen bugün yine on yedi tesisin açılışını birden yaptırmış olurdu. Her yere yetişemeyeceklerine göre içlerinden biri merkez olur diğerleri için ise toplanan kalabalığa dev ekranlardan naklen yayın yapılırdı. Bölge Müdürlükleri hummalı bir çalışmaya girişir her taraf parti bayrakları, balonlarla süslenirdi. Açılışı yapacak olan belliydi. Bazen kilometrelerce uzaktan sembolik bir butona basar, ya bir barajın kapakları kapatılıp su tutma işlemi başlar, ya bir regülatörün vanasından sulamaya su verilirdi.

Önceleri siyasete uzak nadide bir devlet kurumu olan DSİ, bu iktidarla birlikte, görev ve sorumluluğundaki hizmetlerin reklamına başlamıştı. Reklam ki ne reklam. Önce kendilerine yakın organizasyon şirketlerini işi yapan firma yetkililerine önerir, (öneriden ziyade üstü kapalı bir emirdi bu aslında) onlara bir yığın para ödettirirlerdi. Açılış merkezinde hazırlığın boyutları ve bütçesi çok daha fazlaydı. Muhtemelen Reis bütün tesislerin açılışını buradan yapardı. Özel yollar yapılır, helikopter pistleri hazırlanır, katılımcı sayısını arttırmak için otobüs ve minibüsler kiralanır, törene gelen şakşakçılara ücretsiz kumanya, su ikram edilirdi. Halkımız beleşe mezar bulsa girerdi nasıl olsa. Yapımcı şirket katılımın yüksek olması için kendini helak ederdi. Bu işi başarıyla tamamlayanın değil, siyasi partinin reklamıydı. Bölge Müdürlükleri yapımcı firma üzerinde baskı kurardı, her şey yolunda gitsin, her hangi bir aksaklık olmasın, yüksek katılım sağlansın diye. Törende olası bir aksaklık halinde ya da yeterli sayıda insan toplanmayınca bu durum başta Bölge Müdürlerine ve yüklenici firmaya fatura edilirdi. Her şey yolunda giderse en çok onların yüzü güler, üstlerinden büyük bir yük kalkmış olurdu. Bu büyük telaş için milyon liralara varan hazırlıkların sonucunda nemalanan sadece siyasi iktidardı. Bedava yollu muazzam bir reklam fırsatı yakalamış olurlardı. TV kanalları, yazılı basın, açılışı yapılan tesislerden bahseder, profesyonel kameralar tören kalabalığını olduğundan daha fazla göstermek için ellerinden geleni yapardı. Bir de madalyonun arka yüzü vardır ki halk tarafından pek bilinmez. Dev tesis dediklerinin çoğu ya on kapaklı regülatörün üç ay önce tamamlanan iki kapağı ya da her yıl sele kurban edilen bir taşkın koruma duvarından ibaretti.

Bir tarih eski anılarımı nasıl depreştirdi? Yine böyle dev tesis açılışlarından birinin merkezinde tanıtım filmi çeken ekibe yardımcı olmak maksadıyla hayatımda ilk kez helikoptere bindiğimi söyleyip konuyu kapatayım.

Öğleden sonra kuşlardan önce davranıp iki kova erik topladım. İri, kokulu ve güzel tadı olan bir çeşit, ancak cinsini bilmiyorum. Gündüz vakitleri sakin, akşamları oldukça hareketli geçmeye başladı. Bu akşam biraz serin. Misafirlerimizden bir kısmı veranda ve avluda oturup üzerine şal istiyor. Diğer bir kısmı salona çıkmayı tercih ediyor. Salonda ağırladığımız misafirlerden bir çift çok özel bir nedenle gelmişler Taş Ev'e. Genç beyefendi dün aramış, rezervasyon yaptırmıştı, arkadaşlarından aldığı tavsiye üzerine. Evlilik teklifinde bulunacak yanındaki güzel kız arkadaşına. Her şeyin kusursuz olmasını istiyor doğal olarak. Salonun en güzel masasını bu çifte rezerve ediyorum. Özenle süslenmiş masaya beyefendinin arzusu üzerine bir kırmızı gül bırakıyorum. Bu özel günlerinde bize fazla gelir dedikleri bir şişe kaliteli kırmızı şarabın son damlasına kadar hakkını veriyorlar. Bol bol fotoğraf çektirip bugünü ölümsüzleştiriyorlar.

Yaylanın temiz havasına kendini bırakan misafirler geç vakitlere kadar oturuyorlar. Alaçatı aydınlatmaları gece karanlığında muhteşem görünüyor. Saat 00.00'ı geçince müzik yayınını kesiyorum. Bu saatlerden sonra müzik değil istedikleri, yayla havasının tatlı sohbeti...

7 Temmuz 2017 Cuma

HAFİF DOKUNUŞLAR

06/07/2017 Perşembe, Tire

Sabah alışveriş turundan sonra eşimle çıkıyoruz evden. Citroen'in süresi biten trafik sigortasını yapmaları için acenteyi arıyorum. Yazıhanenin önünde park etmeye çalışırken elinde poliçeyle birlikte İsmail Bey yanıma geliyor. Hızına şaşırıyorum. Burada en az on beş yirmi dakika takılacağımı bekliyordum oysa. 

Yaylada rahatsız etmeyen bir esinti var. Elektrikçiler geliyor. Gün boyunca üç ayrı ağacın dalları arasından sarkan Alaçatı aydınlatmasının montajına başlıyorlar. Uzun zamandır vakit bulamadığımız bu işle birlikte süs havuzumuzu da çalışmaya başlatıyoruz. Suyun geldiği büyük havuzun çıkış vanasını bulmamız zaman alıyor. Tam su geldi derken kesiliyor birden. Usta geri gidip boruda ağaç yapraklarıyla tıkanan yeri açıyor. Fıskiye tam kapasite çalışmaya başlıyor.

Bu arada bahçedeki ağaçtan reçellik armut topluyorum. Yapılması zor ama lezzeti harika bir reçel olduğunu söylüyor eşim. Gerçekten de kahvaltı esnasında misafirlerimizin en beğendiği reçellerden biri. Venüs peşimi bırakmıyor. Hiç beklemediğim bir anda sıçrayıp üstümü kirletiyor. Burada giyeceğim temiz bir şey kalmamış. İster istemez eve gidiyor üstümü değişiyorum. Yolda devamlı misafirlerimizden birileri ile karşılaşıyoruz. Beni dönüş yolunda görünce "Açık mısınız?" diye sormadan edemiyor. Hemen işimi halledip dönüyorum yaylaya.

Hava kararmaya başlarken Alaçatı aydınlatmalarını yakıyoruz. İki dokunuş Taş Ev'in havasını değiştiriyor. Avluya hoş bir hava kazandırıyor bu ufak değişiklikler. Havuzun fıskiyesinden akan suyun sesi ruhumuzu dinlendiriyor. 

Kuşadası'ndan gelen bir grup geç vakitlere kadar oturuyor. Eve yorgun dönüyoruz. 

6 Temmuz 2017 Perşembe

DEMI-GLACE SOSLU MANTARLI BONFİLE

05/07/2017 Çarşamba, Tire

Alışveriş için erken çıktım. Önce servise uğradım, pos cihazına henüz program yüklenmediğini, iki saate kadar getirip teslim edebileceklerini söylediler. İşlerim bittikten sonra eşimle birlikte yola koyulduk.

Bahçeden içeri girer girmez gördüğümüz iki araba bizi şaşırtıyor. Neden aramadılar ki bizi? Şefimiz "Misafirlerimiz az önce geldi, tam ben arayacakken girdiniz içeri." diyor. Sadece Taş Ev'de kahvaltı etmek için Aydın'dan gelmişler. İlk gelişleri değil. "Hafta arası kahvaltı vermiyoruz." demeye gönlümüz razı olmuyor. Madem o kadar yolu gelmişler bizim için. Onlara hemen mükellef bir kahvaltı hazırlıyoruz.

Hafiften esen rüzgar havanın sıcaklığını alıyor. Rutin işleri tamamlandıktan sonra elime iki kova alıp havuzun alt tarafındaki armut ağacına gidiyorum. Birkaç gün daha geciksem kuşlardan geriye bir şey kalmayacak. Yetişebildiklerimi topluyor, ağacın alt kesimlerine çıkıp dalları sallıyorum. Patır patır dökülüyorlar yere. Aklıma geçen sene sadece bir tek meyve veren erik ağacı geliyor. Bu güzel kokulu, küçük bir şeftali büyüklüğündeki eriğin muhteşem tadı var. Erik ağacının yerini üç aşağı beş yukarı biliyordum ama üzerinde meyve bulacağımı hiç beklemiyordum. Tam zamanında gelmişim. Ağacın üzerinde yarım kova kadar erik sanki toplamamı bekliyor. Elimi uzatır uzatmaz avucuma düşüyor.

Ceviz ağacının altında keyifli bir yemek yiyoruz. Az önce gelen elektrikçiye yarın yapacağı işleri anlatıyorum. Havuzu işler hale getirecek, Taş Ev'in önündeki ağaçların dalları arasına Alaçatı aydınlatmalarını tesis edecek. Nihayet servis geliyor ve pos cihazını teslim ediyor. Kullanımı son derece basit olan cihaz hakkında bilgi veriyor.  

Akşamın misafirleri ısrarla verandada ya da bahçede oturmak istiyorlar. Servisler açılıyor, siparişler alınıyor. Şefe soruyor konuklarımızdan biri, "Ne tavsiye edersin?" "Siz onu bana bırakın." diyor şefimiz, kendinden emin bir şekilde. Hemen kolları sıvıyor. Misafirlerimize birer "Demi-glace soslu mantarlı bonfile" hazırlıyor. Harika görünüyor. Ne yazık ki çoğu zaman bu güzelliklerin fotoğrafını çekmek sonradan geliyor aklıma. Misafirlerimizden tam not alıyor bu muhteşem güzellik. Israrla dışarıda oturmak isteyen misafirlerimizden bazıları üşüdüklerini söyleyip şal istiyorlar. Buna çok şaşırıyorum. "Bu sıcakta üşümek güzel bir şey." diyorum. Yemeklerini yiyen misafirlerimiz, salona çıkıyor, şehrin ışıklarını büyülenmiş gözlerle seyrederken çaylarını yudumluyorlar.     

5 Temmuz 2017 Çarşamba

TATİL

04/07/2017 Salı, Tire

Bizim bu tatil gününü gözden geçirmemiz lazım. Haftanın diğer günleri fırsat bulup yapamadığımız bütün işleri adına tatil dediğimiz bu salı günlerine ayırınca hiç tatil yapmamış oluyoruz. Neyse ki sabah çok erken kalkmıyorum. Ama eşim kargalar ötmeye başlamadan önce ayakta. Biraz insaflı davranıyor da, saat 10.00'a doğru kahvaltıya davet çağrıları başlıyor. Kahvaltımızı tamamlar tamamlamaz canhıraş bir koşuşturma başlıyor. Pazar alışverişi... Acaba park yeri bulacak mıyım? Gece yağmur yağar, bizim Venüs'ün aklı ermez ıslanır diye gece vakti kapattığım kulübesinden bir an önce çıkarmak istiyorum. Yeni pos cihazını işler hale getirmem için bankalarla görüşmem lazım. Muhasebeye uğrayacağım...

Alınacaklar listesine bakıyorum. Yarım saatte hepsini hallederim gibi geliyor. Ama hiç de öyle olmuyor. Pazarı bir baştan bir başa dolaşıyorum. En tazesini en uygun fiyatlı olanını bulacağım diye dolanıp duruyorum. Tam bankaya uğrayacakken banka öğle tatiline giriyor. Aldığım malzemeleri yukarı, yaylaya çıkarıyorum. İlk işim Venüs'ü serbest bırakmak. Sevinci görülmeye değer. Vakit geçirmeden Fifi ile oynaşmaya başlıyor. Oradan kümese tavukları doyurmaya gidiyorum. Kara kızların çoğu kümesin çatısından aşağı atlamış zaten. İçeridekiler kapıya üşüşmüş gıdak gıdak sesleriyle elimdeki kovaya odaklanmışlar. Nefis bir hava var. Güneş yakmıyor. Kapının önündeki kırmızı erik ağacı meyvelerini dökmeye devam etmiş. Eşim arıyor. "Nerede kaldın?" Bu güzel havayı bırakmak gelmiyor içimden. Tavukların kümese girmek istemediğini söylüyorum.

Venüs havuzuna girmiş serinliyor. Kızım son geldiğinde getirmişti ona. İçini suyla dolduruyorum sentetik kumaştan yapılan su geçirmez havuzu. Sağlam bir dokusu olduğu için bizimki dişlerini geçiremiyor. Bir bakıyoruz bembeyaz, temizlemiş kendini. Az sonra havuza giriyor, oradan çıkıp yerlerde yuvarlanıyor, simsiyah olup geliyor. Fifi her zaman zarif. Venüs gün geçtikçe irileşirken yanında çok küçük kaldı garibim. Venüs onun kah boynunu kah kulağını, bacağını ısırıyor. Aslında niyeti oyun. Bazen dozunu kaçırıp canını yakınca Fifi ona haddini bildiriyor. Her zaman Fifi'yi haklı buluyoruz böyle durumlarda.

Eşimle bir yerlere kaçma fırsatı kaçıyor elimizden dönüş saatim gecikince. Tatil günümüzü pazartesi günlerine çevirmenin en azında bize tam gün tatil yapma imkanı verebileceğini düşünüyoruz. Bunun yanı sıra salı günleri dışarıdan gelen ziyaretçileri de geri çevirmemiş olabileceğiz yaz sezonunda. Taş Ev henüz faaliyete geçmeden "En güzel et orada yenir." diye nam yapmış bir restorana gidiyoruz. İş yeri sahibi bizi karşılıyor, hünerli ustalarının elinden bonfile, ızgara köfte, madalyon denilen farklı lezzetlerin tadına bakıyoruz. İşyerinin sahibi bizim de et ürünlerini temin ettiğimiz tanınmış bir kasap. İşlerini biliyorlar. Keşkeğimizi, tatlılarımız yedikten sonra kalkıyoruz. Uzak bir yerlere gitmek ayrı bir yorgunluk getirecekti. Günü bu şekilde geçirmek iyi geliyor bize. Hele işyeri sahibinin samimi sohbeti arasında kayınpederimle ilgili anılarından söz etmesi, giyimindeki titizliğini anlatması anılarımızı canlandırıyor.

Hava henüz kararmadan yaylaya çıkıyoruz. Pazardan aldığımız bir kısım malzemeleri de dolaplara yerleştirsek iyi olacak. Kümesin dışında kalan tavukları da içeri sokup kapısını kapatırsak işi sağlama almış olacağız. Venüs bu gece serbest kalsın. Artık havlamayı da öğrendi nasıl olsa. Fifi'yi taklit etmeye çalışıyor ama onun çıkardığı ses çok kalın ve ürkütücü.