Uzunca bir aradan sonra yeniden dönüyorum sözcüklerimin arasında kaybolmaya. Başlangıçta hiç önemsemiyor gibi görünsem de bir şeyi sonlandırmak onu başlatmaktan daha zormuş. Taş Ev'i kapatalı iki buçuk ay oldu. Su gibi geçti zaman. Kararımızın hemen ertesinde yapmıştık programımızı. Evet, güzel bir yurt dışı tatili iyi gelecekti. Eşimin ısrarla görmek istediği İtalya'ya gitmeye karar verdik. İtalya'dan sonra İspanya'ya geçmeyi aklımdan geçirdiysem de sonradan vazgeçtim. Zira daha önce defalarca gittiğim Roma ile sınırlı kalmayacaktı seyahatimiz bu kez. Kızım uygun bir Roma bileti ayarladı bize. Ondan sonraki hafta aheste bir şekilde tur programı üzerinde yoğunlaştım.
Belki son gidişimiz olacaktı bu güzel ülkeye. Elimizden geldiğince görülmeye değer şehirlerini gezmek isabetli bir karar gibi göründü. İtalya haritasını açtım önüme. Roma'dan sonra sırasıyla Napoli, Bolonya, Venedik, Milano, Cenova, Pisa, Floransa şehirlerini ziyaret etmeyi planladım. Önce uçak ve tren biletlerini internet üzerinden almakla başladım. Kalacağımız otelleri booking.com dan araştırırken temizlik ve mümkün olduğu kadar tren istasyonlarına yakınlık değişmez kriterlerimdi. Zira şehirler arası yolculuklarımız hep hızlı trenlerle olacaktı. Milano'dan Cenova'ya geçerken Pisa kulesini görmeden yapamazdık. Eğik kulesinin yanı sıra Pisa'da gezilecek görülecek bir çok yer olduğunu öğrendim. İşte bu yüzden Pisa'dan Floransa'ya geçerken tren biletimizi oradan almak daha mantıklı geldi. Elimizdeki bavulları istasyonda emanete bırakabileceğimizi düşündüm. Pisa'dan sonra Floransa'ya ne kadar zamanımız kalacak bilemediğimden Floransa-Roma dönüş yolculuğumuzu nasıl yapacağımız konusunu da sonraya bıraktım. İlk üç gecenin birini Napoli'ye ayıracağımızı düşünürsek kalan bir buçuk gün Roma için yeterli olacak mıydı? Son günü yine Roma'ya ayırırsak Pisa ve Floransa şehirlerinin her ikisini bir günde gezebilir miydik? Bu soruların cevabını zamanı geldiğinde bulmak dışında gezimizin ana hatları belli olmuştu.
Tamı tamına on gün sürecek bu seyahatimiz Taş Ev'den sonraki yaşantımızı nasıl sürdüreceğimiz konusunda bir bekleme dönemine soktu bizi. Sadece seyahat değildi bu bekleyişimizin nedeni. Kızım uzman olduktan sonra yeniden zorunlu hizmete gidecekti. Bu arada o da bir arkadaşı ile birlikte Uzakdoğu gezisi planlamıştı. Yola çıkacağı günlerde bir şanssızlık olmuş, Bali'deki aktif yanardağ harekete geçmiş, lav ve kül püskürtmeye başlamıştı. Birkaç günlüğüne adanın hava alanı da trafiğe kapatılınca -bizim de ısrarımızla- tatil planını değiştirmek zorunda kaldı. Bali yerine Malezya'yı programına alırken göreceği ikinci ülke Tayland olarak kalmıştı. Tam da ülkemize döneceği gün belli olacaktı münhal kadrolar.
Kızımın tatil dönüşünde açıklanan yerlerin hepsi birbirinden beter görünüyordu. Hakkari Çukurca mı ararsın, Tunceli Ovacık mı yoksa Çemişgezek mi? İçlerinde en iyi yer Afyon Bayat ve Adana'nın Feke ilçe devlet hastaneleriydi. Eğer tayini doğuda, hele hele terörün kol gezdiği yerlerden birine çıksa biz de onu yalnız bırakmayacaktık elbette. Kötülerin arasından görece iyileri seçerek yaptı tercihlerini. Bir hafta sonra tayin yeri belli oldu. Adana'nın en uzak ilçelerinden biri olan Feke olmuştu yeni iş yeri. Havaların güzel gitmesini fırsat bilip Feke'yi görmeye gittik hep birlikte. Küçük bir ilçe ama insanları son derece sıcak ve konuksever. Anlaşılan içimiz rahat bir şekilde yanında olmasak da zorunlu hizmetini tek başına burada tamamlayabilecek. Köylere gitmesi durumu endişelendiriyor sadece beni. Zira köylerin rakımı yüksek ve yolları pek de emniyetli görünmedi gözüme.
Kızımın tatil dönüşünde açıklanan yerlerin hepsi birbirinden beter görünüyordu. Hakkari Çukurca mı ararsın, Tunceli Ovacık mı yoksa Çemişgezek mi? İçlerinde en iyi yer Afyon Bayat ve Adana'nın Feke ilçe devlet hastaneleriydi. Eğer tayini doğuda, hele hele terörün kol gezdiği yerlerden birine çıksa biz de onu yalnız bırakmayacaktık elbette. Kötülerin arasından görece iyileri seçerek yaptı tercihlerini. Bir hafta sonra tayin yeri belli oldu. Adana'nın en uzak ilçelerinden biri olan Feke olmuştu yeni iş yeri. Havaların güzel gitmesini fırsat bilip Feke'yi görmeye gittik hep birlikte. Küçük bir ilçe ama insanları son derece sıcak ve konuksever. Anlaşılan içimiz rahat bir şekilde yanında olmasak da zorunlu hizmetini tek başına burada tamamlayabilecek. Köylere gitmesi durumu endişelendiriyor sadece beni. Zira köylerin rakımı yüksek ve yolları pek de emniyetli görünmedi gözüme.
Taş Ev'i kapattıktan sonra her akşam arayıp rezervasyon yaptırmak isteyenler eksik olmadı. Burası küçük bir yerleşim yeri olmasına karşılık bu aramaların halen sürmesi tuhaf. Bunun bir nedeni facebook sayfamızı hala kapatmamış olmam belki de. Taş Ev'i kapatmış olsak da facebook sayfasını kapatmak gelmedi içimden. Bu arada eşim ve ben bir türlü zaman bulamadığımız diş tedavilerine başladık. Haftanın yarısı İzmir'de geçmeye başlamıştı artık. İtalya seyahatine kadar bu böyle gitti ama daha işlerin yarısındayız sanırım.
Taş Ev'in faaliyetlerini sonlandırma kararımızdan sonra bir ayı aşkın bir zaman içinde her gün yaylaya çıktım. Zira Venüs'ü Fifi'yi ve tavukları beslemek zorundaydım. Yaylada sevgili dostlarımla en az iki saat geçiriyordum. Venüs'ü bu süre zarfında serbest bırakıp ayrılmadan önce yeniden bağlıyordum. Bunun nedeni onun tavuklara olan düşkünlüğüydü. Nihayet tavuklara bir talip çıktı ve hepsini elden çıkardım. Aynı günün akşamı kızım yurt dışına çıkacaktı. Telefonla görüştük. Her zaman olduğu gibi Venüs'ü sordu. Tayini nereye çıkarsa çıksın onu yanına alacağını söyledi. Tavukları gönderdiğimize göre bahçede tehlikenin kalmadığını ve Venüs'ü artık bağlamama gerek bulunmadığını söyledim. Her seferinde serbest bırak diyen kızım nasıl olduysa bu kez bağlamamı istiyordu. Buna rağmen o akşam serbest bıraktım Venüs'ü. Ertesi günü yaylaya rutin ziyaretimi yapmak üzere bahçe kapısından içeri girdim. Ortada ne Venüs ne de Fifi görünüyordu. Yanında Fifi olduktan sonra gözüm arkada kalmazdı. O kadar seslenmeme aramama rağmen ortaya çıkmadılar. Neyse, özgürlüğün tadını çıkarıyorlar, yarın dönerler acıkınca dedim kendi kendime. İkinci gün Fifi beni karşıladı ama Venüs hala yoktu. İki köy arasında her gördüğüme sordum, bağırdım çağırdım ama nafile çabalardı bunlar. Kızıma ne derim ben şimdi? Her gün yukarı çık saatlerce bağır, bağır yok. Fifi'yle birlikte yol boyu Venüs'ü aradık günlerce. Aradan bir hafta geçmesine rağmen hiç bir ize rastlamadık. Kızım Uzak Doğu seyahatinden döner dönmez Venüs'ü sordu ilk olarak. Venüs'ün bir haftadır kayıp olduğunu söylerken ona sahip çıkamamanın ezikliğini hissettim. Hem de bağlamamı istediği halde ben onu dinlememiştim. İzmir'den yola çıkıp atladı geldi. Sağanak yağmur altında "Venüs" diye bağıra bağıra akşamı ettik yine yok. Artık ümidi kesmeye başlamıştık. Ya yabani hayvanlara yem oldu, ya da çaldılar. Yoksa o kadar zaman geri dönmez miydi? Nereden bulurdu yiyeceği, hiç mi acıkmadı onca zamandır? Yolunu mu kaybetti de dönemedi? Bütün bu olasılıklar arasında en iyisi çalınmış olmasıydı. "Çalanlar ona iyi baksalar bari." diye düşünmeye başladık. Kızım göz yaşlarına boğuluyordu. Buruk bir şekilde eli boş döndü İzmir'e.
Aradan sadece bir gün geçmişti. Ben her gün yaylaya çıkmaya devam ediyor, hem Fifi'yi besliyor hem de Venüs'ü aramaya devam ediyordum. Boynundaki tasmasında adı ve telefon numaram yazılı olduğundan iyi insanlar mutlaka arayacaklardı. Eve yine bir gelişme olmadan döndüm. Şimdiye kadar aranmadığıma göre vahşi hayvanlara yem olmasından endişe etmeye başladığım sırada telefonum çaldı. Arayan Kaplan köyünde yaşayanlardan biri. "Gel, şu köpeğini al köyde tavuk bırakmayacak." diye bağırıyordu. Hemen tutup bağlamalarını, sakın ola kaçırmamalarını söyledim. Venüs'ün bulunması mucize gibi bir şeydi. Hemen fırlayıp bir solukta çıktım yaylanın virajlı yokuşlarını. Köye varır varmaz onu demir bir kapıya iple bağladıklarını gördüm. Köylü kadınlardan biri, bizimkinin ağzından tavuğunu kurtarsın diye ellerinin kan içinde kalmasına aldırmamış görünüyordu. Venüs beni görünce sevinci görülmeye değerdi gerçekten. Üzerime sıçrayıp durdu. Üzerindeki çamura aldırmadan ben de sarıldım kucakladım. Gözlerimle görmeden kızıma müjdeyi vermeyecektim. Arabamın arkasına attığım gibi doğru bahçeye götürdüm. Facebook hayvan dostları grubuna kayıp ilanı vermiştik. Kızımı aradım. "Bak aklıma ne geldi. Venüs'ü bulana bir ödül koysak nasıl olur?" O da mantıklı bulunca bu önerimi, devam ettim. "Mesela ne olabilir bu?" deyince "Bin lira olabilir." diye cevapladı sorumu. "Peki, o zaman." dedim. "Hazırla bin lirayı, Venüs'ü buldum."
Çığlık çığlığa kapattı telefonu. "Hemen geliyorum." Ne yağmura, ne akşamın karanlığına aldırdı ve çıktı yola. Yaylaya çıktık onun arabasıyla. Benim üçüncü çıkışım oluyordu bu. Venüs'le uzun uzun hasret giderdikten sonra onu alıp evine doğru yola çıktı aynı günün akşamında.
İtalya seyahatiyle ilgili detayları daha sonraki yazılarımda paylaşacağım.
Taş Ev'in faaliyetlerini sonlandırma kararımızdan sonra bir ayı aşkın bir zaman içinde her gün yaylaya çıktım. Zira Venüs'ü Fifi'yi ve tavukları beslemek zorundaydım. Yaylada sevgili dostlarımla en az iki saat geçiriyordum. Venüs'ü bu süre zarfında serbest bırakıp ayrılmadan önce yeniden bağlıyordum. Bunun nedeni onun tavuklara olan düşkünlüğüydü. Nihayet tavuklara bir talip çıktı ve hepsini elden çıkardım. Aynı günün akşamı kızım yurt dışına çıkacaktı. Telefonla görüştük. Her zaman olduğu gibi Venüs'ü sordu. Tayini nereye çıkarsa çıksın onu yanına alacağını söyledi. Tavukları gönderdiğimize göre bahçede tehlikenin kalmadığını ve Venüs'ü artık bağlamama gerek bulunmadığını söyledim. Her seferinde serbest bırak diyen kızım nasıl olduysa bu kez bağlamamı istiyordu. Buna rağmen o akşam serbest bıraktım Venüs'ü. Ertesi günü yaylaya rutin ziyaretimi yapmak üzere bahçe kapısından içeri girdim. Ortada ne Venüs ne de Fifi görünüyordu. Yanında Fifi olduktan sonra gözüm arkada kalmazdı. O kadar seslenmeme aramama rağmen ortaya çıkmadılar. Neyse, özgürlüğün tadını çıkarıyorlar, yarın dönerler acıkınca dedim kendi kendime. İkinci gün Fifi beni karşıladı ama Venüs hala yoktu. İki köy arasında her gördüğüme sordum, bağırdım çağırdım ama nafile çabalardı bunlar. Kızıma ne derim ben şimdi? Her gün yukarı çık saatlerce bağır, bağır yok. Fifi'yle birlikte yol boyu Venüs'ü aradık günlerce. Aradan bir hafta geçmesine rağmen hiç bir ize rastlamadık. Kızım Uzak Doğu seyahatinden döner dönmez Venüs'ü sordu ilk olarak. Venüs'ün bir haftadır kayıp olduğunu söylerken ona sahip çıkamamanın ezikliğini hissettim. Hem de bağlamamı istediği halde ben onu dinlememiştim. İzmir'den yola çıkıp atladı geldi. Sağanak yağmur altında "Venüs" diye bağıra bağıra akşamı ettik yine yok. Artık ümidi kesmeye başlamıştık. Ya yabani hayvanlara yem oldu, ya da çaldılar. Yoksa o kadar zaman geri dönmez miydi? Nereden bulurdu yiyeceği, hiç mi acıkmadı onca zamandır? Yolunu mu kaybetti de dönemedi? Bütün bu olasılıklar arasında en iyisi çalınmış olmasıydı. "Çalanlar ona iyi baksalar bari." diye düşünmeye başladık. Kızım göz yaşlarına boğuluyordu. Buruk bir şekilde eli boş döndü İzmir'e.
Aradan sadece bir gün geçmişti. Ben her gün yaylaya çıkmaya devam ediyor, hem Fifi'yi besliyor hem de Venüs'ü aramaya devam ediyordum. Boynundaki tasmasında adı ve telefon numaram yazılı olduğundan iyi insanlar mutlaka arayacaklardı. Eve yine bir gelişme olmadan döndüm. Şimdiye kadar aranmadığıma göre vahşi hayvanlara yem olmasından endişe etmeye başladığım sırada telefonum çaldı. Arayan Kaplan köyünde yaşayanlardan biri. "Gel, şu köpeğini al köyde tavuk bırakmayacak." diye bağırıyordu. Hemen tutup bağlamalarını, sakın ola kaçırmamalarını söyledim. Venüs'ün bulunması mucize gibi bir şeydi. Hemen fırlayıp bir solukta çıktım yaylanın virajlı yokuşlarını. Köye varır varmaz onu demir bir kapıya iple bağladıklarını gördüm. Köylü kadınlardan biri, bizimkinin ağzından tavuğunu kurtarsın diye ellerinin kan içinde kalmasına aldırmamış görünüyordu. Venüs beni görünce sevinci görülmeye değerdi gerçekten. Üzerime sıçrayıp durdu. Üzerindeki çamura aldırmadan ben de sarıldım kucakladım. Gözlerimle görmeden kızıma müjdeyi vermeyecektim. Arabamın arkasına attığım gibi doğru bahçeye götürdüm. Facebook hayvan dostları grubuna kayıp ilanı vermiştik. Kızımı aradım. "Bak aklıma ne geldi. Venüs'ü bulana bir ödül koysak nasıl olur?" O da mantıklı bulunca bu önerimi, devam ettim. "Mesela ne olabilir bu?" deyince "Bin lira olabilir." diye cevapladı sorumu. "Peki, o zaman." dedim. "Hazırla bin lirayı, Venüs'ü buldum."
Çığlık çığlığa kapattı telefonu. "Hemen geliyorum." Ne yağmura, ne akşamın karanlığına aldırdı ve çıktı yola. Yaylaya çıktık onun arabasıyla. Benim üçüncü çıkışım oluyordu bu. Venüs'le uzun uzun hasret giderdikten sonra onu alıp evine doğru yola çıktı aynı günün akşamında.
İtalya seyahatiyle ilgili detayları daha sonraki yazılarımda paylaşacağım.