05/02/2018 Pazartesi,
İzmir, İstanbul, Roma
İtalya gezimizin tarihi yaklaşınca bir heyecan sardı beni. Aslında hemen her şeyi çok önceden planlamıştım. Bir ikisi dışında bütün otel rezervasyonları yapılmış, şehirler arası tren biletleri internet üzerinden alınmıştı. Havaalanından şehre transfer için otobüs biletlerine kadar...
Yola çıkmadan bir gün önce bilgisayarıma kaydettiğim bilet ve rezervasyon bilgileri ile gezeceğimiz yerler hakkında resimli kısa bilgi notlarının çıktılarını aldım. Yanımda nasıl olsa cep telefonum var deyip bunları yapmayabilirdim de. Yine de ne olur ne olmaz deyip işimi sağlama almak doğru olacaktı. Önceden hazırladığım üç sayfalık bilgi notu benim için en önemlisiydi. Zira uçak biletlerinin rezervasyon ve PNR numaraları, uçuş bilgileri, otellerin isimleri ve booking.com rezervasyon numaraları, tren biletlerinin tarih, saat ve yolculuk sürelerini belirten bilgileri tarih sırasına göre yazmıştım bu notlarıma. Tren ve otobüs biletlerinin çıktılarını alıp son kontrollerimi yaptım. Bu esnada Roma Fiumicino havaalanı ile şehir merkezi arası yolculuk en az bir saat süreceğinden dönüşte otobüs saatini en az bir saat öne almam gerektiğini fark ettim. Bunu düzeltmem gereken bir iş olarak not ettim.
Elimizdeki valizlerle sabah erkenden yola çıkmamız gerekiyordu. O saatlerde İzmir'de metro çalışmadığı için arabamızı Gaziemir metro istasyonunun yakınlarında bir sokağa bıraktık. Zira havaalanı otoparkını kullanmak oldukça tuzluya kaçacaktı. Şans eseri arabamızı park ederken hemen yanımızda yolcu indiren bir taksi gördük. Hemen o taksiye atlayıp Adnan Menderes Hava Limanına attık kendimizi. Hafiften yağmur çiseliyordu. Yaklaşık iki ay önce İstanbul'a en uygun bileti Sun Express şirketinden bulmuştum. Şubat ayının beşinci günü adı geçen şirketin yönünü İstanbul Sabiha Gökçen havaalanına çeviren uçağıyla İtalya seyahatimiz başlamış oldu.
Bu arada eşimin ve benim cep telefonlarımıza gezimiz boyunca çok faydasını göreceğimiz "Here WeGo" adındaki navigasyon programını indirmişti kızım. Bu sayede göreceğiniz yerlerin adı ve adresi olduktan sonra haritaya hiç gereksiniminiz kalmıyor. Sadece internet olmaksızın kullanabilmek için hangi ülkede kullanacaksanız o ülkenin haritasını önceden indirmeniz gerekiyor.
Pek zaman bulacağımızı düşünmesem de yanımıza iki kitap aldık. En azından yolculuklarımız esnasında okuruz diye. Eşim her ikisini de okumaya başlamış. İki kitabı aynı anda okuyanlara hayranım. Bunlardan biri Osman Balcıgil'in kaleme aldığı "İpek Sabahlık" diğeri ise Susan Abulhawa'nın "Filistin Sabahları". "Hangisini istersen okuyabilirsin." demişti eşim. Tercihim "İpek Sabahlık" tan yana oldu. Bu kitap hakkında değerlendirmemi ayrı bir yazıda kaleme almayı düşünüyorum. Uzun bir ara verdiğim okuma alışkanlığıma yeniden kavuşmamın heyecanını da yaşıyordum bu seyahatle birlikte.
Açık söylemek gerekirse bu yazım tam anlamıyla bir gezi rehberi kıvamında olmayacak. Zira hazırlık döneminde gezeceğimiz, göreceğimiz yerlere ilişkin çok sayıda gezi bloğu okudum, vlog izledim ve internet üzerinde araştırma yaptım. Çok faydalandığım güzel ön bilgilerdi bunlar. Nereleri gezmeli, nerelerde yemeli, neler yapmalı türünden. Ben ise kendi yaşadıklarımı sohbet tarzında yazacağım.
İstanbul'dan Pegasus Havayolları uçağı Roma semalarında süzülürken saat farkından dolayı iki saat kazanmamızın keyfine varırken kaptan pilotumuz ne yazık ki havanın yağmurlu olduğunu anons ediyordu.
Uçaktan inip pasaport kontrolünden geçtikten sonra valizlerimizi alıp Bus Shuttle otobüslerinin kalktığı yöne doğru ilerledik. Olası rötarları düşününce tedbir olsun diye otobüs biletini bir buçuk saat geç almıştım. Yetkili alışkın olduğu bu durumu normal karşıladı ama kalkmak üzere olanda yer kalmadığından dolayı yarım saat sonra kalkacak otobüse aldı bizi. Bir saat süren yolculuktan sonra Roma Termini tren istasyonunda indik. Kalacağımız otel bu noktaya sadece 200 metrelik bir mesafede. İstasyonun önünde bir sağa bir sola bakarken aklımıza "Here WeGo" geldi. Hemen cep telefonumuzu çıkardık. Otelin adını girdik. Başlat düğmesine basınca bizi gitmemiz gereken yönü gösterdi. XIX. yüz yıldan kalan tarihi binaların yer aldığı geniş Via Cavour caddesinde ilerlerken yağmur çiseliyordu. Telefon "Hedefinize ulaştınız." diye anons etmesine rağmen görünürde otelin adını yazan ne bir tabela ne de bir işaret vardı. Bulunduğumuz yerdeki bir restorana sorduk otelin nerede olduğunu. "Bilmiyoruz." cevabını alınca eşim panikledi. Yanımdaki bilgi notlarından adrese ve kapı numarasına baktım. Alt kattaki dükkanların kapılarında biri eski biri yeni olmak üzere ikişer numara vardı. Kocaman kapılı iş hanına benzer bir binanın önünde aradığımız numarayı bulduk. Kapının yanında yer alan zil etiketleri arasında otelin adı yazılıydı. Zile bastık, beklemeye koyulduk. Cevap alamayınca eşim söylenmeye başladı. "Nasıl bir otel burası böyle?" Roma'da eski evlerden bozma kat otellerinden biri olmalıydı. Zile tekrar bastık, kapı açılınca rahatladık. "Elimizdeki valizlerle birlikte asansörün üçüncü kat düğmesine bastık. Asansör üç kişilik olmasına rağmen küçücük kabinine valizlerimizle birlikte zor sığdık. Rastgele bastığımız üçüncü kat düğmesi sekiz numaralı dairenin katına denk gelmesi bir şanstı. Otelin kapısına gelmiştik ama kapıyı açan kimse olmadı. Yan tarafta elektronik bir şifre yardımıyla açılan kapıdan içeri girmek mümkün görünmüyordu. Eşim yine başladı söylenmeye. Kapının üzerine iliştirilmiş bir kağıt üzerinde Check-in yapmak için aranması gereken numara yazılıydı. Telefonumu değiştirdikten sonra yurt dışı görüşmelerine açmadığım geldi aklıma. Eşime kapıda beklemesini hemen bir çözüm bulacağımı söyledim. Kağıdın üzerindeki numaranın resmini çektim telefonuma. Hemen dışarı çıkıp alt kattaki restorandan telefonlarını kullanmak istedim. Bunu yapamayacaklarını söylediler. Hemen yanında doğulu olduğunu düşündüğüm bir pizzacıya girdim. Adam Bangladeşliymiş. Sabit bir telefon gösterdi. "Oradan arayabilirsin." dedi. Numarayı çevirdim. "Pronto" diyen bir hanımefendi çıktı karşıma. Durumu anlattım, kapıda beklediğimizi söyledim. "Hemen geliyorum" dedi isminin sonradan Julia olduğunu öğrendiğim kız. Eşimin yanına çıktım ve beklemeye başladık. Beş dakika geçmeden Julia geldi. Son derece kibar bir şekilde karşıladı düzgün İngilizcesiyle. Odamızı gösterdi, kapının şifresini, internet parolasını söyledi ve giriş holündeki mutfağı kullanabileceğimizden bahsetti. Roma'nın turistik yerlerini ve metro planını gösteren bir harita verdi. Otel paralarını ödediğimiz için sadece kişi başı günlük 3,5 Euro olan şehir vergisini ödedik, hemen faturamızı düzenleyip uzattı. Kendisine teşekkür ederken dönüşümüzde aynı otelde bir gün daha kalacağımızı söyledim. Odanın temizliğini görünce eşim yanmakta olan korun üzerine su dökülmüş gibi sakinleşti. Gerçekten bembeyaz çarşaf ve yastıklar, pırıl pırıl bir banyosu vardı odanın. Hemen telefonlarımıza şifreyi girdik. Gayet güzel bağlandık internete. Vakit henüz erken olmasına rağmen hava kapalıydı. İnceden yağmur serpiştiriyordu dışarıda. Klimayı çalıştırdık. Odanın içi ısındı. Buradan Roma deyince ilk akla gelen Colosseum'un bulunduğumuz yere mesafesi sadece 1.400 metre olmasına rağmen eşim oraya kadar yürüyemeyeceğini söyledi. Roma'da her ne kadar güzel bir metro sistemi olsa da yürüyerek gezilecek bir şehir. O kadar çok tarihi yapı var ki. Her durakta en az bir iki tanesini görebilirsiniz. Ertesi gün, sabah erkenden Napoli'ye gideceğimizi dikkate alıp bugün görülecek yerlerin bir kısmına gideceğimizi düşünmüştüm ben oysa. Ne var ki eşimin daha ilk günden ayak ağrısı çekmesini göze alamazdım.
Yanımızda götürdüğümüz şemsiyeyi açıp çıktık otelden dışarı. Bize en yakın yapı olan Basilica Papale di Santa Maria Maggiore bulunduğumuz yere sadece 200 metre mesafedeydi. Papa, Meryem'i görmüş rüyasında. Bir kilise inşa ettirmesini istemiş işaretleyeceği yerde. Yaz günü Esquilini tepesine bembeyaz kar yağınca "Tamam" demiş papa "İşte Meryem validemizin istediği yer burası." Bu bazilikanın işte böyle bir öyküsü varmış. Roma kiliselerden geçilmiyor. Hepsinden tarih ve sanat fışkırıyor. Pek çoğunda tanınmış heykeltıraş ve ressamların heykel ve tablolarına duvar ve tavan süslemelerine rastlamak mümkün. Her resim ve figürün ayrı bir anlamı var. Bunların tam anlamıyla hakkını verebilmek ve anlamak için özellikle Hristiyan dinini ve sanat tarihini bilmek gerek. Oysa apayrı bir ihtisas konusu olan bu işe hiçbir zaman heves etmedik. Bazilika, kilise, şapel ve vaftizhanelerin içleri ayrı dış görünüşleri ayrı güzel. Bu tür yapıların yanı sıra Roma deyince akla meydanlar ve çeşme dedikleri heykellerle süslü havuzlar geliyor. Bizim yaptığımız bu devasa yapıları, içindeki heykel ve tabloları, süslemeleri hayranlıkla seyretmekten başka bir şey değil. Kiliselerin bizim açımızdan bir başka faydası da yorulduğumuzda sıralarına oturup biraz dinlenmemiz ve bir sonraki durağımızı belirlememiz için imkan sağlamasıydı. Bugün ziyaret ettiğimiz ikinci bazilika Basilica di San Pietro in Vincoli oldu. Michelangelo'nun ünlü Musa heykelini burada görmek mümkün. Havanın yağışlı olması durumunu dikkate alarak diğer önemli yerleri sonra gezmek üzere otelimize dönmeye karar verdik. Sabah erkenden kalkmalı, Napoli trenini kaçırmamalıyız. Kahvaltılıklarımızı Türkiye'den götürdük. İki otel dışında oda ücretlerinde kahvaltıyı hariç tuttuk. Otellerde kahvaltı zaten en erken 07.30'da başlıyordu. Oysa bu saatler bizim tren hareket saatlerimize denk geliyordu.
Otelin bulunduğu cadde üzerinde bir pizzacıda karnımızı doyurduktan sonra eşimi odaya bırakıp biraz market alışverişi yaptım ve bu her bulunduğumuz şehirde adet haline geldi. Market fiyatları restorana ya da kafelere göre daha uygun olsa bile Türkiye ile mukayese edildiğinde oldukça yüksek. Meyve fiyatları dört beş katına kadar çıkarken muz en ucuz olanı bu memleketin. Aşağı yukarı bizdeki fiyatlar seviyesindeydi. Yarım kiloluk meyveli yoğurt ve litrelik kolayı üç-üç buçuk Euro'ya alabiliyorduk. Yanımızda bolca üçgen eritme peyniri, zeytin, bisküvi ve atıştırmalıklar hayli işe yaradı. Odaya döndüğümde eşimle her gece müptelası olduğumuz TV2 de yayınlanan "Kelime Oyunu" nu buradan da izlemek çok hoşumuza gitti. Odamızda mevcut televizyonda bütün uydu kanalları İtalyanca yayın yaptığı için cep telefonumuz imdadımıza yetişti. Otele dönünce diğer bir etkinliğimiz kızımızla yaptığımız görüntülü whatsapp görüşmeleriydi. Zaman zaman Venüs'ü görmek de mümkün oluyordu bu sayede. Ardından yaptığımız sohbetin hem bir sonra gezeceğimiz yerler hakkında hem de okuduğumuz kitaplar üzerine oluyordu. Genellikle eşim bu sohbetlerin ardından uykuya teslim oluyor ben ise geç vakitlere kadar İpek Sabahlık romanını okuyordum.