Susuz kalmıştı Çöl Çiçeği. Ne işi vardı çölün ortasında. Kader işte! Yıllar önce henüz tomurcuklanmaya başladığı zaman bir deli rüzgâra kapılmış, kendini sıcak kumların arasında bulmuştu. Her şeye rağmen geldiği yere tutunmuş, susuzluğa razı olmuştu. Bir damla su bulurum ümidiyle köklerini derinlere indirmişti çaresiz.
Bir seraptı gördüğü oysa. Solan yapraklarına inat hayâlleriyle avunur olmuştu. Dönüşü olmayan bu yolda günlerini geçirirken kum fırtınalarına direniyor, can suyunun kendisine döneceğini bekliyordu. Oysa nafile bir bekleyişti bu. Su yönünü çevirmiş terk etmişti Çöl Çiçeğini.
Çölün yavan suyu da neydi ki. Yavan, tatsız tuzsuz bir su işte. Ama ona da razıydı Çöl Çiçeği. Dünyanın tüm güzelliklerine arkasını dönmüş, o yavan suyun gelip gitmelerinin esiri olmuştu. Adeta gözleri körelmiş, onu bir başka iklime taşıyabilecek rüzgârlara kapılarını kapatmıştı. Çöl suyu sıkılmış, kendine başka mecralar ararken Çöl Çiçeği susuzluktan kavrulmuştu. Bir saplantıydı bu Çöl Çiçeğinin tutkusu. Kökleri derinlere inse de damarlarına çektiği bu su ona hiç çiçek açtırmamıştı.
Günler geçti, sudan ümidi kesti Çöl Çiçeği. Artık en ufak bir esintiye direnecek gücü kalmamış, kökleri iyice gevşemişti. Derken yeni bir rüzgâr esti, Çöl Çiçeğini kaptığı gibi rengârenk çiçeklerin, cıvıl cıvıl kuşların öttüğü, yeşillerin arasında gürül gürül ırmakların aktığı, cennet gibi bir diyara sürükledi. Yapraklarını tazelemek için havanın rutubeti yetmişti ona. Bu kez kararını vermişti, kendini rüzgâra teslim etmeyecekti Çöl Çiçeği. Türlü sular arasında seçtiğinden alacaktı suyunu. Dereler bir başka çağlamaya başladılar. Daha önce hiç görmedikleri güzeller güzeli Çöl Çiçeğinin peşine düşüp ona sularını sunmak için yarıştılar.
Hiç olmadığı kadar mutluydu Çöl Çiçeği. Ne işim varmış benim çöllerde diye söyleniyordu. Gördüğü her derenin şırıltısı ruhunu okşarken. Ne var ki çölün ortasında kendisini terk eden yavan suyun tadını yine bir türlü aklından atamıyordu.
Çölün yavan suyu da neydi ki. Yavan, tatsız tuzsuz bir su işte. Ama ona da razıydı Çöl Çiçeği. Dünyanın tüm güzelliklerine arkasını dönmüş, o yavan suyun gelip gitmelerinin esiri olmuştu. Adeta gözleri körelmiş, onu bir başka iklime taşıyabilecek rüzgârlara kapılarını kapatmıştı. Çöl suyu sıkılmış, kendine başka mecralar ararken Çöl Çiçeği susuzluktan kavrulmuştu. Bir saplantıydı bu Çöl Çiçeğinin tutkusu. Kökleri derinlere inse de damarlarına çektiği bu su ona hiç çiçek açtırmamıştı.
Günler geçti, sudan ümidi kesti Çöl Çiçeği. Artık en ufak bir esintiye direnecek gücü kalmamış, kökleri iyice gevşemişti. Derken yeni bir rüzgâr esti, Çöl Çiçeğini kaptığı gibi rengârenk çiçeklerin, cıvıl cıvıl kuşların öttüğü, yeşillerin arasında gürül gürül ırmakların aktığı, cennet gibi bir diyara sürükledi. Yapraklarını tazelemek için havanın rutubeti yetmişti ona. Bu kez kararını vermişti, kendini rüzgâra teslim etmeyecekti Çöl Çiçeği. Türlü sular arasında seçtiğinden alacaktı suyunu. Dereler bir başka çağlamaya başladılar. Daha önce hiç görmedikleri güzeller güzeli Çöl Çiçeğinin peşine düşüp ona sularını sunmak için yarıştılar.
Hiç olmadığı kadar mutluydu Çöl Çiçeği. Ne işim varmış benim çöllerde diye söyleniyordu. Gördüğü her derenin şırıltısı ruhunu okşarken. Ne var ki çölün ortasında kendisini terk eden yavan suyun tadını yine bir türlü aklından atamıyordu.