İdarede işini gerçekten iyi bilen kadın bir daire başkanının haricinde bütün üst düzey kadrolar değişmiş, yeni gelenlerin makam odaları çiçek bahçesine dönmüştü. Okula yeni başlayan çocuklar gibi heyecan içinde koltuklarına oturmuşlar, ağızlarını açmadan sinsice gülümsüyorlar, tebrike gelen iş adamları, kurum çalışanları ve özel sektör temsilcilerini acemi gözlerle uzun uzun süzüyorlardı. Kapalı ağızlarının içinde sıkılmış dişlerini saklayan gülümseyişleri hiç de hayra alamet değildi, çıkacaktı kısa zamanda her şey su yüzüne, dökülecekti kucaktaki taşlar...
Rauf Bey, patrona yeni yönetimle bir tanışma toplantısı yapılmasının uygun olacağını söylemişti. İdareden yanıt gelir gelmez Orhan'ı da yanlarına alıp üçü birlikte Genel Müdürlüğün yolunu tuttular. Önce büyük bir masanın çevresinde kısa bir tur atan devletin yeni sahipleri, avlarının etrafında dönen aslan sürüsü gibi büyük bir hevesle oturdular yerlerine. Rauf Beyler de karşılarına geçtiler. Üç kişiye karşılık en az on kişiydiler. Sayıca üstünlük devlette olmasına rağmen bu tür zor anlarda Rauf Bey'in tek başına on kişiyi dize getirdiğini bilen Orhan, bu adaletsizliği o kadar fazla önemsemedi. Onu esas rahatsız eden hepsinin sıkış tepiş masanın karşı tarafına dizilmeleriydi. Bir ara kendini mahkeme jürisinin önüne çıkarılmış mahkûmlara benzetti. Neyse ki tedirginliği fazla sürmedi. Tam bir kurtlar sofrasıydı bu. Başkan sinsice gülümseyerek "hoş geldiniz" dedi. Gergin bir gülümseme belirdi misafirlerin suratlarında. Mukavele Tatbikat Şube Müdürlüğüne atanan iri gövdeli, koca kafalı ve badem bıyıklı gençten biri kendisinden beklenmeyen bir kararlılıkla "Evet," dedi. "Ne yapabilirsiniz, anlatın. Devletin paraya ihtiyacı var" Salonun havası buz kesti birden. Misafirler birbirlerinin yüzüne baktılar şaşkın gözlerle. Böylesine bir karşılama beklemiyorlardı doğrusu. Evet, önlerine kırmızı halı çekecek değillerdi, hatta sert tartışmalar, taleplerinin karşılanmaması sürpriz sayılmazdı ama sarf ettikleri ilk cümleleri şok ediciydi. Banka soyan gangster misali "sökülün paraları" dercesine takındıkları tavır karşısında "En iyi savunma, hücumdur" sözünü hatırlatırcasına Rauf Bey ayaklandı. Sesini yükselterek "Nasıl karşılama bu? Biz size hayırlı olsun demeye, sorunlarımızı anlatmaya geldik, ne istiyorsunuz bizden anlayamadık." Başkan, bir yandan Rauf Bey'in hararetini yaptığı el hareketleriyle sakinleştirmeye çalışıyordu. "Sakin olun Rauf Bey, bağırarak bir şey çözemezsiniz." dedi.
Daha hele durun bakalım dercesine gözlerinden pırıltılar saçıyordu başkan. Şube Müdürü cevap verdi. "Aldıklarınızı, fazladan aldıklarınızı" Rauf Bey bu sözlere pabuç bırakacak biri değildi. "Neymiş o fazladan aldıklarımız? Yaptığımız her şey imzalı, onaylı. Biz buraya işin önünü açmak için önerilerimizi sunmaya, işin kesintiye uğramaması için ödenek çıkartmanızı rica etmeye geldik." dedi. Toplantı hiçbir konu tartışılmadan sona ermiş, ardında büyük bir hayâl kırıklığı ve endişe bırakmıştı. O günlerde bu tür yollara başvurmak adet haline gelmişti. Başbakan bile Japonya başbakanıyla bir araya geldiği esnada daha önceki yönetimle T.C adına imzalanan bir ticari sözleşmenin maddi koşullarını tartışmaya açmış, ilâve bir indirim talep etmişti. Japonlar da güzel bir ders vermiş, ellerindeki sözleşmenin bir nüshasını başbakanın önüne koymuşlar, imzanın olduğu sayfayı gözlerine sokarcasına uzatarak "Sayın prime minister, bu sizin devletinizin imzası değil mi?" diye sormuşlardı. Doğal olarak eli boş dönmüştü memleketine başbakan! Şimdi de Orhan benzer şekilde elindeki bakan olurlarını, genel müdürlük onaylarını İdarenin önüne atmayı geçirdi aklından.
Belli ki daha önce görev yapan bakanların gider ayak, yangından kaçırırcasına imzaladıkları keşif artışları yeni yönetimin dikkatini çekmişti. O furyada işlerinde büyük keşif artışı yapan bazı büyük firmalara dokunulmaması yine de tuhaf geliyordu Orhan'a. Onlardan birinin sahibi ile patronunun arası oldukça iyiydi. Fakat kimse bulduğu çözüm yollarını bir türlü açıklamıyordu. Dönem hoca efendinin devriydi ve herkes cemaatten sözü geçen birini bulmanın peşine düşmüştü. İşlerini yoluna koyabilecek bir şeyhe, imama servetlerinin önemli bir kısmını feda etmeye hazırdı bütün şirketler. Sorun aranan doğru kişiyi bulmakta yatıyordu. Zira hergün şirketin kapısını aşındıran bir sürü aracı peydahlanmıştı. Patron bu konuda oldukça titiz davranıyor çürük tahtaya basmıyordu. Sonunda patronun dostu olduğu şirket sahibinin yanında çalışan muhasebecinin cemaatten olduğu ve bu yüzden şirkete dokunulmadığı çıktı ortaya. Ama onun da faydası olmamıştı Orhan'ın çalıştığı şirkete. Zira yüksek yerlerden karar verilmiş, kalem kırılmıştı. Yüzlerce şirket arasından seçtikleri ilk kurbandı onlar. Esas hedef ise onların keşif artış olurlarını imzalayan bakanlar...
Yeni gelen ekibin rüşvet kabul etmediği de dilden dile dolaşıyordu. İşte bu durum Rauf Beyi can evinden vurmuştu. En güçlü silahı alınmıştı elinden. Yine de pes etmedi.
İdarede evrak takip eden görevlilerin çoğu özel sektörün en kıymetli elemanlarıdır. Fatih de insan ilişkileri iyi, kendini sevdirmesini bilen akıllı biriydi. İdaredeki üst düzey çalışanların elektrik, su paralarını yatırır, eksik kırtasiye malzemelerini temin eder, ara sıra da istedikleri yerlerden onlara pide, kebap ya da pasta alır götürürdü. Üstelik prensiplerine aykırı olduğunu söyleyen birkaçının dışında diğerlerinin verecekleri parayı da kabul etmez, yaptığı harcamaların yazılı olduğu bir kâğıt parçasını Orhan'a imzalattıktan sonra şirketin muhasebe bölümüne götürüp parasını alırdı. Bu sayede kendine yer edip memurların dedikodularına katılıyor, onların en mahrem konularını öğreniyor, diğer şirketlerin hangi yeni fiyatları yaptığını biliyordu. Birine sarı zarf mı geldi, daha adam zarfını açmadan onun Anadolu'nun hangi köşesine tayini çıktığını bilirdi Fatih. Bir gün, Rauf Bey'in odasında Orhan'la birlikte otururken kapıyı tıklatıp içeri kafasını uzattı. Gülümsemesinden yeni bir haber getirdiğini anlamıştı Orhan. Rauf Bey'e fırsat bırakmadan "Gel, Fatih, hayırdır" dedi. Sessizce odaya girip arkasından örttü kapıyı. Merak içinde söyleyeceklerini bekleyen Orhan'a ďönüp "İsa Bey'in çocuğu olmuş" dedi.
Fatih'i bırakıp patronun odasına gittiler. Son zamanlarda bayram öncesi İdare elemanlarına altın dağıtma görevini Rauf Bey'den almıştı patron. Altınlardan bir kısmını kendi cebine attığından kuşkulanıyordu. Haksız da değildi hani. Ondan her şey beklenirdi. Fakat şimdiki durum diğerlerinden farklıydı. İsa Bey, cemaatten olmayan birinden altın almayı kabul edecek miydi? Nezaketen geri mi çevirecek, yoksa tepkisi daha mı büyük olacaktı. Orhan'a vermek istediler bu görevi, kabul etmedi. Rauf Bey ben veririm dedi. Ertesi sabah erkenden odasında yakaladılar İsa Bey'i. Orhan dışarıda kaldı, ķısa bir süre geri ďöndü Orhan'ın yanına. Rauf Beyin yüzünde kendini ele verebilecek en ufak bir ifade sezilmiyordu. Orhan dayanamadı, sordu. "Ne oldu?" Rauf Bey kendinden emin bir şekilde "Ne olacak, memnuniyetle kabul etti" dedi. Orhan şaşırmış, Rauf Bey bir kez daha yanılmamıştı.
Aradan tam bir ay geçmişti ki bu kez Fatih çok daha önemli bir haberle gelmişti yanlarına. İsa Bey'in Antalya'da tutuklandığını söylüyordu. Bu sefer şansı yaver gitmemiş, yakayı ele vermişti demek. Orhan'ın içine bir ferahlık çöktü. Hem lâyığını bulduğu için, hem de toplantı sırasında fütursuzca, elinde hiçbir kanıt olmaksızın getirdiği suçlamaları nedeniyle ona olan kininden dolayı. Artık bu türden zorlamaların olmayacağını, her şeyin eskisi gibi devam edeceğini düşünmeye başlamıştı. Yanılıyordu. Her şey yeni başlıyordu oysa.
Yeni gelenler içinde sevimli gördükleri tek kişi genel müdür yardımcılığına getirilen Galip Bey'di. Üstlendiği göreve göre oldukça genç biriydi. Sessizdi, yüzünde diğerlerinden farklı sıcak bir gülümseme insanı rahatlatıyordu. Hiç soru sormaz, hiçbir işi çözmez fakat problem de çıkarmazdı. Birisi ondan karar vermesini, işin önünü açmak için gayret göstermesini ya da yardımda bulunmasını istediğinde, "Arkadaşlar incelesin, herhangi bir sıkıntı yoksa getirin imzalayım" derdi. Bu kadar munis yaratılışta olmasına karşın sesi yüksekten çıkan bütün ekip arkadaşları olağanüstü bir saygı gösterirlerdi Galip Bey'e. Farklıydı diğerlerinden. Meselâ aralarında sigara kullanan tek kişi oydu. Kanunen yasaklanmasına rağmen odasında sigara tüttürmeye devam ediyordu çekinmeden. Orhan, eğer sırtın kuvvetliyse yasağın önemli olmadığına bir kez daha kanaat getirmişti onun bu halini görünce. Rauf Bey'le yaptıkları her ziyaret sırasında Orhan da sigarasını yakar, Rauf Bey'i dumana boğarlardı. Rauf Bey, hiç şikâyetçi olmazdı bu durumdan. Galip Bey'le Orhan'ın belki de tek ortak yanı onu da mutlu ederdi. Hatta sonraki ziyaretlerinde Orhan'a takılır, "Hadi tüttürün Galip Bey'le birer sigara" diyerek ortamı gevşettiğini düşünürdü. Orhan Fatih'ten bu işin sırrını öğrenmekte gecikmedi. Fatih Beyin sırtını kuvvetlendiren babasının hakim olmasıymış meğer. Ama öyle sıradan bir hakim değil. Başbakanı yattığı cezaevinden çıkarıp hürriyetine kavuşturan hakim!
Bir sabah şirketteki odasına girdiğinde masaya bırakılmış bir gazete dikkatini çekti Orhan'ın. Üstelik hiç okumadığı bir gazete! Yeni Şafak gazetesi yaptıkları bir baraj inşaatına atıfta bulunarak büyük puntolarla manşetten vermişti haberi. "Büyük Vurgun"