KATEGORİLER

12 Ekim 2016 Çarşamba

KAYSTROS NEHİRLERİN TANRISI

KAYSTROS NEHİRLERİN TANRISI
Değerli dostum Ergün Bey, Kaystros Taş Ev Restaurant' ın açılış haberini Haber Tire gazetesi facebook sayfasına koyarak bir jest yapmış. Çok sayıda takipçisi olan Haber Tire facebook sayfasında yayınlanan bu habere bazı yorumlar yapılmış.
Bu yorumlara orada cevap vermenin doğru olmayacağını düşündüm.

Bir kısım zevat "Kaystros" adına takmış (!) "Vay ne demeye "Kaystros" adını kullanırlar. Burası Yunan adaları mı? Türkçe isim bulamamışlar mı? Milli birliğimizi bozuyorlar." diyerek veryansın ediyorlar. "Kaystros" topraklarında yaşayıp bundan haberi olmayanlar, milli birliğimizi lokanta isimleriyle korumaya çalışanlar sadece siz anlayasınız diye restaurant' ımızın adına "Taş Ev" i ekledik. Size "Restaurant" sözcüğü de dokunuyorsa o zaman "Taş Ev Lokantası"  da diyebilirsiniz.

Neden Kaystros?
Restaurant fikri oluşmaya başladığında yoğun turist akımına uğrayan Efes ve Selçuk bölgelerinden Tire'ye günü birlik bir destinasyon sağlamaktı hedefim. Özellikle Girit'ten gelen dedeler ve nineler sayesinde özellikle ot yemekleriyle tanınan yöresel mutfak kültürümüzün yabancı misafirlerimiz için ilgi çekeceğini düşündüm. Yabancı misafirlerimiz için Taş Ev ilginç gelmese de mitolojiye meraklı olan bu insanlar "Kaystros" u çok daha iyi anlayacaklardı.

Mitoloji ile ilgilenmeyenlere bu konuda eleştiri hakkı olmamalıdır. Onlar daha iyisini yapıp adını "Menderes Aşevi" koyabilirler. Kimse karışmaz onlara. Niye Lokanta değil derseniz eğer, size şunu söylemek isterim. Lokanta dilimize İtalyancadan, restoran ise Fransızcadan geçmiş. Dünyaca tanınan uluslar arası bir kelime olmuş restaurant. Hatta İtalyanlar bile lokanta sözcüğünü bırakıp bunun yerine "Ristorante" demeye başlamışlar. Yok siz Arap kültürüne yakın hissediyorsanız kendinizi, o zaman "Mataam Menderes" de diyebilirsiniz. Bunu yaparsanız milli birliğimiz acayip korunur. Benden söylemesi.

Diğer bir husus. Benim ailem Girit'ten göçmüş Anadolu'ya. Eşim Selanik Karaferiya'dan. Bir sürü hatıralar bırakmış oralarda atalarımız. Restoranımızın adını Hanya ya da Karaferiya koysaydık ne olurdu? Bu isimlere itiraz edenlerle aynı değil bakış açımız. Bizim kültürümüz bu topraklardan ya da suyun öte yakasından gelir. Oraları da bizimdi zamanında. Rumca konuşup Türkçe bilmeyenler vardı aralarında. Ama hepsi kendilerini her zaman Türk bildiler. Anadolu'ya göç türlü güçlükler içinde oldu. Bu topraklarda dışlandılar. Bazılarının hazımsızlıklar o zamanın kalıntıları.

Evet, Kaystros bir zamanlar K.Menderes'in adıydı. Akan aynı nehir. Siz Küççük Menderes deyin, ben Kaystros. Ha, bir de şunu hatırlatayım. Bozdağlardan doğup Tire'ye can veren Küçük Menderes'in adını Türkçe mi sandınız? Vah ki ne vah (!) O da halis muhlis Yunanca. "Meandros", yani suların dirsek yaptığı yer anlamında. Ankara'da "Meandros" adında bir lokanta vardı. İlk uzoyu orada içtim. Milli birliğim kayboluverdi. Aşağıda birkaç küçük bilgi daha vereyim. Belki faydası olur.

Efes Kentinin kuruluşu:
Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler…”


Tire kent coğrafyası antik dönemdeki ismiyle Kaystros Havzası (Küçük Menderes) üzerinde konuşlanmıştır. Bereketli alüvyonlu araziler bu kenti büyük bir tarımsal depo niteliğine dönüştürmüştü. İlkçağlarda Ephesos gibi büyük bir metropol kentin art alanında yer almış olmasından dolayı, Ephesos kentinin tarımsal ihtiyaçlarını karşıladığı düşünülmektedir.

KABAK ÇİÇEĞİ

11/10/2016 Salı, İzmir

Geciken günlükleri tamamlamak için son fırsatım bugün. Tatil günümüz bundan böyle salı günleri olacak. Böylelikle rahat rahat salı pazarında alışveriş yapabileceğiz. Yazın Tire pazarını gezmeye gelecek misafirleri düşünerek yeniden tatil günümüzü çarşamba gününe alabiliriz. Bu şekilde yaz ve kış sezonunda tatil günümüz farklı günlerde olacak.

Eşimin zorlamasıyla kalktım, düştüm pazar yoluna. "Gecikirsen kabak çiçeği bulamazsın." Haklıydı. O olmazsa diğerlerinin önemi yoktu. Pazar yerinin etrafını dört döndüm park yeri bulmak için. Alışveriş yapacağım yerlerin biri pazarın bir ucunda diğeri başka ucunda. Ev yapımı karadut reçeli yapan bir aileden reçelleri aldım ama taşınacak gibi değil. Bir dükkana emanet bıraktım. Pazarın bir kısmını dün yaptığım için alışveriş hafifler sanmıştım. Bu işin zor yanlarından biri de bu olmalı. Kilolarca malzemeyi pazar boyunca taşı. Arabayı mecburen uzak bir yerde bırakmış olmam nedeniyle bu iş daha da zorlaşıyor. Otlar pazarda yavaş yavaş boy gösteriyor. Bu hafta ilk kez cibez görüyorum. Dün bulamadığım ısırgan otundan alıyorum. Kabak çiçeği bol.

Pazar alışverişinde beni tanıyanlar her geçen gün artıyor. "Lokantaya alıyorum" sihirli kelime. O zaman satıcı hem uygun fiyat veriyor hem de malın iyisini seçiyor. Bir de hava atmayı ihmal etmiyorlar. "Kaplan'daki lokantalar hep benden alır." Kaplan'ın lokantaları hepsinin referansı olmuş.

Eşim pazar alışverişi sırasında evde kalmayı tercih etti. Benim İzmir'den soba borularını almam lazım. Ayrıca grup yemekleri için eksik tabakları tamamlayacağım. Pazar yükünü yaylaya bırakıyorum. Zeytin'in suyu bitmiş, havlayarak beni uyarıyor. Tatlı Kaplan suyunu koyuyorum önüne. Kana kana ağzını şapırdatarak içişini seyrediyorum. Önüne yemek koyuyorum. Taş Evin önündeyken kocaman bir kangal köpeği geçiyor önümden. Bu bizim Marko. Evvelsi gün George Bey getirmişti arabasıyla. Bizim Hüseyin'inmiş köpek. Sabah kimseyi görmeyince zincirini koparmış, bahçede keşfe çıkmış. Hemen Hüseyin'e haber veriyor, demir kapıyı kilitleyip çıkıyorum.

Dönüşte eşimi alıp İzmir yoluna çıkıyorum. Soba borularını alıyoruz ilk olarak. Birkaç yere uğruyor, alışveriş yapıyoruz. Dönüşümüz yine geç oluyor.       

KESTANELER DALDA KALDI

10/10/2016 Pazartesi, Tire

Hafta sonu yoğunluğundan sonra sabah biraz geç kalkıyoruz. Neredeyse tüm malzemeler tükenmiş. Normalde cumartesi günü gelecek meşrubat servisi bayinin el değiştirmesi sebebiyle bugün geleceğini söylemişti.

Toplu konut pazarından acilen almam gerekenler var. Ardından kasaba gitmem lazım. Son günlerin alımları kasabı şaşırtmış olmalı. Sadece kasabı değil elbette. Bu konuda en iyi koku alan bankalar. Çalıştığım banka hergün arıyor beni. Konuşmalar kayıt altındaymış. Bireysel müşterileri olarak taşıdığım bir kartım varmış. Kurumsal kart vermek istiyorlarmış. Pos cihazındaki hareketlenmenin kokusunu nasıl da aldılar hemen. Bugün ikinci kez aradılar. Aynı cümleleri dün bir erkek sesinden bugün bir kadın sesinden dinledim. "Aramayın beni hergün, gerekirse bana şube müdürlüğünüz aracılığıyla ulaşın lütfen." dedim. Olup olmadık zamanlarda 444 lü numaralar arayınca ifrit oluyorum.

Öğlenin ilk konukları İstanbul'dan iki aile. Kaplan'a gelince tabelamız ilgilerini çekmiş. Alışverişten dönünce onları verandada oturur buldum. Beyefendilerin ikisi de ODTÜ mezunu olunca muhabbet daha da ısındı. Biri elektrik diğeri ekonomi mezunu. Benimle aynı dönemde okumuşlar. Hatta ekonomist olanı ile kampus içinde üniversiteye ait yurtlarının aynı odasında kalmışız. Benim bölümümden samimi oldukları bir arkadaşları var. Verandanın keyfini çıkarıyorlar.

Her gördüğüm kişiye kestaneleri toplayacak eleman soruyorum. Bahçede kestanelerin çoğu açılmaya başladı. Yukarı yaylada durum aynı olmalı. İnsanların sözüne güvenip bu sene daha da geç kaldık.

Öğleden sonra bir telefon geliyor. "İyi günler." "İyi günler" diyorum. Sonraki konuşmalarımız şöyle:
- "Orası Taş Ev Restaurant mı?"
- "Evet, efendim."
- "Açık mısınız?"
- "Açığız, buyurun."
- "Ben biraz balık almıştım, orada pişirirsiniz değil mi?"
- "Maalesef efendim, dışarıdan yiyecek kabul etmiyoruz. Kusura bakmayın lütfen."
- "Olur mu canım, niye kusura bakayım, hadi iyi günler."

Bu misafirimiz de bizi balık pişiricisi sanmış olmalı. Dünkü yoğunluktan sonra bugün sakin geçiyor. Tatil günümüzü çarşamba yerine salı gününe almayı konuşuyoruz. Aşkın Şef'in kızını dün uğurlamıştık. Bugün eşi başladı işe. Aşkın Şef dün yapmaya fırsat bulamadığı keşkeği yaptı bugün. Bir tabağa koyup tattırdı. Akşam gelen misafirlere ikram ettik. Keşkeği çok beğendiler ama sosunun değişik geldiğini söylediler. Burada yaşayan misafirler tuzlu, biraz ekşimtırak köy salçasından yapılan sosa alışkınlar. Bizim kullandığımız salça ise İzmir'den temin ettiğimiz süper kalite ve lezzette bir salça. Damak tadı neye alışırsa onu arıyor. Bizler damak tadını biraz değiştireceğiz burada galiba.

Akşam saatlerinde Dündarlı Köyünden Yaşar'ı arıyorum. Geçen sene onlar toplamıştı kestanelerin bir kısmını. "Ben adamları ayarlarım. Araba da var gelir, toplar döneriz. Senin de yorulmana gerek kalmaz." diyor. Yeniden doğmuş gibi oluyorum. "Ben seni saat on gibi arayacağım." diyor. "Ücretler geçen seneki gibi değil mi?" diye soruyorum. "Tabii, tabii geçen seneyle aynı, ayıp ettin." diyor. Eşime bu mutlu haberi iletiyorum hemen. Saat on oluyor, ne arayan var ne soran. Arıyorum, cevap veren de yok. Kaldı yine bizim kestaneler... 

Elemanlar gitmeye hazırlanırken bir aile daha geliyor. Hiç hoşlarına gitmiyor bu elemanların. Benim de elemanların bu tutumu hoşuma gitmiyor. Yarına alıyoruz tatil gününü. Çarşamba sabahı elemanlarla bir toplantı yapmayı düşünüyorum. Kalitede ve hizmette verilecek taviz en affedemeyeceğim bir husus.

VALLAHİ YORULMADIM, AMA ÇOK EĞLENDİM

09/10/2016 Pazar, Tire
Sabahın oldukça erken saatlerinde başlar pazar gününün hazırlıkları. Her pazar yeni bir sınav... Dün gecenin geç saatlerine kadar Taş Ev'in keyfini çıkaran misafirlerimizden sonra masaların toparlanması ve bulaşıkların yıkanması iki buçuğa kadar sürdü. Sabah erken gelecekleri için elemanları erken gönderiyoruz. İş başa düşünce benim yatma saatim eşimin kalkış saatine denk geldi. Günlüğümü yazmayı denedim denemesine ama kısa zamanda uyku teslim aldı. Hiç arzu etmediğim halde aynı gün yazamadım. Aradan bir gün bile geçse bazı şeyler insan zihninden kayboluyor zira...

Birkaç saatlik uykudan sonra kalktım. Eşim hazırlıkların büyük bölümünü tamamlamış. Börekler hazır, okma dedikleri yöresel lor peyniri salatası tamam, şık zeytinlikler, peynir ve lor tabaklarda yerlerini almış, yumurtalar kaynatılmış. Gelecek misafirlerin sayısı bana göre gereğinden fazla tutulmuş ama sesimi çıkarmıyorum. Bu işler böyle, çok iş olacak dediğin günler yaprak kımıldamıyor ama işler kesat dediğin günler yok satıyor. Benim işim kolay bundan sonra. Küçük porselen kapları çeşit çeşit reçellerle doldurmak. Beş çeşit reçel olunca sabır isteyen bir iş oluyor bu tabii. Söğüş için domates ve salatalıkları yıkayıp geniş bir kabın içine koyuyorum. Tabakların süsü maydanoz yıkanmış ve sapları kesilmiş olarak elimin altında. Hüseyin erken geldi ve gelir gelmez temizliğe başladı. Aşkın Şef öğlene doğru gelecek. Onun çağırdığı iki garson ne zaman gelecek tam olarak bilmiyorum.

Bugün için rezervasyon yapılmadı. Açılış saatinden hemen sonra birkaç aile geldi. Geçen haftanın verdiği tecrübeyle bugüne daha hazırlıklıyız. Ancak geçen haftaki hareket yok henüz. Eşim yaptığı onca hazırlığı düşününce kafasında soru işaretleri doğmaya başlıyor. Oysa geçen hafta açılış saatinden sonra birden kalabalıklaşmış, Aşkın Şefi kızıyla birlikte yardıma çağırmıştık. Eşime "Dur bakalım henüz erken, bu işler böyle, daha iyi de olabilir daha kötü de." diyorum. Yığılma olmuyor ama devamlı olarak gelen giden var.

Aşkın Şef gelene kadar bütün hazırlıklar tükendi. O gelince derin bir nefes alıyoruz. Arada kahvaltı dışında sucuklu yumurta, omlet vs. isteyenler oluyor. "Biz iki yağda yumurta istiyoruz, birisi tereyağında diğeri zeytin yağında. Ha bir de sucuklu yumurta, o da tereyağında." Bu tür işleri genel olarak ben üstleniyorum. Aşkın Şef gelince hemen ona devrettim bu işleri. Adam pratik, şak şak çıkartıyor işleri elinden hemen.

Hava güzel olunca gelenler verandaya, avluya ve üst salona yayıldılar. Defalarca servis açıldı toplandı. Zaman geçtikçe kalabalık daha da arttı. Bir ara fırsat bulup Aşkın Şef'e beklediğimiz garsonları sordum. "Geleceklerdi, söz verdiler, ama gelmediler." dedi. Yöresel bir klasik daha... Sadece bu konuda bir inceleme yazısı yazılabilir. Karnı tok insanlar. Çalışmak onlar için olsa da olur olmasa da...

Öğleden sonra restaurant servisi ile birlikte tempo devam ediyor. Yukarıdaki salonda yemek yiyenler, kahvelerini aşağıda boşalan masalarda içiyorlar. Ya da daha manzaralı masa boşalınca hemen oraya geçiyorlar. Adisyon açılıyor ama sık sık masa değiştirmeleri takibi zorlaştırıyor. Bir de masa başında değil de insanların yılların verdiği alışkanlıkla içeride hesap ödemeye gelmeleri kontrol içinden çıkılmaz bir boyuta sürüklüyor.

Akşama yaş günü partisi var. On altı on yedi kişi gelecekler. Ödemişten gelen misafirleri yukarıda dört numaraya alıyoruz. "Orada saat yedi buçuğa kadar oturabilirsiniz daha sonrası için rezerve edildi." diyoruz. Bir müddet sonra iki masanın terasa çıkarıldığını görüyorum. Masa ve sandalyeler ağır. Onca ağırlığa rağmen taşıma işini kendileri yapmış olmalı. Plansız da olsa teras bu şekilde ilk kez misafirlere açılıyor. Tempo arttıkça artıyor. Sevgili dostum gazeteci Ergün Bey'ler yakın arkadaşları ile birlikte gelecekler. Aşağı ve yukarıda tüm masalar ful. İnanılmaz bir gün artık yok satmaya başlıyoruz. Takviye malzemeler zor yetişiyor.

Ergün Bey sıkı bir takipçim. Yazılarımı merakla okuyor. Sadece o mu? Tanıdığım ya da tanımadığım bir çok misafir merakla bekliyor Taş Ev'de bugün neler olmuş. Arkadaşların ile birlikte bana poz verirken ben de günlüğümde onlara yer vereceğime dair söz veriyorum.

Yaş günü partisi çok güzel geçiyor. Faruk Bey eşine çok şık bir sürpriz yapmış. Arkadaşları ile birlikte eğleniyorlar. Ergün Bey'ler ve misafirlerinin aşağı yukarı aynı yaşlarda akıllı mı akıllı üç dört yaşlarında iki çocukları var. Sıkı arkadaşlar. İlerleyen saatlerde salonun ortası onlar için tam bir oyun bahçesi oluyor. Beni de arkadaş olarak görüyorlar. Asker komutlarını öğretiyorum onlara. Hemen kapıyorlar. "Hazır ol, rahat, selaaam dur." Deklanşöre basıyorum. Bu yaşlar çocukların en sevilecek yaşları. Misafirlerimiz çok candan. "Siz ne zaman isterseniz biz getiririz onları." diyorlar.

Gençler rahat etsinler diye aşağıda oluyorum genellikle. Müziğin kapatılmasını istiyorlar bir ara. Kapatıyorum. Arkasından bir ses. Aman tanrım sanat müziğinin en güzel parçalarını bu seslendiren kim? Yanlarında bir müzik düzeni mi getirdiler yoksa. Yukarıdan inen Hüseyin'le göz göze geliyoruz. Nedir bu diyorum? "Ergün Bey'in eşi." diyor. Eşimi çağırıyor, "Bak, dinle." diyorum. "Eğitimli bu ses, kesinlikle amatör değil. " diyor. Elemanları gönderiyorum. Yukarıda istedikleri saate kadar oturabilirler. İçeriye bir masa atıp bilgisayarımı çıkarıyorum. 

Gece yarısı ayrılıyoruz. Hanımefendiye takdirlerimi sunuyorum. "Yılbaşında yapacağımız programın assolisti hazır." diyor Ergün Bey. Ne gündü, ne geceydi. İşler rekor kırdığımız geçen pazarı katlıyor bu hafta. Önemli olan gelenlerin mutlu ayrılmaları. Bunu da başarıyoruz galiba. Yorulmak mı? Hayır, yorulmadım. Sadece günlüklerimi yazmaya zaman kalmadı. 

10 Ekim 2016 Pazartesi

YAYLADA YAĞMUR

08/10/2016 Cumartesi, Tire
Dün geceden başlayan fırtına sabaha kadar devam etti. Hatta sabah saat ona kadar etkili oldu diyebilirim. Kapıları korkarak açıyoruz; zira ne kadar kuru yaprak varsa içeri hücum etmek için hazır bekliyor. Bu rüzgarda dışarıda oturmak mümkün değil. Rezervasyon yaptırıp dışarıda oturmak isteyenlere salonda yer ayırdık.

Bu havada kimse evinden dışarı çıkmaz diye aklımdan geçirdiğim anda masalar birer birer  dolmaya başlıyor. Gelenlerin anlattıklarına göre herkes Taş Ev'i konuşuyormuş. Taş Ev'in ününü duyan da yaylada alıyor soluğu.

Öğlene doğru Aşkın Şef, geçen hafta yarıcıya verdiğimiz şahsın gelemeyeceği söyledi. Canım sıkıldı tabii. Yine verilen sözleri tutmayan, aradığında telefonu açmayan birileri çıktı karşıma. Kestane işi bu sene de yattı.

Sonunda rüzgar beklenen yağmuru getirdi. Kötü havaya aldırmayıp Taş Ev'in yolunu tutanlar kazandı. Bir başka olur yaylada yağmuru yağışı. Beş duyu birden çalışır Önce hava kararır, arkasından Bayındır daha sonra Tire gümüş renkli bulutların arkasına gizlenir. Yağmur taneleri yaprakların üzerine düştüğünde çıkarttığı ses bambaşka yerlere götürür insanı. Çok değil yarım saat bile yağsa da havanın bütün kiri pasını yıkar, tertemiz bir toprak kokusu dolar ciğerlerinize.

Bu anın tadını çıkaranlar olmadı değil. Yağmurla birlikte rüzgar hızını kestiğinde veranda kıymete bindi. Taş Ev motosiklet tutkunlarının da uğrak yeri haline geldi. Yağmur sağanak haline dönüşünce sundurmanın altı motosikletler için korunabilecek tek yerdi.

Taş Ev'in önündeki süs havuzunun fıskiyesini açıyorum. Hüseyin içini güzelce temizlemiş bugün. "Birkaç tane de balık atarız içine." diyor. Güneşin kendini göstermesiyle birlikte kalabalıklaşmaya başlıyor bahçe. Gelen hayran kalıyor. Kimi iş arkadaşlarını toplayıp gelmek istiyor, kimi nişanını ya da yaş günü partisini yapmak istiyor burada.

Kadının biri yanaşıyor yanıma. "Bizim toplantılarımız oluyor arada. Burası elli altmış kişi alabilir değil mi?" diye soruyor. "Salonumuz kırk kişilik, özel toplantılar için altmış kişiye kadar hizmet verebiliriz. Masaları manzara cephesinin dikine uzatırız ki kimse manzaraya arkasını dönmesin." diyorum. Teyzem tecrübeli. "Yok, yok..." diyor. "Şöyle U şeklinde döneriz masaları ortası boşluk kalır. Bize oynayacak alan lazım. Manzaraya sırtını dönecek olanlar erkekler olur zaten.

Kestanecilerden sonra beni kızdıran olay da şu: Girişte bir anda eşiyle karşıma çıkan adamın biri veranda kapısından dışarı baktıktan sonra bana dönüp "Aile yeri var mı acaba? diye sordu. Ben anlayamadım, ya da anlamak istemedim. "Durun durun, siz az önce bana ne sordunuz?"  Adam şaşırdı. "Aile için yeriniz var mı diye soracak oldum." Evet doğru duymuşum. "Bakın beyefendi." dedim. "Burada aile yeri, aile olmayanların yeri diye farklı mekanlar bulamayacaksınız. Buraya gelenlerin hepsinin ailesi var. Benim de eşim burada, birlikte çalışıyoruz. Burası ailelerin rahatsızlık duyacağı bir yer değildir, olmayacaktır." dedim. Adam üst kat merdivenlerine yöneldi, sonra ne aradım ne gördüm. Büyük bir ihtimal yukarıda yer buldular kendilerine. Ama ben hala "Aile için yeriniz var mı sorusuna takılıp kalmışım."     

8 Ekim 2016 Cumartesi

YARDIM SEVENLER DERNEĞİ YEMEĞİ

07/10/2016 Cuma, Tire


Günler yine hızlı dönmeye başladı. Zaman zaman bu duyguya kapıldığım olur. İyi bir durum mudur? Yani, günlerin hızlı geçermiş gibi gelmesi insana. Eskiden iyi bir şeymiş gibi gelirdi. Çünkü sevmediğiniz ya da bir an önce bitmesini arzu ettiğiniz olaylar insana uzun gelir. Hastalık uzun gelir insana, bir an önce iyileşmeye bakarsınız. Askerlik de öyle. Sevdiklerinizden uzakta, kavuşmak için gün sayarsınız. Peki ne tür şeyler çabuk geçer hissi doğurur insanda. Mesela tatil zamanı hızlı geçer. Yediğiniz lezzetli bir yemek, tatlı ya da dondurma mesela. Bir anda tabağı boş bulursunuz önünüzde ne zaman yedim ben bunu diye sorarsınız kendinize.

Peki benim zaman sayacım niye hızlı dönmeye başladı? Tatil deseniz tatilde değilim. Hani dondurma değil, yemek yemeye bile fırsat bulamıyorum bu günlerde. Belki de bu durumun sebebi işimi severek yapmam.

Sabah kalkar kalkmaz Cuma Pazarına yollandım. Oğlumla birlikteyiz. Alışverişi tamamladıktan sonra eve uğruyoruz. Oradan bazı şeyler alıp çıkıyoruz yola. Yolu yarılamışken eşim arıyor. Git hemen evdeki sandalyeleri getir seksen kişiyi aştı daha gelecekler var (!) Araba malzeme dolu, sandalye koyacak yer yok.

Yardım Sevenler Derneği saygı değer yönetiminin kıymetli üyelerine verdiği yemeğe bu kez Kaystros Taş Ev Restaurant ev sahipliği yapıyor. Eşim profiterol hazırlığına dünden başlamış, hazırladıklarının yarısını dünden çıkarmıştım yukarı. Sabahtan itibaren kendi özel çorbasına yoğunlaşmış. Salata ve sıcaklar Aşkın Şef'ten. 50 kişi bildirmişti geleceğini aslında. Tam 90 kişi geldiler. Taş Ev, Taş Ev olalı böyle kalabalığı ilk kez gördü. Masaları bırakın sandalyeler yetmedi. İnsanlar meşrubat kasalarının üzerinde zor yer bulabildiler kendilerine.

Her şeye rağmen güzel bir gün oldu. Herkes memnun ayrıldı. Kahvaltı ve yemek için yeni rezervasyon talepleri geldi peşinden.

Bugünü de kazasız belasız geçirdik yarını düşünüyorum.

GÜZEL BİR GÜN

06/10/2016 Perşembe, Tire



Eşimi evde bırakarak yaylaya çıkıyorum. O yarınki profiterol hazırlıklarıyla meşgul. Bahçe kapısında buluyorum Hüseyin'i. İçeri girer girmez temizlik işlerine koyuluyor. Hava pek güzel. Adeta bahar mevsimini yaşıyoruz. Yüzü gülüyor Hüseyin'in, neşesi yerinde. Az sonra Aşkın Şef kızıyla birlikte geliyor. Onların da yüzü gülüyor. Suratsız olan tek kişi benim. O da iki günlük uykusuzluktan olsa gerek.

Hüseyin temizlik yaparken ben Aşkın Şefin gelmesini bekliyorum. Yarım saat kadar sonra Aşkın Şef görünüyor. Onları yaylada bırakıp yola çıkıyorum. Yaylanın kilit taşlı yolunda son model bir BMW geliyor üstüme. Hemen gerisin geriye dönüyorum.

Gelen iki aileden, biri İstanbul diğeri Ankara'dan. On yaş büyük olmasına rağmen beyefendiler benden daha genç gösteriyorlar. Ayak üstü konuşuyoruz. Emekliliğin tadını çıkarıyorlarmış. Geziyorlar, spor yapıyorlar, su altı sporlarıyla ilgileniyorlarmış. Her ikisi de ODTÜ mezunu olunca daha bir yakınlaştık. Rahatsız etmeyen bir güneşin misafir olduğu avluda oturmayı tercih ettiler. İçlerinden biri kendilerini buraya Çam Restoranın sahibi Fatih Bey'in gönderdiğini, bugün kapalı olduklarını ancak yukarıda bir mühendisin işlettiği Taş Ev adında yeni açılan bir yerin yemekleri ile manzarasının kendi yerlerinden daha güzel olduğunu söylemiş. Şu Fatih Bey'in asaletine bakar mısınız? "Yok," dedik. "Biz onun tırnağı bile olamayız."

Uzun uzun sohbet ediyoruz ailelerle. İki kişi kırmızı şarap içmeyi tercih ediyor. Aslında Taş Ev'de şarap içilir ama şarap tüketimi genellikle dışarıdan gelenlerce oluyor. Mezeleri, sıcakları, tatlıları kısacası her şeyi beğeniyorlar. Dönüşte Tire'yi gezeceklermiş. Onlar mutlu, memnun ayrılınca bizde mutlu oluyoruz.

Alınacak acil malzemeler var. Her şeyden önce eşimi getirmek için ineceğim aşağı. Önce alışveriş faslını tamamladım. Telefonum çaldı. "Bizi hatırladınız mı? Daha önce üç kez gelmiştik. Şimdi arabamız yok, bizi yukarı çıkarıp geri getirebilecek misiniz?" diyordu bir bayan sesi. Seslerinden çıkarmamın mümkün olmadığını söylüyorum. "Eğer, kesin saat vermezseniz sizi alıp geri getirmeye çalışırım." deyince, "Ama biz altı yedi kişi varız, hepimizi alabilecek misiniz?" diye soruyor bu sefer. "Benim aracım sekiz kişilik, problem değil." diyorum. Peki, bizi ne zaman alabilirsiniz, size zahmet olmazsa?" diye soruyor. "Önce eşimi yukarı götüreceğim, daha sonra sizi ne zaman alacağımı bildiririm." diyorum. "Eşiniz de birlikte gelebilir, size in çık olmasın." diyerek bir teklifte bulunuyor. "Peki ben sizi az sonra arayacağım." diyorum.

Arabanın bagajı dolu, arka koltuklarda bir koli evrak var. Bir yandan bagajın koltuklarını kaldırsam bile bu kadar eşyayı nereye sığdırırım diye kara kara düşünürken eşim elleri kolları dolu indi kapının önüne. Bu durum çıldırmama yetmiş iken bir de yukarıda kalan eşyaları indirmemi istedi benden. Uzun lafın kısası eşyaların bir kısmını ön koltuğa yanına aldı eşim. Ben bagaj koltuklarını kaldırdım. Koltukla arka kapak arasında kalan dar bir yere alışveriş torbalarını sığdırmaya çalıştım. Bagaj arka kapağı kapandığında bir iğne sığacak boşluk yoktu neredeyse. Tam yola çıktık, hanımefendi telefonla aradı. "Çıktık efendim, yoldayız." deyip rahatlattım biraz.

Altı kişi sıkış tepiş sığar belki arabaya, ama yedi kişi olurlarsa epey sıkıntı yaratacak. Eşya olmasa eşimin yanına da bir kişi sığışır diye düşünmüştüm. Bekledikleri yere geldiğimizde üç bayanı aldık. Misafirlerimiz dedikleri diğerleri birkaç sokak ilerideymiş. Bayanları görünce çok iyi hatırladım. Doğudan kopup gelmişler seneler önce. Bir önceki sefer eşleriyle birlikte kalabalık bir grup olarak ağırlamıştık. Onlar bize biz onlara hayran olmuştuk. İltifat yağmuruna tutmuşlardı bizi. Biz de onlara elimizden geldiğince güzel hizmet etmiştik. Bir kişi gelemiyormuş. Kalan üç kişiden birinin ayağı rahatsız, koltuk değneği kullanmasından anlıyorum. Arabaya bakıyorlar, o ayakla arabaya binmeyi gözleri kesmiyor. "Biz sizi takip edelim, kendi arabamız var." diyor birisi. Ben önde onlar arkada iki araba birlikte yaylaya çıkıyoruz.

Artık güneş yakmıyor. Bu aralar avlu, verandanın pabucunu dama attı. Bütün masalar avluya taşınıyor. Dışarıda oturulabilecek son günler artık. Misafirlerimiz doyasıya tadına varıyorlar. İstedikleri kadar oturduktan sonra getirdiğim aileyi şehre bırakıyor ve yarın için biraz daha alışveriş yapıyorum.

Perşembe akşamları iki masamızın sahipleri belli, ortak özellikleri var. Artık onları tanıyoruz. Dinledikleri müzik her iki masanın da Türk Pop Müziği. Her iki masa da ailecek sıkı rakı içiyorlar. Muhtemelen hepsinin tatil günü bugün. Bir çift Ödemiş'ten diğerleri Tire'den geliyor.

Sabah olmak üzere, oğlum geliyor kapatmamı istiyor bilgisayarı.. Devam etmeme izin vermiyor. Zaten takat kalmamış. Baş edemiyor kapatıyorum.