KATEGORİLER

29 Nisan 2017 Cumartesi

LA CASA DE VENUS

28/04/2017 Cuma, Tire

Eşimin dün ısmarladığı yufkaları almakla başlıyor günüm. Venüs'ün kulübesini alıp yaylaya getirmek yapmam gereken en önemli işlerden biri. Küçük pazardan alacağım fazla bir şey yok aslında ama şöyle bir dolaşıp havasını koklasam iyi olacak. En çok merak ettiğim husus domatesin fiyatı. Daha bir iki ay öncesine kadar kilosu dokuz liraya fırlayan biber bile pazarda iki liraya kadar düşerken domates çıldırmış. Beş, altı hatta daha yüksek fiyatlar etiketlenmiş tezgahlara. Köylü kadınlardan biriyle kilosu dörtten anlaşıyoruz, ama domatesleri koyacak kasa ararken tezgaha gelen kocası o fiyattan vermeye razı olmuyor. Hal kollarını açmış, beni bekliyor.

Yolumun üzerinde kulübeyi alacağım yere uğruyorum. Koca kulübe arabama sığmıyor. Bir pikap ayarlıyoruz hemen. Oradan ayrılıp hale gidiyorum. Pazar fiyatlarından pek farkı yok buradaki fiyatların. Hiç olmazsa kasa derdim olmayacak. Büyük bir kasa domates alıp attırıyorum arabanın arkasına. Mandıraya uğrayıp peynir, süt gibi ihtiyaçları alıyorum. Tam işlerim bitti diye sevinirken eşimin telefonu evden trileçe'yi almayı unuttuğumu söylüyor. Yaylada için hazırladığım zeytinyağı tenekesini iyi ki akşamdan koymuşum arabaya. İlk kez bu kadar gecikiyorum. Bu gecikme Ayşe Hanım'a yarıyor. Nüfus müdürlüğündeki işini hallediyor bu arada. Nihayet yaylaya çıkıyoruz. Tahmin ettiğim gibi Aşkın Şef kapıda bizi bekliyor. 


Bugün kararlıyım, şehre inmeyeceğim. Bunun için gecikmeyi bile göze aldım. Temizlik işleri bittikten hemen sonra Fifi havlayarak birinin geldiğini haber veriyor. Gelen Venüs'ün kulübesi. Fifi'ye de bir tane gerekecek. Şimdiye kadar horoz kafesinde idare etti gariban. Kulübeyi avlunun uzak bir köşesine indiriyoruz. 

Şefe kremalı mantarlı spagetti hazırlamasını söylüyorum. Bu sayede kremamızın kalmadığı çıkıyor ortaya. Ne var ki bugün şehre inmemeye kesin kararlıyım. Bu durumda misafirlerimiz menümüzdeki krema soslu tavuk sipariş etmesin diye dua etmekten başka çarem kalmıyor. 

Öğleden sonra gelen misafirler henüz masalarına oturmadan meşhur tatlımız trileçeyi soruyorlar. Eşimin ısrarla yolumdan geri döndürüp evden almamı istediği tatlı bu. "Nasibinizde varmış." diyorum misafirlerimize.




Akşama doğru misafir trafiği yoğunlaşıyor. Üstelik veranda, salon ve teras olmak üzere toplam üç farklı mekanda hizmet veriyoruz. Kızım arıyor, Venüs'ü alıp yola çıkmışlar bile. Oğlum da uzun bir gece yolculuğundan sonra sabah bize katılacak.

Misafirlerimizle sıcak ilişkiler kuruyorum. Taş Ev'i ilk kez yeşillikler arasında gören hayranlıklarını gizlemiyor. Nihayet kızım geliyor. Venüs ne kadar çok büyümüş görmeyeli. Geceyi ilk kez yeni kulübesinde geçirecek. Misafirlerimizi ağırladıktan sonra Taş Ev'i Venüs ve Fifi'ye emanet edip ayrılıyoruz.

28 Nisan 2017 Cuma

GAZİNO

27/04/2017 Perşembe, Tire

Havalar iyice ısındı. Çok geçmeden sıcaklardan şikayet etmeye başlarız artık (!) Bugün de geç çıktım evden. Venüs'ün kulübesini almaya kalksam yaylaya geç kalacağım. Çaresiz tekrar şehre inmem gerekecek. Madem durum böyle, kasap mandıra alışverişlerini de o zaman yaparım.  

Dün gece boyunca açık pencerelerden girip ışığa doğru yönelen onlarca kanatlı böcek salonu doldurmuş. Çoğu cansız ama aralarında hala kanat çırpanlar var. Terasta da durum aynı. İsmini bilmediğim sert kabuklu böcek sürüsü ışığa doğru hücum ediyor, birkaç tur attıktan sonra yere çakılıp can çekişiyor. Temizlik biter bitmez şehirdeki işlerimi halletmeyi düşünürken planlarım suya düşüyor. Önce eski bir aile dostu misafirleriyle birlikte Taş Ev'e geliyor. Hemen arkasından dış görünüşleri mesleklerini ortaya koyan mimarlar grubu onları takip ediyor. Verandada bugün fazla esinti yok. İki masayı birleştirip üzerine projeler açılıyor. Bir taraftan yemekler yenirken diğer taraftan proje detayları tartışılıyor. Yeni bir konaklama tesisi projesine başlayacaklarmış. Gerçekten de kaliteli bir konaklama tesisinin olmayışı bu bölgenin en büyük eksikliklerinden biri.

Avluya çıkıyorum. Beyaz bir jeep ağaçların arasında manevra yapıp yönünü kapıya doğru çeviriyor. Arkasından araca doğru yaklaşıyorum. Yanına geldiğimi görünce sürücü koltuğunda oturan adam camı indiriyor. Garip bir soruya muhatap oluyorum. "Burası gazino mu yoksa restoran mı?" Soru şaşırtıyor beni. "Gazino derken..." deyip anlamaya çalışıyorum. Arabayı kullanan şahıs kısa bir süre ne söyleyeceğini bilemiyor.

Gazino, İtalyancadan dilimize girmiş bir kelime. Türkçe sözlükte iki anlamı var. Birincisi, "Yemek yenilen, gösteri izlenilen, bazen de özel bölümlerinde kumar oynanan eğlence yeri.", ikincisi ise "Büyük kahvehane, birahane." Bu tanımlar arasında Taş Ev'e uyan sadece "yemek yenilen yer" olması. Diğer taraftan buralarda restoran ve kafe tarzı yerlere köylüler gazino tabirini kullanıyor. Erkek müşterilere yönelik, genç bayanların içki servisi yaptıkları bar olarak bilinen eğlence yerlerine burada yine restoran denilmesi Konyalı misafirimizin şaşkınlığının sebebi aslında. Hangi sözcüğü anlamına uygun kullanıyoruz ki..

Las Vegas'ta gazino, sadece kumar oynanan lüks yerleri akla getirse de  Kaliforniya Los Angeles açıklarındaki Santa Catalina adasında gazino, kumarın oynanmadığı, büyük modern binalarda sinema, tiyatro ve balo salonlarının hatta tarih müzesinin yer aldığı sanatsal bir hüviyete bürünüyor.

"Hani" diyor, Konyalı dostum, pot kırmaktan çekinircesine, "Hani aşağıda yolun sol tarafında, bayanların çalıştığı bir yer değil, de' mi?" Bozulduğumu hissettirmemeye çalışıyorum ama gayri ihtiyari sesim bozuk çıkıyor. Hayır öyle bir yer değil, burası ailelerin rahatça yemek yiyebileceği bir yer. İkna olup geri dönüyor, yeniden ağaçların arasına park ediyor arabasını. Ailesiyle birlikte Konya'dan yeni gelmişler buraya. Bundan sonraki  yaşamlarını Ege bölgesinde geçirmek yönünde karar vermişler. Genç yaşında emekli etmiş kendini. Ovadaki köylerden birinde dört beş dönüm yer almış, orada toprak işleri ile oyalanıyormuş. Binanın yan tarafındaki boş bira kasalarını görünce gazino sanmış Taş Ev'i. Uzun uzun sohbet ediyoruz. Konya benim meslek hayatına başladığım şehir olma özelliğine sahip. Eski yıllara gidiyor aklım. Meram'dan, Alâeddin Tepesinden bahsediyorum. Konyalı olması ve bira kasalarına karşı verdiği tepki alkol kullanmadığı hissini uyandırıyor bende. Dayanamayıp soruyorum sohbet esnasında. Manzaraya bakıyor gülümseyerek. "Bu manzarada insan içmez mi hiç?"


Verandaya çıkıyoruz birlikte, çaylarımızı içiyoruz. Kurumuş, budanmayı bekleyen yaşlı kestane ağaçlarının dalları arasında zıplayıp duran sincapları seyrederek söyleşimize devam ediyoruz. Ağaçların fotoğrafını çekiyorum, sincaplar son anda çıkmayı başarıyorlar kareden. Biraz daha geciksem şehre inmem mümkün olmayacak. Oysa kasaba uğramam şart. Nihayet Konyalı dostum hesabı istiyor. "Tam zamanı." diyorum içimden. Ayşe Hanım mor renkli çiçeklerden bir buket yapmış bana gösteriyor.



Akşam misafirleri de terasta oturmayı tercih ediyor. Karanlık basınca ışığa doğru böcek akını başlıyor yeniden. Salonun terasa açılan kapısını ve pencerelerini kapatıyorum. Taş fırının yanındaki apliklerin ışığına üşüşüyor kanatlı canlılar. Fifi de koşuyor oraya. Böcekler ışığın etrafında dönerken Fifi onları yakalamakla meşgul. 

Dünün aksine erken uğurluyoruz misafirlerimizi bu gece.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   

27 Nisan 2017 Perşembe

SARI GÜL, GÜZEL İNSANLAR

26/04/2017 Çarşamba, Tire

Dünden kalan işlerimi tamamlamak için biraz erken çıkmaya hazırlandığım sırada eşim birbiri ardına siparişleri saymaya başlayınca bir kez daha şehre inmek zaruri hale geliyor. Öyle ya da böyle sabah gidiş, akşam dönüşleri hariç en az bir kez şehre merhaba diyorum zaten.

Yayladaki işlerimi halleder halletmez şehre iniyorum. Ahşap köpek kulübeleri yapan bir imalathaneye uğrayacağım. Sırayla muhasebe, banka, toptancı, kasap oldukça fazla zamanımı alıyor. Nihayet bütün işlerimi tamamladıktan sonra sıra kulübelere bakmaya geliyor. İşyeri sahibi kendisinin İstanbullu olduğunu, pazar günü misafirlerini Taş Ev'de ağırlamak istediğini söylüyor. Sergilediği kulübeler pek alımlı görünüyor. Venüs'ün erişkin yaşını karşılayabilecek büyüklüğe sahip olanlar da var, Fifi gibi daha minyon tipteki köpekler için olanlar da... En büyüklerden bir tanesini gözüme kestiriyorum. Arka koltuklarını yatırınca arabama sığar mı acaba? Bugün bagaj ağzına kadar dolu, yarın tekrar uğrayacağımı söylüyorum.

Yaylaya döndüğümde elemanlar başlarının çaresine bakmış, karınlarını doyurmuşlar. Karnımı doyurup geleceğimi düşünmüşler her nedense. Ayşe Hanım benim için yiyecek bir şeyler hazırlıyor.

Yaylada her taraf yemyeşil. Taş Ev'in önündeki sarı gül ikinci çiçeğini vermiş. Gün batımı ile gülün güzelliğini aynı kareye sığdırmak istiyorum. Işık istediğim gibi değil. Güle dönüyorum, "Ben her zaman güzelim tan doğarken de gün batımında da." dercesine poz veriyor bana. Ayşe Hanım bahçede bir demet kır çiçeği toplayıp kavanoza koymuş. Hemen elim telefonuma gidiyor.

Çok geçmeden siyah renkli kocaman bir araba yanaşıyor Taş Ev'in önüne. Plakadan gelenlerin Ödemişli olduklarını tahmin etmek zor değil. Fakat arabalarından inen orta yaşlı çiftin tavırları daha ziyade İstanbulluları hatırlatıyor. Anlattıklarına göre levhamızı görüp gelmişler. Karı koca son derece sıcak tavırlarıyla Taş Ev'i tanımaya çalışıyorlar. Oturmak için tercih ettikleri mekan teras oluyor. Hanımefendi kendisinin yükseklik korkusu olduğunu söylüyor. Önceleri yolu gözlerinde büyütmüş olsalar da karşılaştıkları mekan ve yemeklerin lezzeti baskın çıkıyor. Güzel bir sohbet başlıyor aramızda. Hayat görüşlerimiz birbirine çok yakın. Israrla "Ne olur müşteri olarak görmeyin bizi." deyip masalarına davet ediyorlar. Her ikisi de doktor olan misafirlerimiz tabiatın içinde keyifli saatler geçiriyor, gün batımını izlerken aradıkları yeri bulduklarını söylüyorlar. Bayılarak yedikleri çiğ köftenin tarifini soruyorlar, bu konuda eşimin ihtisas sahibi olduğunu aktarıyorum. Sohbetin koyulaştığı bir anda araçlarıyla bahçeye giren misafirleri karşılamak amacıyla yanlarından ayrılmak istiyorum. Hanımefendi niyetimin farkında değil. Uzun cümlelerini kesmek istemiyorum. Aslında anlattıkları oturup dinlenecek şeyler. Misafirleri karşılamak da önemli diğer taraftan. Sabırla nefes almasını bekliyorum. İlk fırsatta yüzümde çaresiz bir gülümseme ile yanlarından ayrılıp aşağıya iniyorum. 

Yeni gelenler iki gün önce rezervasyon yaptıran misafirlerimizin ilk bölümü. Israrla verandada oturmak istediklerini söylemişlerdi yer ayırtırken. Veranda sezonu için henüz erken. Teras veya salonu öneriyorum. Sonunda salonda karar kılınıyor.

Kızım arıyor, babam hakkında son gelişmeleri aktarıyor. Bu konuda yazmamı istemiyor üzülmeyeyim diye. Benim için üzülebilecek olanları da üzmek istemiyorum. Dedesiyle can-ı gönülden ilgileniyor. Geçen gün gelen misafirlerimizden birinin küçük kızı geliyor aklıma. Büyüyünce ne olacaksın diye sorduğumda verdiği cevap beni derinden etkilemişti. "İnsan olacağım." demişti ne dediğini bilen bir pozda. Ne doktor olacağım demişti, ne mühendis ne de başka bir şey. Bu cevap üzerinde çok düşündüm. Kızım gerçekten "İnsan" olmuş. İnsanın iyisi kötüsü olmaz. Ya insandır, ya da değil. Kötü olan kişi insanlık sıfatından sıyrılmıştır.

Bir de insanların güzeli vardır. Hayranlık duyduğum iki aile. Sık sık ziyaret ederler bizleri. Her ikisi de esnaflık yaparak geçimini sağlar. Çok çalışırlar, çalıştıklarının karşılığını alırlar. Onlardan biri yine almış eşini çocuğunu, gelmişler Taş Ev'e. Şehrin diğer insanlarından farklı bu güzel insanlar. Aile kurumuna verdikleri önem çocukları büyüdükçe büyümüş. Birbirlerine karşı saygı ve sevgi dolu. Gözlerinin içinde birbirlerine bakarken sevgi pırıltıları uçuşuyor gözlerinde. Bana yardım olsun diye servis tabaklarını elimden alıyorlar. Tabakları boşalınca kolaylık olsun diye bir araya topluyorlar. Ben de onlara karşı duyduğum hayranlığı saklamıyor onları ağırlamaktan ne kadar büyük zevk aldığımı paylaşıyorum. 

Servisimiz neredeyse sona erecek. Telefonum çalıyor, açık olup olmadığımızı soruyor telefonun ucundaki ses. "Acele ederseniz yetişebilirsiniz, on dakika zamanınız var." diyorum. On dakika sonra bahçeye giren arabadan iki kişi çıkacak diye beklerken tam altı genç çıkıyor. Dördü bayan ikisi erkek bir arkadaş grubu. Geç geldikleri için soğuk sıcak siparişlerini birlikte alıyoruz. Oldukça geç vakte kadar oturup güzel bir gece geçiriyorlar. 

26 Nisan 2017 Çarşamba

SALI GÜNÜ HİKAYESİ

25/04/2017 Salı, Tire

Gecenin saat ikisinde uyanıyorum. Uykum kaçmış bir kere. Sabaha kadar internette dolanıyorum dolanmasına ama günlüğüme iki satır yazı yazmak gelmiyor içimden. Facebook'ta güzel bazı paylaşımlarla vakit geçiriyor, takip ettiğim blogları okuyorum. Bazı grupların paylaşımları ziyadesiyle ilgimi çekiyor. Çocuk yaşta kabiliyetli çocukların piyano başına geçip küçücük parmaklarıyla ünlü bestecilere ait klasik eserleri yorumlayışını hayranlık içinde izliyorum mesela. YSK'nın kendisini yasaların üstünde görerek verdiği abuk subuk kararı eleştiren yazılar takılıyor gözüme. Saatin 05.30'a geldiğini görünce panikliyorum birden. En fazla bir iki saat sonra eşim uyanır ve beni uyandırmaya kalkar. Bir kaç saat uyumazsam eğer gün boyu salak salak dolaşırım. Hemen oturduğum koltuktan fırlayıp yatağa koşuyorum. Yastığa başımı koyar koymaz gözlerim kapanıyor.


Ne kadar oldu uykuya dalalı? Ruhumun derinliklerinden gelen bir bağırış, bir çığlık sarsıyor bütün vücudumu. Eşim bağırıyor acı içinde "Ayağım ayağım." diyerek. Tam nedeni belli değil bu telaşın. İğne mi batan yoksa bir böcek zehrini mi akıttı? Rüya mı görüyorum? Uykumun ağırlığı unutturuyor bu sabahın hengamesini. Bundan sonra ne elektrik süpürgesinin sesi ne caddenin gürültüsü. Hiçbir şey uyandıramıyor beni ta ki eşimin sesini duyana kadar. "Kahvaltı hazır, hadi kalk artık." Bir zamanlar kahvaltı hazırlamak benim görevimdi. Hatta hiç hoşlanmadığım halde eşim için çay bile demlerdim. Kahvaltı sofrasının bana en zor gelen yanıydı bu iş. Çaydan nefret eden biri olan ben her sabah eşime yaptığım çaylar sayesinde öğrendim çay demlemenin inceliklerini. Bu aralar görevler değişti. Mis gibi kızarmış ekmeğin kokusuna uyanıyorum sabahları...

Eşim uykumun ağırlığından dem vuruyor. "Nasıl duymadın yanı başındaki bağrışmalarımı?" Önce şaşırıyor, arkasından kafamı toparlamaya çalışıyorum. "Duydum sanki bazı sesler." Eşim devam ediyor, "Yanında ölsem gözlerini açmayacaksın."  Sesimi çıkarmadan hatırlamaya çalışıyorum sabahı. "Sabaha karşı yatmıştım, belki de senin kalktığın saat." diye savunuyorum kendimi. "Ayağımı böcek soktu, fena yanıyor, of, of." sözleri hafızamda canlanıyor yavaş yavaş.   Niye açmadım ki gözümü? Rüya görüyorum sandım her halde. Eşimin sabahın ilk ışıklarında feryat-ı figan bağırmasına sebep zalim bir arının yakıcı iğnesiymiş meğer.  

Kahvaltıdan sonra bugün ne yapalım faslına geçiyoruz. Eşim işlerini bitirene kadar dünkü güncemi tamamlayıp yayınlıyorum. Bu esnada bir kaç blog yazısı daha okuyorum. Eşimi ikna edip pazara birlikte çıkıyoruz. Alacağımız çok fazla bir şey yok ama zaman alıyor pazar işleri. Uğramamız gereken bazı yerler var.  İki haftadır uzak kaldığım balık keyfimin kaçar tarafı yok artık. Eşim "Bir yere gidip orada yiyelim." diyor. İtiraz ediyorum. "Bu oburluk günlerimde dışarıda yiyeceğim hiçbir porsiyon doyurmaz beni." Pazar işini bitirmemiz akşamı buluyor. Yaylaya çıkıyoruz. Bizi gören Fifi havalara uçuyor.  Aldığımız eşyaları dolaplara yerleştiriyoruz.  Üst üste telefonum çalıyor. Kapalı olduğumuzu söylüyorum. Yazdan kalma bir gün. Kaplan yollarında trafik yoğun. Eşimle tatil günümüzü değiştirmek konusunu tartışıyoruz. Salı günleri meşhur pazarı görmeye dışarıdan çok kişi gelir buralara. Kaplan görülecek yerlerin arasında ilk sırada. Bundan sonra tatil günümüzü ya pazartesi ya da çarşamba yapmaya karar veriyoruz.

Akşam eve gelince nefis bir salata hazırlıyor eşim ben balıkları kızartırken. Ne de çok özlemişim böyle bir anı...

25 Nisan 2017 Salı

FİFİ: KARA TAVUKLARIN BEKÇİSİ

24/04/2017 Pazartesi, Tire

Sabah TV haberlerini izliyorum. Hava durumu hakkında verilen bilgi şaşırtıcı. Düne göre tam sekiz derece artmış hava sıcaklığı (!) Ankara'da kar yağıyor ve ilk kez İzmir ile arasında bu denli sıcaklık farkı olduğunu görüyorum.

Kasap'ta bonfile kalmamış yine. Derin dondurucuya attığımız yedek işe yarayacak. Yaylada pırıl pırıl bir güneş karşılıyor bizi. Yerler ve ağaçlar bir anda yeşillendi.

Öğleden sonra hava serinlemeye başlıyor. Genç bir çift yemeklerini terasta yemeyi tercih ediyor. Daha önce geldiklerinde kapalı olduğumuzu söylüyorlar. Mutlaka salı günü gelmiş olmalılar. Diğer bir çift verandada oturmak hususunda ısrarcı. Yazın en güzel yeri olan verandada oturmak henüz erken aslında. Misafirlerimizin ısrarını anlamakta zorlanıyorum. Teras güneşli ve rüzgar esmiyor. Sigara içmek istiyorlarsa orada da içebilirler. "Hayır" diyorlar, "Biz manzara seyretmek istiyoruz." Çaresiz kabul etmek zorunda kalıyorum. Servisler açıldıktan hemen sonra ellerinde tabakları, mahcup bir edayla merdivenden yukarı çıkarken görüyorum onları. "Haklısınız, üşüyeceğiz verandada." Salonun camlarını açıyoruz. Burada manzara verandadan daha güzel.

Facebook'tan aldığım bir geçmiş olsun mesajına şaşırıyorum. Mesajın sahibi iki ay kadar önce yollarımızı ayırmaya karar verdiğimiz eski elemanlarımızdan biri. Son derece sıcak bir şekilde Kuşadası'na davet ediyor. Geçmişte yapmış olduğu hatalarına haklı sebepler uyduruyoruz eşimle, gençliğine veriyoruz bütün yaptıklarını. Ancak gösterdiği nezaket kendinden daha tecrübeli olanlara ders verici nitelikte.

Kara tavuklarımız bahçenin demirbaşı oldu. Her gün kümesin kapıları açılır açılmaz bahçeye yayılıyorlar. Görüntüleri ve çıkardığı seslerle Taş Ev'e değişik bir hava veriyorlar. Bir aya kalmaz yumurtalarını toplarız artık. Fifi peşlerinden koşunca gıdaklama sesleri kanat seslerine karışıp bir patırtı kopuyor. Onlara zarar vermek değil niyeti. Bilakis çoban köpeğinin sürüyü koruyup kolladığı gibi o da tavukları gözetiyor, uzaklara yayılmalarına müsaade etmiyor.   

24 Nisan 2017 Pazartesi

BUGÜN 23 NİSAN NEŞ'E DOLUYOR İNSAN

23/04/2017 Pazar, Tire

Bugün 23 Nisan, neş'e doluyor insan. Özellikle kesme işareti kullanıyorum. Kulaklarımda çınlıyor çocukluğumun neş'esi çünkü. Çocukluğumuz neş'eliydi. Birileri çıktı kesmeyi kaldırdı. Neş'emiz kalmadı. Neş'e Arapça kökenli bir kelime. Sözlük anlamı mutlu olmaktan doğan ve dışa vurulan sevinç, hafif sarhoşluk, çakırkeyif olma hali. Birileri çıkıyor neş'emizin içine ediyor. Her işe siyaset karıştı. Muhafazakar gelir kesme işaretleri koyar, devrimci gelir kaldırır. Madem "neş'e" Arapça bir kelime, ne diye garip bir şekilde Türkçeye çevirmeye çalışıyoruz? Muhafazakar değilim ama dşlde yapılan zorlamalar ve uydurmalar da benim için fazlasıyla rahatsız edici. Şanlı Türk Bayrağımızı terastan aşağı sarkıtıyoruz. Taş Ev daha da güzelleşiyor.

Yılbaşında, ya da milli günlerimizde alternatif programlar servis ediliyor artık. Mesela kutlu doğum haftaları. Yapılan şaibeli referandum sonucunda millet olarak diktatörlüğü tercih etmiş olsak da kağıt üzerinde yönetim sistemimiz hala cumhuriyet. Kullanılan takvim farkından dolayı bazen bugün olduğu gibi dini günler ve milli günler çakışıyor. Egemenliğin millete geçtiği günün yıl dönümü olan 23 Nisan bu yıl Miraç Kandiline denk düştü. Miraç kandili Müslümanların önem verdiği bir gün aslında. Peygamberin göğe yükseldiği gün olduğu rivayet edilir. Kabe'deki Mescid-i Haram'dan başlayıp Burak adındaki deve üzerinde Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya doğru devam eden yolculuk göğün en üst katında Allah ile aracısız yapılan görüşme ile son bulmuş. Bir inanışa göre görüşme esnasında kendisine sunulan şarap, bal ve süt dolu bardaklardan içinde süt olanı tercih etmiş İslam peygamberi. Bir başka inanış da şöyle: Miraç'tan önce elli vakit olarak bildirilen namaz, Peygamber Muhammed'in göğün katlarında yükselmesi esnasında Musa peygamberin bunun insanlara ağır geleceği şeklindeki ikazları üzerine bir kaç kez Allah'ın huzuruna geri dönüp bu şartı hafifletmesini istemesinden sonra beş vakite indirilmiş. Beş vakit namaz, farzı ve sünnetiyle kırk rekat üzerinden hakkını vererek kılınmaya kalksa 1,5 saati bulacağına göre bunun on katı yani elli vakit namaz için 15 saat zaman harcanması gerekir. Uyku, yemek ve zorunlu ihtiyaçları düşünüldüğünde normal bir Müslüman Musa peygamberin ikazı olmasa çalışmaya fırsat bulamayacaktı. Belki de Musa Peygamber araya girerek insanların boş kalmasına yol açıp dolaylı yoldan huzurumuzu bozdu ne dersiniz? 

Akşam üzeri gün batımında eşimle birlikte terasta kahvelerimizi yudumluyoruz. Misafirlerimizle yaptığımız sıcak sohbetler bizleri illa ki ortak noktalarımızdan biri ile buluşturuyor. Tesadüfen levhamızı gören bir konuğumuz eşiyle birlikte geldiği Taş Ev'de büyük bir suçluluk duygusuna kapılıyor. "Nasıl burayı keşfetmedim, şimdiye kadar? Burayı dostlarıma tanıtmak başlıca görevim artık." diyor. Çalıştığı firmalardan birisi benim eski işverenlerimin akrabalarından. Hemen çeviriyor numarayı. Belki de hiç bir araya gelemeyeceğimiz bir dostun sesi doluyor kulaklarıma. Emeklilik yaşıma daha zaman olduğunu belki de mesleğime geri döndürmek için ilk fırsatta gelip ziyaret edeceğini söylüyor.

Bugün özel günlerin günüydü Taş Ev'de. Tamı tamına üç masa doğum günü ve özel gün kutlamaları için rezerve edildi. Eşimle birlikte olduğum hafta sonları daha güzel geçiyor. Gece geç vakitlere kadar eğleniyor misafirler. Eşimin Fifi'yle olan muhabbeti ise gerçekten görülmeye değer. 

22 Nisan 2017 Cumartesi

STRES ÇARKI

22/07/2017 Cumartesi, Tire

Bir türlü durmak bilmeyen yağmurla birlikte çıkıyoruz yola. Havanın hiç tadı yok, sanki kış geri geldi. Yılların verdiği alışkanlık, sektörü değiştirmekle birlikte ters yüz oluyor. Pazar günlerini müjdeleyen cumartesi en sevdiğim gündü eskiden. Pazar akşamları, bütün servetini tüketmiş bir mirasyedi gibi hüzün çökerdi üstüme. Şimdi öyle mi ya. Cumartesi sabahları erkenden kolları sıvıyor, kahvaltılarını keyifli bir hale getirmek isteyen misafirlerimize hizmet ediyoruz.


Bu sabah ilk işimiz şömine sobayı yakmak. Erkenden gelen konuklar sobanın salonu ısıtmasını beklemiyor. Onlara elektrikli sobayı çıkarıyoruz. Yağmur aynı şiddette yağmaya devam ederken hava üşütüyor. Sobayı yaktıktan sonra şehre inip iki haftadır bir türlü denk getiremediğim berber işini hallediyorum. Fazla saçım olmadığı için uzun sürmüyor. 

Tarkan'ın elinde bir pervane mütemadiyen döndürüp duruyor. "Ne o elindeki?" diye soruyorum. "Stres çarkı diyorlar buna." diyor. İçinde bilyeler bulunan üç kollu bir pervane. Bir kenarından hızla çevriliyor. Aynı anda kronometre tutuyor saatinde. Rekoru bir dakika elli saniye imiş. Bu çocuğun ne stresi olur ayrı konu, o stresi bu pervane nasıl alır ayrı konu. Şaşırıp kalıyorum.

Akşama yeni misafirlerimiz var. Tesadüfen levhamızı görüp gelmişler. Bayılıyorlar Taş Ev'e. Küçük kızları hem akıllı, hem de adı gibi güzel. Eşimle birlikte misafirlerimiz sanki ailedenmiş gibi sohbet ediyoruz. Şömine sobamız "Daha bana muhtaçsınız." der gibi karşıdan bize gülüyor için için. 

Taş Ev'in önüne çıkıyorum. Yağmur, sis birbirine karışmış. Misafirlerimizi erken uğurlayıp yarını karşılamak üzere Fifi'yle vedalaşıyoruz.