KATEGORİLER

24 Mayıs 2017 Çarşamba

SALI YORGUNLUĞU

23/05/2017 Salı, İzmir

Salı, bir hafta boyunca beklediğim gün... Hayallerim, kabuslarım birbirine karışıyor. O kadar çok hayalini kurmuştum istediğim saatte kalkmanın, o kadar özlemiştim ki. Eşimle birlikte gidecektik. Son anda "Sen yalnız git ben de işlerimi göreyim." deyince ihale bana kalıyor. Sabah erkenden kalk pazar alışverişini yap, çık yukarı dolaplara yerleştir, eşimin siparişlerini yetiştir, tavukları, köpekleri besle. 

Annemin geçirdiği göz operasyonundan sonra hiç olmazsa gittiğime değsin, dönerken onu da yanımda getiririm dedim, olmadı. Birkaç gün torununun yanında kalmayı tercih etti. Ne de olsa doktor kontrolünde olması daha cazip gelmiş olmalı. Eşim kızıma alınması gereken ne varsa söylemiş. Ben İzmir'e vardığımda zaten bütün alınacaklar alınmıştı. Mezarlıkbaşı'nda sözde servise bıraktığımız mutfak robotunu alıp Karşıyaka'daki esas servise götürmekten başka bir şey yapmadım. Yani gör gözüm yolları oldu. Hem de ne yollar. Trafik yoğun ve bunaltıcı.  O kadar yol, o kadar harcanan zaman boşuna. 

Kızımın eline düşerim de kurtulmam mümkün olur mu? İstikamet büyük alışveriş merkezlerinden biri. Gösterişli, yüksek çatılar, geniş açıklıklar, modern dükkanlar. Alışverişi sevmem oldum olası. Tansiyonlarım düşer o mağaza senin bu mağaza benim koştururken. Büyük boğuşmalardan sonra kızımın isteği oluyor. Bir sürü pantolon, bir sürü gömlek denettiriyor. Hazır yakalamışken bir sürü şey aldırıyor bana. Kendine aşdırsa o kadar içerlemiyeceğim. Mağazalarda işimiz bitince dünyanın en mutlu insanı ben oluyorum. Bir yerde oturup karnımızı doyurduktan sonra eve dönüşümüz saat on biri buluyor. Bu vakitten sonra bırakmam diyor. Sabaha kalıyorum. Bu haftayı da yorgun ve balık yemeden geçiriyorum.

RÖVANŞTA ALINAN GÖNÜLLER

22/05/2017 Pazartesi, Tire

Yarını düşleyerek açtım gözümü güne. Artık dinlenmem lazım biraz. Takip ettiğim blogları okumam lazım. 

Toplu Konut pazarı mücadeleyi kazanmış olmalı ki yaklaşık bir buçuk aydır pazarcılar tezgah kurmaya başlamış. Sadece biraz biber al demişti şef. Bugün kadroyu iyice daralttık ama kafa dinç. Çok rezervasyon olursa gençleri alırım yardıma. Evet, bugün dedikodu yok Taş Ev'de, huzur var. Gerisi de boş zaten. 

Eşim eleman eksikliğini kapatmak için kolları sıvıyor. "Yok yapma, Allah aşkına bırak sen, bak sonra belin ağrıyacak." Şefimiz çok kibar. Uzun zamandır bu kibarlığa hasret kalmıştık. Umarım uzun yıllar bu ilişki sürecek. Bundan böyle Girit ve Yunan mutfağına daha fazla ağırlık vereceğiz. Değişiklik hayırlı sonuçlar verir bazen. İstediğim rotaya doğru bir adım daha. 

Akşam rezervasyonları erken başlıyor. Bir grup doktor erken sayılabilecek bir saatte yer ayırtıyorlar. Aralarında bir isim kulağımıza tanıdık geliyor. Uzun zaman önce bir pazar kahvaltısında sırayı şaşırıp sonradan gelene servis yapmıştık da eşi defalarca özürümüzü kabul etmemişti ya, işte o doktor da var aralarında. Doğrusunu söylemek gerekirse yüzde yüz haklıydılar. Rezervasyon da yaptırmışlardı üstelik. Daha vahimi onlara haksızlık yapıp sıralarını verdiğimiz aile de doktor. Araları pek iyi değildi sanırım. Bir anda karizma çizilmişti belki bizim yüzümüzden. Sonradan gelen ailenin hanım bizim aklımızı çelen kişiydi. Henüz masaya oturmadan sürekli "Çok açız, çok açız." deyip durmuş belki de garsonları bu yüzden etkilemişti. Kahvaltı bitmiş, uğurlayana kadar özür dilemeye devam etmiştim. Hanımefendi bunu bir onur meselesi yapmış, facebook sayfamıza ilk kez üç yıldız vermişti yorumsuz olarak. Bana göre bunu hak etmiştik ama onlar affetmemişlerdi özürlerimizi.

Bir iş yemeği olduğu için olsa gerek bu kez sadece beyefendi geliyor. Geçmişte yaşadığımız bu kriz biraz geriyor bizi. Akşam ne olursa olsun hata yapmamamız gereken bir yemek olmalı. Bir çift arıyor. Masalarının süslenmesini istiyor. Mutlu anların adresi olan Taş Ev, epey bir zamandır kutlamalara ara vermişti. Arkasından bir telefon daha. Bu sefer arayan Ödemiş'ten. Bir arkadaşlarından duymuşlar ünümüzü. Yine bir doğum günü kutlaması yapacak kalabalık bir grup. Ben bu akşam için aradıklarını zannederken telefondaki hanımefendi yemeğin yarın olacağını söyleyince bütün konuşmalar havada kalıyor. "Hanımefendi, yarın tatil günümüz maalesef." Genç kadının bütün hayalleri yıkılıyor. "Yapmayınn." 

Venüs gün boyunca oradan oraya koşturuyor. Fifi ile ayrılmaz ikili. Akşama doğru sap ayağı aksıyor. Bir yerden atlarken bertilmiş olmalı. Ya da ayağına diken batmış olabilir. Aksaması dışında keyfi yerinde. Sendeleyen ayağı bile kesmesine engel değil hızını.

Yeni şefimiz Ertuğrul nezaketinin yanı sıra çalışkan ve yardımcı. Diğer bir çift rezervasyon yaptırıyor. Masanın biri gül yaprakları, uğur böcekleri ve kristal boncuklarla süslenmiş. Kalp şeklindeki mumlar misafirler gelince yakılmalayı hazır bekliyor. İlk gelen çifte rezervasyonun kimin adına olduğunu soruyorum. Süslü masanın sahibi değil bu ilk gelen çift.

Doktorlar en erken gelen grup. İlk gelen grup verandada çaylarını içiyorlar arkadaşlarının gelmesini beklerken. Keyifli saatler geçiriyorlar. Herşey dört dörtlük bir düzen içinde sürüyor. Çiftlerden özel günün ve süslü masanın sahibi sipariş ettiği ızgara tavuk şiş tabağını şefimiz adeta bir tablo gibi süslüyor. Ne var ki fotoğrafını çekmek sonradan geliyor aklıma.

Doktorları misafir eden genç son derece hoşnut kaldığı ilgiden sonra hesabı öderken kartımızı istiyor. "Misafirlerimizi ağırlamak için yeni ve güzel bir alternatifimiz oldu." diyor, defalarca teşekkür ediyor. Son geldiklerinde ayıp ettiğimiz doktor bey de son derece memnun kalıyor bugünkü ilgiden.

DEĞİŞİK BİR PAZAR

21/05/2017 Pazar, Tire

Sabah öğrenci kızlarımızı alıp çıktık yola. Bugün ekip olarak kalabalığız. Bagajdaki yedek iki koltuğu kaldırabilirdim fakat arkayı dörtleyince buna gerek kalmadı. Kızım kendi arabasıyla arkamızdan gelecek. Yolda çalan telefonumu açıyorum. Küçük bebekleri olan misafirlerimiz verandada yer ayırtmak istiyor. Hava düne kıyasla daha ısınmış görünse de bebekleri üşümesin diye onların salonda oturmalarını öneriyorum.

İki günlük aradan sonra yaylaya vardığımızda dışarıda oturulabilecek bir hava karşılıyor bizi. Kısa süre içinde hazırlıklarımız tamamlanıyor. Dün gece doğru dürüst uyuyamadığım için bugün zor geçeceğe benziyor. Tanrıya hamdolsun ki bugünkü ekibimiz sağlam. Favori mekan veranda. Hafif rüzgar zamanla durulup tatlı bir serinliğe bırakıyor yerini. Tabiatın içinde sunulan serpme kahvaltı son derece düzenli bir şekilde misafirlerimizin beğenilerine sunuluyor.

Kahvaltı servisinin ardından veranda ve avludaki masalar yemek misafirleri ile doluyor. Yeni şefimiz bugün daha iyi adapte olmuş işine. Meze ve sıcaklarda yapmış olduğu katkılar beğeni topluyor. Eski şefi mutfakta göremeyenler ona ne olduğunu soruyorlar.  Et ve ızgara yemekleri konusunda misafirlerimizin damak zevkinde yarattığı alışkanlıktan sonra ani bir kararla ayrılmasının bize bazı sıkıntılar yaşatabileceğini düşünmüyor değildim. Özellikle onu tanıyan misafirlerimizden beklediğim olumsuz tepkiler gelmiyor. Yolumuza onsuz devam etme kararımız şaşırtmıyor hiç kimseyi. Tam aksine "Burası fazla geldi ona", "Bir yerde dikiş tutturamaz o zaten.", "Bu kadar uzun kalması bile şaşırtmıştı." türünden konuşmalar içimize su serpiyor. Hani "Üçe beşe bakılmaz, onu kaçırmasaydınız iyi olurdu." türünden tepkiler alsaydık belki de bir nebze olsun pişman olabilirdik. Yeni şefimiz ızgara ve süsleme konusunda değişik rüzgarlar estiriyor mutfakta. Misafirlerden geri dönüşler son derece olumlu.

Öğleden sonra üzerime bir ağırlık çöküyor. Prefabrik konteynıra koyduğumuz yatağa atıyorum kendimi. Bir iki saat kadar uyku çektikten sonra dışarıdan gelen seslerle uyanıyorum. Bahçe araba tarlasına dönmüş. Masalar dolup taşıyor. Gel gelelim verandadaki misafirler hiç hoşuma gitmiyor. Düğünden gelen kalabalık çakırkeyif bir grup eğlencelerine kaldıkları yerden devam ediyorlar. Aralarında önceden tanıdığım kişiler de var. Yine de yanında aileleri olmadan gelen bu grubun havayı bozduğunu düşünüyorum. Onları karşılayan ben olsaydım eğer, ne kadar tanıyor olursam olayım ya kabul etmez ya da kimsenin görmediği bir köşede yer gösterirdim hatırları kırılmaması için. Yanlarına gidip "Hoş geldiniz" diyorum adet yerini bulsun diye. Sarılıp öpüyorlar sarhoş halleriyle. Biri Ferdi Tayfur'dan bir parça çalmamı istiyor. "Burada arabesk çalmıyorum." diyorum. Israr ediyorlar, "Bahşiş vereceğiz bak." diyor biri. Bak o zaman durum değişir (!) Sonuç çıkmayınca Edip Akbayram'dan "Aldırma Gönül" çal bari diyorlar. Bakıyorum olmayacak, bir seferliğine istedikleri parçayı çalıyorum. Yarım saat sonra yanlarındaki masaya dört kişilik bir arkadaş grubu daha geliyor. Belli ki onlar haber vermişler. Hiçbir taşkınlık yapmıyorlar ancak veranda aile trafiğine kapanıyor. Hiç arzu etmediğim bir durum. Yiyorlar, içiyorlar, iyi hesap ödeyecekleri belli ama benim için değeri yok bütün bunların. Neyse ki bekarlar kampı çabuk kalkıyor masadan. Eski düzenimize dönüyoruz.

Akşama doğru Ödemiş'ten kadim dostlarımız telefon edip "Yola çıktık, geliyoruz." diyorlar. Bu aileyi seviyorum. Nazik, naif ve eğlenceli. Aile dediğim iş arkadaşları. Aralarındaki ilişki aile bağlarından daha kuvvetli görünüyor. İşin esas sahibi, her şeyim dediği çalışanlarıyla birlikte yiyor, içiyor eğleniyor. Birlikte muazzam bir uyum yakalamışlar. Çok para kazandıkları belli. Diğer taraftan eğlenmeyi de biliyorlar. "Size zahmet veriyoruz efendim ama güzel bir meyve tabağı hazırlatmanız mümkün mü acaba?" en kaba (!) siparişleri bu tonda. Geç saatlere kadar oturuyorlar. Çok mutlu olduklarını söylüyorlar devamlı. O mutlulukları bana da yansıyor.

Küçücük Hanımla ipleri koparıyorum. Şoförlüğünden istifa ettim. Gün boyu konuşmamaya çalıştım. Artık başka şoför bulacak kendine. Üstelik şoförlük paramı da vermedi (!) Aksine ben ona verdim bütün haklarını fazlasıyla. Kendisinin belirlediği kadar. Helalleştik dedikodu kazanıyla. Ona öyle kızgınım ki, Allah iki cihanda göstermesin yüzünü bana.  

21 Mayıs 2017 Pazar

KÜÇÜCÜK HANIM

20/05/2017 Cumartesi, Tire

Ekip olarak ikiye bölünüyoruz. Eşim sabah erkenden işe başlaması gereken aşçı ve elemanlarla birlikte çıkıyor yaylaya. Ben ise diğer elemanı alıp birkaç parça alışverişten sonra peşi sıra gideceğim. Her zaman onu aldığım yere vardığımda kapıyı açıp sağ arka koltuğa kuruluyor zat-ı şahaneleri. Dikiz aynasından bakıyorum, sağ eli kapının üzerindeki tutacakta (!) Bendeniz küçük hanımın şoförü... Arabadan inip kapıyı açmalı mıydım yoksa? Kapıyı açtıktan sonra selam dursa mıydım? Hani burası küçük yerdir, laf olur, yanıma oturmaktan çekinir diye düşünüyor olsa anlayacağım. Bu konuyu daha önce konuştuğumuzda kimseye hesap vermek zorunda olmadığını anlatırken mangalda kül bırakmamıştı oysa. Şimdi nedir bu kabalığın sebebi? Cehalet mi yoksa edepsizlik mi?

Güne kötü başlamam bu yüzden. Bu saygı yoksunu insana bir merhabam bile fazla artık. Mecbur kalmadıkça konuşmuyorum. O ise soytarılık yaparak yediği haltı temizlemeye çalışıyor. Bir insana verebileceğim en büyük cezayı veriyorum kendisine. Yok sayıyorum. Kocaman bir hiçlik payesi veriyorum kendisine. Sonra utanıyorum. Kendimden utanıyorum. Kimlerle muhatap oluyorum? Çok mu lazımdı bu insanları hayatıma sokmak? Her şeye rağmen hala işimi seviyorum. Madem ki bu tür olayları yaşamak işimin bir parçası, gerekirse yaşarım. Beni bir bilemedin iki gün sıkar bu iş. Üçüncü gün kirli bir gömlek misali sıyırır atarım üzerimden. Ben yine ben, o ise kaybedenler kulübünün yeni üyesi.

Aramıza yeni katılan destek elamanlarıyla tanışıyorum. Her ikisi de iyi niyetli, çalışkan. Hava serin, güneş almayan yerler üşütüyor neredeyse. Dışarıda oturmak her baba yiğidin harcı değil. Nişanlı bir çiftin Taş Ev'de fotoğraf çekimleri yapılıyor. Bir hanımefendi geliyor yalnız başına. Tire şiş köftesinin tadına bakmak istiyor. Avluda kenar masalarından birine oturuyor. Fellah köfteye bayılıyor. Birasını yudumlarken eşime Doğuş Holding desteğiyle kadınların ekonomiye katılmasını amaçlayan bir sosyal sorumluluk projesinde yaptığı çalışmaları anlatıyor.  

Venüs ve Fifi'nin keyifleri yerinde. Fifi sakinliği ve hanımefendiliğiyle, Venüs yaramazlıklarıyla bütün misafirlerimizin ilgi ve beğenisini topluyor.

Gündüz saatlerinde sıra dışı bir sakinlik yaşıyoruz. Hatta bir ara fırsat bulup ceviz kıracak zamanımız bile oluyor. Sonra akşam rezervasyonları gelmeye başlıyor birbiri ardına. Gündüzün sakinliği akşamın koşturmasına bırakıyor yerini. Yine İstanbul'dan konuklarımız var. Onlar da tavsiye üzerine gelmişler. Tavsiye eden dostumuzu hatırlamıyorum. Sohbet bizi yakınlaştırıyor birbirimize. Beyefendilerden biri yine bizim ODTÜ'den. Bu ortak nokta sohbeti daha da ısıtıyor. Benim okula girdiğim yıl mezun olmuş. O çatışmalı dönemde uzun süren master çalışması dört yıl birlikte aynı kafeteryayı paylaşmamıza imkan tanımış. Belki de kırk yıl önce aynı yemek kuyruğunda sıra bekledik. Altı aylık, dokuz aylık boykotları birlikte yaşamışız bu saygıdeğer elektrik mühendisi misafirimizle. Yanındaki beyefendiden söz ediyor. O da bir kardiyoloji profesörüymüş. Tam 42 yıl önce Tire'den ayrılmış, bir süre GATA'da görev yaptıktan sonra şimdi İstanbul'daki özel muayenehanesinde çalışmaya devam ediyormuş. Yemekten sonra sıra tatlılara geliyor. Hanımefendiler yan masaya gelen tatlıyı pek bir gösterişli bulup aynısından sipariş vermeyi koymuşlar kafalarına. "Yan tarafa getirdiğiniz tatlının adı neydi?" Hiç düşünmeden cevap veriyorum. "Ceviz krokanlı, kestaneli dondurma" Son derece memnun ayrılıyor misafirlerimiz Taş Ev'den. Ben de onları ağırlamaktan büyük haz alıyorum.

Aklıma eski garsonlarımızdan biri geliyor. "Siz burada egonuzu tatmin ediyorsunuz." demişti. Beni eleştirmek amacıyla söylenen bu söz aslında gerçeğin ta kendisi. Evet, ben burada egomu tatmin ediyorum. Yolsa siz hala bu işi para kazanmak için mi yaptığımı sanıyorsunuz?

BU QALA DAŞLI QALA

19/05/2017 Cuma, Tire

Ekibe yeni katılan şefi yanımıza alıp yaylaya çıkıyoruz. Bugün 19 Mayıs. Atamız tarafından gençliğe adanmış bir gün. Bir ulusun doğuşu. Kutlanmasına yasaklar getirilirken bugünün tatil ilan edilmesini garipsiyorum. Belki de bu yüzden yoğun bir gün olacağı beklentisinde değilim. Hafta içi günlerde kahvaltı talepleri artıyor. Bunu havaların ısınmasına mı bağlamalıyım? Eşim dün olduğu gibi bugün de genç bir çifti kıramayıp hafta içi bir günde kahvaltı veriyor.

Bugün küçük pazardan alacağım fazla bir şey olmayacağını düşünüyordum. Ne var ki şef mutfağa adapte olmaya çalışırken uzunca bir alışveriş listesi hazırlıyor. Elmas hanımı arıyorum, telefonu cevap vermiyor. Ozi, neden sonra açıyor telefonu. O da başka yere söz vermiş. Vakit kaybetmeden iniyorum şehre.

Çok fazla git gel yapmadan alışverişimi tamamlamak için işleri kafamda sıraya koyuyorum. Önce kasap daha sonra mandıra, oradan toptancı ve nihayet pazara uğrarsam en kısa zamanda en az yol kat etmiş olurum.  Telefonum çalıyor, arayan Elmas. "Bugün gelebilirim abi" diyor. Bunu duyunca rahatlıyorum. Birlikte yapıyoruz pazar alışverişini. Malzemeleri boşaltmak için evin yanına yanaşıyorum. Ağaçların altına park etmiş araçlar hareketli bir günün habercisi. Gelen misafirlerin bir kısmı yerli bir kısmı dışarıdan. Sıcak ilişkiler kuruluyor aramızda. Taş Ev'in önündeki ağaçtan sadece bir adet kiraz koparmak için izin istiyorlar. Gelen giden sorup sormadan alt dallardakini toplamış zaten. "Eğer boyunuz yeterse toplayabilirsiniz." diyorum. Misafirlerden en atletik yapılı olanı hiç zaman kaybetmeden tırmanmaya başlıyor ağaca. Bir anda en üstteki dallara ulaşıyor. Bir kap uzatıyoruz kopardıklarını koyması için.  

Hava bugün de serin. Verandada oturmaya niyetlenenler bir süre sonra yukarı, salona taşınıyorlar. Eşimin yeni servise sunduğu pembe sultan ve girit mezelerine talep çok fazla. Yeni şefimiz ilave mezeler hazırlıyor. Akşam saatlerinde yoğunluk artıyor. Öyle bir an geliyor ki, neredeyse havlu atacağız. Dışarıda doktorlardan bir grup rezervasyonsuz geldikleri için yer açılmasını bekliyor. Dört masanın siparişlerini alıp mutfaktaki tezgaha sıralıyorum. Şef malzemelerin yerlerini yeni yeni öğreniyor. İlk günü olması nedeniyle onun için zor bir gün. "Tire şiş köfte bitti." diyor, yedekte beklettiklerimi çıkarıyorum.

Sıklıkla beraber olduğumuz tanıdık bir dostumuz İstanbul'dan misafirlerini getirmiş. Gönüllerince yiyip, içiyorlar. Kahve ikram ettikten sonra kapıdan uğurluyoruz. Tam o sırada iki masa aynı anda hesap isteyince içeri girmek zorunda kalıyorum. Dışarıdan bir takım sesler yükseliyor. Merak edip bakıyorum. İşin aslı anlaşılıyor. Benzini biten arabaları çalışmıyor. Bu duruma çare aranırken aklıma ağaç motoru için bulundurduğum mavi benzin bidonu geliyor. Depodan mavi bidonla birlikte benzini aracın yakıt deposuna akıtmak için bir huni alıyorum. Misafirlerimizden genç olanı bidondaki sıvıdan şüpheleniyor. "Bunun benzin olduğuna emin misiniz? Başka ne olabilir ki?  "Evet, evet eminim." diyorum. Genç adam huzursuz. Depoya bir su bardağı kadar sıvıyı boşalttıktan sonra bidonu kokluyor. Kararlı bir şekilde, "Hayır bu benzin değil." diyor. Gözlerim bidonun üzerindeki yazıyla buluşur buluşmaz başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Depoya koşuyor ve aynı renkteki diğer bidonu alıyorum. Eyvah (!) benzin diye deterjan boşaltmışız depoya. Onlar ayrı, ben ayrı ustalara telefon ediyoruz. Her iki usta da bir bardaktan birşey olmaz diyor. Bidondaki benzinin tamamını boşaltıyoruz depoya. Araba çalışıyor. Bir oh çekiyoruz.

İki genç çift geliyor bu kez. Ellerindeki temalı kocaman bir yaş günü pastasını mutfağa bırakıyorlar. Şeker hamurundan özenle yapılmış bir mikrofon süslüyor pastayı. O Ses Türkiye adındaki yarışmaya katılmış yeni yaşa giren genç adam. Özel eğlencelerde pop müzik üzerine sahne alan bu gencin adı Celal Geçgin diyor çocuklar. Yemekler yeniyor, içkiler içiliyor. Eğlence tam gaz devam ederken pastayı yukarı istiyorlar. Süslü pastanın mumları, maytapları yakılıp yukarı çıkarılırken ışıklar söndürülüyor. O esnada fon müziği olarak TV yarışmasına katıldığı parçayı çalmamız güzel bir sürpriz oluyor gençlere.

Dönüş yolunda Ayşe Hanım çarşamba gününe kadar yerine birisini bulmamızı istiyor. Şehrin içinde yeni açılacak bir yerde daha paralı, daha az yorucu  güzel bir iş bulmuş. Hem onun adına hem de kendi adıma seviniyorum. 

19 Mayıs 2017 Cuma

SENİNKİNDEN

18/05/2017 Perşembe, Tire

Dün aşçımız olmadan yaşadığımız deneyim bizi fazla zorlamadı. Bugünü de atlatabilirsek eğer, her şey yoluna girecek. Sabah eşimle birlikte yolumuz üzerinden elemanı alıyoruz. Dün ızgarayı kolayca yakmam kendime güvenimi arttırmıştı ama bugün aynı başarıyı gösterebilecek miyim?

Hava yağmurlu. Bu bir dezavantaj. Dış mekan temizliği daha az zaman alıyor. Salonun masa ve sandalyeleri ağır. Sürüklemek bağlantılarının gevşemesine sebep oluyor. Her ne kadar özen göstermiş olsam da elemanlar temizlik esnasında çekip sürüklüyor ahşap masaları. Bu yüzden en kısa zamanda vidalarının sıkılması, elden geçirilmesi gerekiyor. Dışarıdaki masalar daha dayanıklı. Onları rahatlıkla sürükleyebiliyorum. Bu yüzden dış mekanlarda yerlerin temizlenmesi daha az zaman alıyor.

Dün misafirlerimizi veranda ve avluda ağırladığımız için salonda yapılacak çok fazla işin olmaması bir şans. İlk olarak ızgaranın başına geçip ateşi hazırlamaya koyuluyorum. Ateşin üzerini iyi örtmediğimden olsa gerek bir gün önceden kalan korlar ilave ettiğim kömürleri tutuşturmuyor. Düne nazaran daha çok vaktimi alıyor bu iş. Ayşe Hanım temizlik işlerini tamamlıyor. Eşim ve ben aynı dileği tutuyoruz içimizden. Çok gelen olmasın bugün, rezil olmayalım. Yarın yeni aşçımız geldiğinde gelsinler... Perşembe günleri alkol satışı diğer günlere nazaran daha düşük oluyor. Bu nedenle daha sakin geçirmeyi umuyoruz bu son günümüzü.

Henüz ızgaranın kömürü kor haline gelmeden iki araba dolusu insan geliyor. Çisil çisil yağan yağmur havayı temizlemiş. Veranda biraz serin olmakla birlikte keyifli. Misafirlerimiz verandayı doldururken her gelene birer şal veriyoruz. Kahvaltı siparişi veriyorlar. Eşimle birbirimize bakıyoruz. Ben prensiplerimden ödün vermekten yana değilim. "Kahvaltı servisimiz hafta sonları." Eşim ızgarayla uğraşacağına kendisine daha kolay gelen kahvaltı hazırlama işini tercih ediyor. Hazırlığımız olmamasına rağmen bir istisna yapıp kahvaltı vermeyi kabul ediyoruz.

Veranda misafirleri bir müddet sonra üşüyüp salona taşınıyor. Hava kapalı, aralıklı olarak yağmur yağıyor. Beklentimizin aksine her geçen saat yoğunluğumuz artıyor. Tavsiye üzerine ilk kez gelen konuklarla sıcak dostluklar kuruyoruz. Burası bir restoran değil, sanki evimizde misafir ağırlıyoruz. Ekip huzurlu, birbirimizin açığını tamamlıyoruz. Tireli olup bir sahil beldesine yerleşmeye karar vermiş yüksek mimar mühendis bir beyefendi ailesiyle birlikte teşrif ediyor. Bu unvanı veren tek okulun İTÜ olduğunu biliyorum.

Bahçede park eden araç sayısı artıyor. Venüs gelenleri rahat bırakmıyor. Gelen misafirlerden birinin beş yaşlarındaki çocuğu çöküp Fifi'yle İngilizce konuşuyor. "Come here boy". Fifi'nin bir hanımefendi olduğunu söylüyorum. Türkçe konuşmakta zorlanıyor. Ta Chicago kentinden Taş Ev'in methini duyup gelmişler. Ne güzel...

Öğlen saatlerinde Gani Usta'nın büyük oğlu geliyor. Artık ormana dönen otları biçmeye başlıyor. Birkaç saat içinde bahçenin havası değişiyor.

Bugün fonda Frank Sinatra çalıyorum. Aslında devamlı aynı müziği çalmak değil niyetim. Ancak müzik değiştirmeye zaman bulamıyorum. Misafirler çaldığımız müzikten hoşlandıklarını söylüyorlar.    

Sağlam müdavimlerimizden biri geliyor eşiyle. Serin havaya aldırmadan verandada oturmayı tercih ediyor. Keyifleri yerinde. Gelen gidenler hız kesmiyor. Açıldığımızdan bu yana en yoğun perşembe gününü yaşıyoruz. Her gelen memnuniyetini ifade ederek ayrılıyor.

Sabahtan beri ağzımıza doğru dürüst bir şey koymadık. Yeni aşçı göreve başlayana kadar personelin karnını doyurma işini ben üstleniyorum. Küçücük doğradığım küp patatesleri wok tavada biraz zeytinyağı ile birlikte çeviriyor, sırasıyla doğranmış biber, küp doğranmış domates ilave ediyorum. Domatesler ölmeye başlar başlamaz sucuk dilimlerini kattıktan sonra içine bizim kara tavukların yumurtalarını kırıyorum. İlk yumurtalar ne de küçük oluyormuş. En az on yumurta kırdıktan sonra gözüm doyuyor. Dışarıda, kiraz ağacının altındaki masaya açıyorum servisi. Gel gelelim yemeye fırsatımız olmuyor. Yukarıdaki masanın temizlenmesi lazım. Ayşe Hanım, "Ya biri gelip o masaya oturmak isterse?" diyor, yukarı koşuyor. Eşimle ben oturuyoruz masanın başına. Verandada oturan beyefendi kokuya dayanamıyor. Çatalını kaptığı gibi tabaklara servis ettiğim patenti bana ait sucuklu menemenden bir lokma alıyor. Yanındaki hanımefendi ayıplıyor onu. "Ne yapıyorsun sen?" Samimiyet hoşuma gidiyor. "Bir sonraki sefere bana bundan yap." diyor, "Seninkinden dediğimde hatırlarsın." Gülüyorum.

Hemen arkasından bankacılar geliyor. Onlar da verandada oturmayı tercih ediyor. Siparişleri benim hazırladığım sucuklu menemen. Rastgele hazırladığım personel yemeği menüye girecek gibi. Adı da belli şimdiden "Seninkinden." İzmir'de yapılan karışık tost isimlerine benziyor. Kaşarlı sucuklu yengen, Rus salatası olursa enişten... "Bana oradan bir yengen, bir de enişten ver."  Ne kadar garipsemiştim. Şimdi de bana gelip "seninkinden" siparişi verirlerse yandık.  

Misafirler cennette yaşadığımızı söylüyor. Çoğunun aklında Taş Ev'in bir benzerine sahip olmak var. Emekli olunca aynı işi yapmayı hayal edenler de az değil. Evin önündeki kiraz ağacının yetişilebilecek dallarında meyve kalmadı. Üst dallara uzanıp koparılan tek bir kiraz misafirlere sunulan bir şölene dönüşüyor. Aşkın Şef kendi tavuklarını aldıktan sonra geride kalanların tamamı bize ait. Bunlarla uğraşmak ayrı bir iş. Doymak bilmiyorlar. Mutfaktan çıkan sebze ve ekmek artıkları onların. Kadir askerden döndükten sonra tavukların bakımını ona bırakacağım.

18 Mayıs 2017 Perşembe

DEĞİŞİYORUM

17/05/2017 Çarşamba, Tire

Yeni bir dönem başlıyor bizim için. Kapılarımızı bugün yeniden açıyoruz konuklara. Yeni bir şef katılacak aileye cuma günü. İki gün eşimle birlikte idare edeceğiz. Sabah Ayşe Hanım'ı aramamı istiyor eşim. İyi ki aramışım. Bugün mekanı açacağımızdan haberi yok. Eşim "Ona bugün açacağımızı söylemedik ki." diyor. Öyle bile olsa bir telefon açıp "Arkadaş ne zaman iş başı yapıyoruz?" demez mi insan?

Gelir gelmez Venüs'ü serbest bırakıyorum. O da yavaş yavaş yayla hayatına alışıyor artık. Hemen koşup Fifi'nin ensesine yapışıyor.

Bu iki günlük geçiş döneminde yoğun bir gün yaşamak istemiyoruz. Gündüz gelen misafirler bizi yormuyor. İlk kez ızgarayı yakıyorum. Bu işi de becermiş olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Artık aileden saydığımız dostlarımız iki araba dolusu misafirleriyle birlikte geliyor, manzaraya karşılarına alıp verandada oturuyorlar. Annem rahat durmamış kardeşlerime haber verip kendisini eve götürmelerini istemiş. "Yarım saat sonra gelip alacaklar beni." diyor. Ne zaman canı isterse yanımızda kalabileceğini söylüyorum. Erkek kardeşim kız kardeşimle birlikte geliyorlar. Avluda bir şeyler atıştırırken sohbet ediyoruz. Erkek kardeşimin "Değişiyorum" sloganı yazdığı kitabın adı olmuş. İmzalayıp hediye ediyor. İkinci kitabını hazırlıyor olması sevindirici.  

Yağmur havası var. Sıcaklık önemli ölçüde düşmüş. Verandada oturan misafirlerimiz üzerlerine şal istiyorlar. Gelen misafirlerimizden bazılarıyla sohbet ederken ortak dostlarımız çıkıyor. Taş Ev'i çok beğeniyorlar. Akşam mesai saati sonunda kimsenin kalmaması erken dönüş hazırlıklarına başlamamıza imkan veriyor. Uzun zamandır bu saatlerde kapatmak mümkün olmuyordu. Gelenler Taş Ev'i benim projelendirdiğimi sanıyor. Ben bu yapının mimarının Rumlar olduğunu söyleyince şaşırıyorlar. Benim yaptığım sadece olanı tamir etmek.

Akşam diğer günlere göre daha erken dönüyoruz evlerimize. Biriken günlüklerimi gözden geçirmeme imkan sağlıyor bu durum.