KATEGORİLER

2 Şubat 2016 Salı

DOĞDUĞUM EV


Doğduğum Ev

Bugün tesadüfen siyah beyaz bir fotoğraf geçti elime. Tam da doğduğum evin önünde çekilmiş. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. İki çam ağacının arasında kalan evde doğmuşum, 57 yıl önce, bir bahar ayının Kadir gecesinde. Eşrefpaşa semtinin 513. sokağında. İzmir'in plakasıyla aynıydı kapımızın numarası, otuz beş.

İki odalı evimizin tam seksen metrekareydi, avlu dahil kapladığı alan. Ankara'da oturduğumuz evin sığamadığımız salonu kadardı yani. İki göz odalı evimizde iki aile otururduk mutlu ve umutlu. Dış cephede gördüğünüz o kanatlı pencere var ya, gündüz misafir salonu, gece dedem ile anneannemin yatak odası. 10 yaşımda kaybettiğimde dedemi, verdiler bana yattığı döşeği. O odanın dili olsa da konuşsa... Yazları beş kişilik bir aileyi tam bir ay konuk ederdi yer yataklarında.

Arka tarafta bir oda daha vardı avluya bakan. Annemle babamın odasıydı orası. Dört çocuk nereye sığardık hiç hatırlamıyorum. Hiçbir formüle sığmıyor çünkü. Kapının karşısında dar bir holümüz vardı ta bahçe kapısına kadar uzanan. Hayat derdik adına, girişinde ve çıkışında, ayakkabıları giyip çıkarttığımız, eski Rum karolarıyla döşenmiş birer taşlık. Duvar boyunca yerleştirilmiş tahta bir divan, divanın altında içinde sabunların saklandığı sürme kapaklı ahşap bir kasa. Kışın, divanın ucunda kurulan sobanın üzerinde kızartılan mis kokulu ekmekler, kestaneler...

Mobilya mı dediniz? Olmaz mı? Anneme ve anneanneme ait birer Sınger dikiş makinesi. Yüz yaşında hakkın rahmetine kavuşan ve benim üzerimde çok hakkı bulunan Giritli anneannem. Pedalını ayağıyla bir aşağı bir yukarı hareket ettirirken dikiş makinesinin çıkarttığı sesler. Üzerine monte edilmiş orijinal lambanın ışığı altında, kasnağa geçirilmiş beyaz kumaşlardan çeşit çeşit, desen desen ortaya çıkan masa örtüleri, yatak örtüleri. Gecelerin birinde, benim yüzümden, eline dikiş makinesi iğnesinin batması anneannemin. 

Hiçbir yavrusunu birbirinden ayırmayan kuşlar gibi, yer sofrasında dört çocuğunu "Anikse bukasu" ve benzeri Giritçe sözlerle beslemesi annemin.  (Anikse Bukasu = Aç ağzımı)

Elinde bir kese kağıdı meyve, birden sokak başında görünmesiyle hayalet görmüş gibi eve kaçıp saklandığımız babamız.

Kapı önü oturmalarımız, sokak satıcılarımız, mahalle arkadaşlarımız, kapı önü oyunlarımız...

Türkçe öğrenmeye ömrü yetmeyen Giritli komşularımız. Az buçuk Türkçesiyle şiveli ve eğlenceli cümleler kuran Giritli komşularımız. 

Yan komşunun evini müteahhide kat karşılığı verdikten sonra yıkılan ara duvarımız. Yenilenir hiç olmazsa deyip bizimkini de bir katın karşılığına vermemiz.

Doğduğum ev, ne güzeldin....

1 Şubat 2016 Pazartesi

01/02/2016 Pazartesi, İzmir

Karga kahvaltısını etmeden evvel düştük yollara yine. İzmir'e vardığımızda hava yeni yeni aydınlanmaya başlıyordu. Erkenden randevu alındı.

Doktoru beklerken hastanenin kafeteryasına gittik. Kızım bir şeyler atıştırdı çayını içerken. Bana yasak, henüz kan vermediğim için. Benim en fazla merak ettiğim sonuç ise şekerimin kaç çıkacağı. Uzun zamandır evde bir tartışma sürüp gidiyor çünkü. Eşim ve kızım, benim şeker hastası olduğuma inanıyor ve yasak olan yiyecekleri yemememi istiyorlar. Aslında şekeriniz varsa eğer salça, hardal ve turşu dışında her şey yasak. Benim ise şeker olduğuma dair inancım zayıf. Neden derseniz; bir gün ara ile Tire ile İzmir hastanelerinden aldığım iki sonuç arasındaki inanılmaz fark. Ben ikisine de inanmıyorum dedim, çıktım işin içinden.

Doktor sabah siftahını benimle etti. Sorular sordu, cevaplarını aldı. Sonuçlar çıkana kadar bir şeycikler demedi. Tomografi çekimi ve bir sürü tahlil istedi. Oradan çıktık, kanlar alındı. Numuneleri ilgili toplama birimlerine teslim ettik. Kızım sağ olsun, beni hiç yalnız bırakmadı bu koşturmaca sırasında.

Hastane faslı çabuk bitti. Sonuçlar gün içinde belli olacakmış. Kızımdan haberleri alacağım, nasıl olsa. Oradan çıkıp dişlerimle ilgili yaşadığım problemi göstermek üzere Hatay'a gittim. Bana tavsiye edilen doktorun henüz gelmemiş olması, annemi ziyaret etme imkanı doğurdu. Kahvaltıyı annemin evinde yaptıktan sonra tekrar polikliniğe döndüm. Ağzımdaki köprüde temel diye bir şey kalmamış. Taban sağlam ama yine de kazık çakılacak, pardon implant yapılacakmış. Aklıma Ankara'daki aile diş hekimimiz Tayfun Bey geldi. İnşaat Mühendisi olduğumu bildiğinden, "aslında", demişti bir keresinde; "Aslında, biz meslektaş sayılırız." "Nasıl yani?" diye sorup şaşırdığımı görünce, "Şaşıracak bir şey yok," demişti. "Bizim yaptığımız işi en iyi siz anlarsınız. Çene ve diş sağlamlığı ile yapıların sağlamlığı aynı prensibe dayanır. Biz de köprü yaparız, siz foraj yapıp temel kazığı çakıyorsunuz yapıların altına, biz dişleri sağlam temele oturtmak için, delik açıp içine implant adını verdiğimiz parçalar bırakıyoruz."     

Poliklinikte sıram gelmiş, dişçi koltuğuna oturmuştum. Doktor elime bir ayna verdi. Elindeki ucu sivri aletle ağzımın içindeki hareketleri takip edebiliyordum artık. Bu uygulamayı ilk kez gördüm. Aslında hiç fena fikir sayılmaz. En azından yapılan işlemi izleyip hoşça vakit geçiyor, canınız sıkılmıyor!

Sonuç itibarıyla, yarın bir azı dişi çekimi ve iki implant yerleştirmesi yapılacak alt çeneme. Bu işler de hiç hesapta yoktu ama neyse. Sabah, yarın için göz doktorundan randevu alabilirim diye akşam kalmayı planlamışken göz doktoruna ancak 26 Şubat'a randevu verdiler. Bu yüzden göz olmadı bari diş verelim gibi oldu durum biraz. Sonu iyi olsa bari.

Diş doktoru çıkarttığı köprüyü ilaçlayıp yerine yapıştırdı gerisin geriye, sırf yarına kadar yeri boş kalmasın diye. Yarım saat bir şey yemek yok  dedi. Yarım saat biter bitmez kendimi bizim kokoreççiye zor attım. Canınızı çektirmek istemem ama, bir güzeldi, bir güzeldi ki anlatamam.
Akşam kızım nöbetçi ben onun evinde yalnızım. Yarın sabah onunla birlikte deniz kenarında kahvaltı keyfi. Kahvaltıdan sonra yine diş doktorunda olacağım.

Bu arada günün güzel haberleri akşam geldi. Şeker sonucu gayet iyi. Oley. Tahlil sonuçları da çok iyi, yaramaz bir durum yok. Oley. Bir de saygı değer dönem arkadaşım Tayfun Bey aradı bugün. Bunu önemsiyorum, çünkü bu, 40 yıl sonra karşılaştığım dönem arkadaşlarımla yeni dostluklara yelken açacağımıza dair umutlarımı arttırdı. 

31/01/2016 Pazar, Tire

Kızımla beraberdik bugün yine. O da benim gibi gece kuşu, gece çalışmayı sevenlerden yani. Dün, sunum hazırlığına ayırdığı için geceyi, kafama koyduğum filmi yalnız başıma, kulaklıkla izlemek zorunda kaldım. Dünkü yazıma konuk ettiğim "Ölüm Melekleri"nden, yani "Valkyries" den adını alan film, 1944 yılında, Adolf Hitler'i  hedef alan başarısız suikast girişimini anlatıyor.

"Valkyrie Operasyonu" (Tom Cruise) 
Başrolde Tom Cruise' un oynadığı bir Hollywood filmi olan "Valkyrie Operasyonu", 2008 yapımı. Albay Claus von Stauffenberg (Tom Cruise) liderliğindeki operasyon, gerçek kişi ve olaylardan sinemaya aktarılmış.

Beni en fazla etkileyen sahnesinde, Albay Stauffenberg, eşi ve çocukları ile evde vakit geçirirken birden sirenler çalmaya başlar ve çoluk çocuk panik içinde sığınaklara koşarlar. Onların tepelerine bomba yağarken, gramofondaki tanıdık bir müziğin yükseldiği plak ısrarla dönmeye devam eder. Babalarının subay şapkalarını giyen  çocukların selam durup daima gururla dinledikleri bu müzik, Richard Wagner'in "Ride of the Valkyries" inden başkası değildir. 

Baştan sona gerilim ve macera eksenli film, tarihsel olayları ve insan ilişkilerini başarılı şekilde izleyicilere sunuyor. Olumlu yorumlar çoğunlukta. Bence de izlenmeye değer. Film sona erdiğinde saat ikiyi geçiyordu ve kızım hala uyumamıştı.

Sabah Pazar gününün verdiği rahatlıkla biraz geç kalkıp keyifli bir kahvaltı yaptık. Bugün film seyretme günüm. Kızımın ısrarları üzerine yine değişik bir film izlemeye karar veriyoruz. Başrol oyuncusu Hintli Suraj Sharma, Piscine Molitor Patel yani "Pi" yi canlandırıyor müştereken izlemeye karar verdiğimiz 2012 yapımı bu filmde. Pasifik okyanusunda, bir teknenin içinde, Bengal kaplanıyla yalnız kalan,  Pi'nin verdiği yaşam mücadelesi anlatılmakta. İyi yorum ve yüksek   puan aldığını görünce, geçen yıl izlediğim bir Hint filmi olan "PK" benzeri filmle karşılaşmayı bekliyordum ama beklediğimi bulamadım. Daha ziyade çocuk ve gençlerin sevebileceği türden. Sadece görsel efektlerini başarılı buldum diyebilirim.







Akşama doğru dışarı çıkıp bir hava alalım dedik. Biz bunu eskiden beri yaparız. Çoğunlukla gideceğimiz yer belli olmaz. Hareket ettikten sonra rotamızı belirleriz. İçimizden biri ortaya bir fikir atar. Diğerleri de hemen kabul eder zaten. Bu sefer hiçbirimiz ortaya bir fikir atmadı. Bazen arabayla şöyle bir dolaşsak yetiyor zaten.

Bir süre sonra arabamızı  Carrefour sokağına park edip çarşıda yürüyüş yaptık. Normalde buralarda park yeri bulmak imkansız iken Pazar günleri daha tenha oluyor. Dönmemize yakın  Carrefour'da epey bir zaman oyalanıp  alışveriş yaptıktan sonra evimize döndük.

Sezonluklar pazara düşmeden dondurduklarımız bitsin diye, deep freeze'den  son parti Enginarlar çıkartmıştı eşim, kızımız çok seviyor diye. Böylelikle balığın pabucu dama atıldı tabi. Enginara doyduk, mevsimi olmadığı halde. Dondurulmuş olmasına rağmen tazeliklerinden hiçbir şey kaybetmemişler. Ankara'dayken satın aldıklarımızla alakası yok. Enginarı çok sevip Ankara'da yaşayanlara acıyorum şimdi.

Yeni satın aldığımız meyvelerden bir meyve tabağı hazırladı kızım enginarın üzerine. En sonunda sıcak bir saleple finali yaptı. Yarın sabah kızımla yollara düşeceğiz  erkenden hastaneye doğru. O mesaiye, ben kontrole.

30 Ocak 2016 Cumartesi

30/01/2016 Cumartesi, Tire

Yaylada çalışmalar devam ediyor. İşçiler elektrik kablo kanalını kazmak için yevmiye usulü çalışmak istiyorlar ama ben bunu kendi açımdan doğru olduğunu düşünmüyorum. Devamlı başında durup, çalışın, çalışın diyemem ki! Yine en iyisi metre başına fiyat vermek. Bu durumda da, ya taş çıkarsa, ya kök çıkarsa zamları giriyor devreye. Neyse, biraz daha araştıralım bakalım ne olacak. Belki de başlarına Yakup Ustayı koyup yevmiye usulü çalıştırmak en iyisi.

Yayla dönüşünde kapının önünde kızımın arabasını görünce sevindim. Akşam üzeri Kaplan Çam Restorana gittik. Ani karar verdiğimizden dolayı rezervasyon yaptırmamıştık. Bayağı kalabalık olmasına rağmen Fatih bey sağ olsun, bize güzel bir yer ayarladı. Mezeler her zamanki gibi güzeldi. Ölçüyü kaçırmamak için kendimle iyi mücadele ettim. Geldikten bir süre sonra tanıdık çok kişi geldi arkamızda. Gelen pastalardan anladığımız kadarıyla bazılarının doğum günü kutlanıyor. Erken kalktık evde film seyrederiz diye. Hala izleyeceğiz... Hanım uyudu bile.




  

ÖLÜM MELEKLERİ



29 Ocak 2016 Cuma

29/01/2016 Cuma, Tire

Nihayet havalar düzeldi. Bugün güzel bir bahar havası var. Yaylada çalışmalar başladı. Ana giriş kapısı dolguları için iki traktör malzeme getirmişler, ama hiç de iyi değil. Biraz çakılla karıştırmak gerekecek. Ustalar avlunun en uzak köşesinden itibaren taş duvar işine başlamışlar. Çukurköy'den yine taş getirmesi için Gani'yi aradım. Bundan sonra daha uygun fiyat istediğinden inşaat malzemelerini de ona taşıttıracağım. Yani hem taş hem de kum ve çimento gelecek yarın öğlene kadar.

Yaylaya çıkmadan önce Ziraat Odası'na belgeleri verdim. Yarın saat 14.30'da onlardan dosyayı alıp Tarım İlçe Müdürlüğü'ne götürecekmişim. İyi o zaman, resmen çiftçi oluyorum galiba. Çok heyecanlıyım. Daha önce hiç olmadığım bir şey bu.

Ziraat Odası'ndan çıkıp, Vergi Dairesi'ne gittim şu bizim radar cezasını ödemek için. Unutup gitmeyim diye. Ziraat Odası'ndan sonra burada çalışan memurlar işin tuzu biberi oldu. Kendileri mi ağır yoksa önlerindeki bilgisayar mı bilinmez, her iki tarafta fazla kalabalık olmadığı halde bir buçuk saate yakın sıra bekledim. Kaybettiğim onca zaman üstüne, bir de "Bugün çok yoğun" deyip, ah oh çekmeleri yok mu? Beni benden aldılar.

Artık sınıf atladık, kaya tuzu kullanıyoruz. Canan Hoca'nın hakkı ödenmez bana göre. Daha önce aldığım tuzu "rafine edilmiş bu" deyip beğenmeyen eşim, son aldığım yerin tuzunu uygun gördüğü için iki paket daha aldım. Var mı benim gibisi  bilemem ama, tuza karşı hissiz biriyim. Belki çok aşırı tuzdan rahatsız olurum ama yemekte ya da salatada hiç tuz olmasa bile rahatsızlık duymam. Belki bundan sonra kaya tuzunu severim, kim bilir?

Hafta sonu kızımla birlikteyiz. Bu sefer o geliyor yanımıza. Eşimde de Amasra Salatası aşkı başladı. Balığın yanında yapacağı salata malzemelerinden sadece dere otu ve roka eksiğimiz vardı ki, onlar yoksa zaten salataya salata denmez. Küçük Tire Pazarından (Cuma Pazarı) temin ettim hemen.

Kaplan Yolundan Tire Manzarası
Günler yavaş yavaş uzamaya başladı artık. Saat beşe yaklaşmış olduğu halde güneşin batmaya hiç niyeti yok gibi. Bahçeye yaklaşırken taş evi arıyordu gözlerim. Sisli havalarda, pustan dolayı görünmez oluyor bazen. Bu sefer, akşam güneşi o kadar ters ki, gözlerimi alıyor, ileriyi göremiyorum. Güneşi arkama alıp bütün ihtişamıyla Tire manzarasını kucaklıyor ve resmini çekiyorum.

Ustalardan ayrıldıktan sonra dönüş yolunda bu havalarda her zaman olduğu gibi bir canlanmadır gidiyor. İzmir'den gelenler Kaplan restoranlarına doğru rotalarını çizerken,, Tire'nin yerlileri arabalarını yol kenarlarına park edip, her cins alkollü içki eşliğinde manzaranın keyfini çıkarıyorlar. Çoğunlukla evli veya bekar erkek arkadaş gruplarından oluşan halkın arasında nadir de olsa ailesini ya da sevgilisiyle birlikte gelenler yok değil.  İşin iyi tarafı kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Kötü tarafı ise yedip içtiklerini konakladıkları yerde bırakıp gitmeleri. Bölge itibariyle çok fazla güneş alan bir yer olmasına rağmen, çingene teneke sesinde oynamaya nasıl başlarsa, bu muhitin insanları da güneşi görünce, Kaplan Köyü istikametinde manzarası güzel yol kenarlarına akın ediyorlar.

Atilla Bey'e telefon ettim. Nasıl olsa havalar düzeldi artık, "Şu elektrik kablo kanalına başlayabiliriz" demek için. Ne var ki, işçilere ulaşamamış. Yarın da başlanılmayacak bu işe. Bir yandan iş gecikiyor diye üzülürken, diğer yandan kızım geldiğinde onunla daha fazla vakit geçireceğim için sevindim.

Bi kitap da benden

kurall dergi: Bi kitap da benden

İşi ilerlettim, kitap çekilişlerine katılıyorum artık:)