KATEGORİLER

28 Nisan 2016 Perşembe

İSKENDER - ELİF ŞAFAK

Kitabın Adı: İSKENDER
Yazar: Elif ŞAFAK (1971, Salzburg)

Sayfa Sayısı: 443
Yayınevi: Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş,  Doğan Kitap
Basım Yılı: I. Baskı. Ağustos 2011, İstanbul
Çeviri: Omca A. Korugan (Yazarla birlikte)
Türü: Didaktik Roman

Kitap Hakkında: Kitabın kapak fotoğrafı gizem dolu bakışlarıyla, hem doğunun hem de batının izlerini taşıyan bir kadın. Muhtemelen roman kahramanlarından Cemile'ye vurgu yapılıyor. İlk kapak resmi bu değil. Bundan önceki kapak resminde erkeksi kıyafetler içinde romanın baş kahramanı İskender'in kılığına sokmuş kendini yazar. Elif Şafak İngilizce kaleme aldığı kitabına İstanbul'da başlayıp Londra'da tamamlamış. Eser, önce Omca Korugan daha sonra yazarın kendisi tarafından Türkçeye çevrilmiş.

Doğu Anadolu'da başlayan bir yaşam öyküsü konu ediliyor romanda. Fırat'ın kenarındaki bir Kürt köyünden İstanbul'a, oradan da Londra'ya uzanan serüven, yazarın hayal gücü ve kıvrak kalemiyle aktarılıyor okurlara. Diğer kitaplarında olduğu gibi şiirsellik, tasavvuf, kadına şiddet, aşk ve farklı kültürlerden esintilerle yoğrulmuş bir yapıt. Elif Şafak romanlarında rastlanılan sürpriz gelişmeler kitaba sürükleyici bir özellik katıyor. Sayfa sayısı fazla olmayan çok sayıda ara bölümden oluşan romanda geçen olaylar yer ve tarih bilgisi verilerek roman kahramanları ağzından anlatılıyor.

Adem'in ilk görüşte aşık olduğu Cemile yerine ikizi Pembe ile evlenmesiyle başlıyor tesadüfü bol macera. Üç çocukları olur bu evlilikten. İskender, Esma ve Yunus. İstanbul'da bir süre kaldıktan sonra bir yolunu bulup Londra'ya giderler. Ailesini ihmal etmeye ve şiddet uygulamaya başlayan Adem aynı zamanda kendini içkiye vermiş ve kumar oynamaya başlamıştır. Bir müddet sonra evine hiç uğramaz olacaktır. Pembe yalnızlık içinde kıvranırken tesadüfen çoklu etnik kökene sahip Elias ile tanışır ve aralarında bir aşk başlar. Adem de kumarhanede tanıştığı Roxana adında bir kadına kendini kaptırmıştır. Kumarda bütün parasını kaybeden Adem'i bıraktıktan sonra Avusturyalı zengin bir işadamının peşine takılan Roxana soluğu Abu Dabi'de alır. Parasız kalan Adem bir yolunu bulup hem çalışmak hem de Roxana'yı aramak için Abu Dabi'ye gider. Bu arada Pembe ile Elias'ın ilişkisi su yüzüne çıkmıştır. Amcası Tarık'ın tahrik etmesiyle İskender namus uğruna on beş yaşında katil olur. Ama kimin katili? Pembenin tutkuyla sevdiği büyük oğlu İskender hapishane yaşantısında neler yaşıyor, neler öğreniyor?

İskender'in hayalleri, pişmanlıkları hapishanede tuttuğu günlüklere geçer. Londra'da yaşayan Pembe ile Fırat kenarındaki bir köyde yaşayan ikizi Cemile arasında süregelen mektuplaşmalar, sokakta yaşayan insanlar, punkçular romanda kullanılan diğer bazı öğeler. Romanın sonuna doğru olayların sır perdesi su yüzüne çıkarken Elif Şafak yine okuyucuyu ters köşeye yatırıyor.

İskender adlı romanında yazar genel olarak gerçek yaşam kesitleri sunsa da -Abu Dabi'de sevgilisiyle kaldığı çok katlı bir otelin balkonundaki teleskoptan bakan Roxana'nın yıllarca görüşmediği eski sevgilisi Adem'in yaşama veda ediş anına şahitlik etmesi gibi- bazı bölümlerde tesadüf sınırlarını zorlaması rahatsız edici.  

Korkarak sevgilisini evine alan Pembe'nin ruh halini, "Gözlerindeki endişe kadar hakikiydi tebessümü" diyerek kelimelere döken yazar ustalığını konuşturuyor. Türü Didaktik (Öğretici) ancak bana göre çok da öğretici bir roman da değil.       

KARA KIZLARA NAZAR DEĞDİ

27/04/2016 Çarşamba, İzmir
Dün toplanan incirleri soymakla başladık işe. Eşimin hünerli ellerinde reçel olacaklar. İşin zorluğu buncağızları soyarken ele bulaşan beyaz sütü. Süt gibi görünüyor ama çok tahriş edici özelliği var. Eldiven giymeden soymaya kalkılırsa yara içinde bırakıyor elleri. İlk partide benim ellerimde sorun yok. Havaya giriyorum yine, bana bir şey olmaz diye.

Neşe içinde çıktım yola. Gani Usta'nın su deposu inşaatında çalışacak taşeronun bugün gelmeyeceği haberini vermesi bile bozmamıştı neşemi. Yakını mı hastalanmış ne. Doğru mu söylüyorlar, yoksa uyduruyorlar mı o da bilinmez. Artık sonuna yaklaştığımız için kızmıyorum o kadar. Bahçenin içine park eden iki aracın birinden yüksek bir müzik sesi duyuluyor. Davul ve zurna eşliğinde harmandalı zeybeği ortalığı inletiyor. Sanki düğün yeri, garipsiyorum. "Açılışı yaptık." diyorlar, gülerek. Garip bir tedirginlik seziyorum Yakup Usta'da. Hani bir şey söyleyecek ama bir türlü cesaret edemiyor gibi. Kadir'e bakıyorum. Onun ifadesini çözmekse hiç kolay değil. En yakınını kaybetse de, define bulsa da hep o aynı gülen suratını değiştirmeyecek. Garip bir çocuk. 

Genelde bahçe girişinde bıraktığım arabamı içeri sokuyorum bu sefer. Dün aldığımız sıhhi tesisat ve elektrik malzemeleri ile tıka basa yüklüyüm. Ustalar işlerini bırakıp arabanın yükünü binaya taşımaya başlıyor. Hepsi kırılacak malzeme olduğundan dikkat etmelerini söylüyorum.

Malzemeler boşaltıldıktan sonra Elektrikçi Ali'yi arıyorum, yarın Kamil'i göndersin diye. Beklediği bütün malzemelerin geldiğini söylüyorum. Arkasından marangoz Ünal Usta'ya telefon ediyorum, gelip bir an önce eksiklikleri tamamlasın diye.

Akşama kadar tuvalet duvarlarının seramiği bitecek görünüyor. Burada çalışan ustalardan biri seramikleri kastederek "Elimizdekiler yetmeyebilir." diyor. İkinci kata çıkıyorum. Baki Usta, yanına birini almış özenle söveleri  yerleştiriyor. Seçimimle gururlanıyorum. Daha üzerine iki renk boya çekilecek ama boyasız hali bile salona bambaşka hava katmış. Aşağı inip Yakup Usta'yı buluyorum. Gani Usta'ya verilmek üzere ona para bırakıyorum. En sonunda çıkarıyor ağzındaki baklayı. "Tavuklar" diyor. "Tavuklar gitti."

Şaşkın vaziyette soruyorum. "Nereye gitti?"
"Köpekler girmiş bahçeye kümese dalmış, neredeyse tamamını telef etmiş." diyor. Hemen kümesin olduğu yere doğru koşuyorum. Köpeklerin saldırısına uğrayan bir horoz ve on altı tavuktan yedi tane kalmış. Kalan tavukların çoğu da sakatlanmış. Bazıları kırık ayağıyla kapatmış gözlerini can çekişiyor, bazılarının tüyleri yolunmuş hengame sırasında. Eşime nasıl söylerim ben bu haberi? Bir an evvel kümesimiz, tavuklarımız olsun istemişti. Elektrikçiler yolu uzatıp kapıdan dolaşmak yerine elektrik kablosunun bahçe sınır çitinin  altından girip çıkıyorlardı. İşleri bitince çitin altındaki boşluğu kapatmayı ihmal etmişler. Oradan aç bir köpek sürüsü dalmış bahçeye ve olan  olmuş!

Bir şeyi çok istememek lazım. O kadar hoşumuza gitmişti ki kendi tavuğumuzun yumurtasını yemek. Nazara geldik diyeceğim neredeyse. Son yedi yumurtayı alıp koydum arabaya.

Eve döndüğümde önce yumurtaları verdim eşime. O kadar sevindi ki. "Aaa canlarım benim!" diyerek aldı yumurtaları elimden.
"Çok sevinme, üzüleceğin bir haber var." dedim. "Tavukların yok artık." Yüzündeki o mutluluk anında kayboldu. "Nasıl yani?"
Anlattım olayı. Tavukların uğradığı zulüm daha çok acıttı içimizi, onları kaybetmekten ziyade.

Sabahtan başladığımız incir reçeli hazırlığı için yine ona yardım edecektim. Evden içeri girdiğimde ilk iş olarak üzerimi değiştiririm. Tam üzerime ev kıyafetlerini giymiştim ki, telefonum çaldı. Arayan Baki Usta'ydı. On kutu seramik eksik kalmış. Hemen giyindim gerisin geriye. Daha önce aldığım yerden seramikleri yükleyip çıktım yine yaylaya. Aklım hala giden tavuklarda...

Eve döner dönmez Elif Şafak'ın elimde uzun süre oyalanan kitabını bitirdim ilk iş olarak. Eşimin elleri incir soymaktan tahriş olmuştu. Malulen emekli olmuş bu konuda. İş bana kalmış görünüyor. Sabahki seansta bende tahriş emaresi görünmediğinden "Sen bırak, ben yaparım hepsini yavaş yavaş." diyorum. Henüz yarısına gelmeden benim ellerim de yanmaya başlıyor. Havaya girmem yersizmiş. Ellerim mahvoluyor.

27 Nisan 2016 Çarşamba

GIDA ÇARŞISI

26/04/2016 Salı, İzmir
Yine salı ve biz yine salı pazarına gidemedik. Sanki özellikle ayarlıyoruz. Yok aslında böyle bir şey. Sadece çok fazla günümüz kalmadığı için  İzmir'de Gıda Çarşısı adını verdikleri yerdeyiz. Burada gıda dışında inşaatçılar, hırdavatçılar, elektrikçiler, ambalaj imalatçıları ve hemen her cins ürünün toptancıları grup grup toplanmış. Yaylada tuvaletin işleri hızla ilerliyor. Acilen almamız gereken malzemeler var. Bugün beş usta birden çalışmış seramik işinde. Açılış yapacağız yakında dedik ya, acayip motive olmuş ekip. Bir an önce bitirmek için canla başla çalışıyorlar.  

Tire'de lavabo, klozet vs için bazı fiyatlar almıştım. İnşaat malzemelerini temin ettiğim tedarikçimin bana en uygun fiyatları verdiğini düşündüğüm için belki de boşu boşuna olacaktı bu gidişim. Ama öyle olmadı. Gıda çarşısında birkaç yerden fiyat sorduk. Bu çabamız bize en azından yüzde otuz kazandırdı.

Nereye varacak bu işin sonu bilmiyorum artık. İş işi doğuruyor. Tam bitirdim derken yeni bir iş çıkıyor karşıma. Güzel çanak lavabolar aldık tuvalet için. Moda ya şimdi. Bitti mi? Elbette hayır. Lavaboyu alırsam iş tamam diye düşünüyordum önceleri. Lavaboyu aldım, bu sefer onun oturacağı mermeri halletmem lazım. Onunla da olmuyor, ondan da önce mermeri ve lavaboyu taşıyacak profil demir karkası yaptırmam gerekecek. Bütün ürünleri "çalışır" diye kodladıkları şekilde aldık. Yani alınan parçaların dışında herhangi bir aksesuar gerekmeyecek. Anahtar teslimi gibi bir şey. Ama biliyorum ki yine de bir şeyler eksik kalacak. Ama dübeli, ama vidası... Lavaboların üzerine bir de ayna gerekecek. İşte bak yine çıktı bir şey. Yok, ben bu konuyu  yeni bir şeyler çıkmadan kapatsam iyi olacak.

Erken çıktık evden. Yolda elektrik malzemelerini aldığımız yerin temsilcisi Nurten Hanım'ı aradım. Salonun iki sarkıtma avizesi dışında iç ve dış aydınlatma aksesuarlarını getirmişler. Gün içinde  uğrayacağımızı söyledim. Bazı çalışanlar işini severek yapıyor. Nurten Hanım da onlardan biri. Malzeme seçiminde ve diğer konularda bize çok yardımcı olmuştu.

Esnaflık herkesin beceremeyeceği bir meziyet. Yorgunluktan ve kararsızlıktan sinirlerimiz iyice gerilmeye başlamıştı. Sıhhi tesisat malzemelerini almak üzere o satıcı senin bu satıcı benim canhıraş dolaştığımız bir andı. Ne kadar not alsak da, kalitesi ve modelleri değişik ürünlerin farklı fiyatları kelebek olmuş, kafamızın etrafında uçmaya başlamıştı. Bu haldeyken girdik dükkanın birine. İşyeri sahibi olduğu izlenimi veren orta yaşlı bir adam oturduğu masadan kalkmadan bize hoş geldiniz, buyurun gibi birkaç laf etti. Yirmi yaşlarında genç bir kız bizimle özel olarak ilgilendi. Fiyat soruyoruz, kız bize liste fiyatını söylüyor. "Bunun indirimi yok mu?" diye soruyoruz. O da patronuna soruyor. Patronu, "Yüzde yirmi beş" diyor. Kız elindeki hesap makinesini kullanarak yüzde yirmi beş indirimi düştükten sonra yüzde on sekiz KDV ekleyip bize sonucu söylüyor. On çeşit ürün sorduysak, bu sahne aynı şekilde on kez tekrarlandı. Biraz daha indirim yapılmasını istedik. Bütün satıcıların klişe laflarıyla dil dökmeye başladı adam. Yok efendim bütün mağazaların sattığı malları onlar imal etmiş, yok kalitesi şöyleymiş, yok böyleymiş. "O zaman en uygun fiyatı sizin vermeniz lazım bu mantığa göre." dedim. "Madem ki diğerleri sizin ürünlerinizi satıyor, mantıken sizin fiyatınıza inememesi lazım. Neticede onun da bir karı olacak bu işten." Adam Nuh diyor peygamber demiyor. "İyi madem, o zaman biraz dolaşalım olmazsa döner geliriz." dedim. "Yok, onu yapmam öyle." dedi ve devam etti. "Geri döndüğünüzde size bu fiyatlardan vermeyi garanti edemem." Bak sen şu küstahlığa. Tehdit, şantaj her şey var. Bana artık bedava verse malı dönüp bakar mıyım acaba. "Hadi" dedim eşime "Aradığımız yer değil burası."

Sezai Usta aradı, bana whatsapp 'tan salondaki kirişlerin üzerine uygulayacağımız söve motiflerini göndermiş. Bunlar arasında seçtim birini, hiç düşünmeden. Anlamını bildiğim bir motifti bu çünkü. Mekanın isim alternatifleri arasında ağırlık kazanan "Kaystros" yani nehirlerin tanrısı "Küçük Menderes" bu topraklara can veren suyun adı. Seçtiğim motif antik çağlarda "Meander" Menderes Motifi olarak biliniyor. Dönemin önemli yapılarının kapı, pencere ve duvarlarında bu kenar süsü bolca kullanılmış.

Dolaşmaktan artık yorulmuştuk. Site Unlu Mamuller adını taşıyan bir yer vardı Hatay'da. Şiir gibiydi pastaları ve diğer bütün ürünleri. Hiç yemeye niyeti olmayana bile niyet bozdururdu tatlılarının görüntüsü. Gıda Çarşısında bir şubesini bulup oturduk hemen, düşünmeden. Sadece unlu mamul ve tatlı değil, ev yemekleri de veriyormuş burası. Ne yazık ki, Hatay Caddesindeki Site kalitesi yok burada. Hiç beğenmedik. Oradan çıkıp yeniden devam ettik dolaşmaya. Pastacılık malzemesi satan yerler eşimin gözdesi. Her seferinde müze gezer gibi geziyoruz bir şey almasak bile.

En sonunda kararımızı verdik. İkinci girdiğimiz mağazadan almaya karar veriyoruz bütün malzemeleri. Acaba hepsini araba alacak mı?  Önce koltukları yatırıp sıhhi tesisat malzemelerini yükledik. Neredeyse boş yer kalmadı arabada. Sonra elektrikçiye gittik diğer malzemeler için. Koca kolilerin arabaya sığması imkansız göründü gözüme. Büyük kolileri açıp içinden çıkan küçük kolileri arabada kalan boşluklara sıkış tepiş doldurduk.

Ağır gitmek zorundaydık. Her ne kadar ambalajlı olsa da hepsi kırılacak eşyalar nihayetinde. Gıda çarşısında yol tadilatları ve alt yapı çalışmaları sebebiyle asfalt delik deşik. Oradan çıkıp çevre yoluna varıncaya kadar yoğun trafik altında gerildim iyice. Tam mesai bitimi. Burada da Ankara'daki gibi akşam saatlerinde trafik tıkanıyormuş demek!
  

25 Nisan 2016 Pazartesi

DİLEK ÇEŞMESİ - KAYSTROS

25/04/2016 Pazartesi, Tire
Geç çıktım bugün evden. Biraz kitap okudum. Artık bir iki güne kadar yeni bir kitaba başlamalıyım. Elif Şafak gerçekten güzel yazıyor. İfade gücü kuvvetli olduğu kadar hayal gücü de geniş. Romanın kahramanları, yaşanan olaylar hayal ürünü olsa bile hepsi de yaşamış olması muhtemel kişiler ve gerçeğe uygun hikayeler. Okurken keyif alıyorum. Bu kadın nasıl üretir onca olayı hayalinde? Aslında hiç bırakmak gelmiyor elimden kitabı. Lakin yaylada çalışanları denetlemem lazım.

DİLEK ÇEŞMESİ - KAYSTROS
Birkaç gündür ilk durağım kümes oluyor yaylada. Kadir bir de kel horoz koymuş tavukların arasına. Bizim kara kızlar günün yumurtalarını çoktan hazırlamışlar. Suları bitmiş, gidip tamamlıyorum. Yakup Usta havuzun duvarını örmüş, binanın önüne kayrak taşı döşüyor. Baki Usta ve ekibi tuvaletin sıva işlerinden sonra taş evin pencere pervazlarının dolgusuna devam ediyor. Kirişlerin üzerinde rötuş yapılacak bazı yerlere gelecek sıra daha sonra.

Süs havuzu güzel oldu. Havuzun ortasında fıskiye koyacağımız sütunun üzerine oturan tablayı havuzun tarihi dokusunu korumak adına değiştirmedik. Roma'daki Fontana di Trevi (Aşk Çeşmesi) gibi bunu da dilek çeşmesi olarak lanse etmek hiç fena fikir olmasa gerek. Bir zamanlar Roma'da çıkan bir gazetede okumuştum: Aşk Çeşmesinin önündeki havuzda biriken bozuk paraları toplayan bir deliymiş! Bizim halkımız buna bayılır. Mesela havuza para atan kişinin üç vakte kadar dileği gerçekleşiyormuş diye bir söylenti çıkartırsak bu iş tamamdır! Her sabah erkenden Roma'daki deli gibi toplarız paraları...  İyi delilik hani...

Yakup Ustayla birlikte su deposunu yapacak Fevzi Ustayı arıyorum. Kaplan köyündeymiş. Arabasına atlayıp bahçeye geliyor ve çakılın boşaltılmasını istediği yeri Gani Ustaya gösteriyor. Gani daha sonra şehre inip su deposu için gerekli olan çakılı, demiri ve çimentoyu traktörüne yükleyip gün içinde yaylaya getirecek.

Eve akşama doğru döndüm. Blogların arasında dolaşırken, önerilen bir filme takıldım. Eşim içeride misafir ağırlıyor. Bunu fırsat bilip filmi izlemeyi düşündüm. Ancak her gece olduğu gibi dün gece de geç yattığımdan bir anda uyku çöktü üzerime. Yarı uyanık yarı uykulu, seyrederken ilk yarı bitmiş ama filmin tadına varamamıştım. Uykuya yenik düştüğüm anlarda birden silkinip uyanık olduğum son kareyi aramak zorunda kalıyordum. Eşim seslendiğinde bu filmi düzgün kafayla bir kez daha seyretmek konusunda çoktan kararımı vermiştim. İkinci yarının onuncu dakikasıydı ve ben aralıklarla uyuklamaya devam ediyordum. Eşimin misafirleri yaylaya çıkarıp taş evimizi gösterelim teklifi iyi geldi bu yüzden.

Bu yüzden bir saat kadar sonra yeniden düştüm yayla yollarına. Önce misafirlerimize tavuklarımızı gösterdik iftiharla. Taş evin muhteşem manzarası zaten bilinen bir gerçekti ama terasın da bu kadar cazibe merkezi olmasını beklemiyordum.  Tabiatın içine doğru uzatılmış bir tepsiyi andıran teras, etrafı meyve ağaçları ve çiçeklerle bezenmiş yemyeşil bahçeyi görmekte. Burada yapılacak kahvaltının tadına doyum olmayacak. Günün her saatinde farklı bir güzellik yansıtacak.

Yayladan tam çıkarken bir motosiklet sesi duyuyoruz. Kadir, gündüz ondan istediğim koca bir torba erkek incir (iğlek) getirmiş. Geçen sene reçelini çok güzel yapmıştı eşim. Bu yıl da aynısından yapacak.

Yarın Gıda Çarşısına gidip geriye kalan inşaat malzemelerini bağlamak istiyoruz. Sabah elektrikçiye telefon edip apliklerin hazır olup olmadığını soracağım. Eğer imalat bittiyse dönerken apliklerle birlikte alt salonun avizelerini de almak istiyorum. Günler hızla akıp giderken seyahat tarihimiz yaklaşıyor. Nereleri gezmeli nereleri görmeli bir an önce araştırmamız lazım.   

ESKİ DOSTLAR

24/04/2016 Pazar, Tire
TAŞ EVDEN TİRE MANZARASI
Bazı dostluklar vardır karşılıksız, katıksız. Ne geçen yıllar eksiltir değerini ne de menfaatler bozar. Onları görmesen, duymasan bile hep iyi şeyler geçer aklından. Aramazlarsa eğer gönül koymazsın. Her zaman haklı bir nedeni vardır sana göre bu aramamaların. 

Yıllar sonra telefonun çaldığında duyarsın seslerini. Ayrılık yılları aylara, aylar günlere, günler saatlere, saatler dakikalara, dakikalar saniyelere dönüşür yıldırım hızıyla. Sanki hiç ayrılmamışçasına devam eder kaldığı yerden. Hayat mücadelesinde soluklandığın bir an aklına düşerse bazen, sen de onları ararsın. Ne onlar sana, ne sen onlara "Niye aramadın bunca zaman?" diye sorar. 

Fazla değil böyle dostlarımın sayısı. Ancak bir elimin parmakları kadar. Bugün ziyaretime gelen işte onlardan biri. Uzun yıllar geçti birbirimizi görmeyeli. Önce şehirler girdi araya, sonra iş temposu. Aslında hepsi bahane. Aklında olduk birbirimizin, buydu önemli olan.


Kıymetli eşleriyle birlikte Aydın'dan geldiler, bize onur verdiler. Kaplan Çam Restoran'a gittik. Yedik, içtik, bol bol sohbet ettik, yılların özlemini giderdik. Daha sonra yaylaya çıktık birlikte. Bahçemizi, taş evimizi gezdirdik.

Dönüş yolunu uzattık biraz. Kısa şehir turu yapıp döndük evimize, kaldığımız yerden devam ettik sohbetimize. Eski günleri andık, geleceğe dönük hayallerimizden bahsettik. Çocuklarımızın kulaklarını çınlattık, eski dostları andık. Ne iyi yaptılar da geldiler, bizi mutlu ettiler.       

24 Nisan 2016 Pazar

TAŞ FIRINDA SHAKSHUKA

23/04/2016 Cumartesi, Tire

Kaplan'a olağan ziyaretlerimden biriyle başladım güne. Çalışanların keyifleri gayet yerinde. Hava güzel, doğal hayatın içinde, manzara ayaklar altında... Nerede bulacaklar böyle güzel çalışma ortamını? Hayranlıklarını saklamıyorlar zaten. Hatta yeni gelenlerden biri burada devamlı çalışmak istediğini ima etti. Taş fırını yakmışlar yine. Öğlen yemeği için hazırlık yapılıyor. Bugünkü menüde menemen var. Dün bulduğumuz kadar yumurta göremedim follukta. Yoksa bizim yumurtaları menemen için mi ayırdılar? İlginç olan bir şey daha. Biz şakşukayı patlıcan, biber ve domates gibi sebzelerin kavrulduktan sonra üzerine sos dökerek hazırlanan bir meze olarak biliyoruz. Ancak aynı okunuşa sahip "Shakshuka", bildiğimiz "Menemen" olarak tanınır dünyada. Sabah kahvaltısı ve brunch'larda Yahudi sofralarından eksik olmayan "Shakshuka" esasen Kuzey Afrika orijinli bir yemektir.   

TAŞ FIRINDA SHAKSHUKA


Tesisatçı genel tuvaletlerde gider borularının bağlantılarını yapıyor.

Bir gün önce getirdiğim elektrik malzemelerini koyduğum yeri gösteriyor, bütün apliklerin bir hafta içinde teslim edileceğini söylüyorum.

Yakup Usta Kadirle birlikte evin yanında bulunan eski süs havuzunun kenarındaki taş duvarı tamamlamaya çalışıyor. Baki Usta ise pencere ve kapı doğramaları ile taş duvar arasındaki boşlukları doldurmaya başlamış, beğenip beğenmediğimi soruyor..



Kümesin yanına doğru gidiyorum. Hemen sularını tamamladım.  Pis ayaklarıyla içine girdiklerinden suluklarını iyice kirletmişler. Dibinde su kalmayınca da çamur tabakasından başka bir şey kalmamış. İyice yıkadığım su kaplarını yanımda getirdiğim temiz suyla doldurdum. Hepsi birden üşüştü üzerime. Su kaba dökülürken şişenin ağzına sıçrıyorlar. Susuz kalmış zavallılar. Kadir'e buncağızları niye susuz bıraktı diye kızacaktım ama o az önce sulukları doldurduğunu söyledi. Tavukların bu kadar fazla su içtiklerini daha önce hiç bilmezdim.








Ben kümesten çıkıp taş evin yanına dönene kadar taş fırından çıkardıkları tepsinin üzerine çökmüş karınlarını doyuruyorlardı ustalar. Buyur ettiler ama benim asıl derdim taş fırında pişirilmiş menemenin, yani nam-ı diğer sahkshukanın fotoğrafını çekebilmek. Tepsiyi bir çırpıda yarıladıklarından kalan kısmıyla yetinmek zorunda kaldım.









Geçen sene taş evin hemen yanında rengarenk açan ortancaları iyi hatırlıyorum. Bol suyu, cömert toprağı görünce nasıl da coşmuşlardı. Çiçek bahçesi dediğim bu köşede her sabah farklı renklerde açan çiçekleri fark etmiyoruz bile. Fazla itina göstermesek bile inatla bütün güzelliklerini gösteriyor bize onlar. Süreleri dolunca ansızın kayboluyorlar. Hiç karşılık beklemeksizin sundukları güzellik beni utandırdı bugün. İşlerimi yoluna koyunca onlarla özel olarak ilgilenmeyi koydum kafama.




Dün akşam üzeri eşim mimar bir arkadaşına göstermiş bizim Taş evi.  Binayı, bahçeyi ve tabii ki kümesimizi gezmişler. Bakmışlar ki suları kalmamış tavukların, tazelemişler sularını. Merak edip onca güzelliğin arasında açan gülleri görüp görmediklerini sordum. Tahmin ettiğim gibi dikkatlerinden kaçmış. Üç ayrı renkte açan güller güzel bir  göz ziyafeti sunuyor konuklarına. Pembe, sarı ve beyaz. Farklı renkteki güllerin taşıdığı mesajları hatırlıyor gibiyim. Yine de emin olmak istiyorum.







PEMBE GÜL: Senden hoşlanıyorum.

SARI GÜL: Seni kıskanıyorum.

BEYAZ GÜL: Masumiyet, saflık






Öğleden sonra süs havuzuna mozaik seramik, tuvaletlere lavabo gibi malzemeler için fiyat araştırmasına başladım. Muhtemelen haftaya İzmir'den tedarik edeceğiz onları da.

Bu arada seyahatimiz de yaklaşıyor. Yeniden oturup plan hazırlığına başlamalıyım. Yaylada inşaat işleri bitince seyahat için zor zaman buluruz artık. 



14. gün (EK)'im:
BAŞLANGIÇ 75,2 KG




HEDEF
70,0 KG 

GÜN SAYISI
BUGÜNKÜ   
  KİLOM        


DEĞİŞİM (+/-) KG
HEDEFİME KAÇ KG VAR
        14
    72,6
    - 2,6
     2,6


















22 Nisan 2016 Cuma

POLLO IN FORNO IN STILE VILLAGGIO

22/04/2016 Cuma, Tire

Sabahları eşimle birlikte yaptığımız köy yumurtalı kahvaltıları özlemişim. Kahvaltı esnasında yapılacak işleri konuştuk. Bugün bir de cuma pazarına çıkarsak iyi olacak.

Yakup Ustanın  önceden sipariş ettiğimiz 8 köy tavuğunu salı pazarından alıp yeni kümesimize getirdiğini biliyorum. Tavuklarımızı ilk kez göreceğimiz için eşim ve ben çok heyecanlıyız. Özellikle de eşim. Sırf tavukların hatırına yaylaya benimle geleceğini söyledi.

Yola çıkmadan önce Yakup Ustayı aradım. Su deposunu yapacak ustayı getirecekti yanında. Eğer usta gelmişse işim uzayacağından bir an önce eve dönmek isteyecek eşimi yanımda götüremezdim. Yakup Usta köyünde cenazesi olduğundan bugün gelemeyeceğini, diğer ustalara kapıyı Kadir'in açacağını söyledi. Depo ustasını ancak yarın sabah getirebilirmiş!



Bu durumda benim de bahçede uzun süre kalmama gerek olmadığından eşimle birlikte çıktık yaylaya. Bahçeden içeri girdiğimizde Kadir karşıladı bizi. Ondan başka Sezai Usta'nın dört adamı yoğun bir şekilde girişmişler işe. Neredeyse tuvaletin sıvaları tamamlanmak üzere. Kadir taş fırının başında cızırdayan bir tepsi içinde fırında tavuk pişiriyor. "Ağabey, fırın çok güzel oldu" diyor gevrek gülümsemesi eşliğinde. Bizim Ankara'dan getirdiğimiz fırın tepsilerinden birini almış, üç tavuğu parçalayıp koymuş içine. Halis sızma zeytinyağı bol nasılsa, tepsiye boca etmiş önce. Arkasından tavuk parçaları ile iri kesilmiş soğanları yerleştirmiş. Yarım saat sonra tavuk nar gibi kızarmaya başlamış. Son aşamada üzerini bol domates ve biberle süslediği tepsiyi bir müddet daha tutmuş taş fırında. E, yani yeme de yanında yat. Bu menümüzün ilk yemeği neden olmasın? Ama kendisine yakışır bir ad bulmak lazım bu yemeğe. Madem yabancı dil ilgi çekiyor. "Köy Usulü Fırında Tavuk" desem kimse bakmayacak yüzüne. Bunun yerine  "Pollo in Forno in Stile Villaggio" desem, eşim beni döver mi acaba?



Arabadaki elektrik malzemelerini binaya taşımasını söyledim Kadir'e. Diğer ustaların yanına gittim. Baki Usta işini bilen biri. Temiz çalışır. Bütün şap, seramik işlerimi ona yaptırdım. Birlikte ne kadar seramik ihtiyacımız olduğunu hesapladık. Bu arada Yakup Usta süs havuzunun duvar taş örme işçiliğini çok güzel yapmış. Biraz daha işi var. Elektrikçi Ali'yi aradım. Yarın eleman gönderip tuvaletlerin eksik tesisat işlerini tamamlayacak. Hazır gelmişken mutfağın tesisatlarının montajına da başlayacak. Ben ustalarla ilgilenirken eşimden ses çıkmıyor.


"Nüket, neredesin?" diye seslenince çıktı ortaya. Keyfi yerinde, elinde folluktan topladığı yumurtalarla yüzünde güller açıyor. Dışarıdan kümesin içine nasıl uzattıysa elini, yumurtalardan iki tanesini yetişip almış avucuna. Çocuk sever gibi okşuyor yumurtaları. Kümesin kapısını bulamadığından diğerlerini alamamış. Ben yanına gidince, elinde telefon olduğu halde "Hayır, onları da ben alacağım" deyip kesti önümü. Arkadaşlarıyla sevincini paylaşıyor olmalı... Topu topu beş yumurta zaten. Birisinin follukta bırakılması adettenmiş. Yarın sabah o yumurtaya bakıp yumurtlamak gelecekmiş tavukların akıllarına. Kümesin kapısını açıp eşimin içeri girmesini sağladım. Nasıl mutlu nasıl mutlu anlatamam. Şimdi güzel bir de köpeğimiz olmalı bize bekçilik edecek...

Pazar günü misafirimiz var Aydın'dan. Adettendir, misafir Kaplan'a çıkarılır burada. Yöresel yemeklerle ağırlanır. Fatih Beyin Çam Restoran'ına rezervasyon yaptırmak için uğradım. Hem eşi hem kendisi çok ilgilendi. Biraz sohbet ettik. Çalışanlardan ikisinin güya yine işi çıkmış gelmemiş. İşte beni de en çok korkutan tablo bu.

Üç tane Tuncelili tanıdım. İkisinin adı Haydar, diğerinin ise Abdullah'tı. Çalıştığım büyük şirketlerin şantiye muhasebelerinde çalışmış kişilerdi ikisi. Diğerine ise çocukluk arkadaşım şarküteri dükkanını emanet etmişti. Üçünün de ortak özellikleri Alevi olmaları, az konuşmaları, sakin tavırları, dedikodudan uzak olmaları, işlerini dört dörtlük yapmaları, en önemlisi dürüstlük ve liyakatleriydi. Kafam rahat olsun diyorsan, ev yapacaksan tuğladan, kız alacaksan Muğla'dan, ama adam çalıştıracaksan Tunceli'den olacak. Bana göre en geçerli olanı da üçüncüsü.

Sabah yaylaya çıkarken gittiğim IZSU'ya dönüşte tekrar uğradım. Her seferinde müdür yok diyorlar. Galiba su deposundan gayri çözüm yolları kapalı bize. Oradan pazara gidip alışveriş yaptık. Tuvalet kapıları için birkaç yerden teklif aldım. Eve yakın yeni bir yer açılmış bu işleri yapan. "Amman" dediler, "İşyerimizi yeni açık, bizden daha uygun fiyata yaptıramazsınız başkasına." Tahmin ettiğim üzere aldığım tekliflerin içinde en pahalısıydı bu. Bir insan eğer kendini herhangi bir konuda aşırı derecede övüyorsa bilin ki tam tersidir.

İzmir'de bulunduğum üç günlük sürede sabahları tartılmadım. Bu süre zarfında tam bir kg erimiş görünüyorum. Hedeflediğim on beş günlük süre iki gün sonra bitiyor. Hakemden birkaç gün uzatma isteyeceğim galiba!

13. gün (EK)'im:
BAŞLANGIÇ 75,2 KG




HEDEF
70,0 KG 

GÜN SAYISI
BUGÜNKÜ   
  KİLOM        


DEĞİŞİM (+/-) KG
HEDEFİME KAÇ KG VAR
        13
    72,5
    - 2,7
     2,5