KATEGORİLER

2 Mayıs 2016 Pazartesi

URLA ENGİNAR FESTİVALİ

01/05/2016 Pazar, İzmir

Gider ayak güzel bir gün geçirdik. Sabah yataktan çıkamıyorum diye eşim söylenmeye başlamıştı. Bütün derdi  yorgun argın nöbet çıkışı Gaziemir'de bizi karşılayacak olan kızımızı bekletmemesi idi. Ben ise geç vakit yattığım için en az bir saat daha uyumak istiyordum. Hem ne vardı ki bu kadar aceleye getirilecek? Gerekirse otobüs veya metro gider, bir şekilde başımızın çaresine bakabilirdik. "Aç söyle o zaman kızına."

Gece elektrikler kesildiği için belge ve aldığım notları yazıcıdan çıkartamadım. Bir saat gecikerek çıkabildik evden. Geçen sefer sol kapısını boya altına kadar çizdikleri aklıma gelince arabayı burada kapalı garaja koymak varken İzmir'e götürmenin ne alemi vardı. Bir saat otobüs yolculuğu bize ne kaybettirirdi ki?

Çoktandır Urla Enginar Festivaline gitmeyi koymuşlar kafalarına meğer. Bugün festivalin son günü olması ve pazar gününe denk düşmesi insanların akın akın Urla'ya gelmelerini sağlamış. Caddelerde trafik çok ağır ilerliyordu. Çeşmealtı tarafına arabayı bırakıp dolmuşla geldik kutlamaların yapıldığı panayır yerine.


Sanat Sokağı adını verdikleri uzun bir sokak ve bu sokağın her iki yanına açılan tezgahlarda yöresel yiyecekler ile ve el sanatları sergileniyor. Urla'da bugün yer gök enginar ve onun ikiz kardeşi bakla. Giritli ve Egelilerin olmazsa olmazları bunlar. Çeşmealtı pazarında bütün tezgahlar tıklım tıklım dolu. Enginarın tanesi 1,00 TL'ye, içli baklanın kilosu 2,00 TL'ye, diğer bir lezzet olan şevketi bostanın kilosu ise 10 TL'ye düşmüş. Enginarın tatlısından tuzlusuna kadar her türlüsü yapılmış. Bana en ilginç gelenler enginar tatlısı - herkesin dilinde olan bu tatlı yok satmış, enginarlı baklava, enginar reçeli, enginar çorbası, enginarlı boyoz. Son ikisini denedik, epey hoşumuza gitti. 

El sanatlarında yaratıcılık ön planda. Sergilenen eserlerde incik boncuk işleri, tekstil ürünleri, bez baskıların yanı sıra zeytin ağacı ve deniz taşları ana malzeme olarak bolca kullanılmış. İleriden hoş bir müzik sesi yükseliyor. "Grup Son Dakika" adını okuyorum yaklaşınca. Sağ tarafta küçük bir tezgahın üzerinde kapağı açılmış bir diz üstü ve az sayıda broşür var. Arkada düzgün giyimli orta yaşlı bir adam. Anlamaya çalışan bakışlarımdan sonra yarım kartvizitten daha dar bir kart uzatıyor. Kartı alıp bir taraftan üzerindeki yazıları okurken diğer taraftan yürümeye çalışıyorum.  Kartın arka yüzünde merak uyandıran bir slogan: "Yukarı Bak! Bunlar bizi zehirliyor!!" Ön yüzde Türkiye Chemtrails Mücadele Grubu - Bülent Özgüvenç.



Bu ismi duyunca eşim Ertuğrul Özkök'ün bu konuda bir şeyler yazdığını ve söz konusu kişinin hafiften tırlattığını ima ettiğini söyledi. Özkök'ün hem festivalle hem de Bülent Özgüvenç adındaki bu garip adamla ilgili yazısını internette buldum. Allah selamet versin gerçekten de adamı tutmasalar dünyayı kurtaracakmış!

Sokağın bittiği yer çok sayıda kahve ve lokantaların yer aldığı bir meydana açılıyor. Meşhur "Beğendik Abi" de bu bölgede. Dedim ya, bütün lokantalar ve sokak satıcıları festivale adını veren enginar dışında bir şey düşünmemişler. Enginar çorbasının tadına bu meydandaki şirin bir lokantada baktık. Oturduğumuz masanın karşısında enginarlı boyoz satıyor bir fırın, dumanı üzerinde. Sade boyoz 1,25 TL, içine enginar girince 2,00 TL olmuş. Hem boyoz hem de enginar İzmir'in simgesi olmuş ama bir İzmirli olarak bu kadar taze ve sıcaklığını yitirmemiş boyozu ilk kez yedim desem yalan olmaz. Sefarad Yahudilerinin İzmir kültürüne miras bıraktığı boyoz özellikle soğuyunca sertleşir, zor çiğnenir. Ancak bu kez eşim bile beğendi, sanki milföy hamuru ile yapılmış gibi hem çıtır hem de yumuşak. 

Kızım rahat resim çekmek için çantasını tutmamı rica ediyor. İçinden broşüre benzer bir kağıdın düştüğünü fark etmiyorum. Etrafımda bir uğuldama sesi beliriyor, sanki düşen önemsiz bir kağıt değil de çantayı boşaltmışım yere... Tam o sırada biri omuzuma dokunuyor arkamdan, elindeki düşürdüğüm kağıdı uzatıyor bana. Teşekkür ederim diyorum ama yanımdan ayrılmak niyetinde değil!
Ayağında açık renk  pantolon ve üzerinde beyaz bir ceket taşıyan orta yaşlı kadın ilgiyle peş peşe sorular soruyor. "Festivalimizi beğendiniz mi? Nereden geliyorsunuz?"
"Kim bu kadın?" diyorum içimden, bu kadar ilgili. Festival Düzenleme Komitesinin bir üyesi olmalı... Çok fazla önemsemiyorum sorularını...
"Güzel, yani... Biz de buralıyız sayılır..." diyorum. Hani röportaj yapacaksan, git İstanbullu bul, Ankaralı bu, vaktimi alma kabilinden... Gel gelelim kadın meraklı, devam ediyor sormaya...
"Buralı mısınız? A, çok güzel, neresinden?"
Kadın kararlı öğrenecek nereli olduğumuzu, işin peşini bırakmamaya ant içmiş bir kere. Kıvırtmak zorunda kalıyorum bu durumda.
" Yani buralı dediysem, İzmirliyiz, Tire'den geliyoruz."
"Harika" Tekrarlıyor bir kez daha. "Peki, sevdiniz mi festivalimizi?"
"Tabi, tabi her şey çok güzel" diyorum ama gözlerim kadına "Sen de kimsin?" der gibi bakıyor. Bunu farkeden kadın elini uzatıyor bu sefer.
"Ben, Belediye Başkanıyım, Urla'nın" deyiveriyor. Arkasında sıraya dizilmiş kalabalığı ondan sonra fark edebiliyorum. Az önce yılgın cevaplar vermeye çalışan ben, tanımadığım için özür diliyor birden hareketleniyorum.
"Festival şahane, emeklerinize sağlık, her şey süper" diyerek yalakalık yapmaya başlıyorum. Aslında yalakalık da denmez pek. Genel olarak Urla'ya güzel bir hava katmış ve tanıtımına büyük katkı sunmuş.

Aynı güzergahtan dönerken "Grup Son Dakika" Onuncu Yıl Marşını çalıyor. Kalabalık var güçleriyle seslendiriyor başta belediye başkanı Sibel Uyar hanım olmak üzere hep bir ağızdan. Bayrağı olan sallıyor, olmayan elleriyle tempo tutuyor. Bu marş hep duygulandırır beni. Biz de katılıyoruz marşı söylemeye. Kelimeler düğümleniyor boğazımda, sözlerin anlamını düşününce... "On yılda on beş milyon genç, yarattık her yaştan..." Sokak bayraklarla süslenmiş. Adı "Enginar Festivali". Burada bağnazlık yok, çağdaşlık var. Burada kadın ezilmiyor, başı dik gururla. Festival sokağında satıcılarının önemli bir kısmı şehirli. Ancak para kazanmak değil amaçları. "Buradan elde edilecek kazanç sokak hayvanlarını beslemekte kullanılacak" yazılı pankartlar açmışlar tezgah üstlerine. Sokak öylesine kalabalık ki, insanlar zorlukla yürüyebiliyorlar. Burada taciz, tecavüz, sapıklık yok. Herkes birbirine dostça gülümsüyor. Bir an tereddüt edip duraklasanız, mutlaka çevreden birileri yolunu değiştirip gelir yanınıza. "Bir şey mi soracaktınız?" diye. 

Burası Urla, burası İzmir. Hani şu gavur olan. Bugün bir post paylaşmış dostumun biri, face'ten. Peygamberler şehri Urfa Türkiye'de % 60 oranında en fazla kaçak elektriğin kullanıldığı şehirmiş. En düşük oran ise % 6 ile gavur olan İzmir'inmiş. O % 6'lık oran da şehrimize sızmış din tacirlerinin olmalı... Gurur duydum bugün yine, memleketimle ... 

Günümüz dolu dolu geçti. Yazacak çok şey var daha ama yazacak zaman o kadar çok değil...
 
 

1 Mayıs 2016 Pazar

VİYANA

30/04/2016 Cumartesi, Tire
Yok, bugün öyle uzun uzadıya yazmayacağım. Anlatacağım fazla bir konu da yok zaten. Olsa da yazmamam lazım ki biraz uykumu alayım. Yaylaya bile çıkmadım bugün. Akşama doğru telefonla rapor aldım sadece. Ne mi yaptım. Bütün gün Viyana/Salzburg seyahat planını hazırlamakla uğraştım. Bazı gezi blog yazarları Viyana'ya üç gün yeter diye ahkam kesmişler. İlk tespitlerim Viyana'ya üç gün değil üç hafta yetmeyeceği... Bir sarayın hakkını vererek gezilmesi neredeyse tam günü alıyor.

Gezilecek yerler geniş bir alana yayılmış. Şarapçılık gelişmiş. O kadar güzel bağ evleri ve lokantalar var ki insanı hayran bırakıyor. Henüz görmediğim halde hayranlığımı gizleyemedim. Şnitzel, apple strudel ve sachertortenin anavatanı. Kaliteden ödün vermiyorlar ama bunu ücretlere de yansıtıyorlar! Salzburg'a bundan önceki ziyaretimde, Almanya sınırına yakın, yöresel köylü kıyafetlerini giyen gençlerin hizmet ettiği, dağ evinden bozma bir  restoranda ilk ve son kez geyik eti yemiştim. Bütün bu seyahatle ilgili aklımda kalan önünden geçtiğim Mozart'ın doğduğu ev ve çeşit çeşit balıkların satıldığı pazarları. Bu sefer de Salzburg üzerinde plan yapmaya yeterince zaman kalmadı. Bir gezi bloğunda yazılanlarla yetinmek zorunda kalacağız.

72 saatlik toplu taşıma ve havaalanı ile şehir arasında ekspres trenlere gidiş dönüş biletlerini internet üzerinden almaya çalışacağım. Viyana-Salzburg arası tren biletleri çok önceden gidiş dönüş olarak  alınmıştı zaten. Havayolu check-in işlemini de dünden yapmıştım. Yarın bir de bütün biletlerin, otel rezervasyon onayları, metro-tram planları ve turistik şehir haritaları ile hazırladığım gezi planlarını yazıcıdan çıkartacağım.

Elektrikler de kesildi şimdi. Haydi bana eyvallah!

30 Nisan 2016 Cumartesi

HAZIRLIKLAR BAŞLADI...

29/04/2016 Cuma, Tire


Seyahat tarihi yaklaştıkça tatlı telaşımız da başladı. İlk değerlendirmem Viyana'nın Prag kadar basit bir şehir olmadığı. Topu topu üç metro hattı vardı Prag 'ta. Tramvaylarına bile bulaşmamış mevcut metrolarıyla bütün işimizi görmüştük. Avrupa'nın ulaşımı en gelişmiş şehirlerinden biri diye anılan Viyana ilk defa gideceklere hiç de öyle görünmüyor. Şehir içi (U-Bahn) ve şehir dışı (S-Bahn) trenleri, şehirler arası ÖBB trenleri (Intercity, Railjet), otobüsleri, tam altı adet metro hattı şehri çorbaya çevirmiş. Dersimizi iyi çalışmazsak, elin memleketinde rezil olmak işten değil. 

Nereye nasıl gideceğiz telaşı içindeyken Yakup Usta aradı. Tuvaletin yer seramiklerinden iki kutu eksik kalmış. Dünden bu habere hazırlamıştım kendimi. Çarşı işini yaptıktan sonra uğramayı düşünüyordum yanlarına. Ancak gelen haber planımı değiştirdi. Hemen hazırlanıp çıktım. Seramikleri tedarik ettiğim yerde aynı renk ve ebatlarda iki kutu daha buldum, attırdım arabaya onları. İşler durmasın diye hiç vakit kaybetmeden yaylaya çıktım. Bahçeye vardığımda tuvalet seramikleri neredeyse tamamlanmıştı. Kutu değil sadece dört parça daha olsa yetecekmiş. Fevzi Usta ve adamlarını göremedim. Yakup Usta sabah su deposunun temel betonunu döküp gittiklerini söyledi. O da kapı önündeki kayrak taşlarının arasına beyaz çimentodan derz yapıyordu. Süs havuzunun geniş duvarının üzerindeki derz işi bitmiş. Kamil elektrik işlerine devam ediyor. Bugün ilk kez taş evin ışıkları yandı.

İki tane tavuğumuz kalmıştı kümeste. Sonunda onlar da ölmüş . Şimdi kümesimiz bomboş. Biz dönene kadar boş kalacak. Prag ziyareti şerefine Franz Kafka'nın bir kitabını almıştık, "Dönüşüm". Ona bugün ancak el atabildim. Kitabın arka kapağında, girişinde yazarın tanıtımı öyle yapılmış ki, okuyan yazarın incecik kitabıyla dünyayı yerinden sarstığını düşünecek Aslına bakılırsa başyapıt olacak pek çok eserini yakması için gazeteci arkadaşına bırakmış ölüm döşeğinde. Belli ki, yazdıkları kendi hoşuna gitmemiş. Ravel gibi. O da Bolero'sunu besteledikten sonra çıkarttığı işi beğenmeyenler arasında. Neyse ki yazar arkadaşının sözünü dinlememiş, yakmayıp yayınladığı eserler günümüze kadar ulaşmış. Franz Kafka'nın "Milena'ya Mektuplar" ını okumuştum daha önce. Okumaya başladığım ikinci kitabı "Dönüşüm" ün sıra dışı bir konusu var. Yahudi bir yazar Kafka. Yahudiler ticarette olduğu kadar sanatta da iyiler. Her zaman her yerde var etmişler kendilerini. Belki de çektikleri acılar, sıkıntılar onlara ilham vermiş. Neyini anlatacaksın ki sıradan bir yaşamın?

28 Nisan 2016 Perşembe

HIZLI GEÇİYOR ZAMAN

28/04/2016 Perşembe, Tire
Sabah telefonumun sesiyle uyandım. Arayan Cumhur Usta'ymış. "Hemen yola çıkayım mı?" diye soruyor. Torbalı'dan buraya yarım saat bile sürmez. Kahvaltı etmek için zamanım yok. Hemen hazırlanmaya başlıyorum.

Saate bakınca zamanın epey ilerlemiş olduğunu fark ediyorum. Eşim her zamanki gibi erkenden kalkmış akşamdan yarım bıraktığım incirleri soyuyor. Elim tahriş olduğu için hepsini bitirememiştim. 

Herkes bu duyguyu yaşar mı? Bazen zaman daha hızlı yol alırmış gibi gelir, haftanın günlerini yakalamakta zorlanırım. Daha bir hafta var demeye fırsat bulamadan bir bakmışım cuma, cumartesi gelmiş. Eskiden zevkli anlar çabuk geçer deyip bu hisse kapıldığım durumlarda hayattan zevk aldığımı düşünür kendimi avuturdum. Yaşam uzun ve karışık bir yol ise, gaz pedalını sonuna kadar köklediğim hiç virajı olmayan dümdüz bir yol kesiminden geçiyorum sanki. Bundan önce ne virajlar, ne yokuşlar gördüm... Bundan sonraki yolumun fiziki koşulları kaderimde çizilmiş. Bütün yaşamım otoban gibi dümdüz olsa, virajı, yokuşu olmayan. Daha hızlı mı geçerdi zaman? Dünyanın beni kaç gün misafir edeceği belliyse eğer, daha mı az yaşardım?


Bu düşüncelere dalmış evden çıkmaya hazırlanırken ikinci telefon geldi. Cumhur Usta geçen seferki yerinde beni bekliyor. Buluşma yerine giderken Ünal Usta'yı arıyor, yaylaya doğru yola çıktığımı haber veriyorum. Kısa bir yolculuktan sonra bahçe kapısının önünde park ediyoruz. Bahçe içinde araba sayısı artmış. Elektrikçi, seramikçi, Yakup Usta'nın arabalarına bir de Fevzi Usta'nın arabası eklenmiş. Bahçede taş eve doğru ilerlerken Fevzi Usta'yı görüyorum. Onun ekibi su deposu temelinin demirlerini büküyorlar. Yakup Usta taş evin önündeki kayrak taşı döşeme işinin sonuna gelmiş artık. Sezai Usta'nın adamları tuvalet duvar seramiklerinin fugalarını tamamladıktan sonra yerin tesviye betonuna başlamışlar. Elektrikçi Kamil binanın anahtar ve prizlerini, apliklerini yerlerine takıyor.

Cumhur Usta'dan istediğim işleri sıralıyorum. Tuvaletlerde mermer altı tezgahlarını taşıyacak demir profil imalatları, avlunun kenarına daha önce yaptığı modelden ferforje korkuluk, aydınlatma direkleri, verandaya açılan ahşap kapının önüne korkuluklarla aynı desende ferforje demir kapı, terasa açılan ahşap kapının önüne onun bir benzeri... Sadece teras kapısında sol tarafta yer olmadığı için katlanır kapı yapılamayacağını söylüyor. Onun yerine önerdiği akordeon kapı. Biz bunları konuşurken bir araba daha giriyor bahçeye. Gelen Ünal Usta'nın ortağı Selim Usta. Ahşap işleri ondan sorulur. Cumhur Usta ile işimiz bitmek üzereydi. O ölçüleri alırken Selim Usta'ya anlattım gördüğüm eksiklikleri, ahşap kapıları, pencereleri ve düzeltilecek diğer yerleri.

Terasa açılan kapıdan yağmur suyu giriyor. Eşikteki mermer sökülüp iki kat mermerle değişecek. Alttaki mermerin oyuğunda toplanan sular dışarı doğru başka bir oyukla yönlendirilip tahliye edilecek. Üzerine yapıştırılacak ikinci bir mermer tabakası alttaki oyukları gizleyecek. Ahşap kapı kanatlarının çarpmaması için başka önlem alınacak. Daha önce çıkan fırtınada kanatları tutan kancaların bir kısmı  eğilmiş bir kısmı kopmuş.

Elektrikçi lamba fenerleri bulamamış. "Hepsi orada, paketlerin içinde." diyorum. Cumhur Usta artık dönmek için sabırsızlanıyor. Belli ki onu aşağıya bırakıp tekrar geri geleceğim. Dün, evvelsi gün de iki sefer çıkmıştım yaylaya. İşler yoğunlaşınca bir sefer çıkmak yetmiyor artık.

Akşama doğru gitmeye karar veriyorum. Böylece kapıların kapatıldığından da emin olurum. Önce telefon ediyorum Kamil'e. Akşam hava kararana kadar çalışacağını söylüyor. Yanına vardığımda verandadaki ahşap kolonların üzerine fener aplikleri yerleştirdiğini gördüm. Daha on dört aplik var. Diğerlerinin nerelere monte edileceğini soruyor. Teker teker yerlerini gösteriyorum. Yanımda getirdiğim avizeyi gösterip içerideki odaya bırakıyorum.

O işine devam ederken, hiç canım çekmese de kümese doğru yürüdüm. Oysa ne kadar zevk alırdım iki gün öncesine kadar bu yürüyüşten. On yedi tavuktan geriye sadece ikisi kalmış. Kadir gitmeden sularını tazelemiş. İçim burkularak ayrılıyorum yanlarından. Yakup Usta ve Kadir çoktan gitmişler. Kümesin etrafına beton dökeceklerini söylediler bugün. Baştan yapsalardı ya bunu. Öyle olsa giremezdi köpekler kümesten içeri.

İSKENDER - ELİF ŞAFAK

Kitabın Adı: İSKENDER
Yazar: Elif ŞAFAK (1971, Salzburg)

Sayfa Sayısı: 443
Yayınevi: Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş,  Doğan Kitap
Basım Yılı: I. Baskı. Ağustos 2011, İstanbul
Çeviri: Omca A. Korugan (Yazarla birlikte)
Türü: Didaktik Roman

Kitap Hakkında: Kitabın kapak fotoğrafı gizem dolu bakışlarıyla, hem doğunun hem de batının izlerini taşıyan bir kadın. Muhtemelen roman kahramanlarından Cemile'ye vurgu yapılıyor. İlk kapak resmi bu değil. Bundan önceki kapak resminde erkeksi kıyafetler içinde romanın baş kahramanı İskender'in kılığına sokmuş kendini yazar. Elif Şafak İngilizce kaleme aldığı kitabına İstanbul'da başlayıp Londra'da tamamlamış. Eser, önce Omca Korugan daha sonra yazarın kendisi tarafından Türkçeye çevrilmiş.

Doğu Anadolu'da başlayan bir yaşam öyküsü konu ediliyor romanda. Fırat'ın kenarındaki bir Kürt köyünden İstanbul'a, oradan da Londra'ya uzanan serüven, yazarın hayal gücü ve kıvrak kalemiyle aktarılıyor okurlara. Diğer kitaplarında olduğu gibi şiirsellik, tasavvuf, kadına şiddet, aşk ve farklı kültürlerden esintilerle yoğrulmuş bir yapıt. Elif Şafak romanlarında rastlanılan sürpriz gelişmeler kitaba sürükleyici bir özellik katıyor. Sayfa sayısı fazla olmayan çok sayıda ara bölümden oluşan romanda geçen olaylar yer ve tarih bilgisi verilerek roman kahramanları ağzından anlatılıyor.

Adem'in ilk görüşte aşık olduğu Cemile yerine ikizi Pembe ile evlenmesiyle başlıyor tesadüfü bol macera. Üç çocukları olur bu evlilikten. İskender, Esma ve Yunus. İstanbul'da bir süre kaldıktan sonra bir yolunu bulup Londra'ya giderler. Ailesini ihmal etmeye ve şiddet uygulamaya başlayan Adem aynı zamanda kendini içkiye vermiş ve kumar oynamaya başlamıştır. Bir müddet sonra evine hiç uğramaz olacaktır. Pembe yalnızlık içinde kıvranırken tesadüfen çoklu etnik kökene sahip Elias ile tanışır ve aralarında bir aşk başlar. Adem de kumarhanede tanıştığı Roxana adında bir kadına kendini kaptırmıştır. Kumarda bütün parasını kaybeden Adem'i bıraktıktan sonra Avusturyalı zengin bir işadamının peşine takılan Roxana soluğu Abu Dabi'de alır. Parasız kalan Adem bir yolunu bulup hem çalışmak hem de Roxana'yı aramak için Abu Dabi'ye gider. Bu arada Pembe ile Elias'ın ilişkisi su yüzüne çıkmıştır. Amcası Tarık'ın tahrik etmesiyle İskender namus uğruna on beş yaşında katil olur. Ama kimin katili? Pembenin tutkuyla sevdiği büyük oğlu İskender hapishane yaşantısında neler yaşıyor, neler öğreniyor?

İskender'in hayalleri, pişmanlıkları hapishanede tuttuğu günlüklere geçer. Londra'da yaşayan Pembe ile Fırat kenarındaki bir köyde yaşayan ikizi Cemile arasında süregelen mektuplaşmalar, sokakta yaşayan insanlar, punkçular romanda kullanılan diğer bazı öğeler. Romanın sonuna doğru olayların sır perdesi su yüzüne çıkarken Elif Şafak yine okuyucuyu ters köşeye yatırıyor.

İskender adlı romanında yazar genel olarak gerçek yaşam kesitleri sunsa da -Abu Dabi'de sevgilisiyle kaldığı çok katlı bir otelin balkonundaki teleskoptan bakan Roxana'nın yıllarca görüşmediği eski sevgilisi Adem'in yaşama veda ediş anına şahitlik etmesi gibi- bazı bölümlerde tesadüf sınırlarını zorlaması rahatsız edici.  

Korkarak sevgilisini evine alan Pembe'nin ruh halini, "Gözlerindeki endişe kadar hakikiydi tebessümü" diyerek kelimelere döken yazar ustalığını konuşturuyor. Türü Didaktik (Öğretici) ancak bana göre çok da öğretici bir roman da değil.       

KARA KIZLARA NAZAR DEĞDİ

27/04/2016 Çarşamba, İzmir
Dün toplanan incirleri soymakla başladık işe. Eşimin hünerli ellerinde reçel olacaklar. İşin zorluğu buncağızları soyarken ele bulaşan beyaz sütü. Süt gibi görünüyor ama çok tahriş edici özelliği var. Eldiven giymeden soymaya kalkılırsa yara içinde bırakıyor elleri. İlk partide benim ellerimde sorun yok. Havaya giriyorum yine, bana bir şey olmaz diye.

Neşe içinde çıktım yola. Gani Usta'nın su deposu inşaatında çalışacak taşeronun bugün gelmeyeceği haberini vermesi bile bozmamıştı neşemi. Yakını mı hastalanmış ne. Doğru mu söylüyorlar, yoksa uyduruyorlar mı o da bilinmez. Artık sonuna yaklaştığımız için kızmıyorum o kadar. Bahçenin içine park eden iki aracın birinden yüksek bir müzik sesi duyuluyor. Davul ve zurna eşliğinde harmandalı zeybeği ortalığı inletiyor. Sanki düğün yeri, garipsiyorum. "Açılışı yaptık." diyorlar, gülerek. Garip bir tedirginlik seziyorum Yakup Usta'da. Hani bir şey söyleyecek ama bir türlü cesaret edemiyor gibi. Kadir'e bakıyorum. Onun ifadesini çözmekse hiç kolay değil. En yakınını kaybetse de, define bulsa da hep o aynı gülen suratını değiştirmeyecek. Garip bir çocuk. 

Genelde bahçe girişinde bıraktığım arabamı içeri sokuyorum bu sefer. Dün aldığımız sıhhi tesisat ve elektrik malzemeleri ile tıka basa yüklüyüm. Ustalar işlerini bırakıp arabanın yükünü binaya taşımaya başlıyor. Hepsi kırılacak malzeme olduğundan dikkat etmelerini söylüyorum.

Malzemeler boşaltıldıktan sonra Elektrikçi Ali'yi arıyorum, yarın Kamil'i göndersin diye. Beklediği bütün malzemelerin geldiğini söylüyorum. Arkasından marangoz Ünal Usta'ya telefon ediyorum, gelip bir an önce eksiklikleri tamamlasın diye.

Akşama kadar tuvalet duvarlarının seramiği bitecek görünüyor. Burada çalışan ustalardan biri seramikleri kastederek "Elimizdekiler yetmeyebilir." diyor. İkinci kata çıkıyorum. Baki Usta, yanına birini almış özenle söveleri  yerleştiriyor. Seçimimle gururlanıyorum. Daha üzerine iki renk boya çekilecek ama boyasız hali bile salona bambaşka hava katmış. Aşağı inip Yakup Usta'yı buluyorum. Gani Usta'ya verilmek üzere ona para bırakıyorum. En sonunda çıkarıyor ağzındaki baklayı. "Tavuklar" diyor. "Tavuklar gitti."

Şaşkın vaziyette soruyorum. "Nereye gitti?"
"Köpekler girmiş bahçeye kümese dalmış, neredeyse tamamını telef etmiş." diyor. Hemen kümesin olduğu yere doğru koşuyorum. Köpeklerin saldırısına uğrayan bir horoz ve on altı tavuktan yedi tane kalmış. Kalan tavukların çoğu da sakatlanmış. Bazıları kırık ayağıyla kapatmış gözlerini can çekişiyor, bazılarının tüyleri yolunmuş hengame sırasında. Eşime nasıl söylerim ben bu haberi? Bir an evvel kümesimiz, tavuklarımız olsun istemişti. Elektrikçiler yolu uzatıp kapıdan dolaşmak yerine elektrik kablosunun bahçe sınır çitinin  altından girip çıkıyorlardı. İşleri bitince çitin altındaki boşluğu kapatmayı ihmal etmişler. Oradan aç bir köpek sürüsü dalmış bahçeye ve olan  olmuş!

Bir şeyi çok istememek lazım. O kadar hoşumuza gitmişti ki kendi tavuğumuzun yumurtasını yemek. Nazara geldik diyeceğim neredeyse. Son yedi yumurtayı alıp koydum arabaya.

Eve döndüğümde önce yumurtaları verdim eşime. O kadar sevindi ki. "Aaa canlarım benim!" diyerek aldı yumurtaları elimden.
"Çok sevinme, üzüleceğin bir haber var." dedim. "Tavukların yok artık." Yüzündeki o mutluluk anında kayboldu. "Nasıl yani?"
Anlattım olayı. Tavukların uğradığı zulüm daha çok acıttı içimizi, onları kaybetmekten ziyade.

Sabahtan başladığımız incir reçeli hazırlığı için yine ona yardım edecektim. Evden içeri girdiğimde ilk iş olarak üzerimi değiştiririm. Tam üzerime ev kıyafetlerini giymiştim ki, telefonum çaldı. Arayan Baki Usta'ydı. On kutu seramik eksik kalmış. Hemen giyindim gerisin geriye. Daha önce aldığım yerden seramikleri yükleyip çıktım yine yaylaya. Aklım hala giden tavuklarda...

Eve döner dönmez Elif Şafak'ın elimde uzun süre oyalanan kitabını bitirdim ilk iş olarak. Eşimin elleri incir soymaktan tahriş olmuştu. Malulen emekli olmuş bu konuda. İş bana kalmış görünüyor. Sabahki seansta bende tahriş emaresi görünmediğinden "Sen bırak, ben yaparım hepsini yavaş yavaş." diyorum. Henüz yarısına gelmeden benim ellerim de yanmaya başlıyor. Havaya girmem yersizmiş. Ellerim mahvoluyor.

27 Nisan 2016 Çarşamba

GIDA ÇARŞISI

26/04/2016 Salı, İzmir
Yine salı ve biz yine salı pazarına gidemedik. Sanki özellikle ayarlıyoruz. Yok aslında böyle bir şey. Sadece çok fazla günümüz kalmadığı için  İzmir'de Gıda Çarşısı adını verdikleri yerdeyiz. Burada gıda dışında inşaatçılar, hırdavatçılar, elektrikçiler, ambalaj imalatçıları ve hemen her cins ürünün toptancıları grup grup toplanmış. Yaylada tuvaletin işleri hızla ilerliyor. Acilen almamız gereken malzemeler var. Bugün beş usta birden çalışmış seramik işinde. Açılış yapacağız yakında dedik ya, acayip motive olmuş ekip. Bir an önce bitirmek için canla başla çalışıyorlar.  

Tire'de lavabo, klozet vs için bazı fiyatlar almıştım. İnşaat malzemelerini temin ettiğim tedarikçimin bana en uygun fiyatları verdiğini düşündüğüm için belki de boşu boşuna olacaktı bu gidişim. Ama öyle olmadı. Gıda çarşısında birkaç yerden fiyat sorduk. Bu çabamız bize en azından yüzde otuz kazandırdı.

Nereye varacak bu işin sonu bilmiyorum artık. İş işi doğuruyor. Tam bitirdim derken yeni bir iş çıkıyor karşıma. Güzel çanak lavabolar aldık tuvalet için. Moda ya şimdi. Bitti mi? Elbette hayır. Lavaboyu alırsam iş tamam diye düşünüyordum önceleri. Lavaboyu aldım, bu sefer onun oturacağı mermeri halletmem lazım. Onunla da olmuyor, ondan da önce mermeri ve lavaboyu taşıyacak profil demir karkası yaptırmam gerekecek. Bütün ürünleri "çalışır" diye kodladıkları şekilde aldık. Yani alınan parçaların dışında herhangi bir aksesuar gerekmeyecek. Anahtar teslimi gibi bir şey. Ama biliyorum ki yine de bir şeyler eksik kalacak. Ama dübeli, ama vidası... Lavaboların üzerine bir de ayna gerekecek. İşte bak yine çıktı bir şey. Yok, ben bu konuyu  yeni bir şeyler çıkmadan kapatsam iyi olacak.

Erken çıktık evden. Yolda elektrik malzemelerini aldığımız yerin temsilcisi Nurten Hanım'ı aradım. Salonun iki sarkıtma avizesi dışında iç ve dış aydınlatma aksesuarlarını getirmişler. Gün içinde  uğrayacağımızı söyledim. Bazı çalışanlar işini severek yapıyor. Nurten Hanım da onlardan biri. Malzeme seçiminde ve diğer konularda bize çok yardımcı olmuştu.

Esnaflık herkesin beceremeyeceği bir meziyet. Yorgunluktan ve kararsızlıktan sinirlerimiz iyice gerilmeye başlamıştı. Sıhhi tesisat malzemelerini almak üzere o satıcı senin bu satıcı benim canhıraş dolaştığımız bir andı. Ne kadar not alsak da, kalitesi ve modelleri değişik ürünlerin farklı fiyatları kelebek olmuş, kafamızın etrafında uçmaya başlamıştı. Bu haldeyken girdik dükkanın birine. İşyeri sahibi olduğu izlenimi veren orta yaşlı bir adam oturduğu masadan kalkmadan bize hoş geldiniz, buyurun gibi birkaç laf etti. Yirmi yaşlarında genç bir kız bizimle özel olarak ilgilendi. Fiyat soruyoruz, kız bize liste fiyatını söylüyor. "Bunun indirimi yok mu?" diye soruyoruz. O da patronuna soruyor. Patronu, "Yüzde yirmi beş" diyor. Kız elindeki hesap makinesini kullanarak yüzde yirmi beş indirimi düştükten sonra yüzde on sekiz KDV ekleyip bize sonucu söylüyor. On çeşit ürün sorduysak, bu sahne aynı şekilde on kez tekrarlandı. Biraz daha indirim yapılmasını istedik. Bütün satıcıların klişe laflarıyla dil dökmeye başladı adam. Yok efendim bütün mağazaların sattığı malları onlar imal etmiş, yok kalitesi şöyleymiş, yok böyleymiş. "O zaman en uygun fiyatı sizin vermeniz lazım bu mantığa göre." dedim. "Madem ki diğerleri sizin ürünlerinizi satıyor, mantıken sizin fiyatınıza inememesi lazım. Neticede onun da bir karı olacak bu işten." Adam Nuh diyor peygamber demiyor. "İyi madem, o zaman biraz dolaşalım olmazsa döner geliriz." dedim. "Yok, onu yapmam öyle." dedi ve devam etti. "Geri döndüğünüzde size bu fiyatlardan vermeyi garanti edemem." Bak sen şu küstahlığa. Tehdit, şantaj her şey var. Bana artık bedava verse malı dönüp bakar mıyım acaba. "Hadi" dedim eşime "Aradığımız yer değil burası."

Sezai Usta aradı, bana whatsapp 'tan salondaki kirişlerin üzerine uygulayacağımız söve motiflerini göndermiş. Bunlar arasında seçtim birini, hiç düşünmeden. Anlamını bildiğim bir motifti bu çünkü. Mekanın isim alternatifleri arasında ağırlık kazanan "Kaystros" yani nehirlerin tanrısı "Küçük Menderes" bu topraklara can veren suyun adı. Seçtiğim motif antik çağlarda "Meander" Menderes Motifi olarak biliniyor. Dönemin önemli yapılarının kapı, pencere ve duvarlarında bu kenar süsü bolca kullanılmış.

Dolaşmaktan artık yorulmuştuk. Site Unlu Mamuller adını taşıyan bir yer vardı Hatay'da. Şiir gibiydi pastaları ve diğer bütün ürünleri. Hiç yemeye niyeti olmayana bile niyet bozdururdu tatlılarının görüntüsü. Gıda Çarşısında bir şubesini bulup oturduk hemen, düşünmeden. Sadece unlu mamul ve tatlı değil, ev yemekleri de veriyormuş burası. Ne yazık ki, Hatay Caddesindeki Site kalitesi yok burada. Hiç beğenmedik. Oradan çıkıp yeniden devam ettik dolaşmaya. Pastacılık malzemesi satan yerler eşimin gözdesi. Her seferinde müze gezer gibi geziyoruz bir şey almasak bile.

En sonunda kararımızı verdik. İkinci girdiğimiz mağazadan almaya karar veriyoruz bütün malzemeleri. Acaba hepsini araba alacak mı?  Önce koltukları yatırıp sıhhi tesisat malzemelerini yükledik. Neredeyse boş yer kalmadı arabada. Sonra elektrikçiye gittik diğer malzemeler için. Koca kolilerin arabaya sığması imkansız göründü gözüme. Büyük kolileri açıp içinden çıkan küçük kolileri arabada kalan boşluklara sıkış tepiş doldurduk.

Ağır gitmek zorundaydık. Her ne kadar ambalajlı olsa da hepsi kırılacak eşyalar nihayetinde. Gıda çarşısında yol tadilatları ve alt yapı çalışmaları sebebiyle asfalt delik deşik. Oradan çıkıp çevre yoluna varıncaya kadar yoğun trafik altında gerildim iyice. Tam mesai bitimi. Burada da Ankara'daki gibi akşam saatlerinde trafik tıkanıyormuş demek!